1991 Aralık Ayında Sovyetler Birliği’nin dağılmaya başlaması yeni bir uluslararası sistemin doğduğunu haber vermenin yanı sıra, aynı zamanda yeni uluslararası sisteme yeni aktörlerin katılabileceği gerçeğini de ortaya çıkarmıştı. Uluslararası sistem içerisinde alt bir konumda olan Kafkasya, soğuk savaş döneminin sona ermesiyle birlikte uluslararası politikada oldukça dikkat çekmeye başladı. Bunun nedeni; bölgedeki siyasi istikrarsızlık ve bölgede bulunan zengin enerji kaynaklarının varlığı, yani stratejik önemiydi diyebiliriz. Bölge genel anlamda iki kısım olarak ayrılmaktadır; Kuzey Kafkasya ve Güney Kafkasya. Bu çalışmamda Sovyetler Birliği’nin çökmesinin ardından Kuzey Kafkasya bölgesinin siyasi ve coğrafi konumunu ele alacağım.
Kuzey Kafkasya, bir taraftan Avrupa kıtasında yer alan öte yandan Asya ile sınırı olan bir bölgedir. Bu bölgenin tamamı Rusya Federasyonu içerisinde yer almaktadır. Çok miktarda etnik ve dilsel zenginliğin (veya bir diğer bakış açısıyla etnik ve dilsel bölünmüşlüğün) bulunduğu Kuzey Kafkasya, stratejik olarak oldukça önemli bir bölgedir. Doğal kaynaklarının çeşitliliği, verimli toprakları ve iyi iklim koşulları bu bölgeyi çıkar çatışmalarının doğrudan hedefi haline getirmektedir. Bölgedeki özerk fakat Rusya Federasyonu’na bağlı olan cumhuriyetler başlıca; Dağıstan, Çeçenya, Kabartay-Balkarya, Kuzey Osetya, Adigey, İnguşya, Karaçay-Çerkesya iken, il statüsünde olan Krasnodar Krayı ve Stavropol Krayı bölgede yer almaktadır. Bu 7 ayrı cumhuriyet ve il statüsünde olan yöreler, siyasal ve idari olarak Rusya Federasyonuna bağlıdır.
Kuzey Kafkasya’nın nüfusu 14 milyon civarındadır. Nüfusun %50’ye yakını Rus ve Slav kökenli halklardan, %40’ı Kuzey Kafkasya’nın yerli halklarından, (Abhazlar, Abazinler, Çerkezler, Çeçenler ve Dağıstanlılar), %10’a yakını Azeri, Ermeni, Tatar, Ahıska Türkleri, Kürt, Rum, Alman ve Koreli azınlıklardan oluşmaktadır. Bölgedeki Alman ve Koreli azınlıkların burada bulunma sebepleri diaspora karakteri taşımaktadır. Stavropol ve Krasnodar Krayları nüfusu ise büyük oranda Rus ve Rus Kazaklarından oluşmaktadır.
Etnik anlamda dünyanın en kozmopolit yerlerinden biri olan Kuzey Kafkasya, 1991 yılı Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından yeni bir sürece girmiştir. 70 yıldır ‘Sovyet Vatandaşı’ olarak kabul edilen Kafkas halkı doğal olarak bir takım kimlik sorunları yaşamaya başlamıştır. Ve bu sorunu yaşayan Kafkas halkları, kimliklerini rahat bir şekilde ifade edebilecekleri devletlerine kavuşmak istemişlerdir. Hatta Stalin tarafından sürgüne gönderilen etnik gruplar (diasporadaki halklar) dahi eski topraklarını geri isteme çabalarına girişmişlerdir.
Sovyetlerin dağılmasının ardından Kafkasya yalnızca üç devletin (Azerbaycan, Gürcistan, Ermenistan) bağımsızlıklarının kazanmasıyla gündeme gelmemiş, aynı zamanda Kuzey Kafkasya’da özellikle Çeçenistan sorunu sebebiyle de uluslararası alanda tartışılmaya başlamıştır. Çeçenistan sorunu etnik temelli çatışmaları ve bağımsızlık taleplerini içermektedir. Bu çatışmalar ile bölge, istikrarsız bir görünüm çizerken, bu durum doğal kaynakların en kısa zamanda uluslararası pazarlara ulaşmasını isteyen ABD ve Avrupa açısından önemli hale gelmiş ve bu sebepten rekabet başlamıştır. Burada görüyoruz ki, Kuzey Kafkasya bir yandan Rusya’nın kaybetmek istemediği ve bu nedenden ötürü çeşitli mücadeleler verdiği bir bölge iken, aynı zamanda Amerika ve Avrupa’nın, öte yandan İran ve Türkiye’nin dikkatini çeken, uluslararası bir bölgedir. Kuzey Kafkasya uluslararası alanda tartışılmaya devam ederken, karar verici konumda olanların gerginlikleri kontrol edememeleri, tutarlı bir dış politika benimsenememesi gibi nedenlerden dolayı bölgedeki istikrarsızlık giderek artmıştır.
Bölgesel gücü elinde bulunduran Rusya, daha önce de tamamen kontrolü altında tuttuğu bu bölgedeki etkisini devam ettirmek istemiştir. Örneğin Rusya, Kuzey Kafkasya topraklarında zorunlu askeri kuvvet bulundurmaktadır ve bu hareketine yönelik her türlü sınırlamaya karşı çıkmıştır. Ayrıca çeşitli politikalarla merkezi otoriteyi güçlendirmeye çalışmıştır. Buna karşılık Kafkas halkı özerklik mücadelesine başlamışlardır.
Çeçen-Rus Mücadelesi
İlk Çeçen Rus Savaşı (1994-1996)
İkinci Çeçen-Rus Savaşı (1999)
Sovyetlerin çöküşünün ardından ilk olarak Abhazya 1922 anayasasına dayanarak Gürcistan’dan ayrılmış, hemen ardından Kuzey Kafkasya’da Çeçenistan 1991 yılı sonunda hukuki dayanaklar ile bağımsızlığını ilan etmiştir. Ancak Rusya, Çeçenistan’ın bağımsızlığını tanımamıştır. Ardından Rus ordusu, bu bölgenin kendi toprakları olduğu iddiası ile 1994 yılı sonunda Çeçenistan’a girmiştir. Bu tarih öncesinde, Sovyetler Birliği’nin neredeyse hiç bilinmeyen küçük dağlık bir parçası olan Çeçenistan, 1994 yılında İkinci Dünya Savaşından beri Rusya’nın başlattığı en büyük askeri seferberliğin hedefi olmuştur. Fakat güçlü, donanımlı ve sayıca fazla olan Rus ordusuna karşın, tecrübesiz ve sayıca daha az olan Çeçenler üstün gelmiştir. Savaş sonrası Rus ve Çeçen hükümetleri temsilcileri arasında antlaşmalar imzalanmıştır. Bu da Çeçenistan’ın cephedeki zaferini siyasi arenaya taşımıştır. Fakat bu antlaşma yalnızca üç yıl geçerli olabilmiş, bu esnada Rusya, Çeçenlere karşı çeşitli propaganda ve psikolojik baskılara devam etmiştir. Rusya’nın bu tutumu 1999 yılında gerçekleşen ikinci bir Rus-Çeçen savaşına sebebiyet vermiştir.
Çeçen- Rus savaşı Kafkasya’daki en trajik ve hasar verici çatışmalara sahne olmuştur. Ruslar, başlangıçta kısa sürede Çeçenleri bastırabileceklerini düşünmüşlerse de, savaşlar 100 binden fazla kişinin ölümüne ve başkent Grozny’nin (Çeçenistan’ın başkenti) tamamen imha olmasına neden olmuştur. Çatışmaların doğası bugün değişmiş olsa bile, iki devlet arasındaki gerginlik hâlâ sakinleşmemiştir.
Peki, Kuzey Kafkasya’daki öteki milletler içerisinden özellikle Çeçenlerin bu denli özgürlük mücadelesi vermiş olmasının sebebi nedir? Sovyetler Birliği henüz dağılmadan tümgenerallik mevkiine ulaşmış nadir Çeçenlerden olan Dudayev, Kasım 1990’da başkan seçilmesinin ardından Çeçenlere bağımsızlık vaadinde bulunmuştu. Daha sonra Sovyetlerin dağılmasıyla Rusya bu vaadi kabul etmese de, aslında Çeçenler bir nevi kendilerine verilmiş olan bağımsızlık sözünün mücadelesini gerçekleştirmeye çalışmışlardır. Her ne kadar Çeçenler bunu özgürlüğe ve mücadeleye bağımlı bir genetiğe sahip olmaları ile açıklasalar da, buna ek olarak Dudayev’den almış oldukları bağımsızlık sözünün, onların bu denli mücadele vermelerindeki payı şüphesiz ki büyüktür.
Rusya Tarafından Çeçenistan Sorunu
Çeçenistan Rusya için oldukça büyük bir stratejik öneme sahiptir. Çeçenistan’ın, Rusya’nın Güney bölgesini koruyan Kafkas dağlarında yer alması ve Moskova’nın oluşturduğu güvenlik hattının bir parçası olması söz konusu önemi açıklar niteliktedir. Aynı zamanda Çeçenistan, Rusya açısından son derece önemli olan petrol ve doğal gaz boru hatlarının geçtiği noktada bulunmaktadır. Tüm bu sebeplerden ötürü, Çeçenistan Rusya’nın hiçbir zaman kaybetmek istemediği bir bölgeydi. Ayrıca eğer Çeçenistan’ın istediği bağımsızlık verilseydi, bunu Rusya Federasyonu içerisindeki öteki özerk Cumhuriyetler izleyebilir, o zaman da Rusya, tıpkı Sovyetler Birliği gibi dağılabilirdi. Yani genel olarak özetlemek gerekirse, Rusya, toprak bütünlüğünü korumak ve önemli kaynaklarını kaybetmek istememesi sebebiyle Çeçenistan’ın bağımsızlığını kabul etmemiştir. Çeçen mücadelesi ilk etapta milliyetçi bir kimlik ile hareket ederken, daha sonra direnişin karakteri İslamcı bir çehreye dönüşmeye başlamıştır. Bu da, bağımsızlık savaşlarının Rusya tarafından uluslararası arenaya ‘terörle mücadele’ çerçevesinde sunulmasına sebebiyet vermiştir.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasının ardından uluslararası alanda fazlaca tartışılmış olan ikinci bir Kuzey Kafkasya bölgesi Dağıstan’dır. Kuzey Kafkasya’nın en büyük cumhuriyeti olan Dağıstan, Hazar Denizi batı sahillerinde bulunan bir bölgedir. Kendi yönetimi olan 41 bölge ve 10 şehir mevcuttur. Yaklaşık 3 milyon nüfusa sahip olan Dağıstan, içerisinde 40’tan fazla etnik grup barındırmaktadır. Kuzey Kafkasya’nın en kozmopolit ve büyük özerk cumhuriyeti olması ile birlikte Dağıstan, aynı zamanda en çok şiddet yaşanan ve idari yönetimi en fazla yozlaşmış olan bölgedir. Etnik ve dil farklılığı, cumhuriyeti çok karışık bir hale getirirken, en radikal İslam ve terör grupları dağlık yapısı nedeniyle burada yaşamaktadırlar. Ayrıca bölgedeki terör hareketleri zamanla yayılmıştır. Rejim muhalifi Dağıstanlı cihatçılar öteki cumhuriyetlerden olan rejim muhaliflerini de olumsuz yönde etkilemektedirler. Örneğin, şeriat uygulamayan pek çok hukukçuyu öldürme girişimi vb. olaylar bu bölgede başlayarak, öteki Kuzey Kafkas bölgelerine de yayılmaya başlamıştır. Hatta kimilerine göre, Rusya’ya karşı Çeçen mücadelesinin cihatçı bir anlayışa bürünmesi Dağıstanlı militanlar tarafından teşvik edilmiştir.
Bölgenin Güncel Durumu ve Türkiye ile İlişkisi
Yazının girişinde belirtmiş olduğum gibi, Kuzey Kafkasya Cumhuriyetleri her ne kadar özerkliklerini ilan etmiş olsalar da, siyasi ve idari olarak Rusya Federasyonu’na bağlılardır. Söz konusu özerk cumhuriyetlerin devlet başkanları Rusya tarafından atanmaktadır. Bu demek oluyor ki, Kafkasya Halkının geleceği, anavatanda veya diasporada yaşamakta olan Kuzey Kafkasya Halkları tarafından demokratik bir şekilde değil, Rus hükümeti tarafından onların dileği doğrultusunda belirlenmektedir. Dolayısıyla Kafkas halkları, kendilerini yönetecek olan kişinin seçiminde dahi söz hakkına sahip olamamaktadırlar.
Öte yandan 90’lı yıllardan itibaren Türkiye-Kafkas ilişkilerine bakacak olursak, Türkiye, coğrafi konumu sebebiyle ve ortak kültürel öğelerden ötürü Kafkasya’ya daima yakın bir ülke olma çabasındadır. Fakat bölgenin tek etken gücü olan Rusya faktörü ve Batı’nın bölge üzerindeki çıkarcı yaklaşımları dolayısıyla, Türkiye Kafkasya bölgesine uzak bir ülke konumunda kalmıştır. Oysa Türkiye için Kafkasya oldukça mühim bir bölgedir. Türkiye Cumhuriyeti, özellikle son yıllarda, bu önemin farkına daha çok varmış ve bu konuda yeni politikalar izleyerek, Kafkasya ile bağlarını daha da güçlendirme yolunda önemli adımlar atmıştır. Örneğin 2006 yılında hayata geçirilmiş olan dünyanın ikinci en uzun petrol boru hattı projesi Bakü-Tiflis-Ceyhan, ardından ise Bakü-Tiflis-Erzurum doğal gaz boru hatları ile Türkiye, bir yandan Kafkaslardaki etkinliğini arttırırken, öte yandan Rusya’ya karşı önemli avantajlar elde etmiştir. Fakat aynı zamanda Türkiye, Kafkaslarla olan ilişkilerinde Rusya’nın ve bölgede çıkarları olan öteki devletlerin tepkisini çekmemek amacı ile bölgede oldukça yavaş ilerlemektedir. Zira Türkiye’nin bölge ile siyasi, ekonomik ve kültürel açıdan yakın temaslarda bulunabilmesi için bölgenin güvenliği ve refahı bilhassa önemlidir.
Yazımın sonuna gelirken, ülkemizin güçlü bir manevi bağı olan bu bölge ile ilişkilerinin, maddi yakınlığa da yansıdığı günleri temenni ediyor ve zamanla daha demokratik, daha huzurlu ve varlığını sürdürebilir bir Kafkasya görmeyi umuyorum.
Ayşenur ÇETİN – SASAM Stajyeri
Yıldırım Beyazıt Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler 3. Sınf Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız
_____________________________________________
KAYNAKÇA
Eski Sovyet Ülkelerinde Etnik İlişkiler ve Sorunlar(Kuzey Kafkasya) V.A.TİŞKOV, E.İ.FİLİPPOVA (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Yayınları), 2000
Soğuk Savaş Sonrası Kafkasya, Kasım Kamer, Uşak Yayınları 2009
Jinepsgazetesi.com/Çerkeslerin Özgür Sesi
Rusya Federasyonu’nun Kafkasya Politikası ve Çeçenistan Savaşı, Hasan KANBOLAT, Avrasya Dosyası, Rusya Özel Sayısı, 2001
Kafkas Vakfı İstanbul Oturumu, Sonuç Bildirgesi, Doç.Dr. Mitat ÇELİKPAŞA, Dr. Ergün Özgür http://www.jinepsgazetesi.com/kafkas–halklarinin-iradesi-esastir-12503.html
http://dergipark.gov.tr/download/article-file/287118 (Dr. Jade Cemre Erciyes)
Yeni Türkiye Stratejik Araştırma Merkezi, Prof. Dr. Enis Şahin, Ana Hatlarıyla Türklerin Kafkasya Politikaları Değerlendirmesi;
http://www.yeniturkiye.com/samplechapters/71/037.pdf
http://www.ayk.gov.tr/wp-content/uploads/2015/01/%C3%9CLGER-%C4%B0rfan-Kaya-RUSYA-AZINLIKLARI.pdf