Twitter Facebook Linkedin Youtube

DİNE GÖBEKLİTEPE’DEN  BAKIŞ

Felsefe, dinin doğuş nedenini; sert tabiat olaylarına anlam veremeyen ilkel insanın, onu daha üstün bir gücün öfkesi olarak tasavvur edip tapınması şeklinde açıklar. Ateizm teorisini, suda başlayan yaşamın karada devam ederek, milyonlarca yıl içerisinde evrimleşip gelişmesi ve bugünkü modern insanın, güçlü medeniyetlerin ortaya çıkması olarak açıklar. Hiç şüphesiz, felsefenin bu kuramını en çok destekleyen bilimlerden biri de Arkeoloji’dir.

Arkeoloji, dinin ortaya çıkışının tarım hayatına geçişin doğal bir sonucu olduğu teorisini savunuyordu (ta ki Göbeklitepe keşfedilinceye kadar). Teoriye göre, insan milyonlarca yıl boyunca yavaş yavaş evrimleşti.  Taş devri insanı, dağınık gruplar halinde avcılık ve toplayıcılık ile uğraşıyordu. Bu dönemde insanlar, yiyecek bulma sıkıntısı çekmekte ve henüz hayvanları evcilleştiremediği gibi, vahşi hayvanlara karşı üstünlük de kuramamaktaydı.  Kısacası, taş devri insanı, günümüz modern insanından –yiyecek bulma ve güvenlik kaygısından dolayı– daha meşgul idi.

İnsanoğlu M.Ö 9000 yıllarında tarım yapmayı öğrenmişti. Tarımsal hayata geçiş, insanlık tarihinin en büyük adımı olarak kabul edilir. Çünkü tarımsal yaşam, yerleşik hayata geçişe neden olmuştur. Yerleşik hayata geçen insanoğlu, dini öğretiler geliştirmiş ve tapınaklar inşa etmiştir. Küçük yerleşimlerden şehirler kurulmuş, şehirler ise güçlü medeniyetleri meydana getirmiştir. Arkeoloji bilimine göre, artık her öğün için endişelenmek zorunda olmadığımızdan düşünmek, icat etmek ve taş devrini geride bırakmak için yeterli zamanı kazanmışızdır. Göbeklitepe keşfedilinceye kadar, doğruluğuna güçlü bir şekilde inanılan teori buydu.

Şanlıurfa il merkezinin yaklaşık olarak 22 km. kuzeydoğusunda, Örencik Köyü yakınlarında bulunan Göbeklitepe, günümüzden 11.500 yıl önce inşa edilmiş bir tapınak, hatta tapınaklar grubudur. Yaygın teoriye göre o çağlarda hala taş devri yaşanmaktadır. İnsanoğlu, ateşi yakmayı bilmekte fakat henüz yük hayvanlarını evcilleştirmemiş ve tarım da yapılmamaktadır. Göbeklitepe, tüm bu teorileri yerle bir etmiştir. Çömlek pişirmeyi bile bilmediği varsayılan taş devri insanı, kompleks bir tapınaklar grubu inşa etmiştir. Bu şekilde taş yapıları inşa etmek için yapı bilgisi, duvarcı ustaları, taş ustaları ve müthiş bir organizasyon bilgisi gerekmektedir. Fakat klasik teori, o devirde insanların hala dağınık gruplar halinde avcılık yaptığını öngörmektedir. Ortaya çıkarılan taş heykellerde yer alan figürler, 11.500 yıl önce insanın vahşi hayvanlara üstünlük sağladığını da ispatlamaktadır. Arkeoloji, bu darbeleri henüz atlatamamışken, asıl büyük darbe gelmektedir aslında. Sadece arkeolojiye değil, felsefeye de öyle…

Göbeklitepe, arkeologlara ve bize, avcılık ve toplayıcılıkla uğraşan taş devri insanının dini inanışları sebebiyle yerleşik hayata geçtiğini de söylemektedir.  Klasik teori, bir anda farklı bir şekle bürünmüştür aslında:

Avcılık ve Toplayıcıkla uğraşan taş devri insanı  –> Dinin ortaya çıkışı –> Tapınaklar inşa edilmesi –> Yerleşik hayata geçiş –> Tarıma dayalı üretim

Hatta tapınaklar bölgesinde, yerleşim birimine ait ortak bir depo olduğu ve insanların bu ürünleri paylaştıkları anlaşılmıştır.

Göbeklitepe ile artık arkeologlar, insanoğlunun din nedeniyle avcı/toplayıcı olan yaşam şeklinden vazgeçip yerleşik hayata geçtiğini belirtmektedir.

Burada sorulması gereken pek çok soru ortaya çıkıyor. Ama en önemli soru, dinin ortaya çıkış zamanına ve sebebine dair yanılmış olan arkeoloji biliminin Göbeklitepe’de de yine aynı yanılgıya düşmüş olabileceği şeklinde olabilir.

Şöyle ki bu teori, dinin ortaya çıkışıyla henüz çömlek yapmasını bile bilmediği öngörülen taş devri insanının, günümüz şartlarında dahi inşası zor olan tapınaklar, şehirler kuracak kadar mimaride nasıl ileri gittiğini ve taşlara inanılmaz güzel desenler kazandıran işleme sanatı bilgisinin nasıl birdenbire oluştuğunu açıklamamaktadır. Dahası, bu bilgilere vakıf olabilmek için daha önceden  toplu halde yaşama geçmiş ve aralarında toplumsal işbölümünün oluşturmuş olmaları gerektiği kısmını da atlamaktadır.

Tüm bunlar, bizi  taş devri insanına bu bilgilerin ya aniden göklerden ışınlandığı ya da insanların zaten bu bilgilere vakıf olduğu gerçeğine doğru yöneltmektedir. Her iki durum, bizi yine tarihin ilk çağlarında yaşamış olan insanlarda din bilgisi, akabinde diğer bilgilerin ve bilimlerin nasıl oluştuğu konusunda ayrı bir muammaya götürmektedir.  Elimizdeki bilimsel verilere baktığımızda, bu soruların cevabını vermekte yetersiz kalıyoruz.

Bu noktada dinin ne söylediğine baktığımızda, her üç semavi dinin de yaratılış eksenli olduğunu görüyoruz. Yani İslam’ın Allah, Hıristiyanlık’ın God, Musevilik’in ise Yehova diye adlandırdığı tek ve aynı üstün yaratıcının varlığına olan inancın, insanlık tarihi kadar eski olduğunu fark ediyoruz. Semavi dinler,  Allah’ın insanı yarattığı, sonra da bilmediklerini öğrettiğini ifade etmektedir.[1]

Bu durum, taş devri insanına toplumsal hayatta kompleks iş bölümü, yapı bilgisi, tapınak kültürünün nasıl ve niçin oluştuğuna dair, bilimden ve arkeolojiden daha detaylı bilgi sunmaktadır. Kaldı ki, enteresan bir biçimde, yeni elde edilen arkeolojik buluşlar da, bilimi yavaş yavaş semavi dinleri doğrulama noktasına götürmektedir. Allah’ın nurunu tamamlayacağına dair Kur’an’da yer alan ayetin, bu noktayı inananlar açısından çok daha farklı ve önemli kılacağı da ayrı bir mevzu konusudur.

Özet olarak, arkeolojinin klasik teorisi, dinin ortaya çıkışının tarımsal hayata geçişten sonra olduğunu ifade ederken, M.Ö 12.000 ve M.Ö.9.000 yılları arasında insanlarda dinsel inancının olmadığını da savunuyordu bir bakıma. Ama şimdi, Göbeklitepe ile birlikte, dinlerin ortaya çıkış tarihi, bizzat bilim kanalıyla M.Ö.11.500’e kadar çekilmiştir.  Bunun en doğal  sonuçlarından biri olarak,  Rönesans ve Reform döneminden sonra tüm dünyaya yayılan dini öğretileri yalanlama ve inandırıcılığını kaybettirme eksenli düşünce sisteminin, pozitif bilimin saygı duyduğu bir kolu olan Arkeoloji vasıtasıyla zayıflatılmaya yüz tutma emareleri de başlamıştır aslında.

Son olarak; dinin doğuşuna yönelik tüm arkeolojik bulguların değişmesi konusunda henüz felsefe ehlinden bir yorum gelmediğini de belirtmek gerekmektedir. Kuantum fiziğinde gözlemcinin rolü teorisine rağmen, pozitif bilimcilerin ve felsefecilerin tutumları ve gelecekteki dine dair revize edilmiş teorilerini öğrenmek için, anlaşılan bir süre daha beklemek zorundayız. Fakat bu arada Göbeklitepe’nin takipçisi, sorgulayanı ve de yeni arkeolojik buluşların üzerine düşüneni olmak hayati derecede önemlidir.

.

Nejla Akbaba – İstanbul, Aralık 2016

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

______________

[1] Bkz.Alak Suresi  1-5.ayetler

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: