Twitter Facebook Linkedin Youtube

BÖLGEDEKİ SON GELİŞMELER IŞIĞINDA RUSYA’NIN SURİYE STRATEJİSİ

Yaroslav SAMOYLOV

Suriye’de savaş, sona doğru yaklaşmaya başlamıştır. Ne var ki ABD ve onun müttefiklerinin Suriye’de yerel çatışmaları provoke etme çabaları, istikrarsızlığın devam etmesine neden olabilecektir. Söz konusu çabaların hedefi, Rusya’nın başarılı bir şekilde gerçekleştirdiği operasyonların tekerine çomak sokmaktır. Ancak Riyad’ın bile söz konusu politika konusunda güveni sarsılmıştır. Suudi Arabistan Kralı’nın Moskova ziyareti, bunu doğrulayan bir faktördür. Bu yazıda Rusya’nın Orta Doğu Araştırma Merkezinin araştırmacılarının yaptıkları analizlere dayanarak yukarıda ifade ettiğimiz eğilim detaylı bir şekilde ele alınacaktır.

25 Ekim’de Haşdi Şabi’nin desteği ile Irak ordusu, Anbar’ın batı bölgesinde bulunan Kaim şehrinde DAEŞ’e karşı operasyona başlamıştır.[1] Kaim operasyonu yanında Suriye rejim güçleri, Fırat’ın doğusunda Irak sınırında yer alan ve DAEŞ’ın son kalesi olan Ebu Kemal (Deyr ez Zor’dan 80 km mesafede) şehrine de yaklaşmaktadır.

Bunun yanında Şii milis güçleri, Irak ordusuyla birlikte Irak, Suriye ve Türkiye sınırlarının kesiştiği bölgede bulunan Fish-Habur sınır kapısının yakınlarında peşmergelere karşı askerî harekât düzenlemektedir.[2] Söz konusu bölgede Ceyhan terminaline Irak petrolünü taşıyan iki boru hattının birleştiği nokta bulunmaktadır.

Fish-Habur operasyonun başarılı bir şekilde gerçekleşmesi, Erbil-Ceyhan boru hattının Bağdat’ın kontrolüne geçeceği anlamına gelmektedir. Söz konusu boru hattı, bugüne kadar Erbil’in elinde Bağdat ile pazarlık edebilmek için en önemli kozlarından biriydi. Aynı zaman da Fish-Habur, Türkiye’ye yapılan petrol transiti için kilit öneme sahip bir yerdir. Bu bağlamda referandum sonucunda Erbil, Kerkük’te bulunan çoğu hidrokarbon kaynakları üzerinde kontrolü kaybettiği gibi İKYB’yi dış dünyaya açan tek boru hattını da kaybetmektedir. Bu durum, Bağdat için Ankara ile diyaloğu doğrudan ve Erbil’e fazla ihtiyaç duymadan kurmasına imkân tanıyacaktır. Bununla birlikte söz konusu adımın Erbil’i Bağdat’ın koyduğu kurallara uymaya zorlayacağı da söylenebilir.

Shafaq News haber ajansı, İKYB’nin, Irak-İran sınırında bulunan sınır kapılarını Irak merkezi hükümetinin kontrolüne vermeye hazır olduğunu bildirmiştir. Bu bağlamda Kürdistan Yurtsever Birliği (KYB) partisinin temsilcisi olan Adnan Hami Mina’ya göre Süleymaniye yönetimi ile Irak İçişleri Bakanı Al Araci arasında yapılan görüşmeler sonucunda Irak-İran sınırında bulunan Pervezhan sınırı kapısının açılması kararlaştırılmıştır. Bu durum bize şunu göstermektedir:

1- İran’ın Bağdat ile yakın bir temas içinde olması, Tahran’ın Irak’ta yaklaşan seçimlerde Abadi’ye destek vereceğini anlamına gelmektedir. Tahran, Riyad ile ilişkileri geliştirmeye çalışan ve Başbakan adayı olan Mukteda es-Sadr’ın itibarını düşürmeye çalışmaktadır. Aynı zamanda KYB tamamen Tahran’a bağlı bir oluşum olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum, İran’ın PKK üzerinde güçlü etkisi ile birlikte Kuzey Irak’ın siyasi mimarisinde ciddi değişikliklerin yaşanabileceğinin bir göstergesidir.

2- İran ve Irak’ın Kerkük ve genel olarak da tüm Irak Kürdistanı konusunda ortak çabaları, Bağdat’ın Irak-İran-Suriye sınırlarında bulunan tüm sınır kapıları üzerinde kontrol sağlamasına yol açacaktır. Bu ise Erbil’in, Bağdat’a karşı bir karşı ağırlık olma potansiyelini ciddi bir şekilde kırmaktadır. Belirtelim ki özellikle Washington, Bağdat üzerinde İran’ın ciddi etkisine karşı Erbil’i bir karşı denge olarak kullanma planlarına sahiptir.

Bağdat’ın Fish-Habur üzerinde kontrol sağlaması, Irak yanında Suriye’deki gelişmeleri de etkileyen bir faktördür. Merkezi Hükümetin Fish Habur’u kontrol etmesi, Türkiye’ye giden ana lojistik yollar üzerinde kontrol sağlaması anlamına gelmektedir. Dolayısıyla bu adım, Irak-Türkiye ilişkilerini de ciddi bir şekilde etkileyecektir.

Aynı zamanda Suriye’de rejim güçleri ve Hizbullah’ın Abu Kemal’e doğru ilerlemesi, Irak-Suriye sınırından geçen en önemli lojistik yolları ve Sünnilerin etkili olduğu bölgeler üzerinde kontrol sağlaması açısından kritik önem taşımaktadır. Söz konusu operasyonun başarılı olması durumunda Suriye rejiminin en önemli stratejik hedeflerinden biri tamamlanmış olacaktır.  Bu ise Suriye’nin kuzeyinde bulunan ve ABD’nin etkili olduğu Kürt bölgelere bağımlı olmadan, İran-Irak-Suriye arasında sabit bir lojistik maddi-teknik koridorun açılmasına teorik olarak imkân verecektir. Bu gelişme, Kürtler ve Araplar arasında bir gerilla savaşına yol açabilir. Ayrıca Şam’ın yerli Sünni elit ile ilişkiler kurmayı başarması, Kürt bölgelerinin ABD’nin etkisinden çıkmasına yol açabilir. Bunula birlikte de İran-Irak-Suriye arasında sabit bir lojistik maddi-teknik koridorun açılması, sırf ekonomik nedenlerden dolayı Suriye Kürtlerini Şam’ın etki alanına girmeye zorlayabilecek bir faktördür.[3]

Son haftalarda Suriye’de Nusra ve DAEŞ’e indirilen büyük darbeler, Suriye kuzeyinde bulunan bölgelerin yeniden şekillenmesi ve söz konusu bölgelerin etki alanlarına bölünmesine dair perde arkasında gizli sözleşmelerin yapılmasına yol açmıştır. Bu süreçte yer alan başoyuncular ise Türkiye, İran, Rusya ve PYD’nin önderliğinde Suriye Demokratik Güçleri (SDG)’dir.  Söz konusu perde arkası sözleşmelerin ana konuları ise: Deyr ez Zor, Rakka ve İdlib’tir.  Burada Suriye’nin de jure olarak bölünmesinden değil, geniş özerklik alanlarının oluşturulmasından bahsetmekteyiz. Taraflardan hiçbiri, Suriye’nin Kuzeyinde yeni bir bağımsız devletin oluşmasından yana değildir.

Rusya, Bağımız Kürdistan’ı yaratma projesini engelleyen taraflardan biridir. Moskova, PYD ile temasları sürdürmesine rağmen, Suriye, Irak ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünden yana bir politika sürdürmektedir. Moskova için Ankara ile stratejik ve dostça ilişkiler, PYD ile olan ilişkilerden daha önemlidir. Bununla birlikte tüm taraflar, Suriye’de kendi güvenliklerini ve petrol ile gaz kaynakların bölüşülmesinden kendilerine düşen payları güvence altına almayı hedeflemektedir.

YPG’nin genel komutanı Sipan Hemo, 14-15 Ekim tarihleri arasında Moskova’yı ziyaret etmiştir. Ziyaret sırasında S. Hemo, Rusya’nın Savunma Bakanı Sergey Şoygu ve Genelkurmay başkanı Valeriy Gerasimov ile görüşme gerçekleştirmiştir.[4] Asia Times gazetesine göre görüşmeler sırasında Rakka ve Deyr ez Zor bölgelerinde koordinasyon konusu ele alınmıştır.

Eylül başında Suriye rejim güçleri, Deyr-ez Zor’a girip Tabka askeri üssünü ele geçirmiştir. Hemo’nun Rusya ziyareti sırasında taraflar, Deyr ez Zor kenarlarında bulunan başlıca petrol kaynakları ve ziraat bölgelerinin Kürtlerin eline geçmesi karşılığında Deyr ez Zor’un rejim güçlerinin eline geçmesi üzerinde mutabakata varmıştır. Söz konusu görüşmeler çerçevesinde YPG komutanı, Moskova’ya Hama eyaletinde bulunan DAEŞ’in son kalesi olan El-Suhna şehrinin kurtarılmasına yardımcı olma sözü vermiştir. Anlaşmaya göre şehrin kurtarılmasından sonra kontrol tamamen Suriye rejimin elinde olacaktı. Söz konusu anlaşmanın hedefi, Deyr z Zor’da sürdürülen askeri operasyon sırasında koordinasyonu sağlamak ve taraflar arasında çatışmaları önlemektir.[5] Yukarıda söylenenlere dayanarak PYD ve Moskova’nın Suriye Kuzeyinde etki alanları bölüşme konusunda anlaşmaya vardığını söyleyebiliriz.

DAEŞ’i yenilgiye uğratılması, aynı zaman da hiç beklenmediğimiz ittifakları doğurmuştur. 19 Ekim’de Suudi Arabistan’ın Körfez İşleri Bakanı Tamer el Sabhan’ın Rakka’yı ziyaret etmesi, bunun bir göstergesidir. Söz konusu genç siyasetçi, Suudi Arabistan’ın Orta Doğu politikasını geliştiren ve yöneten kişidir. Suudi Arabistan’ın Suriye Kürtlerine destek verdiğini gösteren Rakka ziyareti sırasında Tamer el Sabhan, ABD Başkanı’nın IŞİD’le Mücadelede Özel Temsilcisi Brett McGurk tarafından da eşlik edilmiştir.[6]

Söz konusu ziyareti, Doha ve Riyad arasında patlak veren krizi hesaba katarak ele almamız gerekmektedir. Bu bağlamda Tamer el Sabhan’ın Rakka’da görüşmeler sürdürmesi, tamamen Ankara ve Tahran’a karşı atılan bir adımdır. Ziyaretin başka bir hedefi ise Suriye’nin kuzeyinde bulunan Sünni aşiretlerle ilişkileri derinleştirmektir. Tamer el Sabhan, ziyaretin önemli bir kısmını Suriye Muhalifleri ve Devrimcileri Koalisyonu (SMDK) eski Başkanı olan ve şimdi SDG tarafına geçen Ahmet el-Cerba ile görüşmeye ayırmıştır. Bu durum bize ABD, Suudi Arabistan, Suriye Kürtleri ve Sünni aşiretler arasında bir ittifakın doğduğuna dair ipuçları sunmaktadır.[7]

ABD’nin kontrolünde olan güçlerin, Kürtlerin etkin olduğu bölgelerle sınırlı kalması ve özellikle Deyr ez Zor’da bulunan Sünni aşiretler üzerinde etkisini kaybetmesi, Washington’u endişelendiren konulardır. Sünni aşiretlerin Suriye’nin sosyal-ekonomik sistemine entegre edilmesine dair planlar, ABD’nin Suriye’deki stratejisinin aleyhine işleyen gelişmelerdir. Bu bağlamda Deyr ez Zor’da askeri operasyon bittikten sonra Moskova, Suriye’de mezhepler arasında uzlaşmaya dayanan çatışmasızlık bölgeleri politikasından doğan olumlu tecrübeyi Suriye’nin diğer alanlarına yaymaya da çalışacaktır. Söz konusu stratejinin bir örneği ise Rusya’nın Suriye’nin kuzeyindeki Kürtleri ve diğer Sünni aşiretlerin liderlerini, düzenlenmesi planlanan Suriye Halkları Kongresi’ne davet etmesidir.[8]

Bu sürecin kilit noktası ise Moskova’nın Suriye’deki Sünni elitlerle uzlaşıp onlara geniş sosyoekonomik özerklik tanımayı başarmasında yatmaktadır.  ABD’nin hedefi ise Moskova’nın bu planlarını baltalayıp Suriye’yi Afganistanlaştırmaktır.[9] Suriye’yi Afganistanlaştırma, Afganistan’da olduğu gibi Moskova’ya karşı radikal gruplarla ittifak yapmak ve onları Rusya’ya karşı kullanmak anlamına gelmektedir.

Bu bağlamda Pentagon’un stratejisi, hem Kürtleri hem de Sünni aşiretleri kullanarak Fırat’ın doğusunu kendi kontrolü altına almaktan oluşmaktaydı. Ne var ki yapılan tahminlere göre rejim güçlerinin Abu Kemal şehrine doğru harekete geçmesi, ABD’nin söz konusu stratejiyi baltalayabilecek bir faktördür. Bu bağlamda ABD’nin önündeki en büyük engel ise; ABD’nin Sünni bölgelerde operasyon sürdürme konusunda Kürtlere güvenmemesidir. Kürtler daha çok yerel çapta hareket edip Sünni bölgelere girmekte çekimser kalmaktadırlar. Aynı zamanda Sünni aşiretler de ABD’ye güvenmediklerinden dolayı Washington’a beklenen destek vermemektedirler.

Rakka’da ABD’nin sürdürdüğü operasyonunu uzaması ve şehrin bombardımanla tamamen yerle bir edilmesi, ABD ve onun müttefiklerinin yerli Sünni elitlerle anlaşmayı beceremediğini göstermektedir. Bunu nedeni ise Sünni aşiretlerin, Rakka’nın PYD’nin kontrolüne geçmesinden rahatsızlık duymasında yatmaktadır. Petrol kaynaklarının Kürtlerin eline geçmesi de bir başka rahatsız edici etkendir. Bu bağlamda Al Omar petrol arazisinin SDG güçlerinin eline geçmesi, en yakın zamanda çatışmaya dönüşme potansiyeline sahip bir durumdur. Bu anlamda Suudi Arabistan’ın parasıyla Rakka’da büyük insani yardımın planlanması, söz konusu çatışma riskini en aza indirgeme amacı taşımaktadır. Basit bir dille ifade edersek insani yardım, Rakka’da ve Fırat’ın doğusunda Sünni elitini «satın alıp» kendi tarafına çekmek ve Kürtlerle uzlaştırmak anlamına gelmektedir.

Bu aşamada ABD’nin asıl hedefi, Suriye’nin Kuzeyinde kendine uygun bir rejim yaratmaktır. Bu hedefe ulaşması ise Sünni aşiretlerle anlaşmasından geçmektedir. Söz konusu aşiretlerin Şam eksenine kaymasını engellemek, ABD için kritik bir önem taşımaktadır. Aynı zamanda söz konusu Sünni güçler, rejim güçlerinin Irak sınırını kontrol altına planlarını baltalama açısından önemlidir.

ABD’nin daha önce Sünni bir şehir olan Rakka’yı Kürtlere vermiş olması, yukarda bahsettiğimiz ABD’nin planların önünde en büyük engellerinden biridir. Kısacası Washington’un Kürtlere dayanması, ABD’nin Suriye’deki etkisini sınırlandırıyor ve Sünni aşiretlerin kendisine uzak durmasına neden oluyor.

Bu bağlamda ABD’nin Sünni aşiretlerle anlaşabilmesi için Kürtlerin geleneksel olarak yaşadığı bölgelere dönmesini sağlaması zorunludur. Bu ise şimdiki şartlar altında mümkün gibi görünmemektedir. Zira Riyad’ın da Sünni aşiretlere ne kadar destek vermeye hazır olduğu belli değildir. Rakka’nın Türkiye kontrolünde olan güçlere verilmesi de mümkün seçenek değildir. Zira bu durum, ABD’nin Kürtler ile ilişkilerinin bozulmasına neden olacaktır.

Vize gerginliğini çözmeye yönelik görüşmeler (ki görüşmeler bununla sınırlı değildi, Suriye konusuna da değinildi) için ABD Dışişleri Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Jonathan Cohen başkanlığındaki heyetin Ankara’yı ziyaret etmesi somut sonuç doğurmadı. Bu da Rakka’nın Türkiye’nin etkisine verilmesi ihtimalini olanaksız kılmaktadır. Bununla birlikte ABD söz konusu alternatiften faydalanmayı isteseydi, baştan itibaren Türkiye ile ittifaka giderdi. Ankara böyle bir ittifaktan yanaydı ve defalarca bunu dile getirmekteydi.

Dolayısıyla ABD için şu an en mantıklı seçenek, sahip olduğu etki alanlarını korumaya odaklamaktır. Bu bağlamda Rakka’nın geleceği bellidir. ABD için başka bir alternatif mevcut değildir: Rakka, SDG güçlerinin temelini oluşturan PYD güçleri tarafından kontrol edilecektir.

ABD’nin rejim güçlerinin Fırat’ın doğusunda faaliyetlerini engellemek amacıyla DAEŞ ve Nusra ile koordinasyona geçmesi, Washington’un Suriye’de Afganistanlaştırma politikasını uygulamaya başlaması anlamına gelmektedir. Nusra’nın Moskova’ya karşı kullanılmasının yolu ise Riyad’tan geçmektedir ki Nusra’nın finansörü Suudi Arabistan’dır. Ne var ki Suudi destekli grupların kullanılması, İdlib’te onları yok etmeye yönelik Türkiye’nin kara güçleri ve Rusya hava güçleri tarafından başlanan operasyon ile bloke edilmektedir. Bu durum, Nusra’nın Suriye’de yayılmasını engellemektedir.

DAEŞ ile ilgili durum ise daha karmaşıktır. ABD, DAEŞ üzerinde doğrudan etki sağlayan manivelalara sahip değildir. Bu anlamda ABD’nin müttefiki olan PYD’nin de DAEŞ ile ilişki kurmak için bir arabulucu olması olası bir şey değildir.  Bunun nedeni ise Arap ve Kürtler arasında geleneksel olan gergin ilişkilerden kaynaklanmaktadır. Ne var ki PYD’nin DAEŞ’e petrol satması ve ABD’den Deyr ez Zor’da Rusya’ya karşı savaşan gruplara gönderilen silah lojistiği konusunda yardımcı olmaktadır. Bu bağlamda PYD’nin DAEŞ’e destek verdiği sonucuna ulaşsak da ABD’nin DAEŞ konusunda PYD ile stratejik ilişkiye girebileceğini söylemek zordur. PYD’nin ABD ile ilişkileri, Washington’un PYD’yi Türkiye’ye karşı (Türkiye’nin Afrin’de PYD’ye saldırması) koruma beklentilerine dayanmaktadır. ABD doğrudan ve açık bir şekilde Türkiye’ye karşı savaşamayacağından dolayı PYD-ABD ilişkilerinin sağlam bir zemin üzerinde oturduğunu söylemek mümkün değildir.

ABD’nin Sünni aşiretlilerle ilişki kurması için Riyad’ın yardımı yanında Ürdün’ün katkısı da söz konusudur. ABD desteğiyle Ürdün topraklarında Deyr ez Zor’dan gelen savaşçılara eğitim verilmekteydi. Deyr ez Zor’un rejim güçlerinin eline geçemeye başlamasıyla birlikte söz konusu savaşçılara ihtiyaç kalmadığından dolayı onlar Suriye’nin Kuzeyine dönmeye başlamıştır. Bu süreçte aynı zamanda bir sürü aşiret liderinin de aileleriyle birlikte Deyr ez Zor’dan acilen tahliye edilmesi dikkat çekicidir. Böylece Suriye kuzeyinde ABD ve PYD’nin kontrolünde olan alanlarda yeni gerilla savaşı karargâhı oluşturulmaya başlanmıştır. Irak Kürdistanından gelen silah ve Ürdün’den gelen savaşçılar, söz konusu durumu destekleyen olgulardır. Tüm bunlar teknik detaylardır. Asıl önemli olan ABD’nin Suriye’de Sünni grupları dizginlemeye çabalamaya başlamasıdır. Bu bağlamda CİA’nın Suriye muhalefetine destek verme programına son vermesi, yeni bir programın başlangıcına yol açmıştır.

Peki, Moskova’nın ABD’nin söz konusu «Sünnileri dizginleme» politikasına karşı atılması beklenen adımları nelerdir? Öncellikle Türkiye’nin yardımıyla Nusra’nın faaliyetlerini sınırlandırmak. İkincisi, Deyr-ez Zor’da operasyonu aktif bir şekilde sürdürerek Irak sınırına ulaşmak ve yerli Sünni aşiretlerin liderleriyle uzlaşmaktır. Rusya şu an Suriye’de yeni bir Anbar ile karşı karşıya kalmaktadır. Moskova, ABD’nin Anbar’da yaptığı hataları tekrar etmemelidir.[10]

Rusya’nın Hava Güçleri desteğiyle rejim güçlerinin sürdürdüğü Deyr-ez Zor taarruzunun, Suriye’de gerçekleştirilen son büyük operasyon olduğu malumdur. Bundan sonra Suriye’de askeri ve siyasi öğelerin bütünleşmesinden oluşan stratejilerin uygulanacağını söylemek mümkündür. Söz konusu stratejilerde daha önce baskın olan askeri boyut yerine, siyasi öğeye öncelik verilmeye başlanacağını da söyleyebiliriz.

 

Yaroslav SAMOYLOVSASAM Rusya Masası Uzmanı
Yazarın diğer yazıları için
tıklayınız

___________________________

DİPNOTLAR

[1] Bağdat, Anbar’ın Batısını Kurtarma Operasyonu Başlattı, İhlas Haber Ajansı, 26 Ekim 2017. Web Sayfa: http://www.iha.com.tr/haber-bagdat-anbarin-batisini-kurtarma-operasyonu-baslatti-682375/

[2] Flaş gelişme.. ‘Irak ordusu Barzani’nin petrol hattına saldırdı’, Hürriyet.com.tr Web Sayfa:  http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-irak-ordusu-barzaninin-petrol-hattina-saldirdi-40620605

[3] Y.B. Şeglovin, Irak ve Suriye Merkezi Güçler Irak Sınırı Kontrol Altına Alıyor, Orta Doğu Araştırma Merkezi, 27 Ekim 2017.  Web Sayfası:  http://www.iimes.ru/?p=38703

[4] Syrian endgame is nigh as rival factions look to cut deals, Asia Times, 17 Ekim 2017. Web Sayfa: http://www.atimes.com/article/syrian-endgame-nigh-rival-factions-look-cut-deals/

[5] A.A Kuznetsov, Suriye: Taraflar Etki Alanları Üzerinde Anlaşıyor, Orta Doğu Araştırma Merkezi, 18 Ekim 2017.  Web Sayfası: http://www.iimes.ru/?p=38500

[6] Suudi Arabistan PKK Kontrolüne Geçen Rakka’nın İmarına Katkı Sağlayacak, Mepa News, 18 Ekim, 2017. Web Sayfası: http://www.mepanews.com/haberler/10124-suudi-bakan-pkk-kontroluene-gecen-rakka-da-incelemelerde-bulundu.html

[7] A.A Kuznetsov, İŞİD Üzerinde Galibiyet Irak ve Suriye haritasını Dönüştürecek, Orta Doğu Araştırma Merkezi, 22 Ekim 2017.  Web Sayfası: http://www.iimes.ru/?p=38562

[8] Son Dakika! Rusya’dan Flaş Suriye Çıkışı: Kürtleri Davet Etti, Hürriyet.com.tr, 31.10.2017. Web Sayfası:

 http://www.hurriyet.com.tr/son-dakika-rusya-kurtleri-davet-etti-iddiasi-40628834

[9] Y.B Şeglovin, Askeri Operasyonların Başarılı bir Şekilde Son Ermesinden Sonra Suriye, Orta Doğu Araştırma Merkezi, 18 Ekim 2017. Web Sayfası: http://www.iimes.ru/?p=38504

[10] Y.B, Şeglovin, ABD, Suriyede Sünni Direnişi Yaratıyor, Orta Doğu Araştırma Merkezi, 10 Ekim 2017. Web Sayfası:  http://www.iimes.ru/?p=38299

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: