Anadolu tarihinin son iki yüzyılında çeşitli ülkelerden Türkiye Cumhuriyeti sınırlarına 3,5 milyon mülteci gelmişken sadece son 5-6 yılda 3 milyonun üzerinde mültecinin gelmesi, ülkemizi ekonomik ve sosyal yönden olumsuz etkilemiştir.(1)
2017 verilerine göre Türkiye’de yerleşik Suriyeli mülteci sayısının 3.2 milyon olduğu belirtilmektedir.(2) Bu verilere göre tüm dünya ülkeleri içerisinde Türkiye, en fazla Suriyeli mülteci nüfusu barındıran ülke konumundadır.(3) Türkiye, Suriye’den gelen kardeşlerine kucağını açarak ahlaki ve vicdani bir duruş ortaya koymuş ve insaniyetliğin ölmediğini tüm dünyaya göstermiştir. Ülke olarak geçmişte de göçmenleri kabul etmiş ve iyi bir ev sahipliği yaparak bu tarz hadiselerin üstesinden alnımızın akıyla çıkmışızdır.(4) Ancak bu defa gelen misafirlerimizin sayıca çok olup plansız ani bir şekilde kabul edilme durumunda kalınmış olması, ayrıca BM ve AB’nin vermiş olduğu güvenceleri yerine getirmemiş olması da işin külfetini iyice artırmıştır.
Suriyeli krizi ve beraberindeki sorunlar göz ardı edilemeyecek derecede ciddi boyutlara varmış olup, olaya kayıtsız kalmak mümkün değildir. Bugün tüm dünya, tarihin en ciddi göç ve mülteci krizine şahitlik etmektedir. Gelinen bu noktada sorunun detaylarında boğulmak yerine, ne yapılmalı sorusuna çözüm aramak en doğru yaklaşım olacaktır.
Gerek hükümet gerekse parti programlarından da anlaşılacağı üzere, genelde kısa vadeli planlar yapıp bu planlar üzerinde kafa yormaktayız. Bu nedenle de bazı olayları ve sonuçlarını ancak sorun ortaya çıkınca idrak etmekteyiz. Suriyeli misafirlerimiz konusunda da genelde kısa vadeli planlar yapıldığı ve uzun vadeli stratejik hedefler belirlenmediği görülmektedir.
Bunu kısa vadede Suriye’deki savaşın hemen biteceği, Beşar Esad’ın devrileceği ve gelen mültecilerin tekrar yurtlarına döneceği beklentilerimizden anlayabiliriz. Ancak olaylar beklediğimiz gibi gelişmedi. Ne Suriye’de savaş bitti, ne de tekrar Suriye’ye dönen oldu. Bu süreçte AB ile de anlaşmalar yapılıp sözler alındı. Suriye’de savaş bitmeyip AB’nin de söz verdiği maddi yardımlar gelmeyince ve de en önemlisi bir plan çerçevesinde hareket etmeyince doğru adımlar atılamadı.
Başta açık kapı politikası ve kampların kurulması olmak üzere atılan pek çok adım, Suriyelilerin mağdur edilmemesi açısından önemlidir. Savaşın ilk başladığı zaman gelen mülteciler için doğru ve zamanında tepkiler verilmiş ve hemen geçici barınma merkezleri kurulup çadır kentler inşa edilmiştir. Sonrasında ise göç idaresi kurulmuş ve hem çadır kentlerde hem de diğer bölgelerde yaşayan mültecilerin kayıtları tutulmaya başlanmıştır. O zamanki olayları doğru okuyup doğru yorumladığımız için gelen misafirlerimiz bize müteşekkir ve minnettardı. Ancak sonrasındaki süreç doğru yönetilemediğinden Suriyeli mülteciler Türkiye’deki yasal statülerine ve dolayısıyla geleceklerine ilişkin belirsizlik nedeniyle giderek artan bir hayal kırıklığı yaşamaya başladılar. Savaşın bitmemesi, maddi imkanların yetersizliği ve düştükleri bu boşluk, Suriyelileri iyice gelecek kaygısına düşürmüştür.
Çadır kentler kurulurken Suriyelilerin entegrasyonu için planlı bir çalışma yapılmamış ve fırsatını bulan mülteciler çadır kentlerden çıkarak çeşitli işlerde çalışmak suretiyle sosyal hayata entegre olmaya çalışmışlardır. Ülkemizde yerleşik Suriyelilerin geçici “misafir” olmayacağının anlaşılması ile daha geniş kapsamlı bir adaptasyon gerekliliği ortaya çıkmıştır.
Sosyal hayata entegre olmaya çalışan her mültecinin karşısındaki en büyük engel, çalışma izninin olmayışıydı. 2016’da yasal olarak çalışma izni almaya başlasalar da bunun tam olarak uygulanabilmesi zaman alacaktır. Yakın zamana kadar yasal olarak çalışmak mümkün olmadığından tek alternatif, düşük ücretlerle ve herhangi bir sosyal hak elde etmeksizin yasadışı çalışmaktı. Bu durumun uzun bir süre daha böyle devam edeceği görülüyor. Bu durum, Suriyeli mültecileri sömürüye açık bir hale getirmekte ve bizim kendi iş gücü piyasamızı da altüst etmektedir. Türkiye’de yasadışı işçilerin artmasıyla azalan ücretler nedeniyle, Suriyeli mültecilerin hedef alınması riski de ortaya çıkmaktadır. 2014 yılında Gaziantep’te çeşitli nedenlerle Suriyeliler hedef haline geldi ve bazı bölgelerde Suriyelilere yönelik saldırılar da oldu. Neyse ki bu tarz olaylar toplumun geneline yayılmadı. Bu olayların görünürde sosyal olaylardan kaynaklandığı düşünülse de, temel neden ekonomik sorunlardı.
Suriyeli zenginlerin büyük çoğunluğunun Avrupa ülkelerine gittiklerini duymaktayız. Bu nedenle ülkemizde hep fakir, gariban ve yardıma muhtaç Suriyelilerin kaldığını düşünürüz. Ancak ticaret odalarına kayıtlı Suriyeli sayısına bakıldığında aslında bu potansiyeli gözden kaçırdığımızı anlayabiliriz. Savaş başlamadan önce 2011 yılında Gaziantep Ticaret Odasına kayıtlı 12 Suriyeli firma varken, bu sayı 2014’te 347, 2015’te 571, 2016’da ise 738’e ulaşmıştır.(5) Üstelik mahalle bakkalı tarzındaki küçük esnaf, bu sayıya dahil değildir. Dolayısıyla Suriyeliler, işçi olarak çalıştıkları gibi iş hayatına atılarak şirketler kurmaya devam ediyor. Bu nedenle, Suriyeli firmaların piyasaya katacağı potansiyel değerin farkına varılması gerekir.
Gaziantep ve Hatay’ da yerel halk ve sivil toplum kuruluşları ile yapılan görüşme ve gözlemler neticesinde Suriyelilerin yaşadığı problemlere ilişkin tespitler ve çözüm önerilerimiz, şu şekildedir;
Vergi Daireleri, Belediyeler ve Bazı Kamu Kurumlarında Yaşanan Sorunlar
Suriyelilerin topluma başarılı bir şekilde entegrasyonlarını gerçekleştirebilmek için uzun dönemde Türk vatandaşlığına geçmeye imkân sağlayabilecek yollar değerlendirilmeli ve bu çalışmalar hızlandırılmalıdır.
Türk devleti, hem içerde hem de dışarda yaşadığı tüm olumsuzluklara rağmen mülteci politikasını oldukça kararlı bir şekilde yürütmeye çalışmaktadır. Süreç başarılı bir şekilde götürüldüğü takdirde, hem mağdur durumda olan Suriyeliler için bu göç bir avantaja dönüşecek, hem de ev sahibi ülke olarak Türkiye bu dinamik ve genç yeni nüfusundan istifade ederek ülkede sosyal ve ekonomik hareketlilik sağlamış olacaktır.
Suriyeli nüfus, kısa vadede eğitim ve istihdam ile üretim kanallarına sokularak ülke için yük değil, adeta bir potansiyel olacaktır. Son söz olarak bakanlıkların ve belediyelerin öncelikle dil problemini çözmesi gerektiğini belirtmekte fayda var. Bu problemin çözümü için Milli Eğitim Bakanlığı gözetiminde Türkçe kursları açılmalı ve her bir Suriyelinin Türkçe öğrenmesi sağlanmalıdır. Özellikle kamplarda verilen eğitimlerde Türkçe müfredata uygun eğitimler verilmesine dikkat edilmelidir.
.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
_____________________________________
Kaynakça: