Merkezimizce düzenlenen okuyucularımıza açık etkinliklerin 96’ncısı, Enver Paşa’nın Torunu ve Tarih Araştırmacısı Sn. Burak SADIKOĞLU ve SASAM Yurtdışı Türkler Masası Direktörü Zafer TEKİN’in sunumlarıyla “Enver Paşa ve İmparatorluğun Dağılma Süreci” başlıklı bir söyleşi şeklinde gerçekleşti.
Burak SADIKOĞLU; Enver ile Naciye’nin, Abdulmecid ile Ayşe’nin torunu, Aslan ile Arzu’nun oğludur. University of Washington’dan İktisat lisans derecesi, İstanbul Üniversitesi’nden ise Kamu Yönetimi lisans derecesi almıştır. Tarih alanında 20 senedir amatör düzeyde, son 5 senedir ise profesyonel düzeyde çalışmaktadır. 1880-1920 arası alanında uzmandır.
Bilgilendirici sunumları için Sayın SADIKOĞLU ve TEKİN’e çok teşekkür ediyor, söyleşiden bazı notları okuyucularımızın istifadesi için aşağıda sunuyoruz.
SÖYLEŞİDEN NOTLAR:
Burak Sadıkoğlu sunumunda; Dedesi Enver Paşa’nın, 1881 yılı Kasım ayında İstanbul’da Ahmet ve Ayşe Hanım’ın birinci çocukları olarak dünyaya geldiğini, kendisinden sonra beş kardeşinin daha olduğunu ifade ederek, Enver’in ailesinin şiddetle karşı çıkmasına rağmen, asker olmak istediğini ve ailesinin bu isteğine kaytısız kalmayarak askeri okula girmesine müsaade ettiğini ifade etti.
Sadıkoğlu, devamında; Enver Paşa’nın Harbiye’den birincilikle mezun olduğunu, Harp Okulu’nu derece ile bitirmesinden dolayı, istediği yere tayin olma hakkı bulunmasına rağmen, kendi isteğiyle İmparatorluğun o dönemde en karmaşık bölgesi olan ve çete savaşlarının hüküm sürdüğü Makedonya’ya atanma talebinde bulunduğunu, buradaki görevleri sırasında kayıtlara geçen 52 çete savaşına katıldığını ve hepsinde de başarı sağlayarak, başında bulunduğu birlikle çeteleri imha ettiğini, ancak her imha edilen çetenin yerine yenisinin türediğini, ayrıca o dönemde Abdülhamit Han’ın denge siyasetinin bir sonucu olarak, o coğrafya da yaşayan Müslüman-Türk ahalisinin sürekli ezilen taraf olduğunu, buna en güzel örneğinde Manastır’da görevli bir Rus Konsolosunun, sivil kıyafetle sokakta gezerken, kendisine selam durmayan bir Türk askerini kırbaçla dövmesi sonucu, askerin Rus Konsolosu vurması üzerine de, İdam cezası ile cezalandırıldığını, bu cezanın da Saray tarafından onaylandığını, Enver Paşa ve arkadaşlarında bu ve benzer olayların Abdülhamit Han’ın yönetim şekline karşı büyük bir memnuniyetsizlik yarattığını ve bu memnuniyetsizliğin sonucunda da, İmparatorluğu 2. Meşrutiyet’e götüren zaman diliminin yaşandığını ifade etti.
Sadıkoğlu ayrıca, 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra hem Abdülhamit Han’ın İttihatçıları, hem de İttihatçıların 2. Abdülhamit Han’ı daha yakın tanımaya başladıkları bir süreçte 31 Mart Ayaklanmasının vuku bulduğunu, söz konusu ayaklanmanın aradan geçen uzun süreye rağmen hala tam olarak aydınlatılamadığını, zira ayaklanma sırasında çok sayıda İttihatçının öldürüldüğünü ve Sultan’ın da tahtını kaybettiğini, bu durumda, ne İttihatçıların ne de Padişah’ın bu durumdan kârlı çıktığını, ayrıca ayaklanmanın ilk günlerinde Padişah’ın Selanik’e haber göndererek, isyanın bastırılması konusunda yardım istediğini, Hareket Ordusu’nun İstanbul’a yaklaştığı sırada, bu fikrinden vazgeçerek, ordunun İstanbul’a girmesini istemediğini vurgulamıştır. Ayrıca, 31 Mart hadisesinden önce Yıldız Sarayında İttihatçıların ve dönemin İstanbul Büyükelçilerinin bulunduğu büyük bir yemek organizasyonu tertip edildiğini, bu yemeğin hemen arkasından İngiliz Büyükelçi’sinin Londra’ya bir telgraf çekerek, Padişah ile Meşrutiyetçilerin aralarındaki sorunların çözülmesi yolunda büyük bir adım atıldığını, bu sorunların çözülmesi halinde İngiltere’nin bölge üzerindeki planlarını gerçekleştirmesinin hayal olduğunu belirttiğini, bu telgraftan kısa süre sonra da 31 Mart Hadisesinin gerçekleştiğini ve devamında da İmparatorluğun dağılma sürecinin hız kazandığını belirtti.
Burak Sadıkoğlu, Enver Paşa ve mücadelesinin tam olarak anlaşılması için, dönemin şartları, emperyalist devletlerin Osmanlı üzerindeki planlarının gerçek tarihi belgeler üzerinden objektif bir yaklaşımla irdelenmesi ve incelenmesi halinde, bugün kamuoyu tarafından bilinen ve zikredilen pek çok hadisenin farklı olduğunun görüleceğini, Osmanlı Arşivlerinin bu alanda bilgi sahibi olmak isteyen herkese açık olduğunu, gerek İmparatorluğun yıkılış dönemindeki ve gerekse 4 yıl süren 1. Dünya Savaşı sırasındaki mücadeleyi vermiş olan şahsiyetlerin manevi hatıralarına vefa gösterilmesi gerektiğini ifade etti.
Enver Paşa’nın torunu Burak Sadıkoğlu son olarak; “ben Enver Paşa’nın torunu olarak, dedemin hatalarını da kabul ederek, tek duam, gerçeklerin tam olarak açığa çıkması ve aziz Milletimizin bilgisine objektif olarak sunulmasıdır” dedi. Ayrıca Sadıkoğlu, böylesine dikkatli ve vefalı bir topluluğa dedesini kısmen de anlatma imkanı verdiği için SASAM yöneticilerine teşekkür etti.
SASAM Türk Dünyası koordinatörü Zafer Tekin’de sunumunda, Enver Paşa’yı anlamak için, öncelikle O’nun yenilmiş bir Devletin ve Ordu’nun Başkomutan Vekili olduğu hususunun dikkate alınması gerektiğini belirterek, “yenilen ve makamını ve ülkesini terk etmek zorunda kalan her şahsiyetin arkasından konuşmak ve itibarsızlaştırmak çok kolay ve olağan bir şeydir” Zira, 1. Dünya Savaşı kazanılsaydı, Enver Paşa hakkındaki düşünceler ve yargılamalar da çok farklı olacaktı. Hayatının her döneminde büyük bir mücadele ve aksiyon adamı olarak ön plana çıkan Enver Paşa’nın aradan geçen yüz yıla rağmen, milletimiz tarafından hak ettiği ölçüde tanınmadığına dikkat çeken Tekin, “Sonunu düşünen kahraman olamaz derler, Enver Paşa hayatının hiçbir döneminde sonunu düşünmemiştir ama, O bunu kahraman olmak için yapmamıştır, yaratılışından gelen fıtratla öyle doğmuş, öyle yaşamış, ve henüz 41 yaşında şehadete yürümüştür dedi.
Zafer Tekin, Enver Paşa’nın ömrünün her safhasının ayrı ayrı değerlendirildiğinde bile, muazzam bir ideale ve mücadeleye tanıklık edileceğine belirterek, Trablus’un Libya tarafından işgal edildiğinde, hükümetin ve yakın arkadaşlarının, “gitme, yapılacak bir şey yok!” demelerine rağmen, Enver Paşa’nın “milletimizin anlına sürülen lekeyi kanımla temizleyeceğim!” diyerek yola düştüğünü ve kıt imkanlarla kendisinden çok üstün İtalyanlara Trablus çöllerini dar ettiğini, uzun vadede başarının kesin olmasına rağmen, Balkan Savaşının başlaması üzerine İstanbul’a dönmek zorunda kaldığını, Trablus’a giderken, Naciye Sultan’la nişanlı olmasına ve önünde parlak bir gelecek olmasına rağmen, O’nun zoru, hatta imkansızı seçerek böylesine bir mücadele için sonunu düşünmeden o uzak coğrafyaya gittiğini, Balkan Savaşı sonunda da Edirne’nin Bulgarlar dan geri alınmasında, yine O’nun büyük emeği ve kararlılığı olduğunu, bugün Edirne’de Türk Bayrağı dalgalanıyorsa bunda Enver Paşa’nın payının mutlak surette verilmesi gerektiğini ifade etti.
Tekin ayrıca, Türk tarihinin en büyük zaferlerinden olan Çanakkale’de de Enver Paşa’nın hem Başkumandan vekili, hem Milli Savunma Bakanı ve Genel Kurmay Başkanı olarak Osmanlı Ordusunda bir numara olmasına rağmen, Çanakkale Zaferinde Enver Paşa’nın katkısının görmezden gelindiğini ifade ederek, ancak Sarıkamış Faciasında Enver isminin hep ön planda tutulduğunu, bunun çifte standart olduğunu belirtti.
SÖYLEŞİDEN KARELER: