İslamiyet öncesi dönemde Türkler, kurgan denilen Türk mezarlarında ölen kimsenin yanına bazı değerli eşyalarını da gömerlerdi. İnsan şeklinde yapılan mezar taşlarına “Balbal” denirdi. Ayrıca ölünün arkasından “Ölü Aşı” denilen yemek dağıtılırdı.
Bu gelenekler, eski Türklerde ahiret inancının varlığının göstergesi olarak kabul edilmektedir. Ayrıca “Orhun Yazıtlarından ancak şu kadarı malum oluyor ki Türk halk itikadınca, insanın ruhu öldükten sonra, kuş yahut böcek suretinde tenasüh edermiş. Vefat eden hakkında “uçdı” deniliyor. Malumdur ki Batı Türkleri’nde de hatta İslamiyet’i kabul ettikten sonra da öldü yerine “Şunkar Boldı” yani “Şahin Oldu” ibaresi kullanılıyordu.“
Türklerde ölümden sonra tekrar doğum ve hayatın devam edeceğine olan inanç yer yer onların ölüyü mezara koyuş şeklinde de kendini göstermiştir. Mesela; gömme olayını ana rahminin bir sembolü olan mağaraya ve toprağa başı ve ayaklan iç bükey cenin gibi yerleştirme olayını yeniden doğuşun ön hazırlığı olarak düşünmüşlerdir.
Türklerin ölümden sonraki hayatla ilgili inanç ve uygulamaları Anadolu coğrafyasına taşınırken belirli bir süreç doğrultusunda inanç coğrafyasında değiştirip İslâm dininin Ahiret anlayışıyla şekillenmiştir. Ölümden sonraki hayatla ilgili ölü için yapılan son hazırlık, yukarıda bahsedilen Devir ve Iskat diye adlandırılan bir ritüelin ortaya çıkışma sebep olmuştur.
Türklerde cenaze töreni uygulaması esnasında ölü konmuş çadırın etrafında yedi defa dönme geleneğinin gezegenlerle ilgili olduğunu ve bunun bir inanç sistemi olduğuna kanaat getiren düşünürler vardır. Bu kimselere göre, kutsal olarak kabul edilen yedi rakamı yedi gezegenle bağlantılandırılmış olsa gerek. Zira bu görüş cenaze töreninden önce yedi gün bekleme olayını da aynı gerekçeye bağlamaktadır. Daire çizerek dönmelerinin, gezegenlerin hareketine benzemesi ya da bunları hatırlatması nedeniyle bu konu Astrobiyoloji ile irtibatlandırılmıştır.
Cenaze törenlerindeki inanç ve uygulamanın Oğuz Sahası’nda nasıl devam ettiğine ise Dede Korkut Hikâyeleri’nde rastlıyoruz; Beyrek hikâyesinde “Beyrek’in ölüm haberinin duyulması üzerine Beyrek’in babası Kaba Sarığı kaldırıp yere çaldı, çekti yakasını yırttı, oğul oğul deyerek böğürdü. Feryat ve figan etti. Ak pürçekli anası boncuk boncuk ağladı, gözünün yaşını döktü, acı tırnak ak yüzünü, aldı çaldı, al yanağını yırttı, kargı gibi kara saçım yoldu, ağlayarak sızlayarak evine geldi. Bay Püre Beğ’in Penceresi altın otağına feryat figan girdi, kızı gelini kahkah gülmez oldu, Kızıl kına ak eline yakmaz oldu. Yedi kız kardeşi ak çıkardılar kara elbiseler giydiler” (Ergin, 1971:172).
Oğuzların defin törenleri de Gök Türklerin defin törenlerinden farklı değildi. “IX. yüzyıl Oğuz boylarının defin töreni Gök Türklerin defin törenlerinden farksız olduğu İbn Fadlan’ın verdiği malumattan anlaşılmaktadır. Oğuzların defin törenlerini İbn Fadlan şöyle tasvir ediyor: Onlardan biri hastalanırsa köleler ve cariyeleri bakar; ev adamlarından hiç kimse hastaya yaklaşmaz. Haneden uzak bir çadır dikip hastayı oraya korlar; iyileşince yahut ölünceye kadar çadırda kalır. Yoksul ve köle hastalanırsa onu kırlara bırakıp giderler. Onlardan biri ölürse ev gibi büyük bir çukur hazırlarlar. Ölüye ceket giydirirler, kuşağını kuşandırır, yayını yanına korlar; eline nebiz dolu tahta kadeh tutturup önüne de nebiz dolu bir tahta kap korlar. Bütün mal ve eşyasını bu eve /çukura/ doldurup ölüyü buraya oturturlar. Sonra çukurun üzerine topraktan kubbe gibi döşeme yaparlar. Atlarından, servetine göre, yüz yahut iki yüz yahut bir baş at keserler, etlerini yerler. Başını, derisini, ayaklarını ve kuyruğunu sırıklara asıp- bu onun atıdır. Bununla cennete gider derler. Bu ölü hayatında adam öldürmüş ve cesur bir kişi ise öldürdüğü adamlar sayısı kadar ağaçtan suret yontarlar ve mezarın üzerine korlar. Derler ki bunlar uşaklarıdır, cennette ona hizmet edecekler.”
Yine Uygurlar’ın cenaze merasimleri hakkında en iyi bilgileri Çin kaynaklarından edinebiliyoruz. “Miladi 518 yılında Çinli gezgin Huy Sing ile Sun Yong, Luo Yang’dan yola çıkıp 519 yılında Odun’a (Hotan) gelmişler. Orada gördükleri hakkında yazmış oldukları Luo Yang ibadethane Hatıraları adlı kitabının beşinci bölümünde Odun (Hotan)’daki cenaze törenlerinden şöyle bahsetmektedirler: Ölen adamın cesedi ateşte yakılır, cesedin külü yere gömülür. Sık sık anmak için yanına put dikilir. Ağıt yakanlar saçlarını kesip, yüzünü boyarlar. Kağanın cesedi ateşe verilmez, tabuta konularak uzak ıssız yerlere gömülürdü. Sık sık anmak için mezarın yanına put hane yapılır.”
“Orta Asya’da, Hunlar’ın ve Kök Türkler’in egemenliği devirlerinde, daha iptidai basamaklarda bulunan boylardan bazıları ölülerini tabutlara koyup ağaçlara asarlardı. Bu uluslar arasında Moğollardan Hıtay (Kidan)’lar, Şveyler, Türklerden Dubo (Tuba)’lar vardı. Bu adet Yakutlarda XVIII. yüzyıla kadar devam etmiştir. Bazı haberlere göre Kırgızlar’da bu adet vardı. Müslümanlıktan sonra Kırgızlar bu adeti bırakmışlardır. Bununla beraber Kırgızlar’da bu adetin hatırası olarak defin törenine süyök kötürü derler ki, harfiyen kemik kaldırma demektir.”
Jean Paul Roux, totemciliğe ilişkin görüşleri belli noktalarda toplamıştır. (Roux, 1970, akt. Avcıoğlu, 1995:401-403): İlk bakışta, totemcilik gibi görünen her şey, totemcilik değildir. Örneğin; bir hayvan atanın varlığı, onun totem olmasına yetmez. Zira totemci olmayan topluluklarda da hayvan ata efsanelerine rastlanır. Totemcilikte hayvana tapma yoktur. Totemler tanrı değildir. Onlara bir dost ve akraba olarak saygı gösterilir.
Bu noktadan hareket ile Eski Türk inanç sisteminde totem inancı kesin olmamak ile birlikte Türk inanç sisteminde ele alınabilecek ‘BOZKURT’ sembolü Totem olarak görülmemekte nitekim her milletin mensubiyetini, aidiyetini belirten üstün olduğuna inandıkları kendileri ile özdeşleştirdikleri sembolleri vardır.
Oğuzlara ait totem kuşlar, ilk defa, Moğol devrinde 14. yüzyıl başlarında, Reşid’üd-din’in Cami’üt-tevarih’inde karşımıza çıkar. Osmanlı padişahı II. Murad çağı müelliflerinden Yazıcızade’nin Tarih-i al-i Selçuk’u ile, eserini 17. yüzyılın 2. yarısında yazmış olan-Ebu 1 -Gazi Bahadur Han’ın Secere-i Terakime’sinde bu «ongon»lar belirtilmiş ise de bu iki eserin Cami’üt-tevarih’ten faydalandığı bilinmektedir. Diğer taraftan koyu bir Müslüman olan İbn Fadlan da 10. yüzyıl Oğuzlarının ne «kutsal» kuşlarından, ne de totemciliği hatırlatan herhangi bir adetlerinden bahsetmemiştir. Oğuz destanında da bu manada bir işarete rastlanmaz. Destanda zikredilen altın tavuk- gümüş tavuk, ak koyun- kara koyun sözleri, eski Türk ekonomisinde çobanlık ve çiftçiliği sembolize etmekte olup, kutsallık ve tapınma ile ilgili bulunduğuna dair herhangi bir belirti yoktur.
Bir yabancı olan Edward Tryjarski ‘nin gözünden Türklerde ölüm:
T’u-küeler dendi onlara ilk başta… Orta Asya’nın bozkırlarından ve Altay’ın dağlarından doğdular. Çin’den Güney Sibirya’ya, Afganistan’dan Anadolu’ya ve hatta bu kitabın yazarının ülkesi Polonya’ya kadar gittiler. Altaylılar, Beltirler, Çuvaşlar, Gagavuzlar, Karaimliler, Kırgızlar, Tengirler, Tuvalılar, Uygurlar… Sayısız coğrafyada sayısız adlarla anıldılar. Şamanist, Lamaist, Maizist oldular, Hıristiyanlık’la İslam’la tanıştılar. Hayata ve ölüme dair benzer tavırlar geliştirdiler; sadece dillerini değil, bu tavırlarını da gittikleri yerlere taşıdılar. Hangi inanç sistemine dahil olurlarsa olsunlar, ölüm gelip yurtun kapısını çaldığında geçmişleri onları dürttü, ortak bir sezginin etkisiyle hareket ettiler. Ölüm yolculuğuna tedarikli çıktılar; öbür tarafın çayırlarında koşturabilsinler diye, atlarıyla gömüldüler; erkekler oklarıyla, mızraklarıyla, tütünleriyle, kadınlar en güzel elbiseleriyle, kulak temizleme kaşıklarıyla, dikiş iğneleriyle… Çocuk ölülerini ise ağaç dallarına astılar. Zaman geldi ölülerini terk ettiler, ölümü terk eder gibi. Zaman geldi onları bir değil, birkaç defa gömdüler.
Ölülerini beslediler. Yakılarak gömülmeyi şeref addettiler, yoksullar bu şerefe nail olamadı. Dost düşman görsün diye, liderleri için anıt mezarlar diktiler. Uzun yaşayan ihtiyarlardan işkillendiler, hele de 80’ini devirenlerden… Başlarına gelen felaketleri ölülerin huzursuz ruhlarından bildiler. Ruhların öfkesini yatıştırabilmek için dualar ettiler, kurbanlar sundular. Gaipten haber alabilmek için cansız gözlerine baktılar saatlerce. Mezarlara tahıl taneleri ve içki serptiler.
Sonuç olarak cenaze törenlerindeki inanç ve uygulamaların zincirin halkaları gibi bütünlük içerisinde devam ettiğini görmek mümkündür. Zira bu inanç ve uygulamaların çoğu Türklerin girmiş olduğu İslam Coğrafyasında batıl inanç veya dindışı olarak olumsuz fetvalarla ortadan kaldırılmaya çalışılsa da halk inancının kökeni çok derinlere dayandığı için her zaman bir şekilde hayat bulmuşlardır.
Türklerde Gök Tanrı en azından mefhum olarak yaratıcı ve Kadiri Mutlak Tanrı şeklinde telakki edilmektedir. Böyle olduğu içindir ki, Türkler’de siyasi iktidar ve hâkimiyet menşeini Tanrı’dan almaktadır. Ezeli ve ebedi (bengü ve mengü) olan, hakanlara kut ve güç veren, kozmik düzenin, toplumun organizasyonunun ve insanların kaderinin kendisine bağlı olduğu Gök Tanrı’nın tapınakları mevcut değildir. Aynı şekilde Eski Türkler tarafından onun resmi ve heykelleri yapılarak onlara tapınılmış da değildir.
.
Oktay ÇINAR
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
________________________
KAYNAKÇA
Genel Türk Tarihi, Eski Türklerde Din ve Düşünce, http://www.genelturktarihi.net/eski-turklerde-din-ve-dusunce (Erişim Tarihi: 04.01.2017)
Uluslararası Sosyal Aratırmalar Dergisi The Journal of International Social Research Volume 2 / 8 Summer 2009
Kalafat, Yaşar (2007), Türk Kültürlü Halklarda Halk İnançları I, Türk Halk İrfanında Kurt, Lalezar, Ankara.
Bahaeddin Ögel, Türk Mitolojisi I. C ‘Kaynakları ve Açıklamaları le Destanlar’ Türk Tarih Kurumu, Ankara 1989; II. C. Ankara, 1995
Türk Töresi, http://www.turktoresi.com/viewtopic.php?f=42&t=1515 (Erişim Tarihi: 04.01.2017)
Kitap İndir, Türk ve Ölüm, http://www.kitapindir.in/2016/07/turkler-ve-olum-pdf-e-kitap-indir.html (Erişim Tarihi: 04.01.2017)