Twitter Facebook Linkedin Youtube

KATAR KRİZİ VE RUSYA’NIN ÖNÜNE SERİLEN FIRSATLAR

Yaroslav SAMOYLOV

Katar krizi, yaklaşık bir aydır gündemdeki yerini korumaktadır.  Söz konusu diplomatik gerilim, tüm bölgesel ve küresel aktörlerin çıkarlarını ilgilendirmektedir. Bir buçuk senedir Suriye’de askeri operasyon yürüten Rusya, Ortadoğu bölgesinde tüm gelişmeleri dikkatle takip etmek zorundadır ki Katar krizi bunun istisnası değildir.

Bu makalede, Rusya’nın önde gelen araştırmacıların analizlerine dayanarak, bölgesel eğilimler ışığında Katar krizi ve onun Rusya’nın Ortadoğu politikasına etkisi ele alınacaktır. Türkiye’nin aktif bir şekilde Suriye’deki gelişmelere katılması, Ankara’nın Doha’ya asker göndermesi ve 4-5 Temmuzda gerçekleşecek olan Astana görüşmeleri ışığında Türk okuyucusu için yukarıda belirtilen soruna dair Rus analistlerin görüşlerini bilmenin çok faydalı olacağını düşünmekteyim.

Son 17 sene içinde Rusya’nın Ortadoğu politikası, geleneksel Sovyet yaklaşımı (Ortadoğu’nun SSCB/Rusya ve Batı arasında bir mücadele alanı olarak görülmesi) ve onun tersi olan Boris Yeltsin’in yaklaşımlarının (Önce ekonomi sonra jeopolitik) harmanlanmasından oluşmaktadır.

Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra Moskova, bölgenin tüm ülkeleriyle ilişkileri ideoloji yerine piyasa prensipleri üzerinde geliştirmeye başlamıştır. Söz konusu yaklaşım, Rusya’nın siyasi açısından sorun yaşadığı ülkelerle bile ilişkiler geliştirebilmesini sağlamıştır. Aynı zamanda böyle bir tutum, Moskova’nın bölgedeki sorunlara pragmatik bir şekilde yaklaşabilmesine fırsat da tanımıştır. Örneğin Rusya, Suriye’de Suudi Arabistan ile mücadele etmesine rağmen Riyad ile enerji ve silah satma konusunda işbirliği yapabilmektedir.

Bunun yanında Rusya’nın Ortadoğu politikası, ABD ile olan ilişkilerinin türevi olarak çoğu defa duruma göre ve Washington’un bölgede yaptığı hatalara göre şekillenmektedir. Bunu özellikle Rusya ile ABD arasında Suriye’nin kimyasal silahların imha edilmesine dair sözleşme yapılmasından sonra görmek mümkündür. Washington’un bu adımından rahatsız olan Arap dostları ve hatta İsrail, Suriye ve İran politikaları gibi konularda fikir ayrılıkları olmasına rağmen, Moskova ile temaslar kurmaya başlamışlardır.[1]

Trump’ın İran tehdidi hakkında açıklamaları ise, artık Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail gibi eski dostlarına dayanacak olan ABD’nin Ortadoğu politikasının özünü göstermektedir.  Washington, söz konusu ülkeleri bölgede ABD’nin yaratmayı planladığı yeni güvenlik konseptinin temeli olarak görmektedir. Ancak bahsettiğimiz güvenlik sisteminin ne kadar etkin olacağı ise bir soru işaretidir. Örneğin, Washington’un İran karşıtlığı, sadece Riyad ve Tel Aviv tarafından paylaşılmaktadır. Mısır ise daha çok Müslüman Kardeşler’den endişelenmektedir. Bunun yanında bölgenin baş aktörleri arasında, aşılması zor olan çıkar çatışmaları da mevcuttur. Bu çelişkileri Katar-Türkiye, BAE–Mısır, Suudi Arabistan–Bahreyn gibi bloklar arası ilişkilerde görebilmekteyiz. Bloklar arası karşıtlık; Libya, Yemen ve Afrika Boynuzu bölgesinde de (BAE ve Mısır arasında Somali ve Uganda’da çıkar çatışması) mevcuttur. Bununla birlikte Rusya analistlerine göre Suriye’de istikrarın sağlanması amacıyla oluşturulan çatışmasızlık bölgelerinde Katar-Türkiye bloğu ile Suudi Arabistan arasında karşıtlığın ortaya çıkması da kaçınılmazdır.[2] Aynı zamanda ortak bir İran tehdidine rağmen Ankara ve Doha, Müslüman kardeşlere destek verirken, Mısır ve Suudi Arabistan Müslüman Kardeşlere karşı mücadele sürdürmektedir.

Bununla birlikte Suudi Arabistan ile Mısır arasında da çıkar çatışmaları söz konusudur. Tarafların Suriye krizine dair yaklaşımları, tamamen farklıdır[3]. Kahire, İslam faktörünün siyasi amaçla kullanılmasına karşıdır. Ayrıca Mısır için Esad rejimi, köktenciliğe karşı mücadele ortağıdır. Dolayısıyla şimdiki Mısır-Suudi Arabistan yakınlaşması, taktik niteliktedir ve istikrarsızdır. Bu yakınlaşma, sadece Yemendeki belirli konulardaki işbirliği ile sınırlıdır.[4]

Buna ek olarak Suudi Arabistan, Umman’ı İran ile temaslarını sürdürmekle ve İran Devrim Muhafızlarının Umman topraklarını kullanılarak Husiler’e silah göndermesini görmezlikten gelmekle suçlamaktadır.[5]

Bir başka çelişkiler düğümü ise, BAE ve Suudi Arabistan arasındadır. Bu iki ülke arasındaki en önemli anlaşmazlık, Yemen’e dair stratejiyle ilgilidir. BAE, Güney Yemen’in ayrılmasından yana olup Suudi Arabistan, bu girişime karşı çıkmaktadır.[6] Ayrıca bu iki ülke arasında Etiyopya’da Nil üzerinde Büyük Ronesan Barajının inşaatı ile ilgili gerilim de söz konusudur. Riyad, Addis Ababa’ya destek verirken; Abu Dabi ise projesinin inşaatın durdurmasını isteyen Mısır tarafını tutmaktadır. Bu iki ülkenin Libya’ya dair tutumları da birbirinden farklıdır[7].

Katar krizi ve yukarıda bahsettiğimiz ülkeler arasındaki ayrılıkların Suriye krizi üzerindeki etkileri, hem Rusya’nın hem de Türkiye’nin çıkarları açısından önem taşımaktadır.

Başından itibaren Katar ve Türkiye ikilisi, Suudi Arabistan ile birlikte Halep’i Şam’a bir alternatif olarak kullanmayı planlamaktaydı. Buna göre Halep, uluslararası alanda Suriye halkının gerçek temsilcisi olacaktı. Bunun yüzünden hem Batı, hem Türkiye, hem de Körfez monarşileri, Halep’e önem vermekteydi.

Ancak Suriye’de yaşanan son gelişmelerden sonra başlanan ve hala devam eden Astana görüşmeleri, Türkiye ve müttefiki Katar açısından Halep’in kaybedildiğinin kabullenildiği ve bu iki ülkenin Suriye politikalarının buna göre revize edildiği anlamına gelmektedir. Zira rejim muhaliflerinin tüm Suriye üzerinde genişlemesi, bundan sonra söz konusu değildir. Bundan sonra Ankara’nın asıl amacı, Suriye’nin kuzeyinde devletimsi Kürt bölgesinin oluşmasını önlemektir. Bununun için Şam’a karşı savaşan Türkiye taraftarı güçler, Suriye’nin Kuzeyinde Kürtlere karşı denge yaratmak amacıyla takviye edilmiştir. Bu amaca ulaşılabilmesi için ise Ankara, Riyad ile ilişkilerini zedeleme riskini göze alarak, Suriye’de silahlı muhalefete maddi teknik desteği sağlamayı sınırlandırabilmektedir.[8]. Çünkü bu desteği sınırlandırmaması, Şam ve Moskova’yı Kuzeyde bir Kürt koridorunun oluşmasına destek sağlamak zorunda bırakabilmektedir.

Rus analistlerine göre; Katar krizi sonrasında Türkiye’nin Suudi Arabistan ile Suriye’de yolların ayrılması kaçınılmazdır. Riyad ve Türkiye-Katar bloğu arasında Suriye’nin geleceğine ve orada başat gücün kim olacağına dair görüş ayrılığı söz konusudur (Suudi Arabistan başat güç olarak selefi grupları, Türkiye ve Katar ise Müslüman Kardeşleri desteklemektedir).[9] Katar krizi, bu eğilimi hızlandıracaktır.

Rusya’nın Suriye operasyonu ve Halep başarısı, Esad’ın devrilmeyeceği ve sonraki stratejinin buna göre şekillendirilmesi gerektiği anlamına gelmektedir. Türkiye ve Katar, bunu Suudilerden daha hızlı bir şekilde anlamıştır. Ankara ve Moskova arasında Suriye krizi üzerinde görüşmelerin başlaması ise Türkiye’nin Riyad şemsiyesi altından ayrılması anlamına gelmektedir. ABD’nin masada yer almamasının nedeni ise Rakka operasyonunda YPG’nın kullanılması üzerinde Türkiye ve Washington’un anlaşamamasıdır. ABD, YPG’nin Münbiç’ten çekileceğine dair söz verip Ankara’yı kandırmıştır. Washington’un Kürtlerle işbirliği, Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi ve uzun vadede Türkiye’nin Güneydoğu bölgesini de içerecek bir Kürt devletinin kurulmasını amaçlamaktadır. Bununla birlikte Washington, Erdoğan’ın Rusya ile yakınlaşması ve Avrasya’nın bütünleşmesi projelerine yönelik adımlarına karşı da Türkiye üzerinde baskı uygulamak amacıyla Kürt faktörü açıkça kullanmaktadır. Moskova’nın Kürtlerle diyalogu ise; öncellikle ABD’nin bölgedeki etkisinin azaltılması ve ayrılıkçılığın önlenmesi politikalarına dayanmaktadır. Rusya, Kürtlerin etnik haklarına saygı göstermekle birlikte, söz konusu hakların ayrı bir devlet kurularak değil, Kürtlerin halen yaşadıkları Türkiye, İran, Suriye ve Irak sınırları içerisinde gerçekleştirilmesiyle mümkün olduğunu düşünmektedir.

Suriye’de muhalifleri destekleyen aktörler arasında yukarda bahsettiğimiz ayrılıklar, Esad rejimi, Rusya ve onların müttefiki olan İran’a Suriye’de başarılı olabilmek için fırsat sunmaktadır. Bu durum, ABD açısından ise olumsuz bir tablo çizmektedir. Rakka operasyonu uzamaktadır ve ABD yeni cephelere kuvvet gönderememektedir. ABD’nin Ürdün’de eğittiği muhalif güçlerin Deyr ez-Zor’a ilerleyişi, İranlı milisler tarafından durdurulmuştur[10]. Bu durum, Pentagon’un yenilgisi ve Washington’un İran ve Esad üzerinde baskı uygulaması için Kürtlerden başka kullanabileceği bir gücün olmaması ve dolayısıyla YPG’ye daha da fazla destek vermeye devam edeceği anlamına gelmektedir.

Bahsettiğimiz gelişmeler Ankara tarafından takip ediliyor ve analiz ediliyor. Dolayısıyla Ankara ve Washington’un Suriye Kürtleri üzerinde anlaşamaması, Ankara’yı Suriye krizinin çözümü için Astana görüşmelerine mecbur etmektedir. Katar krizi, bu eğilimi daha da güçlendirecektir. Moskova ise Ankara’ya ABD desteğiyle alanını genişleten Suriye Kürtlerinin faaliyetlerini sınırlandırmak için kendi geliştirdiği ve şimdiki şartlar altında Türkiye için en uygun olan alternatiften faydalanmasını teklif etmektedir.

Sonuç olarak Riyad’ın kendi çatısı altında Ortadoğu NATO’sunu oluşturma planları, boşa çıkmıştır. Bu durum, Muhammed bin Salman’nın potansiyelini ve otoritesini büyük bir anlamda zedelemektedir. Kahire, Abu Dabi ve Maskat’ın Salmana karşı tutumları olumsuzdur ki Ortadoğu’da kişisel faktörler oldukça önemlidir.

Suudi Arabistan’ın, BAE ile yaşadığı krizi yatıştırmak amacıyla ortak bir düşman yaratıp Abu Dabi ve Kahire ile birlikte Katar’a karşı baskı uygulama planı, başarısızlıkla sonuçlanmıştır. ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Heather Nauert, Körfez ülkelerinin Katar hakkındaki endişelerini henüz detaylandırmamalarına şaşırdıklarını belirterek, “Amaç gerçekten terörizm mi?” diye sordu.[11] Doha’nın ABD’den savaş uçağı satın alması ve ortak tatbikat yapması, ABD’nin pozisyonu değiştirmiştir ve Trump önceki tutumundan vazgeçmiştir. Bununla birlikte Katar’da Pentagon’un Yemen, Suriye ve Irak’taki ABD kuvvetlerinin koordinasyonunu yaptığı bölgesel karargâh da bulunmaktadır. Aynı zamanda Katar, BAE’ye gaz satmaya ve oradan gıda satın almaya da devam etmektedir.[12]

Washington’a inanan ve oradan 120 milyarlık silah satın alması karşılığında istediği her şeyi yapabileceğini düşünen M.Bin Salman, söz konusu krizden zararlı çıkmıştır. Aynı zamanda Riyad, Abu-Dabi ve Kahire’nin tuzağına düşmüştür. Suudi Arabistan, kendi rakiplerini (BAE ve Mısır bir tarafta ve Katar diğer tarafta) birbirlerine karşı kışkırtarak, kendisi tarafsız ve izleyici olarak kalabilirdi. Ne var ki Riyad başka yolu seçmiştir. Bunun sonucu ise Suudi Arabistan’ın Ankara–Doha ekseni ile ilişkilerinde gerginlik olmuştur. Gerilim, Türkiye toprakları kullanılarak maddi-teknik destek alan Suriye’deki Suudi Arabistan’dan yana olan muhalif grupları olumsuz bir şekilde etkileyecektir.[13] Söz konusu grupların zayıflaması, Suudi Arabistan’ın Suriye’de etkisinin azalması ve İran’a yenilmesi anlamına gelmektedir. Dolayısıyla Suudilerin İdlib’i kaybetmemek için tüm güçlerini zorlamaya başlayacağını bekleyebiliriz.[14] Bundan sonra Suriye’de tek ve bölünmez muhalefetin yaratılma ümidi tamamen kaybolmuştur. Bu durum ise Suriye’de faaliyette bulunan Rus Hava Kuvvetlerinin işini epey kolaylaştırmaktadır.

Trump’ın yeni bölgesel güvenlik yapısı oluşturma planları da gerçekçi değildir. Bununla birlikte ABD, her ayrı durum için farklı müttefiklere dayanabilecektir (Yemen’de Suudi Arabistan ve BAE’ye, Mağrip ve Afrika Boynuzu bölgesinde BAE ve Mısır’a). Bu sistem, ABD’nin İran devriminden sonraki Ortadoğu politikasını anımsatmaktadır. Obama, Arap Baharı dalgasında söz konusu fren ve denge sistemini dönüştürmeye çalışmıştır. Trump ise geleneksel Ortadoğu politikasına dönmeye çalışırken karşısında olan zorlukları ciddi bir şekilde değerlendirememektedir.

Rusya’ya gelince, Katar krizi Moskova’ya yeni kapılar açmaktadır. Petrol fiyatların yükselme olasılığı ile birlikte Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi ülkelerinin dış siyasi ve ekonomik-ticari sistemlerinin yeniden yapılandırılması söz konusu olabilecektir. Bu durum, Rusya’ya hem Suudi Arabistan, hem de Katar ile var olan ilişkileri daha da derinleştirme fırsatları sunmaktadır.

Hem Suudi Arabistan,hem de Katar ile birlikte çalışan önde gelen şirketlerden biri Rosneft’tir. Aralık 2016’da Qatar Investment Authority (QIA) Fonu, Glencore ile birlikte 10,2 milyar avroya Rosneft hisselerin %19,5’ini satın almıştır.[15] Ayrıca QIA Fonu’nun, Rusya’nın Bağımsız Petrol-Gaz Şirketi (Nezavisemaya neftegazovaya kompaniya) hisselerinin %25’ini (1 milyar dolara) satın almasına dair görüşmeler aktif bir şekilde sürmektedir[16].

The Wall Street Journal gazetesine göre QIA Fonunun Rusya pazarında aktif bir şekilde gösterdiği faaliyetler, siyasi amaçlar da taşımaktadır. Bu amaç ise Katar’ın dış politikasını çeşitlendirmesi ve çok boyutlu hale dönüştürmesidir. Belirtelim ki Ukrayna krizinden dolayı Batı tarafından Rusya’ya uygulanan yaptırımlara rağmen Katar, Rusya ekonomisine yatırım yapan nadir ülkelerden biridir.[17]

GL Asset Management şirketine göre; “Rusya, Suudi Arabistan, Mısır ve diğer Arap ülkelerinin Katara karşı uyguladığı yaptırımlara katılmak zorunda değildir. Suudi Arabistan’ın da bu durumu değiştirme imkânı mevcut değildir çünkü Riyad, Rusya ile öncelikle petrol üzerinde işbirliği yapmaktadır. Katar ise ABD’nin yaptırımlarına rağmen Başneft ile satış akdi yapıp ayrıca şu an yaptırım listesinde bulunan Bağımsız Petrol-Gaz Şirketi ile görüşmeleri sürdürmektedir”.[18]

Rusya-Katar işbirliği, Lukoil üzerinden de sürdürülmektedir. Haziran 2017’de Rusya’nın Federal Anti Tekel Servisi, Katar’ın eski başbakanı Jassim al Thani’nin sahip olduğu Al Mirqab Capital SPC şirketine ait ve Rusya’nın Hantı-Mansi Özerk Okrugu’nda bulunan Çumpassneftdobiça şirketinin Lukoil tarafından satın alınmasına izin vermiştir. Jassim al Thani, 2007–2013 yıllar arasında Katar’ın başbakanıydı ve aynı zamanda yukarıda bahsettiğimiz QIA Fonunun da başkanıydı.[19]

Katar ile böylesine iyi ikili ilişkiler geliştiren Rusya, Suudi Arabistan ile ilişkilerini de aktif bir şekilde geliştirmektedir. İki ülke arasındaki temaslar, öncelikle Rus Başneft ve Suudi Saudi Aramco şirketleri üzerinden gerçekleşmektedir. Haziran başında Saudi Aramco şirketinin Yönetim Kurulu Başkanı ve aynı zamanda Enerji Bakanı Khalid Al-Fatih, Rusya’yı ziyaret edip enerji üzerinde çalışan Nvatek ve Sibur şirketleriyle olası işbirliği hakkında görüşmeler gerçekleştirmiştir.[20]

Aynı zamanda 20 Haziranda Rusya’nın Federe Askeri Teknik İşbirliği Servisi Başkanı Dmitriy Şuvalin açıklamalarına göre; “Suudi Arabistan’ın ABD ile yaptığı askeri sözleşme, Riyad’ın Moskova ile askeri-teknik işbirliğini etkilemeyecektir. Rusya ile Riyad arasında halen çok sayıda askeri-teknik sözleşmeler üzerinde görüşmeler sürdürülmektedir”.[21]

Körfezde patlayan kriz, krizin baş aktörleri açısından dış müttefikler bulma uğraşını da beraberinde getirmektedir. Bu bağlamda gerilimin taraflarından hiçbirine destek vermeyen ve mevcut konjonktürden faydalanan Rusya, Körfez Arap Ülkeleri İşbirliği Konseyi ve hatta genel olarak tüm Ortadoğu bölgesinin ülkeleriyle ticari-ekonomik ve finansal ilişkileri geliştirmek için önemli fırsatlar yakalamıştır ve bu fırsatları oldukça güzel şekilde değerlendirmektedir.

 

Yaroslav SAMOYLOVSASAM Rusya Masası Uzmanı
Yazarın diğer yazıları için
tıklayınız

___________________________
DİPNOTLAR

[1] Александр Шумилин, Российская дипломатия на Ближнем Востоке: возврат к геополитике, İFRİ, Russie.Nei.Vision, N: 93, Май 2016, стр. 25.

[2] http://vpk-news.ru/articles/36875

[3]http://www.economist.com/news/middle-east-and-africa/21710912-series-incidents-has-disrupted-relationship-between-arab-worlds

[4] http://www.agsiw.org/egypt-saudi-arabia-no-divorce-pending-dysfunctional-marriage/

[5] http://www.reuters.com/article/us-yemen-security-iran-idUSKCN12K0CX

[6] http://www.presstv.ir/Detail/2017/05/13/521714/Saudi-Arabia-UAE-disagYemen/

[7] http://www.vpk-news.ru/articles/36997

[8] http://www.vpk-news.ru/articles/34091

[9] http://www.vpk-news.ru/articles/34091

[10] http://www.orsam.org.tr/index.php/Content/Analiz/5112?s=orsam|turkish

[11] http://www.trthaber.com/haber/dunya/abd-disislerinden-katar-aciklamasi-sasirdik-320763.html

[12] https://www.bloomberg.com/news/articles/2017-06-07/u-a-e-gulps-qatari-gas-to-keep-dubai-s-lights-on-despite-spat

[13] http://vpk-news.ru/articles/37465

[14] http://www.vpk-news.ru/articles/34091

[15] http://www.reuters.com/article/us-russia-rosneft-privatisation-idUSKBN13Z0QB

[16] https://www.vedomosti.ru/business/articles/2017/06/05/692974-hudainatov-partnera

[17] https://www.vedomosti.ru/business/articles/2017/06/08/693530-rosneftegaz-fonda-katara

[18] https://interaffairs.ru/news/show/17718

[19] https://www.vedomosti.ru/business/news/2017/06/08/693612-lukoil

[20] https://www.vedomosti.ru/business/news/2017/06/01/692589-rosnefti-saudi-aramco

[21] http://anna-news.info/rossiya-i-saudovskaya-araviya-obsuzhdayut-voennoe-sotrudnichestvo/

Yaroslav Samoylov Hakkında

Yaroslav SAMOYLOV: 1992 Ukrayna doğumludur. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü mezunudur. Şu anda Uludağ Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesinde Uluslararası İlişkiler programında okumaktadır. Rusça ve Ukraynaca anadilleridir, iyi derecede Türkçe ve İngilizce bilmektedir.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: