Türkiye-Vatikan ilişkileri, geçmişi ve geleceğiyle oldukça karmaşık bir konudur. Uzun yıllar boyunca ikili ilişkilerin kurulmaya çalışılması, bazı faktörler nedeniyle duraksamış ve ilişkilerin kurulması konjonktüre bağlı olmuştur. Bu bağlamda, hiç şüphesiz Fransız Katolik himayeciliği, ikili ilişkilerin seyrini belirleyen en önemli tarihsel faktör olmuştur. İkili ilişkilerde bir diğer önemli faktör olan kişiler ise, ilişkilerin inşasında unutulmaması gereken diğer bir önemli boyut olmuştur. Türkiye-Vatikan ilişkilerinin incelendiği bu çalışmada, tarihsel arka plan olduğu gibi, günümüz dünyasında yaşanan gelişmeler de önemli bir başlıktır. Bu doğrultuda, çalışma, geçmiş ve geleceğe dair açıklamaları inceleyerek, ikili ilişkilerin geleceği hakkında bir değerlendirme yapma çabasındadır. (Bu çalışma, Ozan Örmeci editörlüğünde hazırlanan “Mavi Elma: Türkiye-Avrupa İlişkileri” başlıklı kitapta yayınlanmıştır)
1. Giriş
Türkiye ve Vatikan arasında ilişkilerin kurulması, tarihsel olarak 1960 dönemine denk gelir. Bu dönemden önce de, ikili ilişkilerin kurulmasına yönelik birçok girişim olmuştur. Bu konuda ilk girişim, hiç şüphesiz Osmanlı Devleti tarafından yapılmıştır. Bu anlamda, ikili ilişkilerin geçmişininİstanbul’u fetheden Osmanlı Sultanı Fatih Sultan Mehmet’e kadar dayandığı söylenebilir.[1] Osmanlı İmparatorluğu (Devleti), içerdiği farklı din ve etnik kökenlerden oluşan birçok farklı millete yönelik olarak, -zamanına kıyasla- son derece hoşgörülü bir politika izlemeyi amaç edinmiştir ve böylelikle, toplar ve silahlar yerine hoşgörü ile kıtalararası yolculukta derin mesafeler elde etmiştir. Her ne kadar Osmanlı’nın bu izlediği politika önemli olarak değerlendirilse de, tarihsel konjonktürde yer alan diğer bazı aktörler bu etkili girişimin önüne geçmiştir. Bu doğrultuda, bahse konu olan Fransız Katolik himayeciliği unutulmayacak bir tarihsel veridir. Fransızlar;o dönemlerde hem Batı, hem de Doğu Hıristiyan dünyasının sözcüsü olma yönünde önemli bir aktördü. Bu durum, ilk başlarda Vatikan heyetinin Türkiye-Vatikan ilişkilerine şüphe ile bakmasına ve daha sonrasında, Lozan Antlaşması ile Türkiye’ninde ikili ilişkilerde aynı hissiyata dönmesine kaynaklık etmiştir.[2]
İkili ilişkiler değerlendirildiğinde, dönüm noktası olarak İkinci Dünya Savaşı ve sonrası gösterilir. Bu döneme damgasını vuran Angelo Giuseppe Roncalli’nin Türkiye’ye yönelik sevgisi,ikili ilişkilere dair önemli bir veri olarak anlatılır. Roncalli’nin bu sevgisinin devamında Papalık görevine tayin edilmesi sayesinde, ikili ilişkilerin altın dönemine girmesi kaçınılmaz olmuştur. 1958-1963 döneminde bu görevi yürüten Roncalli ve bu dönemde liberal bir dönüşüm içerisinde olan Türk hükümetlerinin açılımları, Türkiye-Vatikan diplomatik ilişkilerini resmiyete taşımıştır. Karşılıklı ziyaretler, Fransız Katolik himayeciliğinin yol açtığı çekimserliği geride bırakarak, bağımsız ikili ilişkilerin tarihte yer almasını sağlamıştır. “Türk Papa” olarak da anılan Roncalli hakkında, Profesör Rinaldo Marmara “Vatikan Gizli Arşiv Belgeleri Işığında Türkiye ile Vatikan İlişkilere Doğru” başlıklı çalışmasında şunları söylemiştir: “Hiç şüphesiz ki bu ilişkilerin mimarı, İstanbul’da Papalık Vekili olarak ikamet etmiş olan Monsieur Roncalli olmuştur. İki dünya arasında kardeşlik ve dostluk bağları dokuyan Roncalli, daha sonra Papa 23. Jean (John) olarak seçildiğinde, Türkiye ve Vatikan arasındaki dostluk ilişkileri de gerçek diplomatik ilişkilere dönmüştür”.[3]
Roncalli gibi, diğer Papaların da ikili ilişkilere etkisi büyüktür. Bu doğrultuda, 1967 yılında ilk ziyaret 6. Paolo tarafından gerçekleştirilmiştir. Elbette 6. Paolo, Roncalli gibi ikili ilişkiler için sadece olumlu veriler sunmadı. Örneğin, Ayasofya’da 6. Paolo’nun diz çökerek dua etmesi, Türkiye ve İslam dünyasında o dönemde pek de hoş karşılanmadı.[4] Bir diğer ziyaret olan 2. Jean Paul’un ziyareti de,bazı açılardan bir ilk olarak değerlendirebilir. Papa 2. Jean Paul’un rotası, 6. Paolo’nun İzmir ve İstanbul ziyaretlerinden farklı olarak, Ankara olmuştur. Papa 2. Jean Paul’un, bu ziyaret kapsamında 30 Kasım Aziz Andreas Yortusu’na katılması da, ikili ilişkilerde yeni bir ritüelin işareti olmuştur. Bu işaret, gelecek Papaların da bu ritüele iştirakinde referans olmuştur. Papa 2. Jean Paul, ikili ilişkilerde Mehmet Ali Ağca suikastı nedeniyle de özel bir önemle anılır. Mehmet Ali Ağca’nın Vatikan’daki Aziz Pietro Meydanı’nda Papa’yı vurarak yaralaması, ikili ilişkilerde farklı okumaları da beraberinde getirmiştir. Bu anlamda, 6. Paolo’nun Ayasofya’da diz çökerek dua etmesinin yarattığı hoşnutsuzluğun kat ve kat fazlasının, Mehmet Ali Ağca’nın yarattığı algıile karşı tarafta güçlendiği ifade edilebilir.
Bu farklı okumalar ve şüpheler, Papa ziyaretlerini 27 yıl aksatmıştır. 2. Jean Paul’un ziyaretinden tam 27 yıl sonra gerçekleşen Papa 16. Benediktus’un Türkiye ziyareti, İstanbul ve Ankara gibi önemli şehirleri kapsarken, daha önce bahsetmiş olduğumuz Aziz Andreas Yortusu’na da denk getirilmiştir. Papa 16. Benediktus, 6. Paolo gibi olumsuz bir gelişme ile de anılır. Benediktus’un Türkiye ziyareti öncesinde Almanya’da Regensburg Üniversitesi’nde yaptığı İslam karşıtı konuşması, İslam Dünyası’nda büyük tepkilere yol açmıştır. Bu tepki, Papalık tarafından dikkatle edilmiş olacak ki, birkaç ay sonra Türkiye ziyaret edilerek konuşmanın yanlış anlaşıldığı belirtilmiş ve İslam ve Hıristiyan dünyası arasında oluşabilecek duvarların önüne geçilmeye çalışılmıştır. Her ne kadar doğrudan İslam Dünyası’nı ilgilendiren bir gelişme olmasa da, ilişkilerde Papa Franciscus’un 1915 Olayları (Ermeni Tehciri) ile ilgili yaptığı açıklamalar, Türkiye-Vatikan ilişkilerinde farklı yorumlara sebebiyet vermiştir. Papa Franciscus’un, “20. yüzyılın ilk soykırımının Ermenilere yapıldığını”[5] söylemesi, Ankara-Vatikan hattını germiştir. Bu açıklamaya karşılık olarak, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Sayın Papa’yı da bu tür yanlışlara herhalde bir daha düşmez diye kınıyorum ve uyarmak istiyorum”[6] şeklindeki ifadesi,Hıristiyan Dünyası’nda Erdoğan’a yönelik eleştirileri beraberinde getirmiştir. Bu gelişmeleri, Türkiye’nin Vatikan Büyükelçi Mehmet Paçacı’nın geri çağrılması takip etmiştir.[7]
2.Türkiye Vatikan İlişkileri: Tarihsel Arka Plan
Fatih Sultan Mehmet döneminde Papalığın İstanbul’da sürekli bir temsilci bulundurması imkanıyla başlayan ikili ilişkilerdeki tarihsel arkaplan, 1962 yılına kadar belirsiz ilişkileri içermiştir. Sultan Abdülmecit dönemi, bu anlamda ikili ilişkilerde ilk dostanegirişimlerikapsar. Viyana Büyükelçisi Şekib Bey’in 1847 yılındaki Vatikan ziyaretinin, dostane ilişkilerin kurulmasında önemli bir aşama olduğu söylenebilir.[8] Bu girişimin perde arkasında,Sultan’ın Papa’yı tebriği ve birçok Katolik unsuru barındıran Osmanlı’nın Vatikan ile yakın ilişkiler kurma amacı vardır. Fakat bu girişim, Fransa tarafından engellenmeye çalışılmıştır. Ancak söylenebilir ki, Fransa’nın bu engelleme girişimi de başarısız olmuştur.[9] Öyle ki, Sidon Piskoposu Innocenzo Ferrieri’nin Türkiye’ye bir iade-i ziyareti dahi gerçekleşmiştir.
Sultan Abdülaziz döneminin, ikili ilişkiler açısında kısmi bir duraksama içerdiğini söyleyebiliriz. Bu duraksamanın nedeni olarak, Doğu Katoliklerinin durumu belirtilebilir. Vatikan’ın Katolik Kiliseler üzerine otonomu ile ilgili düzenleme, Doğu Kiliseleri arasında ikiliğe neden olmuştur.[10] Bu yeni düzenleme ile birlikte, Vatikan ve Doğu Katolikleri arasında bazı belirsizlikler gündeme gelmiştir. Hal böyle olunca,doğal olarak kiliselerin otonomuna ilişkin tartışmalar oluşmuştur. Osmanlı, bu durumu çözmek istese de, Roma’nın İtalya tarafından istilası başka bir problemi meydana getirmiştir. Sultan Abdülaziz’in son dönemlerinde bazı pozitif hareketler de olmuş; fakat ikili ilişkilerdeki esas hareketlilik II. Abdülhamit dönemine kalmıştır.
Sultan Abdülaziz dönemine kıyasla, II. Abdülhamit döneminindaha yoğun ve verimli geçtiği söylenebilir. Bu yoğun ve verimli dönemde, II. Abdülhamit’in kişisel yaklaşımının yanında, iç ve dış dinamikler de etkili olmuştur.[11] Bu dönemde 1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı’nın (93 Harbi) gerçekleşmesi, Vatikan ve Osmanlı’yı ortak düşmana karşı birlikte hareket etmeye yönlendirmiştir. Sultan II. Abdülhamit, Osmanlı’nın içerisinde yer alan birçok Katolik unsura ve diğer ülkelerde yer alan Vatikan temsilciliklerine binaen, ikili ilişkilerde temsilciliklerin önemine ışık tutmuştur. Fransa’nın ise, oluşan bu senaryoya yönelik olarak, İstanbul Büyükelçisi aracılığıyla Osmanlı ile Vatikan arasında kurulacak büyükelçilik konusunun tekrar açılmaması yönünde bir geri bildirimi olmuştur. Bu, elbette Fransa’nın resmi görüşünü içermesi nedeniyle, Vatikan’ın da bu girişime kayıtsız kalmasına yol açmıştır.
Birinci Dünya Savaşı öncesi ve sonrasında, ikili ilişkilerinbüyük ölçüde kararsız ve belirsiz seviyede olduğu söylenebilir. Bu kararsızlık ve belirsizlik ile ilgili olarak temel neden, Fransa’nın ve Osmanlı’nın savaş öncesi ve sonrasında Vatikan’a yönelik tutumudur. Vatikan’a göre; Osmanlı ile ikili ilişkilerin resmiyete kavuşturulması bir gerekliliktir. Fakat Vatikan, geçmiş belgelerinde olayla ilgili olarak, Osmanlı’nın savaş sonrasında nasıl bir tutum izleyeceğini tartışmıştır. Aynı şekilde, Fransa’nın oluşturulabilecek büyükelçilik makamına yönelik duruşu belirgindir. Fakat Fransa’nın savaştan nasıl bir sonuç ile ayrılacağı, hiç şüphesiz ki belirsizdir. Bu anlamda, Vatikan heyeti“bekle-gör” politikası uygulayarak, ikili ilişkilerde resmiyeti erteleme kararı almıştır. Osmanlı ise,daha önce hiç olmadığı kadar Vatikan ile resmi ilişkiler kurmayı istiyordu. Bu isteğin perde arkasında, elbette politik bir karar vardı.
Savaşın bitişi ve Cumhuriyet’in inşası ile, Türk heyeti farklı bir pozisyona ulaştı. Bilindiği üzere, Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı Devleti’nden farklı olarak laik bir sisteme sahipti. Fakat savaşın ardından oluşan diplomatik yalnızlık, Türkiye Cumhuriyeti’ni büyük aktörlere karşı temkinli olma ve denge siyaseti izlemeye yöneltti. Musul Sorunu, dış borçlar ve kapitülasyonların kaldırılması gibi konular, Ankara Hükümeti’ni Fransa’ya karşı dikkatli olması yönünde politikleştirdi.Bu dönemde Vatikan, temkinli hareketi geride bırakarak ve laik Türkiye’nin Katolik dünyasına yönelik belirsizliğinin farkında olarak, resmi ilişkilere ivedi bir şekilde başlanılmasınıgerekli görüyordu. Türkiye’nin Fransa’yı karşısına almamak adına bu konuya temkinli yaklaşması ise, bu dönemde ikili ilişkilerin başka bir bahara kaldığının işareti oldu.
İki ülke arasında resmi ilişkilerin kurulması, “Türk Papa” olarak anılan Roncalli’nin gelişi ile gerçekleşti. Türk heyetinin kısa bir sürede gönlünü kazanmayı başaran Roncalli, ikili ilişkilerin resmi boyuta taşınacağının ilk işareti oldu. Roncalli’nin Papa olmasının yanında,bu dönemde Türkiye’de yaşanan bazı gelişmeleri de aktarmak gerekir. İlk olarak,bu dönemde Türkiye tek partili sistemi geride bırakarak, çok partili demokratik bir sisteme geçmiştir. Bu geçiş ile birlikte, siyasi arenaya yeni bir parti ve yeni bir idare gelmiştir. Demokrat Parti’nin iki önemli aktörü olan Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın, Vatikan’da Papa’yı makamında ziyaret ettiği bilinir. Başbakan Adnan Menderes’in bu ziyareti, Başbakanlık seviyesinde bir “ilk” olarak anılır. 10 Şubat 1960 tarihinde Vatikan Büyükelçisi olarak göreve başlayan Nurettin Vergin ile de, resmi ilişkiler nihayet başlar. Böylelikle, uzun ve problemli süreçler geride bırakılarak, ikili ilişkiler resmi boyuta taşınır.[12]
3.İlişkileri Etkileyen Faktörler
Türkiye-Vatikan ilişkileri, diğer ikili ilişkilerin yanı sıra, farklı gelişmeler ile de resmiyete ulaşmıştır. İlk olarak, Vatikan’ın statüsü diğer ülkelere göre farklıdır. Yüzölçümü olarak dünyanın en küçük ülkesi olan Vatikan ile ilişkiler yürütmek, İslami kimliği bulunan bir Batı bloğu ülkesi (Türkiye) için çok zor olmuştur. Bu anlamda, ikili ilişkileri etkileyen faktörlerin belirtilmesi, geçmiş ve gelecek açısından ilişkilerin nasıl bir öneme sahip olduğunudaha anlaşılır kılacaktır. Bu doğrultuda, ilişkileri etkileyen faktörleri şu şekilde sıralayabiliriz: Kişiler, Söylemler ve Konjonktür.
3.1. Kişiler
Türkiye-Vatikan ilişkileri incelenirken, kişilerin varlığı daha önemli bir yer tutmuştur. Bu anlamda, akıllara ilk gelen isim “Türk Papa” olarak da anılan Roncalli olur. Roncalli, ikili ilişkilerin deyim yerinde ise “meşalesini yakan” isimdir. Osmanlı tarihi açısından önemli kişiler incelendiğinde ise; Fatih Sultan Mehmet, Sultan Abdülaziz, Sultan Abdülmecit ve Sultan II. Abdülhamit örnek olarak verilebilir. Bu kişiler arasında, hiç şüphesiz Sultan II. Abdülhamit daha etkin olmuştur. Bu isimler dışında,“Söylemler” bölümünde aktaracağımız Nurettin Paşa’nın da farklı bir etkisi vardır.
Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından bakıldığında ise; Adnan Menderes ve Celal Bayar kilit isimleri oluşturur. Bu, hiç şüphesiz Mustafa Kemal Atatürk ve İsmet İnönü’nün varlığını yok saymaz. Bilindiği üzere,Türkiye’nin savaştan çıkmış ve zayıf olduğu Cumhuriyet’in ilk yılları, bir tür“denge siyaseti” üzerine inşa edilmiştir. Türkiye’nin sınırlarını koruma bilinci ile bu dönemde savunmacı politikalar izlemesinin, Türkiye-Vatikan ilişkilerinin kurulmasını Demokrat Parti dönemine kadar geciktirdiği belirtilebilir. Tekrar konumuza dönecek olursak, Adnan Menderes ve Celal Bayar heyetlerinin Vatikan ziyaretleri, unutulmaması gereken bir öneme sahiptir. Bu ziyaretler, en nihayetinde ikili ilişkilerde olumlu algılamalar ve okumaların oluşmasına kaynaklık etmiştir. Resmi kişiler dışında, ikili ilişkileri etkileyen bazı isimler de vardır. Bu isimlerin başında, hiç şüphesiz ülkücü militan Mehmet Ali Ağca gelir.İlişkileri adeta sabote etmeyi başaran Ağca, konu ile ilgili olarak “Papa’yı Neden Vurdum?” şeklinde bir kitap da yazmıştır.
Vatikan tarihinde de, ikili ilişkilerde anılan birkaç önemli ismi aktarmamız mümkündür. Roncalli’ye ek olarak, Papa 6. Paolo, Papa 2. Jean Paul, Papa 16. Benediktus ve Papa Franciscus söylenebilir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, Papa 6. Paolo, 16. Benediktus ve Papa Franciscus’un ikili ilişkilerde olumsuz etkileri olduğu bilinir.
3.2. Söylemler
Her ikili ilişkilerde görüleceği gibi, Türkiye-Vatikan ilişkilerini de söylemler belirlemekte ve etkilemektedir. İlk olarak, Türkiye’nin Katolik bir ülke olmaması ve çok yoğun Müslümannüfus içermesi, ikili ilişkiler açısından farklı yorumlara neden olur. Bu doğrultuda, birkaç örnek ile konuya açıklık getirebiliriz. 1. Ordu Komutanı olan General Nurettin Paşa’nın, İzmit’te kalabalık bir kitleye yönelik bir demeci, vakti zamanında Vatikan’ın dikkatinden kaçmamıştır: “Düşmanların bize, dinimize, vatanımıza, ulusumuza karşı gerçekleştirdikleri saldırıları ve cani niyetleri asla unutmayın. Vatandaşımız sayarak asırlardır bağrımıza basıp beslediğimiz elemanların zehirli ve nankör yılanlar olduğunu hatırlayın ve gerçekleştirdikleri ihanetleri ve işledikleri suçları asla unutmayın.”[13] Bu açıklama ile ilgili olarak, Başpiskopos Ernesto Filippi’nin şu endişelerini belirtebiliriz: “Vuku bulabilecek karşı saldırılara dair çok sayıda emare var; bunların arasında Müslüman kitleleri nefrete ve intikama kışkırtan siyaset adamlarının konuşmaları göze çarpıyor.”[14]
Bir diğer söylem örneği ile ilgili olarak, 16. Benediktus’un Almanya’da bir üniversitede verdiği İslam karşı demeci geniş yankı tutar. 16. Benediktus; “Muhammed vaaz ettiği inancı kılıçla yayma emrinden başka hangi yeniliği getirmiştir; sadece şer ve insanlık dışı şeyler” şeklinde ifadeler kullanması[15] ve Kardinal Peter Turkson’un Sinodo’da 7 dakikalık İslam karşıtı bir video izlettirmesi[16], İslam Dünyası’nı harekete geçirmiştir. Her ne kadar Papalık makamından yanlış anlaşılmalar olduğu belirtilse de, radikal İslamcı olarak tarif edilen bazı yayın organlarında, Vatikan tarafından İslam’a karşı Haçlı zihniyeti ile hareket edildiği yönündedeğerlendirmeler olmuştur.[17]
Söylem ile ilgili son örnek ise, Papa Franciscus’un Sözde Ermeni Soykırımı ile ilgili açıklamalarıdır. Papa’nın soykırımı tanıması ve bu yönde adımlar atılması şeklindeki demeci, Türkiye’nin tepkisine yol açtı. Bu açıklama, dönemin Dışişleri Bakanı’nın “kabul edilemez”, Başbakanı’nın “Papa’ya yakışmadı” gibi en üst makamlarca kınanmasına yol açmıştır.[18]
3.3.Konjonktür
Türkiye-Vatikan ilişkilerinin neden 1960 yılına kadar resmi boyuta ulaşmadığı sorusuna verilebilecek en etkili cevap olarak,“konjonktür” gösterilebilir. Tarihte, İslam ve Hıristiyan dünyasının defalarca rakip olarak karşı karşıya gelmesinin, elbette resmi ilişkilerin oluşmamasında başlıca bir etken olduğu bilinir. Fransa’nın Katolik himayeciliği ise, ikili ilişkilerde akla gelen ilk engeldir. Fransa’nın güçlü ve söz sahibi olduğu dönemlerde, ikili ilişkiler gayriresmi boyutta ilerlemiştir. Dünya Savaşları, ikili ilişkilerin belirsizliğine yol açarken, Fransa’nın savaşlardan nasıl bir sonuçla ayrılacağı ve Katolik dünyaya yönelik ilgisinin ne ölçüde devam edeceği de bilinmezliğini korumuştur.
1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı, konjonktür açısından önemli bir dönemeç olmuştur. Rusların Hıristiyan nüfusu Ortodokslaştırma çabaları, Katolik Dünyası açısından kabul edilir bir durum değildi. Buna bağlı olarak, Osmanlı ile yakın ilişkiler kurmak ve bir anlamda ortak düşmana karşı harekete geçmek gerekiyordu. Fakat bu yakınlık, Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı’na Almanya safında girişinedeniyle şüpheleri ve kaygıları da beraberinde getirmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası ve Lozan Antlaşması ile birlikte, Fransa’nın Katolik himayeciliği zayıflamıştır. Katı laik çizgideki Fransa, ağırlıklı olarak ulusal politikalar ile ilgilenmeye başlamıştır. Aynı zamanda, bu dönemlerde Fransa’nın Vatikan’a yönelik zararı da görülmüştür. Bu bilincin farkında olan Vatikan, Fransa’nın tepkisinden çekindiği dönemleri geride bırakarak, Türkiye ile resmi ilişkileri başlatmak istemiştir. Türkiye ise, kuruluşunun ilk yıllarından itibaren Fransa ile ikili ilişkilerinedaha büyük önem vermiştir. Bu durumda,dış borçlar, Musul Sorunu ve Hatay Sorunu gibi faktörler de etkili olmuştur.
Kısacası, konjonktürün etkinliğinin ikili ilişkileri uzun bir zaman olumsuz etkilediği bilinmektedir. Ermeni Sorunu’na yönelik Vatikan’ın tutumu, günümüzde de iki ilişkilerdeki en etkili (olumsuz anlamda) konudur. Kaldı ki, bu, sadece Vatikan’ın tutumunu da içermemektedir.Avrupa Parlamentosu’nda bu konuda bir tasarının kabulü, Türkiye’nin bu konudaki yalnızlığını göstermektedir. Yine de, Rusya’nın son dönemde Batı’ya meydan okuyarak yükselişi ve Ukrayna, Suriye gibikrizlerde etkin oluşu, Batı Dünyası için Türkiye’nin önemini göstermektedir. Bu doğrultuda, Ermeni Sorunu gibi olaylar (aradan bir asır geçtiği de düşünülürse), yakın gelecekte sadece yılın bir döneminde tartışılan bir medya konusu olarak da kalabilir. Bu konuda konjonktürün nasıl işleyeceğihalen büyük bir muammadır. Türkiye-Vatikan ilişkilerinin, bu konjonktürde (Rusya tehlikesi) Roncalli döneminde olduğu altın dönemine ulaşması umulabilir.
4. Sonuç
Fatih Sultan Mehmet ile başlayan Türkiye-Vatikan ilişkileri,çok karmaşık bir süreci anlatır. Bu karmaşıklık, Doğu’daki Katoliklerin durumu ve Fransa’nın Katolik himayeciliği ile yakından ilişkilidir. Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı bünyesinde yer alan Katoliklerin durumunun belirsizliği, Vatikan’ın ikili ilişkilerin kurulmasını bir gereklilik olarak algılamasına neden olmuştur. Fransa’nın Katolik himayeciliğinin Birinci Dünya Savaşı ile azalmasının da, ikili ilişkilerin daha olumlu bir şekilde tartışılmasında ve resmi ilişkilerin kurulmasının gerekliliği üzerine bilincin oluşmasındakipozitif rolü yadsınamaz. Türkiye’nin Cumhuriyet’in ilk yıllarındayürüttüğü denge siyaseti ise, Vatikan’ın Birinci Dünya Savaşı dönemi siyaseti gibi olmuştur.
İkili ilişkilerin mimarı olarak görebileceğimiz Roncalli, Türkiye sevgisi ile Türkiye-Vatikan ilişkilerinin resmi bir boyuta ulaşmasında büyük rol oynamıştır. Aynı dönemde Türkiye’nin çok partili siyasal hayata geçişi ve Demokrat Parti’nin liberal açılımları, birbirlerini destekleyen gelişmeler oldu. Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın resmi ziyaretler ile önem verdiklerini gösterdiği bu ilişkiler, 1960 yılında resmiyete kavuştu. Şüphesiz ki, ikili ilişkiler sadece kişilerin ne istedikleri ile ilgili değildir. Bu tarz makro politik ilişkiler, sistemsel faktörlerle de yakından ilgilidir. Lakin yine de, önemli konumda bulunan bazı kişiler, söylemleri ile ikili ilişkilerin seyrini belirlemiş;bu söylemlerin etkisiyle kimi zamanlarda ikili ilişkiler tıkanıklığa girmiş, kimi zamanlardaysa altın dönemlerini yaşamıştır. Bu anlamda, söylemler, iki ilişkilerde dikkatlerden kaçmayacak kadar önemli olarak görülebilir. Tarafların birbirlerini nasıl tanımladığının, en önemli yorumlama alanı olduğu da söylenebilir. Bu doğrultuda, Vatikan’ın Türkiye’ye yönelik açıklamaları bir anlamda İslam Dünyası’nı da ilgilendirirken, Türkiye’nin açıklamaları da Hıristiyan Dünyası’nı ilgilendirmektedir. Örneğin, Sözde Ermeni Sorunu ile ilgili olarak Vatikan’ın düşüncesi, Türkiye’yi harekete geçirmiş ve ülkenin Cumhurbaşkanı’nın (Recep Tayyip Erdoğan) Papa’yı kınaması, Hıristiyan dünyasında hoş karşılanmamıştır. Bu anlamda,HıristiyanDünyası da Papa’dan bir din adamı gibi değerlendirmeler beklemektedir.[19]
İkili ilişkilerin günümüzde stabil durumda olduğu söylenebilir. Fakat ikili ilişkilerin seyri, mevcut sorunlara yönelik tarafların nasıl tavır takınacakları ile yakından ilgilidir. Suriye iç savaşına bağlı olarak gelişen mülteci probleminin şimdilerde Türkiye ve Avrupa’da en yoğun gündem maddesi olması, Papa’nın (Franciscus) Türkiye’ye yönelik değerlendirmelerini de etkilemektedir. Bu doğrultuda, geçtiğimiz aylarda Papa’nın Batı’yı eleştirerek, Türkiye’nin mültecilere yönelik tutumunu takdir etmesi, ikili ilişkilerin seyrinde bir tazelenme sağlayabilir.[20] Papa’nın, geçtiğimiz aylarda Ankara’da düzenlenen terör saldırısında hayatını kaybedenler için dua etmesi de, Türkiye tarafından hoş karşılanan gelişmelerdir.[21]
Sonuç olarak, ikili ilişkiler, bundan sonra da kişiler ve söylemler aracılığı ile ilerleyecek gibi gözüküyor. Bu anlamda, ikili ilişkilerin geleceğinibelirleyecek kişilerin söylemlerinde mevcut konjonktürde stabil olduğu belirtilebilir. Fakat bu stabil durumun, gelecekte iyi ya da kötüye gidebileceğini kestirmek şimdiden mümkün değildir. Güvenlik tehditlerinin arttığı şu günlerde, ikili ilişkilerin daha yakın olmasının gerektiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Bu doğrultuda, Batı ve Vatikan, Osmanlı Rus Savaşı’nda olduğu gibi bugün de Türkiye’yi yakın görmeli ve birlikte hareket etmelidir. Çünkü Türkiye, yoğun Müslüman nüfusuna karşın bir Batı bloğu ülkesidir ve Avrupa Birliği’ne tam üye olmak hedefindedir.
.
Şahin KESKİN – SASAM Uzmanı
Yazarın diğer haber ve yazıları için tıklayınız.
__________________________
KAYNAKÇA
[1] “Türkiye-Vatikan İlişkileri”, Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, Erişim Tarihi: 30.10.2015, Erişim Adresi: http://www.mfa.gov.tr/turkiye-vatikan-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
[2] Rinaldo Marmara (2012), “Vatikan Gizli Arşiv Belgeleri Işığında Türkiye ile Vatikan Diplomatik İlişkilere Doğru”, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s. 131.
[3] Rinaldo Marmara (2012), “Vatikan Gizli Arşiv Belgeleri Işığında Türkiye ile Vatikan Diplomatik İlişkilere Doğru”, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul, s. 1.
[4] Övgü Pınar (2015), “Papa’dan ‘Ermeni soykırımı’ Açıklaması”, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 30.10.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/04/150412_papa_soykirim.
[5] Övgü Pınar (2015), “Papa’dan ‘Ermeni soykırımı’ Açıklaması”, BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 30.10.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/04/150412_papa_soykirim.
[6] “Erdoğan’dan Papa’ya ‘Soykırım’ İfadesi Yüzünden Kınama”, (2015), BBC Türkçe, Erişim Tarihi: 31.10.2015, Erişim Adresi: http://www.bbc.com/turkce/haberler/2015/04/150414_erdogan_papa.
[7] “Papa Soykırım Dedi”, (2015), HaberTürk, Erişim Tarihi: 31.10.2015, Erişim Adresi: http://www.haberturk.com/dunya/haber/1064902-papa-soykirim-dedi.
[8] Ahmet Türkan (2015), “Turkey-Vatican Relations from the Ottomans to the Republic”, International Journal of Humanities and Social Science, Cilt: 5, Sayı: 5, s. 149.
[9] Richard Brennan (1877), “Pope Pius The Nineth: A Popular Life Of Our Holy Father”, Printers To The Holy Apostolic See, New York, Erişim Tarihi: 30.10.2015, Erişim Adresi: https://archive.org/details/apopularlife00brenuoft.
[10] Marmara, s. 150.
[11] Marmara, s. 152.
[12] Marmara, s. 159.
[13] Marmara, s. 122.
[14] Marmara, s. 126.
[15] “Papa 16’ıncı Benedikt ‘üzgünüm’ dedi”, (2006), NTV, Erşim Tarihi: 1.11.2015, Erişim Adresi: http://arsiv.ntv.com.tr/news/385195.asp.
[16] Reha Erus (2012), “Kardinal’den İslam karşıtı gaf”, NTV, Erişim Tarihi: 1.11.2015, Erişim Adresi: http://arsiv.ntv.com.tr/news/385195.asp.
[17]Reha Erus (2012), “Kardinal’den İslam karşıtı gaf”, NTV, Erişim Tarihi: 1.11.2015, Erişim Adresi: http://arsiv.ntv.com.tr/news/385195.asp.
[18] “Papa ‘soykırım’ sözünü kullandı, Türkiye Vatikan Büyükelçisi Mehmet Paçacı’yı geri çağırdı”, (2015), Hürriyet, Erişim Tarihi: 1.11.2015, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/papa-soykirim-sozunu-kullandi-turkiye-vatikan-buyukelcisi-mehmet-pacaciyi-geri-cagirdi-28719416.
[19]“İtalya’dan Türkiye’ye Papa cevabı”, (2015), Hürriyet, Erişim Tarihi: 2.11.2015, Erişim Adresi: http://www.hurriyet.com.tr/italyadan-turkiyeye-papa-cevabi-28727106.
[20]“Papa Batı’yı eleştirdi, Türkiye’yi övdü”, (2015), Sabah, Erişim Tarihi: 2.11.2015, Erişim Adresi: http://www.sabah.com.tr/dunya/2015/09/18/papa-batiyi-elestirdi-turkiyeyi-ovdu.
[21]“Papa Franciscus, Türkiye için dua etti”, (2015), TRTTürk, Erişim Tarihi: 2.11.2015, Erişim Adresi: http://www.trtturk.com/haber/papa-franciscus-turkiye-icin-dua-etti-155207.html.