İkinci Dünya Savaşı’nın sonucunda, Ortadoğu’daki siyasi durum tamamen değişti. Fransa ve İngiltere’nin zayıflaması bu ülkelerin sömürgelerinde bağımsızlık taleplerinin artmasına sebep olurken, 6 milyon Yahudi’nin ölmesi uluslararası kamuoyunda bir Yahudi devleti kurulması yönündeki Siyonist taleplere karşı bir duyarlılık meydana getirdi.
Filistin’e Yahudi göçü ve gerilimin tırmanması
Filistin’e başlayan Yahudi göçüne karşı Arapların hareketlenmeleri üzerine İngilizler, Yahudilerin buraya gelişini sınırlamaya çalıştılar. Buna karşılık 1931 yılında Filistin Yahudileri tarafından kurulan İrgun örgütü hem Araplara hem İngiltere’ye karşı terörist eylemlere girişti ve Yahudi göçüne Haganah adlı gizli örgütle birlikte destek verdi.
1936’da, Yahudi göçüne karşı çıkan bir Arap ayaklanmasının ardından, İngiltere, bölgenin Yahudilerle Araplar arasında paylaştırılmasını öngören bir planı uygulamak istediyse de bu plan Araplar tarafından reddedildi. İngiltere, durumun daha da kötüye gitmesini önlemek için 1939 yılında yapılan göçleri çok sınırladı. İlerleyen dönemde Menahem Begin’in yönettiği İrgun örgütü Filistin’deki İngiliz manda yönetimine karşı eylemlerini yoğunlaştırdı. 1946 yılında Kudüs’teki King David Oteli’nin dinamitlenmesi, Arap köyü Deyri Yasin’e karşı düzenlenen saldırılar, Yahudileri Filistin’e götürmekte olan Exodus adlı geminin İngiliz donanması tarafından geri çevrilmesi ve İngiliz askerleri ile Yahudiler arasında silahlı çatışmaların şiddetlenmesi gerilimi daha da arttırarak Filistin sorununu uluslararası bir sorun haline getirdi.
İngiltere Filistin meselesini Birleşmiş Milletlere havale ediyor
Pazarlıklarda olduğu kadar güç kullanma konusunda da başarısız olan İngiltere, 2 Nisan 1947’de sorunu Birleşmiş Milletler gündemine taşıdı. Konuyu görüşen Genel kurul, iki hafta süren müzakerelerden sonra meseleye bir çözüm bulunması için özel bir komisyon kurulmasına karar verdi.
Birleşmiş Milletlerin planı ve iki ayrı görüş
Büyük devletlerin yer almadığı Birleşmiş Milletler Filistin Komisyonu, 16 Haziran-24 Temmuz tarihleri arasında yaptığı incelemelerin ardından Ağustos ayında raporunu yayınladı. Bu raporda Komisyon, oy birliği ile Filistin’in bağımsızlığını teklif etti. Fakat Kanada, Çekoslovakya, Guetemala, Hollanda, Peru, İsveç ve Uruguay tarafından desteklenen görüşe göre, Filistin Araplarla Yahudiler arasında bölünerek iki ayrı bağımsız devlet kurulmalı ve Kudüs uluslararası statüde olmalıydı. Hindistan, İran ve Yugoslavya ve Araplar tarafından desteklenen görüşe göre de, Filistin, Yahudi ve Arap devletlerinden meydana gelen federal bir devlet olmalıydı.
Türkiye, Filistin’in taksimine ve İsrail Devleti’nin kurulmasına karşı ret oyu veriyor
Komisyonun bu teklifleri Genel Kurul’da tartışıldıktan sonra 29 Kasım 1947’de 13 ret, 10 çekimser, 33 kabul oyuyla Filistin’in topraklarının taksimiyle İsrail ve Filistin devletlerinin kurulmasına karar verildi. Kudüs ise uluslararası statüde kabul edildi. Amerika Birleşik Devletleri, Sovyetler Birliği ve Fransa taksim lehinde oy kullanırken İngiltere çekimser kaldı. Türkiye ise Arap ülkeleriyle birlikte taksime ret oyu verdi. Bu kararı izleyen günlerde Birleşmiş Milletlerin taksim kararı bütün Arap dünyasında tepkiyle karşılandı ve Arap ülkeleri 17 Aralık 1947’de taksimi önleyebilmek için İsrail’e karşı gerekirse savaşa girme kararı aldılar.
İngiltere’nin çekilmesi-İsrail Devleti’nin kuruluşu ve Arap-İsrail Savaşı
Amerika Birleşik Devletleri, bunun ardından taksim kararına evet oyu verdiği halde Filistin’in Birleşmiş Milletler denetimine girmesini teklif etti. Bu teklif ise, hem Araplar hem de Yahudiler tarafından reddedildi. Mayıs ayına gelindiğinde İngiltere başına dert olan bu meseleyi artık sonlandırmak için Filistin’deki bütün kuvvetlerini çekeceğini duyurdu. Çekilme işinin tamamlanmasından bir gün önce de David Ben Gurion başkanlığında 14 Mayıs 1948 Tel-Aviv’de toplanan Yahudi Milli Konseyi, İsrail Devleti’nin kurulduğunu açıkladı. Amerika Birleşik Devletleri aynı gün İsrail’i tanıdı. Bunun hemen ardından ertesi gün İsrail-Arap Savaşı başladı.
Birleşmiş Milletlerin devreye girmesi ve Türkiye’nin aldığı pozisyon
Ortadoğu’da etkin olmaya çalışan Sovyetler Birliği ise Birleşmiş Milletler oylamalarında olduğu gibi İsrail’i tanıma kararı verdi. Hatta Sovyetler Birliği, Çekoslovakya’dan Yahudilere hava yoluyla hafif toplar ve otomatik silahlar sevk etmeye başladı. Mısır, Suriye ve Ürdün ‘ün başını çektiği 5 devletten oluşan koalisyon güçleri 1 yıl süren savaş boyunca ağır yenilgilere uğradılar. Birleşmiş Milletler, bu savaş sırasında da devreye girerek, önce ateşkesin sonra barışın sağlanması için çalışmalar yürüttü. İlk Arap-İsrail Savaşı sırasında Türkiye’de Birleşmiş Milletler nezdindeki çalışmalarda aktif rol aldı.
Yeni Sabah Gazetesi’nin 21 Temmuz 1948 tarihli nüshasında İsrail-Arap Savaşı’nda silahları susturan son mütarekeye dair haber: “Nihayet sıcak çatışmalar sonucunda İsrail, Arapları püskürtmeyi başardı ve Birleşmiş Milletlerin bölüşüm planından öngörülenden çok daha geniş toprakları ele geçirdi. Batı Şeria, Ürdün tarafından ilhak edildi. Mısır da Gazze şeridini ele geçirdi. Kudüs ise İsrail ve Ürdün arasında fiilen bölüşüldü.“
Bu cümleden olarak 12 Aralık 1948’de, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve Türkiye temsilcilerinden oluşan “Filistin Uzlaştırma Komisyonu” kuruldu. Komisyon belirlenirken ABD’nin İsrail yanlısı, Fransa’nın tarafsız, Türkiye’nin de Arap yanlısı olacağı düşünülmüştü. Çünkü Türkiye, 1949’dan önce İsrail’in bağımsızlığına karşı çıkan ülkeler arasında yer almıştı. Fakat Türkiye komisyona dâhil oluşundan itibaren giderek Arapları desteklemekten uzaklaştı ve daha batıcı bir çizgiye yöneldi. 28 Mart 1949’da ilk Müslüman ülke olarak İsrail’in tanınmasıyla sonuçlanacak bu tavır değişikliği dönemin değişen siyasi, ekonomik ve askeri gelişmeleri sebebiyle gerçekleşti.
Türkiye’yi İsrail’e muhaliflikten, müttefikliğe götüren süreç
1. Dünya Savaşı’na Türkiye, Fransa ve İngiltere ile bir savunma anlaşması yapmış olmasına rağmen katılmayarak tarafsız kalmıştı. Haziran 1945’e gelindiğinde savaştan büyük bir güç olarak çıkan Sovyetler Birliği’nin Türkiye’yi tehdit etmeye başlaması ve Stalin‘in özellikle Boğazlar üzerindeki denetim talepleri dönemin hükümetini gittikçe Amerika Birleşik Devletleri’yle ve Batılı güçlerle ilişkilerini geliştirme amacına yönetti. Kapitalist bu güçlerin Komünizm’e karşı bir mücadelesi olan Soğuk Savaş dönemine girilirken Türkiye Ortadoğu’da müttefiklerinin yanında olduğunu ve Kuzey Atlantik Paktı’na bakışını İsrail’i tanımakla gösterdi.
Emre Gül – Dünya Bülteni
_________________________
Kaynaklar:
Ahmet Kuyaş(Yay.Yönetmeni), Tarih 2002, İstanbul, 2002.
Rifat Uçarol, Siyasi Tarih (1799-2001), İstanbul, 2008.
Fahir Armaoğlu, 20. Yüzyıl Siyasi Tarihi, İstanbul, 2009.
http://tr.wikipedia.org/wiki/%C4%B0srail_ba%C4%9F%C4%B1ms%C4%B1zl%C4%B1k_bildirgesi