Merkezimizce düzenlenen okuyucularımıza açık etkinliklerin 70’incisi, Adalet Bakanlığı Avrupa Birliği Genel Müdür Yardımcısı Doç.Dr.Selami TURABİ’nin sunumu ile “Adalet ve Vicdan İlişkisi” başlıklı bir söyleşi şeklinde gerçekleşti.
Bilgilendirici ve tefekküre davet eden sunumu için Sayın TURABİ’ye teşekkür ediyor, söyleşiden bazı notları okuyucularımızın istifadesi için aşağıda sunuyoruz.
SÖYLEŞİDEN NOTLAR:
Adalet, eşitlik demek değildir. Kuru ota su vermek zulüm iken, yaş ağaca su vermemek zulümdür.
Allah-ü Teala’nın “el-Adl” ismi vardır. Adalet ve adil olmak, Allah’ın sıfatının insandaki tecellisidir ve kâmil bir insanda olması gereken bir vasıftır.
Peygamber Efendimizin sahabeden fakir biri ile şu diyaloğu, bizim inancımıza göre adaletin ne olduğuna dair çok güzel bir örnek teşkil etmektedir;
“Hz. Ebu Hureyre (ra) anlatıyor:
“Resulullah’a bir adam geldi ve:
“Ey Allah’ın Resulü, helak oldum.” dedi. Resulullah:
“Seni helak eden şey nedir?” diye sorunca:
“Oruçlu iken hanımıma temas ettim.” dedi. Bunun üzerine Resulullah’la aralarında şu konuşma geçti:
“Azat edecek bir köle bulabilir misin?”
“Hayır!”
“Üst üste iki ay oruç tutabilir misin?”
“Hayır!”
“Altmış fakiri doyurabilir misin?”
“Hayır!”
“Öyleyse otur!” Biz bu minval üzere beklerken, Resulullah’a içerisinde hurma bulunan bir büyük sepet getirildi.
“Soru sahibi nerede?” diyerek adamı aradı. Adam:
“Benim! Buradayım!” deyince, Resulullah:
“Şu sepeti al, tasadduk et!” dedi. Adam:
“Benden fakirine mi? Allah’a yemin ediyorum, Medine’nin şu iki kayalığı arasında benden fakiri yok!” cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah güldüler ve:
“Öyleyse bunu ehline yedir!” buyurdular.” (Buhari, Müslim, Tirmizi)”
Bizim inancımıza göre Peygamber Efendimize ve Hakk’a bağlanmayan hiçbir kuram ve kavram, asliyetine ulaşamaz. Adalet, bize ait bir kavramdır, bizim öz malımızdır ve bu kavram için kullanmamız gereken sembol, bugün ülkemizde kullanıldığı gibi kaynağı Yunan mitolojisine dayanan gözü bağlı kadın heykeli değil, Mevlana Sarığı olmalıdır. Kavram ve semboller, çok önemlidir ve bunların hepsinin bizim milli ve manevi değerlerimizle uyumlu olması gerekir. Birileri önce kavramlarımızı ve sembollerimizi elimizden alarak, bizi değerlerimizden uzaklaştırmaktadır.
Adalet, ibadetlerin şahıdır. Kuran-ı Kerim’de ibadetler için “namaz kılınız”, “oruç tutunuz” ve benzeri tarzda ifadeler kullanılırken, adalet (adil olma) ve liyakat (emaneti ehliyet sahibi kişilere teslim etme) için “Allah emreder” ifadeleri kullanılmaktadır. Bu nedenle Hadis-i Şerifte; “1 saat adalet, 70 yıl ibadet gibidir” denilmiştir.
Adalet, bir tefekkür ameliyesidir. Çünkü yine Hadis-i Şerifte; “1 saat tefekkür, 70 yıl ibadet gibidir” denilmektedir. Bu iki Hadisi dikkate aldığımızda adalet ile tefekkürün birbirine eşit kavramlar olduğu anlaşılmaktadır.
Tefekkür, üst kavramdır. Adalet ise onun altında yer alan bir kavramdır.
Beynin ameliyesine düşünce denir. Düşünce, bilgiye dayalıdır ve gırtlaktan (gıdıştan) aşağı inmez. Tefekkürde ise 3 sac ayağı vardır; 1- Akıl, 2-Bilgi, 3- Kalp
Düşüncenin Hakk’tan ve hakikatten tasdik görmüş haline tefekkür denir. Beyinde (kortekste) bilgiye dayalı üretilen düşünce, kalbe (gönle) inip Hakk ve hakikat süzgecinden geçerse, tefekkür olur. Ancak bunun için kalbin kirli olmaması gerekir.
Hadiste 70 yıl ibadete denk olduğu bildirilen tefekkür; beyinde (kortekste) üretilip kalbe (gönle) inen ve burada Hakk ile birliktelik yaşayarak hakikat pınarı gibi ağızdan dökülen tefekkürdür.
Tefekkür kelimesi, Arapça kökenden gelmekte ve anlamında karşılıklılık barındırmaktadır. Yani tefekkür ameliyesinde iki taraf vardır. Taraflardan biri tefekkür eden kişi, diğeri ise Hakk (Allah)’tır.
Tefekkür ameliyesini yapan mütefekkir kişi yokluğu, Türkiye’nin son dönemde en büyük sorunudur.
Adaletin üç sac ayağı vardır; 1- Akıl (kova), 2- Bilgi (ip), 3- Vicdan (kuyu)
Bir hakim, dava dosyasını bilgi ipini kullanarak akıl kovasıyla vicdan kuyusuna indirmeli ve vicdan kuyusundan çıkan sonuca göre, tamamıyla tatmin olacağı şekilde kararını vermelidir. Anayasamıza göre de hakimler, vicdanî kanaatlerine göre karar vermek durumundadırlar.
Ancak kanunlarımız çoğunlukla başka kültürlerden alındığı için, bu kanunlarda vicdan reddedilmiştir.
Ayrıca vicdan konusu, maalesef bugün hukuk fakültelerinde okutulmamaktadır. Bu konudaki tek kitap da, Metin Feyzioğlu’na ait olan ve Batı felsefesiyle konuya yaklaşılmış olan “Ceza Muhakemesinde İspatın Ölçütü Olarak Vicdani Kanaat” isimli kitaptır. Feyzioğlu’na göre vicdan, bilim ve fennin vardığı son noktadır.
Vicdan, insana doğuştan gelen (vehbî) bir özelliktir. Vicdan, din ve imanla ilgili değildir. Her insanda doğuştan itibaren (ruh gibi) bulunur ve temiz olur. Ancak insanlar sonradan onu kirletebilir. Kirlenen vicdan, sızlamaz.
Üniversitelerimizde vicdanlar kirletiliyor. Yerli yerine oturmayan ve bize ait olmayan kavramlar ve ilkeler, bu kirlenmeye sebep olan faktörler arasında.
Adaletin bir numaralı sorunu, vicdan sorunudur. Adaletin “vicdan” ayağı bilinmediği ve eksik kaldığı için adalet topal kalmaktadır.
Vicdan yokluğuna ilave olarak adaletin daha büyük bir sorunu vardır. O da aklın kiraya verilmesidir. Adalet için selîm, dingin ve başkasına bağlanmayan bir akıl gerekmektedir.
Akıl kelimesi, Arapçada “bağ” anlamına gelmektedir. Yani akıl, bir yere bağlanmak üzere yaratılmıştır. Bu nedenle Hakk’a bağlanmayan akıllar, paraya, kişilere, ideolojilere vs. bağlanır. Selîm bir akıl ise, Hakk ve hakikate bağlanmış akıldır. Ancak vicdanlar kirli olursa, selîm bir akıl bile olsa adalet tecelli etmez. Bugün maalesef çoğunlukla vicdanlar kirlenmiştir. Bu durumda kişi akl-ı selîm bile olsa, kirli vicdandan beslendiği için adaletin tecelli etmesi zordur. Bunu şu örnekle izah etmek mümkündür; inek, ne kadar temiz ot yerse yesin, eğer vücudunda bir hastalık varsa, sütü hastalıklı olacaktır.
Hakimler, kahvehanedeki dingin bir aklın anlayacağı şekilde karar yazmalıdır. Meseleleri karmaşık hale getirmek, hakim olmanın bir gereği gibi düşünülmemelidir.
SÖYLEŞİDEN KARELER: