SASAM Ekonomi Masası, başta döviz kurlarında artış olmak üzere son dönemde Türkiye ekonomisinde yaşanan gelişmelerin değerlendirildiği ve bu gelişmelerin muhtemel ekonomik, siyasi ve sosyal etkilerinin müzakere edilerek yaşanan gelişmeler karşısında alınması gereken tedbirlerin masaya yatırıldığı bir çalıştay düzenledi.
Çalıştayda ele alınan konular şu şekilde oldu:
GEÇMİŞ EKONOMİK KRİZLER VE SONRASINDA YAŞANAN SİYASİ GELİŞMELER
Türkiye Cumhuriyeti tarihi boyunca yaşanan büyük ekonomik sıkıntıların akabinde önemli siyasi gelişmeler ve değişiklikler olduğu görülmüştür.
Aşağıdaki tabloda yer alan verilerden görüleceği üzere; ilk devalüasyonun yapıldığı 1946 yılında Demokrat Parti seçimlerde önemli bir başarı göstermiş, ancak açık oy ve gizli sayım uygulaması nedeniyle bu başarı hükümete yansımamıştır. Ancak II.Dünya Savaşını demokrasi yanlısı güçlerin kazanmasından sonra 1946’da yaşanan ekonomik sorunların etkisi 1950 seçimlerinde görülmüş ve Demokrat Parti, tek başına iktidara gelmiştir.
1958 yılında yapılan %221’lik devalüasyon ise 1960 ihtilali ile neticelenmiştir.
Keza 1970 yılındaki %65 oranındaki devalüasyon, 12 Mart 1971 Muhtırasını beraberinde getirmiştir.
1980’de yaşanan %100’lük devalüasyon ise 12 Eylül 1980 darbesiyle sonuçlanmıştır.
1994’teki %200’e ulaşan devalüasyon sonrası ise Refah Partisinin hızlı yükselişi, akabinde REFAH-YOL Hükümetinin kurulması ve 28 Şubat 1997 Post-modern Darbesi yaşanmıştı.
2001 krizi öncesinde yaşanan ekonomik sıkıntılar; 3 yıllık İMF standby anlaşmasına rağmen (Anasol M) Ekim 2000’de faiz %39, Kasım’da %95, Aralık’ta %183 ve Şubat 2001’de %7.500’e ulaşmış, 22 bankaya el konulmuş, bankaların % 50’si yabancıların eline geçmiş, borsada yabancı payı %43’ten %70’e yükselmiştir. 2001 krizinin akabinde ise hükümet erken seçim kararı almak zorunda kalmış ve sadece 1 yıl önce kurulan AK Parti tek başına iktidara gelmiştir.
2001 Krizi
Durum; Bütçe açığı %15’e yakın (Maatricht %3 – 2016 %1,9 tahmini), Faizler %100 ün üzerinde, likidite kıtlığı var, Ekonominin temelleri zayıf, bankacılık yapısı zayıf, yüksek açık pozisyon var, cari açık %3, işsizlik %8. Siyasi istikrar yok, koalisyon hükümeti var, IMF anlaşmalarınca Merkez Bankası parasal genişleme yapamadı, bir günde 5,4 milyar $ (27,9-22,5) sattı, ancak yine de döviz kuru artışını durduramadı. Son olarak dalgalı kura geçmek zorunda kaldı.
Sonuçlar; siyasi yapının tamamen değişmesi, güçlü dış taleple ihracatın artması ve likidite bolluğu ile krizden hızlı çıkış.
2008 Krizi (Teğet)
Durum; 2008 krizinde likidite bolluğu bitmiş, ABD’de ve Avrupa’da bazı büyük bankalar batmış, reel sektör sıkıntılı. Ancak Türkiye iyi bir görünüm içindeydi. Bankacılık kesimi, 2001 krizinden sonra toparlanmış, açık pozisyonlar kapanmış, sermaye yeterlilikleri takviye edilerek oldukça yüksek oranlara çıkmıştı. Kamu mali disiplini son derecede olumlu bir görünüme girmiş, bütçe açığı neredeyse sıfırlanmış, kamu borç yükü Avrupa’nın en düşük borç yükü oranları arasına girmişti.
Buna karşılık özel kesim dış borç stoku, yaklaşık beş kat büyümüştü. Cari açık GSYH’nın yüzde 7’sine yaklaşmaya başlamıştı. 2001 krizinden sonra oldukça yüksek giden büyüme oranı düşmeye hatta eksiye dönüş sinyalleri vermeye başlamıştı. İşsizlik yüzde 10 dolayında kalmıştı.
Sonuç; kriz kamu kesimiyle çok fazla ilgili değildi. Daha çok özel tüketimin ivmesini kaybetmesinden kaynaklanıyordu. O nedenle vergiler düşürüldü, kamu harcamaları artırıldı. Batı ülkelerinin de yavaş yavaş toparlanması ile kriz hafif atlatıldı.
“2014 Rusya Krizi: Faiz artırımı yetmez
Rusya’nın Kırım’ı ilhak etmesinden sonra Avrupa ve ABD’nin uyguladığı ekonomik yaptırımlar, 2014 senesinde Rusya ekonomisi ve Rus Rublesi üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. Yaptırımların da etkisiyle ruble, dolar karşısında yüzde 80 değer kaybetti. Rusya Merkez Bankası 2014’ün başından itibaren dolar satmaya başladı. 2014’ün ilk 11 ayında rezervlerinden 80 milyar dolar kullandı. Kurum, politika faizini altı kez artırdı. Hiçbiri işe yaramadı.
Rusya Merkez Bankası son çare olarak 14 Aralık 2014’te politika faizinde 650 baz puanlık artış yaptı (yüzde 6.5). Rusya’nın 1998’de yaşadığı borç krizinde yapılan faiz artırımından beri tek seferde yapılan en yüklü faiz artırımıydı. Rus Rublesi bu agresif faiz artırımından sonra da düşüşüne devam etti. Şubat 2015’e kadar dolar karşısında yüzde 23 daha değer yitirdi.
Sonraki dönemde Rusya daha yapıcı bir politika izlemeye başladı. Almanya, Fransa, Rusya, Ukrayna bir ateşkes anlaşması imzaladılar. Siyasi ortam sakinleşti. Rus Rublesi hızlı şekilde stabilize oldu.” (Atılım MURAT-Dünya Gazetesi)”
Günümüzde Yaşanan Ekonomik Gelişmeler ve Sorunlar
Ekonomik gelişmeler
Ekonomik gelişmelere baktığımızda Türkiye dünyadaki ekonomik ve ticari daralmadan ve kendi ekonomik yapısının oluşturduğu zayıflıklardan ve kırılganlıklardan dolayı çeşitli ekonomik sıkıntılarla karşılaşmaktadır.
Ancak karşılaştığı ekonomik sıkıntıların sadece dünyadaki gelişmelerle ve kendi ekonomik sorunları ile açıklanması yeterli olmamaktadır. Bu noktadan hareketle de Türkiye’ye karşı finansal bir operasyon olduğu değerlendirilmektedir.
Öncelikle finansal operasyon dışında kalan konuları ele aldığımızda;
Yatırımcılar ve özellikle ihracatçılar için döviz kurlarının yüksek olması sorun değildir. Asıl sorun; piyasaların oynaklığı, önlerini görememeleridir.
Bu durumun olumsuz bir diğer sonucu da dolarizasyon, yani TL’nin ekonomiden dışlanması, geçerliliği ve itibarının azalmasıdır.
Yaşanan Ekonomik Sorunların Nedenleri
Ekonomi Dışı Nedenler
Ekonomik göstergelerdeki bozulma, büyük oranda ekonomik sebeplere dayanmamaktadır. Çünkü şu anda Türkiye’nin kamu borç yapısı ve borç geri ödeme gücü çok sağlamdır, kamu borcu/GSYH oranı düşüktür.
Ayrıca güçlü bir bankacılık sektörü vardır. Bankaların şu anda 1 yıl vadeli döviz borçlarını (Merkez Bankası Mayıs raporunda %70’ini) ödeyecek kadar döviz rezervleri bulunmaktadır.
Ekonomik göstergelerdeki düşüşler, ekonomik nedenlerden ziyade siyasi nedenlere dayanmaktadır. Bunlar;
olarak sıralanabilir.
Yatırımcıların yatırım kararlarını etkileyen en önemli unsurlar; kâr potansiyeli, iş çevresinin yapısı ve hukuki güvenliktir.
Hukuki güvenlik anlamında mülkiyet dokunulmazlığı ve teşebbüs hürriyeti çok önemli bir yer işgal etmektedir. OHAL uygulamaları kapsamında terör örgütü üyelerinin, bunların dernek ve vakıflarının malvarlıklarına el konulması, bu bağlamda bir tedirginlik yaratmıştır.
Özellikle Avrupa’nın bizim için terör örgütü olan gruplara olan sempatisi(!) de bu tedirginliğe eklenince, sanki Türkiye’de temel insan hakları ve mülkiyet hakkı ihlal ediliyormuş gibi bir algı yaratılmaya başlanmıştır.
Türkiye, bu konudaki el koymaları bir an önce mahkeme kararları ile teyit ettirmeli, hukuki dayanaktan yoksun olan el koymaları iptal etmeli ve bunu dünyaya yüksek sesle ifade etmelidir.
Günümüzde ekonomik ve sosyal hayatta beklentiler, çok önemli bir konuma gelmiştir. Beklenti yönetimi kapsamında;
Dünyada ve özellikle Türkiye’de “Batı” veya “Avrupa Birliği”; demokrasinin, hukukun üstünlüğünün ve insan haklarının, kısaca medeniyetin simgesi, “Doğu” ise bu kavramlardan uzaklaşmanın sembolü gibi algılanmaktadır.
Bu (yanlış) varsayımı değiştirmek, kısa sürede bizim için çok zordur. AB ile yaşanan gerilim bu anlamda Türkiye’nin yukarıda sayılan evrensel ilkelerden uzaklaşıyormuş gibi algılanmasına yol açmaktadır. (AB ile yaşanan gerilimde Türkiye’nin de bilinçli bir isteği var gibi gözükmektedir, özellikle geriye yürümeyeceği bilindiği halde idamın sanki darbeciler için de geri getirileceği gibi bir algı yaratılmış ve bu ısrarla dile getirilmiştir.)
Türkiye’nin bu olumsuz havayı ve yanlış algıyı kırmak için yeni bir söylem geliştirmesi gerektir. Bu anlamda AB ile ilişkilerde gerçekçi ve yeni bir hedef geliştirme açısından “imtiyazlı ortaklık” gibi yeni bir hedefi ortaya koyulması üzerinde düşünülebilir.
Tabi burada söz konusu imtiyazlı ortaklığın ekonomik, ticari ve sosyo-kültürel konularda olması, özellikle siyasi ve politik taahhütler altına girilmemesi konusunda açık bir tavır takınılması gerekmektedir.
Cari açığı kapatmamızda ve işsizliği düşürmemizde önemli rolü bulunan turizm sektörü de 2016 yılında zor bir yıl geçirmiştir.
Son yıllarda genel olarak Batı dünyasından Türkiye’ye karşı bir olumsuz yaklaşım söz konusu olmaktadır. Bu yaklaşım, bu yıl giderek artmış ve uluslararası sistemden dışlama (hatta İranlaştırma) çabalarına dönüşmeye başlamıştır.
Komşu ülkelerde devam eden iç savaşlar, ülkemizde yaşanan terör olayları, Rusya ile yaşanan kriz ve yukarıda ifade edilen Batı dünyasının yaklaşımı, Türkiye’nin yurtdışı imajının özellikle Batı ülkelerinde zedelenmesine, turist sayısının ve turizm gelirlerinin ciddi oranda azalmasına yol açmıştır.
Bu kapsamda sektör temsilcileri tarafından 2017 yılı için en büyük sorun dış siyasette yaşanan gerilim olarak ortaya konmuştur.
Kaynak: http://www.dunya.com/kose-yazisi/bu-turizm-sektorunun-sessiz-cigligidir-duyun/339592
Yapısal Sorunlar
Ülkemizde ekonomi ile ilgili birçok yapısal sorun bulunmaktadır. Bunlardan başlıca birkaçını şöyledir:
Sorunların Devam Etmesi Durumunda Yaşanması Muhtemel Gelişmeler
2017 Yılında Karşılaşılabilecek Riskler
Sorunların Çözümü İçin Öneriler ve Risklere Karşı Alınabilecek Önlemler
ALINAN TEDBİRLER
Süper Teşvik Paketinin İçerisinde Neler Var:
Mevcut sistemde en fazla %80 olarak uygulanmakta olan yatırım döneminde yararlanılabilecek yatırıma katkı oranı Bakanlar Kuruluna verilen yetkiyle %100’e çıkarılmıştır.
Uluslararası yatırımların ülkemize kazandırılması için;