Kültürleri şekillendirdiği bilinen su musikiye, resme ve şiire ilham kaynağı olmuş, her yetkin sanatkâr suya dair eser vermiştir.
“Saçma ey göz eşkten gönlümdeki odlara su
Kim bu denli dutuşan odlara kılmaz çare su”
dizeleriyle başlayan Fuzuli’nin su kasidesinden Cumhuriyet dönemi Şairlerimizden Cahit Sıtkı Tarancı’nın sudan ilham alan
“Desem ki: Sen benim için,
Hava kadar lazım,
Ekmek kadar mübarek,
Su gibi aziz bir şeysin,
Nimettensin, nimettensin.”
Dünya medeniyetleri incelendiği zaman görülecektir ki; medeniyetin olmaz ise olmazı sudur. Savaşların çıkmasına neden olabilecek kadar değerli, şiirlere ilham olabilecek kadar manada ağırdır, su!
Milli ve manevi değerlerimizin bir parçası olan geçmişte hikayelerimize hatta mahalle anılarımıza bolca girmiş olan su, Osmanlı’da ‘sebil’e dönüşmüş, orada hayat bulmuş ve estetik bir unsur halini almıştır.
Sözlük anlamı “yol” olan ‘sebil’ kelimesinin İslam toplumunda halkın yararına, Allah rızası için hizmet etmek anlamına gelen “fî sebîli’llâh’’ (Allah yolunda / Allah için) kavramından geldiği düşünülmektedir. Bu kavramın oluşması, bizatihi kültürümüzde vakfetmeye dayalı bir kültür olduğunun göstergesidir. Osmanlılar döneminde dağıtılan su için sebil veya sebbâle, dağıtıldığı yere içinse sebîlhâne ismi kullanılsa da, zamanla ‘hane’ kavramı düşmüş sadece sebil olarak devam etmiştir. Bugün dahi çeşitli yerlerde gördüğümüz damacana suyun içilmesini sağlayan elektrikli aletlere de sebil denmektedir.
Sebiller, yoldan geçenlere parasız su dağıtmak için hayrat olarak yaptırılan küçük yapılardır. Tek başına inşa edilenler de olduğu gibi, daha çok bir külliyenin içinde yer alırlar.
2863 Sayılı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununda korunması gerekli taşınmaz kültür ve tabiat varlıklarının sayıldığı 6’ncı maddede, “çeşme ve sebiller” de sayılmıştır.
Bu konuyu arz etmemdeki neden; bu eserler hukuken koruma altında olmasına rağmen, yerel yönetimlerin keyfi uygulamalarıyla veya vakıf adı altında katledilmekte veya zarar görmekte, rant amaçlı üçüncü kişilere kiralanmakta, buna karşılık bu eserlerin zarar görmesini engelleyecek bir yaptırımın veya denetimin olmaması hepimizi derinden üzmektedir.
Yazımda İstanbul ölçeğinde genellikle ziyaret ettiğim mekanlarda karşıma çıkan sebiller ile bu sebillerin mimari üslubu, malzemesi, banisi, süslemesi ile şu anki durumunu arz etmeye çalışacağım. Bunu yaparken sebillerin ne zamandan beri bir ticari araç olarak kullanıldığını merak ettim ve yaptığım araştırmalarda ticari kullanımın 1944’lere kadar gittiğini, Sinan Paşa Sebilinin 1969’da, Darüssüeda Mehmet Ağa Sebilinin ise 1968 yılında kiralandığına dair gazete haberlerini gördüm.
Konuyu anlatabilmek açısından İstanbul ile sınırlı olarak elimden geldiği kadar örneği toparlayarak aşağıda anlattım:
DİVAN YOLU KOCA SİNAN PAŞA SEBİLİ
Koca Sinan Paşa tarafından 1593’te Çemberlitaş’ta yaptırılan sebil, sekizgen planlı bir köşe sebili. Beş pencereli sebil, sade olmasına rağmen oymalı kornişleri ve kabartmalarıyla dikkat çekiyor. Uzun yıllar büfe olarak kullanılan yapı, şimdilerde kitapçı olarak hizmet veriyor.
NEVŞEHİRLİ DAMAT İBRAHİM PAŞA SEBİLİ
Fatih Şehzadebaşı’nda bulunan Nevşehirli Damat İbrahim Paşa Sebili, 1719’da yaptırılan külliyenin yedi bölümünden biri. Şehzadebaşı Camii karşısındaki Damat İbrahim Paşa Külliyesi’nin köşesindedir. Nevşehirli Damat İbrahim Paşa tarafından 1720 yılında yaptırılmış. Lâle Devri’nin ünlü sadrazamı Damat İbrahim Paşa’nın İstanbul’daki sayısız eserlerinden biridir. Ne yazık ki külliye gibi çeşme ve sebil de çok bakımsız. Eskiden süslü olan saçağı neredeyse düşmek üzere. İstanbul’da birçok sebilde olduğu gibi burası da büfe olarak kullanılıyor.
Klasik üsluplu çeşmenin hücre kemerinin üzerinde üç satırlık birinci kitabe yer alıyor. Hücresinin içi, üstte bitkisel motiflerle süslenmiş. Bu motiflerin hemen altına sekiz satırlık ikinci kitabe yerleştirilmiş. Kitabenin altındaki ayna taşıysa artık kaldırım taşıyla bir olmuş. Neredeyse zor görülen ayna taşının üstünde de geçmeli bir süsleme mevcut.
KAPTAN İBRAHİM PAŞA SEBİLİ
Külliyeye ait sebil, 1944 yılından bu yana özellikle üniversite öğrencilerine hizmet eden, ders notlarına ait fotokopileri sağlayan bir büfe olarak kullanılmaktadır. Mermer sebil, mukarnaslı başlıklara sahip mermer sütunlarla beş pencereye ayrılmıştır. Pencerelerde klasik üslupta dökülmüş şebekeler vardır. Tunç şebekeler, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Müdürü ve Eski Eserler Encümeni üyesi olan Fehmi Ethem Karatay’ın yazdığına göre kırılmış durumda olduğu için yeniden döktürülmüştür. İç duvarların önceden çiniyle kaplandığı mevcut izlerden anlaşılmaktadır. Zarif bir mimariye sahip olan sebilin pencere kemerlerinin üzerindeki beyitler şair Ferdî’ye aittir. Kitabede, Sultan III. Ahmed ve Kaptan-ı Deryâ İbrâhim Paşa övülmektedir. Sebilin üzeri geniş bir saçak ve küçük bir kubbe ile örtülmüştür.
LALELİ CAMİİ III. MUSTAFA SEBİLİ
Laleli Camii Sebili; İstanbul Suriçi Laleli Ordu caddesi ile Fethi bey caddesinin kesiştiği noktada 1760-1763 yılları arasında Sultan III. Mustafa tarafından inşa ettirilmiş olan külliyenin bir yapısı olarak Mimar Mehmet Tahir Ağa tarafından inşa edilmiştir. Sebil, Ordu Caddesine cephelidir. Ordu Caddesi, Aksaray’a doğru indiği için Sebil cami avlusundan 3-3,5 metre aşağıda kalır. Sebilin yanından bir rampa ile camii avlusuna çıkılmaktadır. Sebilin hemen yanında yine cadde kotunda türbe bulunmaktadır. Caminin girişi merdivenlidir. Sebili bronzdan yapılmıştır. Hamamı yıktırılmış, caddedeki cephesine ek dükkânlar yapılmıştır. Külliyenin dairesel bir kaide üzerinde bulunan sebili caddeye bakan içbükey pencerelere sahiptir.
Fındıklı Meclisi Mebusan Caddesi üzerindeki Koca Yusuf Paşa Sebili, yarım daire planlı olup tamamen mermerden yapılmış. Kitabesindeki yapım tarihi, 1786 (1201) olarak belirtilmiş. Ortada bir çeşmesi bulunan sebil, iki yanından ince sütunlarla üçer kanattan oluşuyor. Bu sistem alışılmışın dışında sadece bu sebile ait özel bir plan.
Geniş saçaklı bir çatı, ışınsal çubuklarla bezenerek zenginleştirilmiş. İç mekanın ortasına, sekiz köşeli bir kasnağa oturtulup, yükseldikçe sivrileşen bir kubbe konulmuş. Arkasındaki yüksek set duvarından dolayı arka taraftan net görülemese de sebile oldukça hoş bir görüntü vermiş bu kubbe. Çeşmenin zarif aynası,“S” ve “C” kıvrımlı çizgiler arasına yerleştirilmiş istiridye kabuğu görüntüleriyle zenginleştirilmiş bir rokoko örneği.. Derin ve hoş yalağı artık Sebil Kafe’nin Aygaz tüpünü ve güzel bir çiçeğin saksısını gizlemek için kullanılıyor. Mermer istiridye kabukları çeşmenin iki yanındaki altı kanadın pencere üstlerinde de tekrarlanmış. Sebil pencerelerinde zarif demir şebekeler bulunuyormuş. Ama sadece iki kanatta kalmışlar. Diğer kanatların pencere demirleri sökülüp, günümüze uygun işlevsel pencereler takılmış. Vapurdan inenleri karşılayan bir tarih. Sadrazam Koca Mustafa Paşa sebili, 1785 yılında yaptırdı. 1956’da yol genişletmesi olduğunda yeri değiştirildi ve şimdiki yerine taşındı. Cephe sebil tarzına sahip olan yapının pencere üzerindeki dalgalı kemerlerinde ve etrafında çeşitli kabartmalar bulunuyor. Sebil uzun süredir kafe olarak kullanılıyor.
SULTAN ABDULHAMİT SEBİLİ
Sultanahmet’e giden Alemdar Caddesinde bulunan Hamidiye Sebili, 1777’de yaptırıldı. Sultan I. Abdülhamit külliyesinin bir yapısı olarak Mimar Mehmet Tahir Ağa’ya inşa ettirilmiştir. Hamidiye Caddesi’ndeki istimlak çalışmalarından dolayı külliyenin sebili buradan kaldırılarak Alemdar caddesindeki Zeynep Sultan Camiinin girişine taşınmıştır. Cephesi mermerle kaplı yapının saçaklarındaki kabartma ve işlemeler dönemin en güzel örneklerinden. Pencere kemerlerinde kartuşlar ve motifler olan sebil çok uzun süredir büfe olarak kullanılıyor.
MURADİYE SEBİLİ
Sirkeci Hocapaşa’da bulunan sebili Mirmiran Mehmet Paşa, V. Murat için 1876’da yaptırdı. Köşe sebilin üzerinde kalem işi süslemeler yer alıyor. Sivri kemerleriyle dikkat çeken sebilin dekoratif kurnaları onu diğer sebillerden ayıran özelliklerinden. Sirkeci’nin işlek caddesi üzerinde yer alan yapı uzun süredir büfe olarak kullanılıyor.
GÜLHANE HACI BEŞİR AĞA SEBİLİ
Gülhane’deki sebil Sultan I. Mahmut’un kızlar ağası Hacı Beşir Ağa tarafından 1745’te yaptırılmış. Barok mimarisi özelliğini taşıyan sebilin etek kısmında tunç bilezikli kabartmalar ve istiridye kabuğu motifleri göze çarpıyor. Külliyeye ait olan Camii, kuzeybatı duvarına bitişik çeşme uzun süreden beridir büfe olarak kullanılmaktadır. Barok üslup özelikleri taşıyan sebil’in bileziklerinde ve kafes kısımlarında tahribatın var olduğu, saçak kısımlarında ise dökülmelerin olduğu gözlenmiştir.
Verilen örnekler incelendiğinde, özellikle Sirkeci’deki Muradiye Sebilinin kemerli pencere açıklıklarını örten, dekoratif madeni şebekelerin su verme aralıklarının bir kısmı kesilmiş. Uzun yıllar kafeterya olarak kullanılan Kabataş’taki Koca Yusuf Paşa Sebilinde de pencere açıklıklarını örten dekoratif madeni şebekelere zarar verilmiş. Bazı sebillerin de madeni şebekelerinin özellikle su verme aralıkları kırılarak hasara uğratılmış. Geçmişten günümüze gelen sebillerin harap halde kullanılması ve uygulamaya yönelik bir çalışmanın olmaması, koruma ve yaşatma adına değil de ticari bir rant olarak değerlendirilmesi, son derece yanlıştır. Bu yanlış, bir noktada sonlandırılarak sebiller asıl işlevi olan yolcuların su ihtiyaçlarını giderdiği, turistlerin dinlenebildiği özgün şekli ve mimarisi ile yeni bir hüviyete kavuşturulmalı ve sokaktan geçenlere parasız su dağıtmalı. Bu hayratlar yapılırken, mimarlar kentin estetiğini de düşünerek kalem işçiliklerini de incelikle yapmış, Sebillerde dağıtılan su ve şerbeti içenler bir yandan da bu eserlerin güzelliğiyle büyülenmiştir. Bu eserlerin koruma altına alınarak yapıldıkları amaca uygun bir işlev görmesi, hukukun ve vicdanın gereğidir.
Oktay ÇINAR
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.