Twitter Facebook Linkedin Youtube

“CESUR YENİ DÜNYA” ÜZERİNE

 

Birbirini arzulayan iki çift cinsel organın arası hiçbir zaman birbirine bu kadar uzak olmamıştı.” M.Atwood’un, Aldous Huxley’in Cesur Yeni Dünya distopyası için sunuşta söylediği bu sözler, kitabın iskeletini özetler mahiyette. Ben de bu cümleyi şöyle söylüyorum: “Birbirini arzulayan iki çift cinsel organın arasına, bir dünya kompozisyonu bu kadar iyi sığdırılamazdı”.

Evet, Platon’un başlattığı ve üzerine yapılan şerhlerle devam eden ütopya veya distopya geleneğinin en önemli halkalarından biri olan ve Aldous Huxley tarafından kaleme alınan “Cesur Yeni Dünya”nın kurgusu, cinsellik ağırlıklı olarak geçiyor. Verilen ince ve ağır mesajlar, enfes betimlemelerle, süregelen tartışmalar eşliğinde ve kuvvetli referanslarla kitaplaştırılmış. Buna bir de Huxley’in ince zekası eklenince farklı bir dünya okumasının pencereleri aralanmış oluyor.

Kitabın yazıldığı tarih olan 1932 yılının konjonktürü incelendiğinde, o dönemin tartışmalarından (1.Dünya savaşından çıkmış milletlerin kendilerini yeniden tanımladıkları, insana dair yoğun fikirlerin geçtiği tartışmalardan bahsediyorum) yola çıkarak bugün geldiğimiz noktayı okuyabilmesi, kitabı eşsizleştiren faktörlerden sadece birisidir. Kitabın o dönemin tartışmalarına arka planda yer verip, ahlak, insanın yaşama gayesi, bireyselcilik, kolektivizm gibi tartışmaları simgeleştirilmiş isimler üzerinden akıcı bir kurguyla işlemiş olması, onu okumaya değer kılmaktadır.

Kitapta benim gözlemlediğim Ford ve Mustafa Mond ile inanış ve ruhban sınıfı, Helmholtz ve Bernard ile elitist sorgulayan kesim, Leninda ile hazcı ve kabullenmiş kesim, John ile ilkel ve batıl inanışların arasında kalmış ama sorgulayan kesim, Linda ile ise insanın acizliğine dair bilgiler simgeleştirilmiştir. Bu kişiler arasında canlandırılmış kurguda ise kolektivizm ile bireyselcilik, inançların tekamülü ile ruhban sınıfı, mutluluk ile acının değeri, insanın yaşama gayesi ve insanın özüne dair tartışmalar ve eleştirel çeşitli düşünceler anlatılmıştır.

Ancak kitapta ekonomik bir tartışmanın azlığı, siyasal otoritenin güvenliğine dair yeterli bilginin olmaması ve mutluluk bilgisinin ne kadar liberal olduğunun aydınlatılmaması, kitabın eksikleri olarak göze çarpmaktadır.

Kitap, aslında ütopyaların ve karşıtı olarak var olan distopyaların temel özelliği olan yeni bir toplum düzeni yaratmak iddiasında ufuk açıcı olsa da, bana göre daha ziyade bugünün dünyasına yönelik bir eleştiri kitabıdır. Kitap, teknolojinin geldiği noktada uluslararası şirketlerin yarattığı dünyanın nelere yol açabileceğini de bizlere sunmaktadır. Bugünlerde adını sıkça duyduğumuz uluslararası şirketlerin; aslında bir bakıma uluslar üstü devletleşmiş dünya şirketlerinin bir eleştirisini yapan Huxley, bunu yaparken globalleşmiş ve tek tipleşmiş dünyanın resmini de dahice çizmeyi başarmıştır. Aynı zamanda bireyin ve bireyin mutluluğunun bu kadar öncelendiği günümüz dünyasında, bu tartışmalı konuları masaya yatırmış ve mutluluk ile acı çekmek arasında insanı detaylı olarak incelemiştir. Bunu kitapta bireyselliği öncelemiş bir toplumsal model ile değil, kolektivist bir toplumsal model ile işlemiş olması ise kitabın inceliklerinden birisidir. Bu durum, kitapta tam olarak bir sonuca da bağlanmamıştır.

Eserde geçen konuşma ve tartışmalar, okuyucunun zihninde adeta bir fikir savaşına yol açacak şekilde dizayn edilmiştir. Bu dizayn, aslında Huxley’in daha sonra söylediği gibi, Amerika’nın ve hazcılık felsefesinin de bir eleştirisi mahiyetindedir. Aynı zamanda giderek materyalistleşen döneminin (1932) konjonktürüne de bir gönderme yapılmıştır.

Kitap, zamansal ve uzamsal olarak aşkın olmakla birlikte döneminin duygusal yoksunluğunun ve umutsuzluğunun getirdiği çare arayışını da ihmal etmemiştir. Ancak bunu yaparken bile referanslarını (bana göre Platon, Nietzsche, Bergson, Shakespeare ve diğerleri) evrenselleştirmeyi başarmıştır.

Son olarak bir distopyanın da ilerisinde olarak ahlak, mutluluk, yaşamın gayesi, insanın özü gibi alanlarda bir düşünsel gayretin kapılarını açan bu eserin okuyucularına eşsiz bir deneyim sağlayacağını söyleyebilirim.

Özetimi, eserde John ile Mustafa Mond arasında geçen ve yaşamın özüne yönelik olan şu satırlar ile noktalamak istiyorum: “İnsanlar mutlu, istediklerini alıyorlar ve ulaşamayacakları şeyleri de asla istemiyorlar. Refahları yerinde; emniyetteler; hiç hastalanmıyorlar; ölümden korkmuyorlar; ihtiras ve ihtiyarlıktan habersiz ve bundan da çok memnunlar; veba gibi bir illet olan anne ve babaları yok; güçlü duygular hissedecekleri eşleri, çocukları ve sevgilileri yok; şartlandırmaları uyarınca davranmaları gerektiği gibi davranmak zorundalar. Herhangi bir sorun çıkması durumunda da soma (mutlu eden bir çeşit uyuşturucu) var. Siz de tutup, özgürlük adına pencereden savurdunuz, Bay Vahşi. Özgürlük!”

“Istırap karşılığında kazanılan şeylerle kıyaslandığında, şu andaki mutluluk çok sefil kalır.(…) Günahla mücadelenin veya ihtiras ya da şüphe nedeniyle ölümüne altüst oluşların görkemini bulamazsınız mutlulukta.”

 

Haldun BARIŞ – Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız

Sahipkıran Akademi Hakkında

Sahipkıran AKADEMİ; üniversite öğrencilerine çalışmalarını yayınlayabilecekleri bir platform sağlamak ve öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine katkı sağlamak üzere, Merkezimiz çatısı altında yeni oluşturulmuş bir yapıdır. “Türkiye’nin geleceğinin mimarları, Sahipkıran’da buluşuyor!” sloganı ile gayretli ve üretken üniversitelileri, çalışmalarını bu platformda paylaşmaya ve SASAM’ın etkinliklerine katılmaya davet ediyoruz. Sahipkıran AKADEMİ üyeliği, tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır. Üye olan öğrenciler, istedikleri zaman üyelikten çıkabilmektedirler. Üye olmak veya üyelikten çıkmak için bilgi@sahipkiran.org adresine, talebinize ilişkin e-posta göndermeniz yeterlidir. Talebiniz, en geç 3 iş günü içinde sonuçlandırılacaktır.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: