İdarenin işleyişini ve kamunun idare hukuku kapsamındaki işlem ve eylemleri ile fertler-özel kurumlar arasındaki ilişkisini, anlaşmazlıklarını ve uyuşmazlıklarını düzenleyen ve çözümleyen hukuk dalına idare hukuku, yargı koluna ise idari yargı denir. Bu hukuk alanı idare ile ilgili ayrıntıları düzenler, idareye güçler ayrılığı ilkesi çerçevesinde denetim mekanizması oluşturur. İdare hukukunun yargı kolu, idari yargı; İdare Mahkemeleri, Vergi Mahkemeleri, Bölge İdare Mahkemeleri ve Danıştay’dan oluşmaktadır.
İdare hukuku, uyuşmazlıkların yanı sıra devlet ile birey arasındaki ilişkileri de düzenler. Bu açıdan bakıldığında bu sorunların modern olmasa da çeşitli toplumlarda çeşitli yollarla ele alındığını görmek gerekir. Yine de bugün kullanılan şekliyle, gelişmiş bir idare hukuku ve teşkilatlanmasından bahsetmek mümkün değildir. Bu sebeple idare hukuku günümüzdeki anlam ve teşkilatlanması açısından bakıldığında genç bir hukuk dalıdır.(1) Ancak devlet denilen organizmanın varlığı ve yapılanması düşünüldüğünde, bu yakıştırmanın modern anlamda idare hukuku ve idari yargı için söz konusu olduğu söylenebilir:
“Romalı hukukçu Ulpianus: ‘Roma Devletinin yararlarını gözeten hukuk kamu hukukudur; özel şahısların yararlarına taalluk eden hukuk ise özel hukuktur’ demiştir.”
(Orhan ÖZDEŞ, Türkiye’de İdari Yargı, www.danistay.gov.tr, s.9)
Günümüzdeki idare hukuku gelişen ve Fransız ihtilalini getiren Fransız düşüncesiyle bağlantılıdır. Bu gelişim ve sonrasında gerçekleşen Fransız ihtilali ile birlikte ortaya çıkan boşluk ve kargaşa ortamında ihtilalciler “kralın yargıçlarının” sadece bireyler arasındaki davalara bakmasını istemişlerdir. Bu noktada ortaya çıkan kamu ile birey arasındaki davalara kim bakacak sorunu ise “yönetimi, yönetime şikayet” ile geçici bir çözüme kavuşturulsa da bu durum evrensel bir hukuk ilkesine aykırılık oluşturmuştur. Bu ilke “kimse kendi davasının yargıcı olamaz” ilkesidir. Bunun üzerine ise ayrı bir mekanizma oluşturulmuştur: Conseil d’Etat. Conseil d’Etat bugünkü idari yargının temellerini oluşturan ve güçler ayrılığına aykırı gelmeden (idari yargı, idarenin kararlarına içerik denetimi yapmamalıdır) denetim mekanizmasını oluşturan yapıdır. Bu ayrı yapı Kıta Avrupası idare hukukuna temel oluşturmuştur. Burada idare hukukuyla ilgili Anglosakson Hukuk Sistemine de değinmek gerekir. Anglosakson Hukuk Sisteminde idari yargı ve mekanizması ayrı değildir. Tek bir hukuk sistemi ve teşkilatlanması içerisinde bulunur. Ayrı bir mahkeme, yapılanma veya kanunlar dizisinden bahsetmek mümkün değildir.
Bu bilgiler ve tespitler ışığında, aslında idare hukukunun gelişen ve değişen, “bireyin değeriyle” ve “bireyin otorite karşısındaki konumuyla” ilgili olduğu da belirtilebilir. Bireye verilen önem geliştikçe, bireyin otorite karşısında değeri arttıkça, adalet kavram olmaktan çıkıp, uygulanan ve önemsenen temel bir değer halini aldıkça, devlet rasyonelleştikçe, akıl ve bilgi önemsendikçe denetim mekanizmaları da önemsenmiş ve oluşturulmuştur. İdare hukuku bu bahsettiğim etkenlerin neticesinde “sistemleşmiş” ve bugünkü düzenine gelmiştir. Bu noktada idare hukuku devlet mekanizması için önemli bir denetim aracıdır:
“İdari yargı sadece Montesque’nun kuvvetler ayrılığı nazariyesinden doğmamıştır. Demokrasinin, tabi haklara dayanan insan haklarının ve devletin teminatı olarak görülmüştür.” (Orhan ÖZDEŞ, Türkiye’de İdari Yargı, www.danistay.gov.tr, s.16)
Türk toplumunda idare hukukunun gelişimine baktığımızda ise modern anlamda Türk İdare Hukukunun temellerinin Osmanlı’da atıldığını belirtmemiz gerekir. Osmanlı’da idare hukukunun gelişmesi ve idari yargının mekanizmalaşmaya başlaması ve teşkilatlanmaya başlaması için modernleşmenin ve Batı merkezli reformların yoğunlaştığı 2.Mahmut dönemi başlangıç sayılabilir. 2.Mahmut’un Osmanlı bürokrasisini modernleştiren yenilikleri (nazırlıklar, Bab-ı Ali, maaş sistemi vb.) ve yüksek mahkeme olarak Meclis-i Vâlây-ı Ahkâmı Adliye’yi kurması (bu mahkeme 1868’de kurulan Şurayı Devlet’e; Şurayı Devlet ise Danıştay’a temel olmuştur) ve ayrıca Tanzimat fermanına ortam hazırlaması hukuk alanında da önemli gelişmelere kapı aralamıştır. (3) Ancak Osmanlı Devletinde, Cumhuriyet devrindeki gibi tam anlamıyla modern bir idare hukuku ve idari yargıdan bahsedilemez.
Aslında, Osmanlı Devletinde denetim bir dönem Sultan’ı bile yargılayabilen kadılar ile yürütülürken, sonraki dönemlerde çoklu sebeplerle gelen ve her alanı etkisi altına alan yozlaşma ile bu adalet anlayışı yerini çöküşe, bir nevi çürümüşlüğe bırakmıştır. Bu durumun düzeltilmesi için köklü değişikliklere ve modernleşmeye önem verilmiştir. 2. Mahmut ve sonrasında pozitifleşen, Batılılaşan ve ikilileşen hukuk sistemi Cumhuriyet’in kuruluşu ile birlikte de tam anlamıyla pozitifleşmiş ve Fransız idare hukuku mekanizması temel alınmıştır.(4) Bu noktada bugünkü sistem, ayrı ve gelişmiş bir mekanizma ile işlemektedir. Yine de dünyadaki gelişmiş ülkelerin ve milletlerin idare hukukundan aldıkları verim ile kıyaslandığında gelinen noktanın gelişmişliği, idare hukukunun amacına uygunluğu tartışmalıdır. Bu tartışmanın tarihsel bir zemine oturtulup, objektif bir gözle incelenmesi ve eksiklere akılcı yaklaşımlarla çözümler üretilmesi elzemdir. Genel olarak kamu hukukunun ve idare hukuku ile mekanizmalarının tarih, sosyoloji ve hukuk felsefesi ile siyaset bilimi çerçeveleri kullanılarak dinamik bir şekilde eleştirilmesi ve reformlarla geliştirilmesi gerekmektedir.
Ülkemizde idare hukukunun yavaşlığı, Bölge İdare Mahkemelerinin kararları arasındaki kopukluk, Danıştay’da aşırı dosyanın yığılmış olması bir an evvel çözümlenmesi gereken sorunlarımızdan bazılarıdır. Hakimlerin teminatı ve bağımsızlığı, yargının bağımsızlığı, evrensel ilkelerin önemsenmesi, yargı kararlarının derhal uygulanması, özgürlükçü yaklaşımlar, Kıta Avrupası İdare Hukukunda yapılan içtihatların takip edilmesi gibi hususlar ise daha da geliştirilmelidir. Ancak bu geliştirmeler ve yenilikler yapılırken “yıkıp, yeniden yapmak” yerine var olanı daha ileri seviyelere taşımak, reformlar ile ele almak da önemlidir:
Önce bir şeyi yapıyorlar (Batılılar), sonra peyderpey reformlar yaparak veya yeni değişiklikler yaparak, ihtiyaç oldukça yapılan bir şeylerin üstüne bir şeyler koyarak geliştirme yolunu izliyorlar. Biz de biraz daha Doğulu yaklaşımıyla, bir şeyi bütünüyle yıkıp, yerine yeni bir şey yaptığımızda, her şeyin mükemmel olacağını, güllük gülistanlık olacağını, bütün sorunların böyle çözüleceğini bekliyoruz, ancak sonuç hiç böyle olmuyor ve hep hayal kırıklıkları yaşıyoruz. (…) Bu İdari Yargılama Usulü Kanunumuzda da böyle bir sorunumuz olabilir diye düşünüyorum. 30 yıldır bu Kanun’da aslında ihtiyaçlara paralel değişiklikler yapılamadı. Neredeyse hiçbir ciddi reform yapılamadı sistemde ve sonra sistemin tıkanmaya başladığı görülünce de, işte bunu atalım, yerine yenisini yapalım anlayışına geldik gibi görünüyor.
Prof. Dr. Ali ULUSOY Konuşmasında, İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 30. Yılında İdari Yargı Sempozyumu 09 Mart 2012 – Ankara, Ankara Barosu, s.24
Ülkemizde idare hukukunun daha da gelişmesi ve daha işler, ileri seviyelere ulaşması için idare hukukunun daha entelektüel bir çerçevede ele alınmasına da ihtiyaç vardır. Ülkemiz, pek çok anlamda geleneksel bir ülkedir ve toplumumuzda idarenin eylem ve işlemleri ile aldığı kararların daima doğru olacağına dair bir eğilim söz konusudur. Bu sebeple gerek kamu hukukunun bütününde gerekse de idare hukukunda öncelikle “devlet” konumlandırılmalı, idari yargının devletin aleyhinde gibi görünen kararlar vermesi gereken kararların aslında uzun vadede devletin çıkarına olduğu ve devleti yaşatacağı anlatılmalıdır.
Burada bir hususa daha değinmekte fayda olduğunu düşünmekteyim: İdare hukukuna işlenişi ve ele alınışı bakımından, bir hukukçunun yaklaşımı daha çok hukuk nosyonu çerçevesinde gelişmekte ve uyuşmazlıklara, uyuşmazlıkların çözümüne odaklanılmaktayken bir İİBF’linin ele alışı ise daha çok devlet mekanizmalarıyla ilgilidir. Somutlaştırmak gerekirse, İİBF’de Polis Vazife ve Salahiyet Kanuna daha çok vakit ayrılmaktayken bir Hukuk Fakültesinde ise Rekabet Kurumu, BBDK, SPK, EPDK veya İdari Yargılama gibi konulara daha çok vakit ayrılmaktadır. Bütün bunlar elbette ki bir sürecin sonucunda böyle şekillenmiştir. Ancak muhakkak idare hukuku entellektüel bir çerçeve ile de ele alınmalıdır.
İdare hukuku, günümüzdeki haliyle doğrudan adalete verilen değerle, bireyin konumu ve önemiyle oldukça alakalıdır. Gelişmiş bir idare hukuku, sistemleşmiş, örgütlenmiş ve denetim mekanizması işleyen bir devlet sistemi demektir. Bu sebeple idare hukuku, felsefe, sosyoloji, hukuk ve siyaset bilimi ile multidisipliner bir şekilde ele alınmalı, evrensel gelişmeler takip edilmeli ve içtihatlara dayalı bu hukuk alanında içtihat yapacak olan yargıçların yetkinliği arttırılmalı, hayat boyu eğitim anlayışı geliştirilmeli, yurtdışında eğitimleri veya iş seyahatleri arttırılmalı, böylece idare hukukunun gelişiminin önü daha da açılmalıdır.
Haldun BARIŞ – Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
__________________________________
Dipnotlar:
1. tr.wikipedia.org/wiki/İdare_hukuku
2. Prof.Dr. Kemal Gözler-Prof.Dr. Gürsel Kaplan, İdare Hukukuna Giriş, Bursa, Ekin Kitabevi Yayınları, s.17
3. Prof.Dr. Eric Jan Zürcher, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, İletişim Yayınları,2016, s.67
4. Doç. Dr. H. Tahsin Fendoğlu, Tanzimat Fermanı Sonrası Hukuki Düzenlemeler ve Hukuk Düalizmi (www.tarihtarih.com)
Yararlanılan Diğer Kaynaklar
-Anayasa m.125
-İYUK
-İdare Hukuku, Metin Günday, 11.Baskı, İmaj
–İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 30. Yılında İdari Yargı Sempozyumu 09 Mart 2012 – Ankara, Ankara Barosu
-Orhan ÖZDEŞ, Türkiye’de İdari Yargı, www.danistay.gov.tr,