Twitter Facebook Linkedin Youtube

ENVER PAŞA

Zafer TEKİN

Zafer TEKİN

Yine bir dağ gibi, bir dev gibi doğrulacağız,
Yeni bir ruh doğacak toprağımızdan.
Tanıyacak bizi dünya yeniden heyecanla,
Burma bıyığımızdan, kalpağımızdan.

Yavuz Bülent BAKİLER

*

***

Bir kişi hakkında görüş bildirmek için önce “bilgi” sahibi olmak gerekir. Bununla birlikte, bilginin kaynağı ve beslendiği düşünceler de çok önemlidir. Hele görüş veya fikir belirtilen kişi tarihi bir şahsiyet ise, bu kaynak ve düşünceler daha büyük öneme haiz olur.

Herhangi bir şahıs veya olay hakkında yorum yapmak ve fikir beyan etmek için, o kişiye ve olaya bakış açısı da çok önemlidir. Zira kişileri ve olayları nerden ve nasıl görmek istersek öyle görebiliriz. Hele bu kişi, bir döneme damgasını vurmuş “Enver” gibi bir şahsiyetse, bir insanın taşıyabileceği tüm sıfatları yüklemek için muazzam fırsatlar, tüm görüşler için harikulade açılar bulabilirsiniz.

Enver Paşa, topu topu 41 yıllık ömrü hayatında, bugünkü ulaşım imkânlarında baş döndürecek kadar geniş bir coğrafyada tarihin akışını değiştirecek mücadelelere girişmiş ve daima başrollerde olmuştur. Kâh Balkan dağlarında karşımıza çıkmış, kâh Libya çöllerinde, kâh Sarıkamış dağlarında askerinin en önünde yürümüş, kâh ise Hicaz çöllerinde… Kâh Berlin’de görünmüş, kâh Moskova’da ortaya çıkmıştır. Kâh Bakü’de teşkilatlanmaya çalışmış, kâh Türkistan yolunda silah kuşanmıştır. Ama daima insanüstü bir mücadelenin, bitmek tükenmek bilmeyen bir enerjinin ve olağanüstü vatan sevgisinin sembolü olmuştur.

Muhafazakâr ve mütedeyyin milyonlarca insanın gönülden sevdiği Sultan 2. Abdülhamit Han döneminde dağa çıkarak isyan etmiş ve Meşrutiyetin yeniden ilanında aktif rol almıştır. Bilahare de Abdülhamit Han, tahtını terk etmek zorunda kalmıştır. İşte bu yüzden o kesim tarafından hazzedilmez Enver Paşa. Aynı kesim, birkaç sayfa çevirip bilgi sahibi olmayı hiç düşünmemiştir.

Enver’in askerlikteki ilk görev yeri olan Balkanlar, kaynayan bir kazandır ve gücü yeten gücü yeteni boğazlamaktadır o dönemde. Burada en mağdur olan taraf da tabi ki Müslüman Türk tebaadır. Kellesi koltuğunda eşkıya peşinde koşan Mehmetçiğin, maaşlarını 2-3 ay geriden almaları zoruna gitmez ama saraya ve Padişaha yakın ve askerlikle uzaktan yakından alakası olmayan, hatta okuma yazma dahi bilmeyen sayısız insana “Paşa” unvanı verilerek taltif edilmesi ve “alaylı” sınıfından orduya dâhil edilmeleri kabul edilemez. Ezilen, sömürülen ve öldürülen hep Türklerdir ama onlara bu ezayı ve cefayı reva görenlere de gereğini yapmayan bir irade ve sistem mevcuttur.

Göğüsleri imanla dolu, kalpleri vatan aşkıyla yoğrulmuş Enverler, Romanya’nın, Bulgaristan’ın, Sırbistan’ın, Bosna Hersek’in, Girit’in, Kıbrıs’ın, Tunus’un ve hatta Kars’ın, Sarıkamış’ın şu veya bu şekilde Sultan Abdülhamit döneminde elden çıkmış olmasını da içlerine sindiremezler. Haliyle halis niyetlerle meşruti yönetimi isterler ve bu isteğin verdiği şevk ve arzularla “İttihat ve Terakki” şemsiyesi altında önce gizliden gizliye, sonra açıktan faaliyete girişiler ve en sonunda da dağa çıkıp isyan ederek istediklerini alırlar. Fakat hiç bir şey umdukları ve hayal ettikleri gibi gelişmez.

Ellerine aldıkları ve bir dönem dünyaya hükmetmiş 600 yıllık asırlık çınar, en kılcal köklerine kadar çürümüş, kokuşmuş ve en ufak rüzgârda yerle yeksan olacak kof bir gövdeden ibarettir. Avrupa ona “hasta adam” demektedir ama gerçekte yaşayan bir cenazeden farksızdır.

Osmanlı’dan sonra kurulan Cumhuriyet döneminde de, kendisini “Atatürkçü, Cumhuriyetçi” gibi sıfatlarla tanımlayanlarda sevmez Enver’i. Zira onlara göre de Enver, Mustafa Kemal Atatürk’ün hasmı ve rakibidir. Onlara göre Enver, Kurtuluş Savaşının en hararetli günlerinde Doğu sınırına gelip, Mustafa Kemal’in başarısız olmasını beklemiş ve başarısız olması durumunda Anadolu’ya gelip, yeniden Ordunun başına geçeceğinden korkulmuştur.

Bu itibarla alttan alta muazzam bir çalışma yapılmış ve Enver hem itibarsızlaştırılmış, hem Anadolu’ya sokulmamıştır. Bu, kamuoyuna yansıyan yönüdür olayın, ancak Enver Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya yazdığı mektupta özetle: “duyuyorum ki, benim sizin başarısız olmanızı bekleyip, bu durumda da tekrar Anadolu’ya gelip ordunun başına geçeceğimden korkuluyormuş. Namusum üzerine yemin ederim ki, tek duam ve düşüncem sizin ve Ordumuzun başarısıdır. Ancak yurtdışında oluşumuzun Alem-i İslam ve memleketimiz için tehlikeli olduğunu hissettiğimiz anda memlekete geleceğiz. İşte bu kadar.”  diye yazacak kadar gözü kara ve merttir.

Her ne kadar M.Kemal Atatürk, vefat haberini aldığında Enver Paşa için “Enver, bir güneş gibi doğmuş ve bir grup ihtişamıyla batmıştır; arasını tarihe bırakalım” gibi yüce bir tespitte bulunmuşsa da, Atatürk üzerinden geçinen kesim de tarihe bırakmayacak kadar nefretle bakmışlardır Enver’e.

Ve tabi birde başını İngilizlerin çektiği emperyalist devletler ve onları yöneten ve yönlendiren güç odakları da hiç sevmemiştir Enver’i. Ömrü harp cephelerinde emperyalizmle mücadele ile geçen Enver, birçok yerde; “Şu İngilizler canımı çok sıkıyor” demiştir ve bu sözünün gereğini de fazlasıyla yapmıştır. Bu durumu, Enver Paşa’nın yüzünü hiç görmediği oğlu Ali Enver’e İngiliz Başbakanı Churchill “senin baban Enver Paşa, benim siyasi hayatımı 20 yıl geriye attı” diyerek itiraf eder. Hakkında böyle bir itirafta bulunulan bir şahsiyetin, ekseriyeti İngiliz sömürgesinde bulunan İslam Âlemine nasıl tanıtılacağı ve anlatılacağı dikkati şayandır.

O’nu sevmeyenler kervanına son olarak Ermenileri koyabiliriz. Her türlü pozitif ayrıcalıktan yüzyıllarca yararlanan, “milleti sadıka” dediğimiz, ancak savunmasız kalan halka karşı akla hayale gelmeyecek zulümleri reva gören ve sonucunda da Enver, Talat ve Cemal Paşaların üstün bir irade ile tehcir ettikleri Ermeni’ler…

Büyük Ermenistan’ı hayal ederlerken ve bu uğurda oluk oluk kan akıtırlarken, kendilerini Suriye çöllerinde bulan Ermenilerin de Enver Paşa’yı ve onu temsil eden düşünceyi sevmeleri ve takdir etmeleri, hayatın olağan akışına aykırıdır elbette.

En kısa şekliyle Enver Paşa’yı sevmeyenlerin, nefret edenlerin ve mesafeli duranların karşısında; yenilen, orduları dağıtılan ve canından çok sevdiği ve aziz bildiği yurdunu terk etmek zorunda kalan, Nihal Atsız’ın dediği gibi, “Bir kemiğin peşinden saatlerce yol giden, itlerin bile güldüğü kimsesizliğine” rağmen O’na saygı duyup, aşk derecesinde sevenlerin olması da gayet doğaldır.

Onlara göre de Enver, Müslüman Türk düşmanı eşkıyalarının karşısında amansız bir çete reisi, bir komutacı, işgal edilen vatan toprağı Trablusgarp’a hiç bir şey yapılamayacağını bile bile arkasına bakmadan, kaşlarını çatmadan gidip çöllerde destan yazan bir kahraman, Bulgar çizmeleri altındaki Edirne’yi derme çatma ordusu ile kurtaran bir Fatih, Medine-i Münevvere’yi ziyaretinde etrafında şahsına gösterilen temâşayı ve debdebeyi görmeden ve duymadan vardığı Peygamberin huzuruna “Sana geldim yâ sevgililer sevgilisi” diye gözyaşı döken sade bir Müslüman, Erzurum’u, Sarıkamış’ı bir Turan zannedip, orduyu Turan yolunda kırdırdı diyenlere inat, kendisi o ordunun en ön sıralarında Ruslara karşı yalın kılıç yürüyen bir cengâverdir.

Altıyüz yıllık şanlı bir tarihe, üç kıtada hüküm sürmüş muazzam bir medeniyete sahip Osmanlı’nın, onun ve arkadaşlarının kollarında can verdiği bilinir ama o can veren medeniyet okyanusundan fışkıran pırıl pırıl Cumhuriyetin de onun canı ve kanı pahasına uzaktan desteklediği can yoldaşlarının avuçlarından çıktığı görülmez.

Hepsi birer ecdat yadigârı olan, uğurlarında binlerce Mehmetçiğin kanı olan Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Filistin’de, Bağdat’ta, Şam’da ve Halep’te; İngiliz’in, Fransız’ın ve Rus’un ne aradığını sorgulamak yerine, onlarla ölümüne mücadele eden ve bu uğurda canını veren Enver Paşa ve onun kahraman silah arkadaşlarını günah keçisi haline getirenlerin aksine, en basit ifadesiyle “yiğidi öldürüp, hakkını verme” nazarında onlara halisane duygularla sahip çıkıp, birine verilen değerin, bir diğerinin önemini ve yerini değiştirmeyeceği gerçeğini anlayarak ve idrak ederek, bunun yanında, hatalarını ve yanlışlarını da incelemek, irdelemek ve bilmek, özellikle günümüzde zor olmasa gerek.

Sonuç itibariyle bana göre Enver, tıpkı 40 çerisiyle Çin Sarayını basan Kürşad gibi, şehit olmuş, ama attan düşmemişti.. Ölmüş fakat yenilmemişti.

Ve son olarak; bir daha dönmemek üzere yola çıkarken söylediği “Ben; dağ başlarında, çöl enginliklerinde, yol kavşaklarında dövüşen yiğitlerin safına katılmak ve onları teşkilatlandırmak için yola çıkıyorum… Bana dua ediniz…” vasiyeti üzerine, en azından bir duayı hak ettiğini düşünüyorum.

Şehit Enver Paşa’nın şahsında tüm şehit ve gazilerimize rahmet olsun.

.

Zafer TEKİNzafertekin@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: