Twitter Facebook Linkedin Youtube

BİLİMSEL DEVRİMLERİN YAPISI (KİTAP ÖZETİ)

Seher GÖK

Thomas S. Kuhn’un Bilimsel Devrimlerin Yapısı (The Structure of Scientific Revolutions) adlı kitabı, “paradigma” sözcüğünü ortak kullanıma sokarak değişime karşı olan geleneksel bakış açımızı değiştiren bir kitap olarak ün salmıştır. Yayınlanmasının üzerinden yaklaşık elli beş yıl geçmesine rağmen kitap, dönüşümlerin nasıl meydana geldiği, neyin dönüşümleri tetiklediği, nelerin şiddetle bunlara karşı direndiğini ve insanların neyi gerçekten dönüştürmek istediği ile ilgili halen dikkatleri üzerinde toplayan argümanlara sahiptir.

Kitap bir yönüyle bilimde yeni kavram ve yeniliklerin kabulünü yönlendiren inancın psikolojisini araştırmaktadır. Kuhn, bilim tarihinin nesnel bir gerçeklik hakkında daha doğru ve eksiksiz bilgi sahibi olmaya doğru ilerleyen, doğrusal ve rasyonel bir ilerleme olmadığını göstermiştir. Bu ilerleme daha ziyade, rasyonal ve deneysel olmayan birçok faktörün rol oynadığı radikal vizyon değişmeleridir.

Kuhn bu eseriyle Kopernik, Newton ve Einstein’ın teorilerinin birbirinden bağımsız ve birbirleriyle kıyaslanamaz olduğunu göstermiştir. Kuhn’a göre fiziksel evrenimiz hakkında nesnel bilgi formunda sabit bir gerçeklik birikimi yoktu. Bunun yerine, her teorinin önceki teoriden devrimci bir şekilde kopmasıyla, bir kavramsal kalıp veya dünya görüşünün rastgele bir şekilde bir başkasıyla değiştirilmesi sağlandı. Kalıp değiştikten sonra da, bilimin nasıl yapıldığı ve nasıl uygulandığı soruları temelden değişti.

Kuhn bu kavramsal kalıbı tanımlamak için “paradigma” kelimesini kullandı. Burada tanımlanan Paradigma formülasyonu, araştırmacıların verileri izole etmesine, teorilerini geliştirmesine ve sorunları çözmesine olanak tanıyan gerçekler, kuramlar, yöntemler ve varsayımlardan oluşan bir bütündür. Aristoteles’in “Physica”, Ptolemy’nin “Almagest”, Newton’un “Principia” ve Lavoisier’in “Chemistry” gibi bilim klasikleri yeni paradigmalar doğuran örneklerdir. Bu eserlerden her biri, onlardan önce gelen şeylerin çoğundan alakasız bir şekilde yeni bir devrim başlatmıştır. Kuhn’a göre bir paradigmanın başlıca özelliği kendi kurallarına sahip olması ve bu çerçevede kendi gerçekliklerini aydınlatmasıdır. Bu tür bir paradigma kendiliğinden onaylayan olduğundan, değişime karşı dirençli olma eğilimi gösterir.

Kuhn, gözlemlenen bir fenomeni açıklarken kullanılan bir paradigmanın sağladığı kavramsal araçların yine aynı paradigmanın sınırlarını çizdiği problemleri çözmekte başarılı olduğu sürece baskın kaldığını belirtmiştir. Bunun nedeninin de üretim teknolojilerinde olduğu gibi, bilimsel üretim araçlarının da yenilenmesinin lüks sayılması ve riskli olması olarak ifade etmiştir. Fakat yeni fenomen bununla çelişmeye başlarsa, paradigma artan şüpheye yenik düşecektir. Bu tür anormallikler çoğaldığında, bunalım dönemine girilir. Bunalımların en büyük önemi, araçlarda yenilenmeyi gerektirecek koşulların oluştuğunu duyurmalarıdır.

Bu aşamada, ihtiyaç duyulan, görünürdeki çelişkileri açıklayabilen, Einstein’ın görelilik teorisi gibi radikal yeni bir teori ya da anlayışın eklemlenmesidir. Bu şekilde, “olağan” bilimin uzun periyotlarını, alanın temel teorik varsayımlarını yeniden düzenleyen, kısa entelektüel kargaşalıklar izler.

Fakat hem en ufak zorlukta  paradigma reddedip yenisine geçmek hem de aynı zamanda bilim adamı olmaya devam etmek olanaksızdır. Bu yüzden buhran döneminde bilim adamı inancını kaybetmeye ve yeni alternatifleri incelemeye başlasa da, kendisini buhrana getiren paradigmayı hiçbir zaman terk etmez. Bilimsel bir kuram bir kez paradigma olmuşsa ancak hazırda yerine ikame edilebilecek bir başka alternatif var ise geçersiz kılınabilir.

Yeni paradigmalar, nadiren tamamen su yüzüne çıkar ve tam anlamıyla görünür olur. Onların ilkel versiyonları genellikle kaba ve eksiktir. Bu yeni paradigmalar çoğunlukla, müzakerelerin veya yorumlamanın değil, geştalt yani algılama dönüşümü gibi nispeten ani ve yapılandırılmamış olayların ürünleridir. Birikime dayalı bir süreç değildir ve önceki paradigmanın geliştirilmesi ile yapılacak bir iş değildir.

Yeni paradigmalar bilim camiasında asla hemen kabul görmemiştir. Bazı çarpıcı ve öngörülemeyen doğrulamaları nedeniyle veya kişisel ve estetik nedenlerle zemin kazanabilirler; eski emsallerinden daha şık, daha basit veya daha zarif görünebilirler. Ancak, rekabet halindeki eski ve yeni paradigmalar arasındaki seçim kişisel kanaate indirgendiğinden, paradigmalar arasındaki rekabet, kanıtlarla çözülebilen bir savaş değildir. Yeni paradigma, fenomenleri izah ve tahmin etme konusunda daha başarılı olma eğilimindeyse de, nihai olarak bir paradigmanın diğerinden daha iyi olup olmadığını belirlemek için hiçbir kesin standart yoktur.

Kuhn, yeni bir paradigmanın neredeyse hemen her zaman genç bir insanın veya alanda yeni birisinin çalışması olduğunu vurgulamıştır. Belirli bir disiplin içinde birkaç yıl geçirdikten sonra, bir bilim adamı hakim olan paradigmaya fazla duygusallık ve alışkanlık kazanma eğilimi gösterir. Nitekim eski geleneğin yerleşmiş liderleri, gerçeklik hakkındaki yeni görüşleri asla kabul etmeyebilir. Mesela Kopernikçilik, Kopernik’in ölümünden sonraki yaklaşık yüz yıl içinde pek az dönüşüme sebep olmuştur. Newton’un çalışması, Principia’nın ortaya çıkmasından sonraki yarım yüzyıla kadarki süreçte genel olarak özellikle de Kıta Avrupası’nda, kabul görmemiştir. Tıpkı Priestley’in hiçbir zaman oksijen teorisini, Lord Kelvin’in de  elektromanyetik teoriyi kabul etmemesi gibi. Eski paradigmaya tutsak olan kimselerin, sarsılmaz inançlarıyla mezarlarına gittiği not edilmiştir. Bu tip insanlar, ezici kanıtlarla karşı karşıya kaldıklarında bile, inatla yanlış fakat onlara tanıdık gelene sadık kalıyorlardı.

Kuhn’un bu kitapla ortaya koyduğu, oldukça uzmanlaşmış bir konu olan bilimin ilerlemesindeki psikoloji faktörleri işleyen tezi, geniş bir hitabet alanı kazanmış ve kazanmaya devam etmektedir. Başlı başına bu bile, düşünce tarihindeki en büyük şaşırtıcı hikayelerden biridir. Kuhn parmağını, aslında açıkça kabul edilmemiş ya da ifade edilmemiş olsa da, geniş çapta sezilen bir şey üzerine koymuştur. Bu sorunsuz ve kademeli bir süreç değildir. Dönüşümler şiddetlidir çünkü en temel kavramsal çerçevelerimizin imha edilmesini ve yeniden düzenlenmesini gerektirirler. Bu genel bir okuyucunun bile kucaklamaktan mutluluk duyacağı bir fikirdi.

Kitabın ilk yayınlanışının üzerinden 7 yıl sonra Kuhn kitaba 7 maddelik bir sonsöz yazmış ve bu 7 yıl içinde gelen eleştirilere cevap vererek tezini daha anlaşılır hale getirmeye çalışmıştır. En önemli eleştirilerden birisi olan kitap bütününde paradigma kavramının farklı manalara gelecek şekilde kullanıldığı tenkidine, bir bilim koluna özgü çerçeve ya da kalıp olarak tanımlanabilecek, disipliner matriks terimini önererek açıklık getirmiştir Tabi ki, Kuhn’un vardığı sonuçların tamamı zaman içinde popülerliğini koruyamamıştır. Örneğin, yakın tarihli çalışmalar, bilimsel paradigmaların ölçülemez olduğu ve paradigma kaymalarının aslında mantıksız olaylar olduğu fikrini sorgulamıştır.

 

Özetleyen: Dr. Seher GÖK – SASAM Stajyeri
Phd. Orta Doğu Teknik Üniversitesi, Biyolojik Bilimler Bölümü (Biyofizik Anadal, Moleküler Genetik Yandal)

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: