Twitter Facebook Linkedin Youtube

HARVARDLI PROFESÖR; “TRUMP SURİYE’DE DOĞRU HAMLEYİ YANLIŞ YOLLA YAPTI”

Harvard Üniversitesi’nde Uluslararası İlişkiler Profesörü olan Stephen M. Walt’un 21 Aralık 2018’de Foreign Policy’de yayımlanan yazısını Medyascope‘tan Okan Yücel çevirdi (Yazının İngilizcesi için tıklayınız).

*****

Amerika’nın Suriye Politikasından Güzel Kurtuluş

Her zamanki gibi Trump, doğru şeyi, yanlış şekilde yaptı

Trump’ın çarşamba günü 2 bine yakın ABD askerini Suriye’den çekme kararını açıklamasıyla birlikte, bu hareketi ABD’nin küresel liderlikten vazgeçme teşebbüsü olarak yorumlayanlar ile Suriye’nin çok da hayatî bir mesele olmadığı için ABD’nin askerlerini gelecekteki hedeflerini gerçekleştirmek adına başka ülkelere kaydırmasının doğru bir hareket olduğunu savunan iki farklı görüş arasında yaşanan bir tartışma başladı. Bir tarafta Trump’ın kararını eleştiren şahin Cumhuriyetçiler ve neo-conlar; diğer yanda ise Trump’ın politikalarından kaynaklanan endişelerini muhafaza etseler bile bu kararı destekleyen, dış müdahale karşıtı solcular ve liberaller…

Suriye’de gerçekten ciddi anlamda tehdit altında olan şey nedir? Trump, Obama’nın ayak izlerini takip ederek ABD’nin bölgeden çekilmesini devam mı ettiriyor yoksa stratejik hedefi belirsiz olan küçük bir Amerikan gücünü mü geri çekiyor?

Irak’ın aptalca işgali

Bu meselelerle yeni ilgilenmeye başlayanlar için şunu hatırlatmamız lâzım ki esas mesele 2003 yılında ABD’nin Irak’ta gerçekleştirdiği aptalca işgaldi. Günümüzde dahi hâlâ küresel ölçekte önemli sorunların çözümlerinin, ABD’nin sahip olduğu gücü en vahşi şekilde kullanmasıyla sağlanabileceğini düşünen neo-conlar mevcut. Ancak neo-conların hayalini kurduğu, lobisini yaptığı ve nihaî olarak da ahmak başkan George W. Bush’a pazarladığı bu işgal Ortadoğu’nun döndüğü bataklığın en büyük sebebi. Eğer ABD’nin işgali olmasaydı bugün ne Amerika karşıtı ayaklanmalar, ne “Mezopotamya El Kaidesi” ne de IŞİD olacaktı. Saddam Hüseyin’in devrilmesi bölgedeki en ciddi rakibi İran’ın durumdan faydalanmasını sağladı. Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton da dâhil bu berbat politikanın arkasındaki stratejik “dehalar” ise aynı politikaları farklı şekillerde sunmaya devam ediyor.

İkinci olarak Trump’ın kararlarını tanımlamak için kullanılan heyecan verici retoriğin farkında olmamız gerekiyor. Times’ın “Geri Çekilme Stratejisi” (A Strategy of Retreat) manşeti de tamamen yanıltıcı çünkü bu çekilme oldukça az sayıdaki birlikten oluşuyor ve hiçbir yönüyle örneğin Napolyon’un Moskova’dan çekilmesine benzemiyor. Aynı şekilde ABD’nin Ortadoğu’daki varlığını da zorlaştırmıyor. ABD’nin halihazırda 400 bin personeli ve bölgesel müttefiklerine sağlayabileceği büyük bir silah potansiyeli var.

Üçüncü olarak ABD’nin Suriye’de mağlup olduğundan bahsetmek de anlamsız çünkü Suriye zaten ABD’nin müttefiki değildi. Tam tersine 1950’lerin ortalarından beri Moskova ile işbirliği halindeler ve Esad’ın ısrarlı bir şekilde arkasında durulmasının temel sebebi de bu. Trump’ın veya Obama’nın sanki bir dönem için bile olsa kontrol edilen bir ülkeyi terk ediyor olmaları söz konusu değil. Eğer son 15 yıldır olanlardan hâlâ alamadığımız bir ders varsa o da ABD’nin Ortadoğu’daki hiçbir ülkeyi kontrol edemeyeceği ve bunun için boşu boşuna para harcamaması veya kan dökmemesi gerektiğidir.

Dördüncüsü, unutmamak gerekir ki Suriye’de bir ayaklanma meydana gelene kadar veya IŞİD ortaya çıkana kadar Suriye’nin kim tarafından yönetildiği Washington için çok da önemli değildi. Nixon’dan Bush’a kadar herkes ABD’nin ihtiyaçları doğrultusunda Esad ailesi ile iş yapmıştı. Elbette ki acımasız bir diktatörlük olduğunu biliyorlardı. Ancak Arap Baharı başladığı zaman Obama yönetimi Suriye’nin iç işlerinin son derece önemli olduğunu belirterek Esad’ın gitmek zorunda olduğunu söylediler, hem de nasıl gönderileceğine veya yerine kimin geleceğine dair hiçbir fikre sahip olmadıkları halde.

Suriye kendi başına çok önemli bir ödül değil

Beşincisi, ABD’nin çekilmesiyle birlikte bu savaşı kaybettiğini ilan edenler; Türkiye, Rusya, Hizbullah ve İran gibi pek çok aktörün kazandığını dile getiriyorlar. Bu aktörlerin hepsinin veya belki bir kısmının hızla bir araya gelerek Suriye’de önemli bir nüfuz alanı açacağını düşünüyorlar. Öyle olsa bile Suriye kendi başına çok önemli bir ödül değil. Suriye her zaman zayıf bir devletti ve iç savaştan dolayı artık ekonomisi ve altyapısı eskisinden bile daha kötü halde. Kazanan taraflar için stratejik bir varlık olmaktan ziyade, Suriye giderek daha ağır bir bataklığa dönmüş durumda. ABD çekildiğinde bu durum daha da belirginleşecek ve kazanmış gözüken taraflar ani bir çıkar çatışması içine girecekler. Eğer böyle olursa, Suriye bataklığını başka devletlere teslim etmek ABD açısından açık bir kazanımdır.

ABD kimin kazandığı ve kaybettiği üzerine bu kadar yoğunlaşmak yerine, kendi stratejik hedeflerini tanımlayarak işe başlamalıdır. Ortadoğu’daki ana hedef petrol ve doğalgazın dünya piyasalarına akışının devamının sağlanmasıdır. Bu hedef için ABD’nin bölgeyi tamamen kontrol etmesine veya siyasî mühendislik gerçekleştirmesine gerek yok. Bölge şu an daha önce hiç olmadığı kadar bölünmüş durumda ve bu yüzden de Suriye ABD’nin zenginliğine veya güvenliğine ciddi ölçüde katkı sağlayan bir ülke değil.

IŞİD mermilerle veya bombalarla bitirilemez

Aynı şekilde, IŞİD’in yeniden güçlenmesi ihtimali de ABD’nin orada 3-5 yıl daha kalmasının gerekçesi olamaz. IŞİD türevi gruplar mermilerle veya bombalarla bitirilemez. Bütün üyeleri öldürülse veya teslim alınsa bile bu fikriyat devam eder. Bu tip gruplara karşı esas yapılması gereken ABD’yi uzun yıllar boyunca orada tutmak yerine güçlü ve verimli yerel hükümetler ile kurumlar oluşturmak. Verimli ve meşru yerel otoriteler ABD tarafından oluşturulamaz. Bilakis, ABD’nin bölgedeki varlığı bu çabalar için zarar verici olur. IŞİD uzun yıllardır yaptığı politikaları meşrulaştırmak için ABD’nin bölgedeki varlığını araç olarak kullanıyor. ABD’nin Suriye’den çıkması bu mesajın ikna ediciliğini zaman içinde azaltacaktır.

Dahası, bütün büyük iddialarına ve vahşetine rağmen IŞİD hiçbir zaman ABD için varoluşsal bir tehdit olmamıştı. Tabii ki ABD ve Avrupa’daki acımasız saldırıları desteklemişlerdi. Ancak esas hedef hep farklıydı. IŞİD saldırılarında 325 milyon Amerikalı içinden 64; 500 milyondan fazla Avrupalı arasından ise 350 kişi öldü. Can kayıplarının hepsi elbette ki oldukça önemli. Bu katliamlara rağmen IŞİD hiçbir zaman ABD’ye karşı varoluşsal bir tehdit teşkil etmedi.

Uluslararası politikanın gaddar dünyasına hoş geldiniz

Daha meşru olan endişe IŞİD karşıtı savaşın önemli ortaklarından olan Kürt militanların kaderi. Trump’a yönelik eleştiriler, verdiği kararın Kürtleri terk etmek anlamına geldiği tespiti üzerinde duruyor. Ancak ABD’nin Kürtlerle olan bağı sınırsız değil. Bu bağlamda uzun dönemde ortaya çıkacak sonuçlar, ABD açısından pek de önemli değil. Kürtler IŞİD’e karşı, ABD’ye iyilik yapmak için değil, kendi çıkarlarından dolayı savaşıyorlardı. Uluslararası politikanın gaddar dünyasına hoş geldiniz: Devletler ve uluslar çıkarları örtüştüğü zaman işbirliği yaparlar; ancak çıkarlar farklılaştığında bu işbirliği de genellikle son bulur.

İşte bu yüzden, ABD’nin Suriye’den çekilmesi ileride başka ülkelerin ABD ile işbirliği yapmasını engellemeyecek. Ayrıca 2 bin ABD askerinin, Kürtlerin rüyası olan kendi devletlerini kurmak şöyle dursun, uzun dönemdeki güvenliklerini nasıl garanti edeceği de belli değildi.

Her ne kadar bunu yazarken oldukça zorlansam da, Trump Suriye’den çekilme konusunda doğru kararı, olabilecek en yanlış yolla aldı. Öyle görünüyor ki bu karar için önceden yapılan bir hazırlık yok. Bu yüzden de Savunma Bakanı James Mattis’in şubat ayında istifa edeceğinin duyurulmasına şaşırmamak gerekir. Trump için alışılagelmiş şekilde, bu karar alınmadan önce müttefik ülkelerle bir görüş alışverişinde bulunulmamış. Aynı zamanda ABD varlığını Suriye’ye istikrar getirecek şekilde de kullanamadı ve olası bir ABD çekilmesi karşılığında diğer ülkelerden bir taviz de elde edemedi. Tıpkı ABD elçiliğini Tel-Aviv’den Kudüs’e taşıması veya Kim Jong un ile yaptığı nükleer silah müzakerelerinde olduğu gibi ABD hiçbir şey almadan tek taraflı tavizler verdi.

Son olarak, bu karar Trump’ın Ortadoğu politikasının herhangi bir tutarlığa ve stratejik mantığa da sahip olmadığını kanıtladı. ABD’nin; Mısır, İsrail ve Suudi Arabistan ile olan “özel ilişkilerinde” daha inatçı olması bu ülkeleri pek çok açıdan yanlış davranmaya iterken Trump, Bolton ve Mike Pompeo, İran üzerinde maksimum baskı uygulama stratejisini hayata geçirmeye ant içiyorlar. Trump’ın aldığı son kararla uygulamakta olduğu İran politikası birbirleriyle uyumsuz. Zaman geçtikçe, bu tutarsızlıklar Trump’ın ülkesi için neyin iyi olduğunu pek de umursamadığı şüphesini artırmaktan başka bir işe yaramıyor. İyi olan bir şey yaptığında bile maliyetleri sonuna kadar artırırken faydaları minimize etmeyi başarıyor. Ancak başkanlık görevini şu ana kadar yerine getiriş usullerine baktığımız zaman bu tip hamlelerin yapılış metotları artık sürpriz olarak algılanmamalı.

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: