1998-2005 yıllarında Almanya Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak görev yapan ve yaklaşık 20 yıl Alman Yeşiller Partisi’ne liderlik eden Joschka Fischer, Trump’ın ABD liderliğindeki müesses küresel düzeni bozması durumunda başta Almanya olmak üzere dünyayı bekleyen muhtemel kaosu değerlendirdi. İşte o değerlendirme:
*****
45. Amerikan Başkanı olarak göreve başlayan Donald Trump, yemin töreninde yaptığı konuşmasında, müesses Amerikan düzenine, kendi yönetiminin işleri eski usullerle yürütmek niyetinde olmadığını açık bir şekilde ifade etti. “Önce Amerika” şeklindeki sloganı, Franklin D. Roosevelt’ten başlayarak Demokrat veya Cumhuriyetçi [tüm] başkanların – başarı seviyeleri farklı olmakla beraber – yetmiş yılı aşkın süredir geliştirip devam ettirdiği ABD liderliğindeki dünya düzenini bir kenara bırakacağının, hatta muhtemelen yok edeceğinin sinyallerini veriyor.
Amerika, dünyanın önde gelen ekonomik ve askeri gücü olarak oynadığı rolü terk edip milliyetçilik ve izolasyon politikası güderse, uluslararası düzenin yeniden şekillenmesine zemin hazırlamanın yanında bizzat ülke olarak da değişecek; egemen bir güç olmaktan çıkıp, çok sayıda güçlü devletten biri haline gelecektir.
ABD, 2. Dünya Savaşı’nın bitişinden bu yana küresel serbest ticaretin lokomotifi oldu. Dolayısıyla korumacılık politikasına yönelmesi ya da küreselleşmeyi tersine çevirmeye veya dar kapsamlı ulusal çıkarlar doğrultusunda kullanmaya çalışması, dünya genelinde son derece önemli ekonomik ve siyasi sonuçlar doğurur. Bu yönde bir değişimin yaratacağı sonuçları tümüyle kestirmek büyük ölçüde imkansız, ama dünyanın önde gelen güçleri en son kendi içlerine döndüklerinde, yani 1930’larda neler olduğunu biliyoruz ya da bilmeliyiz.
Mevcut küresel düzenin temelini oluşturan ittifaklar, çok taraflı kurumlar, güvenlik teminatları, uluslararası anlaşmalar ve ortak değerler yakında sorgulanır hale gelebilir ya da büsbütün reddedilebilir. Şayet bu gerçekleşirse, eski Amerikan Barışı (Pax Americana) da bizzat Amerika tarafından gereksiz yere yok edilmiş olacak. Bunun yerine koyacak alternatif bir çerçeve de olmadığından, yakın geleceğe dair tüm göstergeler çalkantı ve kaosu işaret ediyor.
Almanya ve Japonya’nın güvenlik sorunu
Trump liderliğindeki ABD’nin bugüne kadar oynadığı küresel rolü bir kenara bırakması durumunda en çok zarara uğrayacaklardan ikisi, Amerika’nın eski düşmanları Almanya ve Japonya olacak. 1945’te tam bir yenilgiye uğrayan bu iki ülke, o tarihten itibaren “güç devleti”nin (Machtstaat) her türlüsünü reddetti. Güvenlikleri ABD tarafından teminat altına alınırken, kendilerini birer ticaret ülkesine dönüştürdüler ve ABD liderliğindeki uluslararası sistemin etkin birer katılımcısı oldular.
Eğer Trump ABD’nin sunduğu güvenlik şemsiyesini çekip alırsa, bu iki önemli ekonomik güç, ciddi bir güvenlik sorunu ile baş başa kalacak. Japonya, jeopolitik konumu ve çevresi itibarıyla savunma kabiliyetlerini teoride yeniden millileştirebilir, ama bu seçeneği uygulamaya koymak, Doğu Asya’da askeri çatışma olasılığını ciddi şekilde arttırabilir. Bölgede birden fazla ülkenin nükleer silah sahibi olduğu düşünülecek olursa, bu son derece endişe verici bir ihtimal.
Almanya ise Avrupa’nın tam göbeğinde ve savaş döneminden kalma eski düşmanlar ile çevrili bir ülke. Ekonomik ve demografik açıdan kıtanın en büyük ülkesi konumunda, ancak gücünü büyük ölçüde Amerika’nın sunduğu güvenlik teminatına ve ortak değerler ile serbest ticarete dayalı, çok taraflı, Atlantik ötesi ve Avrupalı kurumsal çerçevelere borçlu. Mevcut uluslararası düzen, “güç devleti”ni ve beraberindeki nüfuz alanını gereksiz kılmış durumda.
Japonya’nın aksine, Almanya’nın güvenlik politikasını teoride dahi yeniden millileştirmesi mümkün değil, çünkü bu yönde bir adım, Avrupa’da ortak savunma ilkesini temelinden çürütüp kıtayı parçalar. Unutmayalım, savaş sonrası kurulan küresel ve bölgesel düzenin amacı, eski düşman güçleri entegre edip artık birbirileri için tehlike arz etmeyecek hale getirmekti.
Jeopolitik ağırlığı nedeniyle bugün Almanya’nın perspektifi Avrupa Birliği’nin perspektifiyle aynı. AB’nin bakış açısı bir egemeninki gibi değil. Birlik daha ziyade hukuk devleti, entegrasyon ve üye ülkelerin çıkarlarını aralarında barışçıl bir şekilde uzlaştırmanın derdinde. Almanya’nın sadece lokasyonu bile milliyetçiliği kötü bir fikir kılıyor. Üstelik ülkenin en temel siyasi ve ekonomik çıkarları, AB’nin güçlü ve başarılı olmasına bağlı – özellikle de Trump döneminde.
Almanya, güvenlik açısından diğer tüm Avrupalılarla aynı gemide. Nasıl ki Almanya olmadan Fransa güvende olamazsa, Polonya olmadan da Almanya güvende olamaz. Bu nedenle Almanya ve diğer tüm Avrupa ülkeleri, şimdi AB ve NATO bünyesinde ortak güvenliğe daha fazla katkı sağlamak için ellerinden geleni yapmalı.
Gücünü finansal ve ekonomik kudretinden alan Almanya, şimdi bu gücü AB ve NATO lehine kullanmak zorunda kalacak. Ne yazık ki, geçmişte (ve hatta euro krizi sırasında) faydalandığı “barış temettüsü”ne (yani savunma harcamalarının azalmasıyla elde edilen tasarrufa) artık bel bağlayamaz. Tasarruf elbette ki bir erdem, ancak eviniz yanıyor ve çökmek üzereyken başka hususlara öncelik vermeniz gerekir.
ABD ve Çin ticaret savaşına girerse
Güvenlik dışında, Almanya’nın ikinci temel menfaat noktası, küresel serbest ticaret. Avrupa içi ticaret, yine fevkalade önemli olmaya devam edecek, çünkü Almanya geçimini böyle sağlıyor. Fakat ABD ile ticaret de hayati önemde olacak. Almanya’nın AB dışındaki en önemli iki ihracat pazarı olan ABD ve Çin’in bir ticaret savaşına girmesi, Almanya açısından hiç de iyi olmaz. Dünyanın neresinde korumacı bir politikaya gidilirse gidilsin, bunun küresel sonuçları olabilir.
Fakat Trump’ın başkanlığı, Avrupalılar nezdinde yarattığı tehlikelerin yanında fırsatlar da sunuyor. Sadece Trump’ın korumacı söylemi bile şimdiden Çin ve Avrupa’nın yakınlaşmasına yol açtı. Daha da önemlisi, yeni Amerikan yönetimi, Avrupalılara safları sıklaştırıp büyüme ve jeopolitik güç ve pozisyonlarını pekiştirme şansı verdi.
Fakat Avrupalılar nihayet gerçekten bir araya gelirlerse, Amerikan karşıtlığından da kaçınmaları gerek. Trump, ABD’nin başkanı, ama Amerika’nın bizzat kendisi değil. Trump yönetimi altında da olunsa da, önümüzdeki yıllarda pek çok şey değişecek de olsa, Kuzey Atlantik ülkelerinin hâlâ ortak bir tarihi ve ortak değerleri olacak.
.
Joschka FISCHER
Makalenin orijinali: https://www.
Tercüme: http://www.aljazeera.