Twitter Facebook Linkedin Youtube

MİLLETİN VEKÂLETİ İLE KAVGA – TBMM’DE ÖFKE SORUNU

Emre Ali KODAN

Anayasamızın “Egemenlik” başlıklı 6. maddesi aynen şöyle demektedir: “Egemenlik, kayıtsız şartsız Milletindir. Türk Milleti, egemenliğini, Anayasanın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye, zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir Devlet yetkisi kullanamaz.”[1]

Türk Dil Kurumunun tanımlaması ile “Egemen”; “yönetimini hiçbir kısıtlama veya denetime bağlı olmaksızın sürdüren, bağımlı olmayan, hükümran, hâkim” anlamına gelmektedir. “Egemenlik” ise; “Egemen olma durumu” veya “Milletin ve onun tüzel kişiliği olan devletin yetkilerinin hepsi, hükümranlık, hâkimiyet” demektir.

Millî Egemenliğin kısa tanımı ise şu cümleyle ifade edilmektedir; “Egemenliğin tek meşru kaynağı ve sahibi Millettir.”[1] Millet iradesi, fertlerin iradelerinin bir araya gelmesinden ve kaynaşmasından oluşmaktadır. Millî egemenlik, Milletin bölünmez iradesini temsil eder.

TBMM’nin temel dayanağını oluşturan “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ifadesi ile TBMM’nin açılımının; “Türkiye Büyük Millet Meclisi” olduğunu hepimiz bilmekteyiz.

Tüm bu açıklama ve tanımlarda siz değerli okuyucularımızın dikkatini çeken bir şey olup olmadığını veya buraya kadar olan kısmı okuduktan sonra tüm anlam ve tanımlarda “Millet” vurgusunun baskın olduğunu sanırım müşahede etmekteyiz. Kısaca, TBMM çatısı altında aslında ciddi bir millet duygusu, kimliği hatta bir anlamda şahsı manevisinin temsili olduğunu düşünebiliriz. Buna ilave olarak, teknik anlamda TBMM çatısı altında bulunan herkesin tüm Türkiye’yi yansıttığını da düşünmekte herhalde bir mahsur olmayacaktır.

Peki, TBMM çatısı altındaki tüm kişiler nasıl kendi var oluşlarını bir yana koyarak sadece ama sadece Milleti temsil etmesi gerektiğini her an yaşayacak veya bunu böyle bilecek? Bunu da tamamladığını düşünelim, peki her bir kişi orada bulunma sebebini ve dolayısı ile varoluş hikmetini nasıl olacak da istenen veya en doğru bir şekilde temsilini gerçekleştirecek?

“Artık Kendin Değilsin, Millet’in Vekilisin…” Konu bir anda nasıl da derinleşti değil mi?

Diyelim ki, 550 kişi ayrı ayrı kendi fikir ve ideolojilerini Meclis çatısı altında temsil etsin. Kısaca hepsi “ben” desin ya da “bana göre” desin. Peki, biz tüm bu bilgi ve tanımlamalardan sonra Milleti temsil etsin diye Meclise gönderdiğimiz kişilerin aslında bizi değil artık oraya girdikten sonra kendilerini mi temsil ettiğini düşüneceğiz? (Teşbihte hata olmaz denir.)

Bu noktadan itibaren biraz daha düşünce dünyamızı zorlayalım ve diyelim ki; peki, temsil bir şekilde oldu, fakat öfke nerden çıktı? Kime, kim için veya neye ki bu öfke? İnsan neden öfkelenir? İnsanı bağırmaya, kavga etmeye, incitmeye iten başlıca etmen nedir desek, ortak görüş olarak sadece bir sebep çıkar mı?

Evet, bu etmen; herkes için kişinin bu dünyaya geldikten sonra her şeyinin biriktirdiği, adeta bir hard disk hüviyetinde olan varlığı, diğer bir ifade ile benliğidir.

Öyle ya, var olmayan öfkelenir mi? Benliği olmayan kavga eder mi? Varlığı ve benliği harmanlanarak kendini “uçan tekme” ile ifade eden aslında neyi ifade etmektedir?

Bu noktalarda insanı ve insanın gelişimini ele alan tüm bilimlerin alanına girmeye başlıyoruz. Bu çalışma, bir deneme niteliğinde ve inandığımız bir doğruya ait muhataplarına bir faydalı mesaj vermesi isteği üzerine hazırlandığı için tamamen subjektif ve hatta biraz önce bahsettiğim varlık ve benlik harmanı ile oluşmuş bir görüş olmaktan ibaret olacaktır. Bu sebeple derin ilmi kaynaklar göstermek veya alıntılar yapmak yerine bir rengimiz varsa bunu sunma adına yazdığım bu yazının bu çerçeve ve kısıtlar altında değerlendirilmesini arzu ederim.

Buna ilave olarak, ben bir İslam âlimi ve inanç, din gibi kavramların hocası da değilim. Lakin burada bir sorun varsa başvurmam gereken en öncelikli kaynağın ne olduğunu biliyorum veya böyle inanıyorum da diyebilirim.

Yazımızın konusu olan “öfke”yi, inandığım şekli ile ifade etmek için insanlık âleminin bugüne kadar görmüş ve hatta bundan sonrada göreceği en kâmil yani en iyi örneği olan Zat’a[2] başvurmam gerektiğini düşündüm. (Tabi ki bunu düşünürken, benim bugün aslında bunu böyle düşünememe ihtimalimi de düşündüm. Mesela, 15 yaşında böyle bir konuyu düşünüyor olsaydım belki Freud’un psikanalizi, belki Sokrates, belki Stephan R. Covey’in “etkili insanların yedi alışkanlığı” hatta belki de Sofi’nin dünyasında arayacaktım cevabı. Ya da bugün öfke hakkında bir araştırma yapmam gerekse belki psikologlar belki de psikiyatrlar ile görüşmem gerek diyecektim. Lakin bugün duyduğum ve okuduğum üç veya beş cümle bana o kadar kafi geliyor ki ilave araştırmalar, ilave bilgi ve ilave zaman anlamına geliyor benim için. Septik değilim kısaca…)

Resulullah (sav) bir gün: “Siz aranızda kimi pehlivan addedersiniz?” diye sordu. Ashab (ra): “Erkeklerin yenmeye muvaffak olamadığı kimseyi!” dediler. Resulullah (sav): “Hayır,” dedi, “gerçek pehlivan öfkelendiği zaman nefsine hakim olabilen kimsedir.”[3]

Resulullah (sav) buyurdular ki: “Kuvvetli kimse, (güreşte hasmını yenen) pehlivan değildir. Hakiki kuvvetli, öfkelendiği zaman nefsini yenen kimsedir.”[4]

“Urve İbnu Muhammed es’Sadi’nin yanına girdik. Bir zat kendisine konuştu ve Urve’yi kızdırdı. Urve kalkıp abdest aldı ve: “Babam, dedem Atiye (ra)’den anlatır ki, o, Resulullah (sav)’ın şöyle söylediğini nakletmiştir: “Öfke şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır, ateş ise su ile söndürülmektedir; öyleyse biriniz öfkelenince hemen kalkıp abdest alsın.”[5]

Resulullah (sav) bize buyurmuştu ki: “Biriniz ayakta iken öfkelenirse hemen otursun. Öfkesi geçerse ne ala, geçmezse yatsın.”[6]

Öfke ile ilgili bana son derece tatminkâr gelen, aklıma, gönlüme ve duygularıma hitap eden bu tavsiye/nasihatlerden sonra öfkenin “doğru” bir şey olmadığını, istenen bir durum olmadığını, bunun nereden kaynaklandığını (burası çok önemli, çok yorulduk, çalıştık, bittik vs vs binlerce mazeret yok, öfkenin kaynağı çok net bir ifade ile belirtilmiş, teferruatı ilgilenenlere bırakılmıştır) hatta bu hal yaşandığı zaman ne yapılması gerektiği ifade edilmiş.

Şimdi gelelim yine başladığımız noktaya yani TBMM’ye. Milletimiz vekâlet verdiği için mi kavgaların dozu aşırıya kaçtı? Ben kimsenin böyle bir vekâlet verdiğini duymadım, zaten gecenin bir yarısında boks müsabakaları TV’de mevcut, gerek de yok gibi. Peki, uçan tekmeler, ısırmalar, fırlatmalar, kırmalar veya dökmeler için bir talep vardı da bu sebepten mi bu işler zuhur etti? Böyle bir talep de bildiğim kadarı ile yok…

Milletin temsil edildiği Meclis’te aşırı boyutta kavgalar neden oldu peki?

Peki, oldu; kabul. İnsanız, beşeriz, hatalıyız.

Bu görüntüleri hafızadan silmek için ne yaptık? Bir daha olmasın diye ne mesaj verdik? Hangi gayreti gösterdik de, emanetçi olduğumuz mekânda, emanetini aldığımız Milletin karşısına geçip iki kelime söyledik?

Biz millet olarak Türkiye Büyük Millet Meclisimizde bu görüntüleri görmek istiyor muyuz? Rızamız var mıdır? Diyelim oldu ve bitti, hata oldu, fakat gönlümüz kırıldı. Telafi etmek için ne yapıldı? Ne yapılmalı idi?

18 yaşına düşürülüyor şimdi evimiz ve temsilimiz olan Meclis’e girme hakkı, ne güzel. Lakin 18 yaşında bizler ne halde idik? Ağabeylerimiz, ablalarımız ne yapıyor ise özenmiyor muyduk? Peki, bu gençler; “büyüklerimiz ne güzel uçan tekme atıyorlardı, biz bir tık üstüne çıkıp havada parende atarak bir yumruk indirsek” mi diyecek? Ne diyecek bu gençler? Bizim bastıramadığımız öfkemizi bu gençler nasıl bastıracak? Biz hani örnek idik? Evet, örneğiz ama nerde örneğiz? Mikrofonlar arkasında. Ne zaman örneğiz? Sadece konuşma yaptığımız zaman, yani sadece söylemde. Niye mi? Çünkü ağzımızdan çıkan İslam’ı yaşamıyoruz ki ondan. Alakamız dahi kalmamış desem çok mu sert olmuş olacak bilmiyorum ama ne yaptığımızı bilmiyor görüntüsü vermiyor muyuz diye de düşünüyorum bir yandan.

Bugün “biz İslam’ı gösteri için yaşamıyoruz, tribün için oynamıyoruz, desinler diye yapmıyoruz” bilincine gelmemiz elzem değil mi artık? Öfkeyi orada burada, şuna sebep buna sebep ne arıyoruz, neyi nerede arıyoruz? İçinde yahu, içimizde…

Kendimize dönmeden önce başkasını bulduk karşımızda belki ondan kendimizi unuttuk bilmiyorum. Ama biz kendimize dönmez isek o zaman “bu niye böyle oldu, şu niye öyle oldu” gibi son pişmanlıklar fayda vermez. İşe kendimizden başlama zamanı. Öfkemizi yeneceksek de hep beraber yenme zamanı. Milletin vekaletini alıp da en güzel olma zamanı, ama gösteriş olsun diye değil, Müslüman âlemi arkamıza takılsın diye değil. Biz; “BİZ” olalım bak o zaman ne olur!

Her vekilin milletten aldığı vekâleti en hassas bir şekilde taşıdığına ve görevini en iyi şekilde yapma azmini taşıdığına inanmak istiyorum. Başka da bir yol görmüyorum. Diğer yandan makam ve görev peşinde bu kadar koşulmasını, kırk kapı çalınmasını, kapılar önünde yatılmasını hayretle karşılıyorum.

Kim bu ağır görevi, ağır mesuliyeti, ağır vekâleti almak için bırak can atmayı, canını da malını da harcar da harcar.

Her şey dünyada mı? Dünya için mi?

Niye demek istemiyorum, cevabı var ama burada değil.

Saygılarımla,

.

Emre Ali KODAN

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

________________________________

[1] https://www.tbmm.gov.tr/kultursanat/milli_egemenlik.htm

[2] Peygamberlerin sonuncusu alemlerin rahmeti, dinin doğru uygulayıcısı, insanlığın kamili, vesilelerin en keremlisi, Allah’ın sevgilisi, ümmetine merhameti bol, şanı yüce Peygamberimiz Hz. Muhammed Sallallah-ü aleyhi ve Sellem. (Dr. Ayşegül Erdoğ tanımı ile, bkz. Adımlar 1-2-3, Mayıs 2005, ISBN:975-98028-6-4.

[3] Müslim, Birr 106, (2608); Ebu Davud, Edeb 3, (4779)

[4] Buhari, Edeb 76; Müslim, Birr 107, (2760); Muvatta, Hüsnü’l-halk 12, (2, 906)

[5] Ebu Davud, Edeb 4, (4784)

[6] Ebu Davud, Edeb 4, (4782 )

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: