Amerika Birleşik Devletleri (ABD), gerek kuruluşu gerekse bünyesindeki yaşayan halklar bakımından diğer dünya ülkelerinden farklı bir ülkedir. Öyle ki daha 16. ve 17. Yüzyıllarda dönemin önde gelen ülkeleri bu kıtada kolonileşmeye başlamışlardır. Kıtada kolonileşmeye başlayan ülkeler, okyanusun öbür ucundaki Avrupa ülkeleriydi. Bu ülkelerin başını İspanya, Fransa, Büyük Britanya ve Hollanda gibi ülkeler çekmekteydi. Koloniler kurulmadan önce kıtada yaşayan yerliler bulunuyordu. Amerikan yerlileri, çok önceleri Kuzey Doğu Asya dolaylarından göç etmişlerdi. Günümüzde bu insanlar, Kızılderililer yahut kıtanın yerlileri olarak bilinir.
Kolonileşmeyle beraber kıtada farklı bir kültür oluşmaya başlamıştı. Kıtada kurulan bu kolonilerin elbette ki birçoğu, birçok konuda kendi devletine bağlıydı. Bu konulardan biri de vergilendirme konusuydu. Öyle ki 4 Temmuz 1776 yılında 13 koloni, Londra’nın dayattığı aşırı vergiler yüzünden aynı zamanda da Aydınlanma Dönemi’nin etkisiyle Birleşik Krallığa karşı bağımsızlığını ilan ederek ayaklanmışlardı. Bu ayaklanma, günümüz Amerika’sının bağımsızlık savaşı olarak bilinir. 1781 yılında Yorktown’daki mücadelede 7.000 İngiliz askerinin teslim olmasıyla bu bağımsızlık savaşı, Amerika için zaferle son bulmuştu.(1) Birleşik Krallık, kendi kurduğu koloniler karşısında savaşı kaybetmiş ve günümüz Amerika’sının temelleri atılmaya başlanmıştır. Amerika’nın bu bağımsızlık savaşında elbette ki birçok avantajı vardır. Bana sorarsanız bu avantajlardan en önemlisi, Amerika’nın coğrafi konumudur. Avrupa ile kara bağlantısının olmaması ve bir okyanus ile Avrupa’dan epey bir uzakta bulunması, Amerika’ya bu bağımsızlık savaşında avantaj sağlamıştır.
Bağımsızlığını ilan eden Amerika, gelişen ekonomik yapısını desteklemek için Afrika kıtasından köle ticareti yapmaya başlamıştır. Transatlantik köle ticareti olarak da adlandırdığımız bu ticaret biçimi, sadece Amerika’ya özgü bir ticaret biçimi değildir. Transatlantik köle ticareti, Afrikalı kölelerin Avrupalılar tarafından esir edilmelerini ve satılmalarını içeren Atlantik Okyanusu kıyılarında faaliyet gösteren bir ticaret biçimiydi. Öyle ki Afrika Kıtası’nın Atlantik kıyısı ve Afrika’nın iç kesimlerindeki yerlilerin satılması ve istismarına dayanan transatlantik köle ticareti, Portekizliler tarafından 15. yüzyıldan 19. yüzyıla kadar sürdürülmüştür.(2)
Kuzey ve Güney Amerika’daki plantasyonlardan gelen köle ihtiyacı, çeşitli uluslardaki esir tüccarlarının milyonlarca Afrikalı zenciyi köle olarak götürüp Amerika’da satmaları sonucunu doğurmuştur. Afrika için korkunç bir darbe olan bu ticaret, milyonlarca insanın ailelerinden ve hayatlarından koparılmasına neden olmuştur. Ayrıca bu ticaretle beraber Afrika’nın insan gücü de sömürülmüştür.
Tabi ki bu ticaret, başlı başına köle ticareti değildi. Başlangıçta köle ticareti gibi gözüken bu olay, kölelerin siyahi olmasından dolayı Amerika’yı gelecek yıllarda zorlu bir sürece sokacaktı. Öyle ki bu zorlu süreç, Amerika’yı iç savaşa kadar götürecekti. Köle ticareti ile beraber ırkçılık sorunları baş gösterecek ve bu sorun, günümüze kadar çözülemeyecektir. Bu uğurda birçok insan mücadele verecek ve hayatını kaybedecektir. Her ne kadar Amerika bu sorunun iç savaş ile kapandığını ve köleliği kaldırdıklarını, köleliğin kaldırılmasıyla ırkçılığın da bittiğini savunsa da, olayların hiç de öyle olmadığı aşikârdır.
Geçmişten günümüze ırkçılığın bitmediğini, günümüzde yaşanan çeşitli olaylarla görüyoruz. Siyahilerin toplum içinde ikinci sınıf insan muamelesi görmesi, gün geçtikçe onların topluma entegre olmalarını zorlaştırmıştır. Bu sorun, köle ticaretinden günümüze Amerika’nın kanayan yarası olmuştur ve olmaya devam edecektir.
Amerika, siyahileri hiçbir zaman tam anlamıyla topluma adapte edemeyecektir. Tam da bu noktada Alexis de Tocqueville’nin bir sözüne değinmek istiyorum. Alexis de Tocqueville, bu konuda “Siyahi bir insanı özgürleştirebilirsiniz; fakat Amerikalıların gözünde o insanın bir yabancı olarak kalmasını engelleyemezsiniz.” Demektedir.(3) Siyahilerin geçmişten günümüze yaşadıkları zorluklar ortadadır. Bu sorun, yüzeysel bir şekilde geçilebilecek bir sorun değildir. Ciddi ve üzerinde durulması gereken bir sorundur.
SASAM Staj Bitirme Ödevi olarak hazırlanan bu çalışmanın amacı, transatlantik köle ticaretinden günümüze Amerika’daki siyahilerin toplumsal, kültürel, ekonomik ve siyasi kimliğini incelemek, siyahilerin maruz kaldığı ırkçı olayları ve bu ırkçı olayların Amerika’ya verdiği zararları ve vereceği tehditlerin neler olduğunu ortaya çıkarmaktır. Tüm bunları yaparken pek tabi ki siyahilerin yaşadıkları ikinci sınıf insan muamelesini gerek olaylarla gerekse istatistiklerle destekleyeceğim.
TOPLUMSAL YAPI
Transatlantik köle ticaretiyle başlayan süreçte siyahilerin kıtaya getirilmeleri ve kıtada yaşamaya başlamaları, siyahileri ister istemez toplumun bir parçası yapmıştır fakat bu parça, hiçbir zaman bütüne yerleştirilememiştir. Kıtaya köle olarak gelen siyahiler, uzun yıllar beyazlar tarafından hor görülmüş ve en aşağılık işlerde kullanılmışlardır.
Kıtada siyahilerin hiçbir hakkı bulunmamaktaydı. Öyle ki kendi dillerini bile konuşamıyorlardı. Siyahilerin kıtaya gelişleriyle beraber kıtada toplumsal anlamda bambaşka bir durum ortaya çıkmıştır. Toplumsal sınıflaşma baş göstermiş ve bu sınıflaşma da siyahiler, en alt sınıfta yer almışlardır. Bu durumun psikolojik yönüne de değinmek istiyorum. Öyle ki siyahiler kendilerinin beyazlardan daha alt sınıfta olduğunu ve aşağılık işler yapmak zorunda olduklarını kabul bile etmekteydiler. Bu durum, adeta siyahilere empoze edilmiş gibiydi. Siyahiler çalıştıkça beyazlar daha çok zenginleşiyordu ve beyazların toplumsal yapıdaki güçleri daha çok artıyordu. Bu durum da toplumsal yapıda sınıflar arasındaki farkın git gide açılmaya doğru gittiğini göstermekteydi.
Yıllar sonra bir iç savaş sonrasında köleliğin kaldırılması, her şeyi değiştirmiş gibi gözüküyordu. 19. yüzyıl ortalarındaki Amerikan yapısını incelediğimizde; güney bölgelerinde büyük çiftliklerin ağırlıkta olduğunu ve tarıma dayalı bir ekonominin geliştiğini görmekteyiz. Bu çiftliklerde Afrika’dan transatlantik köle ticareti ile getirilen siyahi köleler çalışmaktaydı. Güney’de hal böyleyken Amerika’nın Kuzeyinde durum farklıydı. Amerika’nın Kuzeyinde ekonomi, sanayiye yönelmiş ve serbest işgücü ortaya çıktığından kölelik kaldırılmıştı. Öte yandan Amerika’nın Batı’sında yeni kurulan eyaletlerde kölelik yasaklanıyordu. Güneyliler, bu durum karşısında endişeleniyordu. Çünkü Güneyin üretimi, köle ticaretinin devamlılığı ile doğru orantılıydı.
Köleliği kaldıracağını vaat ederek seçimlere giren Abraham Lincoln, 1860 yılında seçimi kazanınca güneyli 7 eyalet, Amerika’dan bağımsızlığı ilan etmişlerdi. Bu 7 eyalete yine Güneyden 4 eyalet daha katılmıştı. Hal böyle olunca Amerika, Kuzey ve Güney olmak üzere iki kutba ayrılmıştı. 12 Nisan 1861 tarihinde başlayan iç savaş ile beraber Amerika, kaosa sürüklenmişti. Kuzey ile Güneyin bu çarpışmasında çok sayıda insan hayatını kaybetmiştir. 1 Ocak 1863’de Kuzey’in zaferi ile sonuçlanan iç savaş sonrasında kölelik, 31 Ocak 1865 tarihinde anayasa kararları ile kaldırılmıştır. Bu tarihten 5 gün sonra Abraham Lincoln, suikast sonucu hayatını kaybetmiştir.(4)
İç savaşın bitimiyle beraber Güneydeki bütün kölelere özgürlük hakları verildi ve Güneydeki köleliğe dayalı tarım ekonomisi sona erdi. İç savaştan önce ekonomik açıdan eşit düzeylere sahip olan Kuzey ve Güney var iken, savaşın sonucunda Kuzeyin ekonomik yönden Güneyden daha ileri olduğunu görmekteyiz. Çünkü köleliğin kaldırılması ile Güneyin köleliğe dayalı tarım ekonomisine ağır bir darbe indirilmiştir.
Öte yandan iç savaş sonunda siyahilere özgürlük hakları verilse de belli bir süreden sonra bu haklar beyazlar tarafından geri alınmıştır. Kölelik kalkmıştı belki ama siyahiler hiçbir zaman beyazlar gibi yaşayamamış ve hep hor görülmüşlerdi. Köleliğin kaldırılmasından sonra oluşturulan yasalara baktığımızda her zaman siyahilerin ve beyazların farklı yasalardan sorumlu olduklarını görmekteyiz.
Geçmişe dönüp baktığımızda, özellikle toplumsal yapıda siyahilerin ikinci sınıf insan muamelesine maruz kaldıklarını görüyoruz. Bu durum, bazen en aşağılayıcı şekilde kendini göstermektedir. Öyle ki siyahilerin halk otobüslerinde ön sıralara oturamaması, umumi tuvaletlerde siyahilerin ve beyazların tuvaletlerinin farklı olması gibi gerçekten aşağılayıcı şekilde uygulanan hukuk kuralları mevcuttur.
Bu şekilde siyahilerin zaten toplumla bütünleşme şansı bulunmuyordu. Toplumsal yapıda bu halde olan siyahilerin 1965 yılına kadar oy kullanamamasına şaşırmamak gerek. Eğitim konusunda da siyahilerin farklı bir muameleye maruz kaldığını görmekteyiz. Bu konuda bir Amerika vatandaşı ve aynı zamanda da bir siyahi olan 23 yaşındaki Zakia Cumming’in sözlerini paylaşmak istiyorum; “1960’lara geri dönüyoruz. Amerika’da halen ırkçılık ile uğraşıyoruz ama bu kez farklı bir ırkçılık biçimi bu. Eskiden siyahlar bazı lokantalara gidemez veya otobüslerde ön sıralara oturamazdı. Şimdi ise belki her türlü lokantaya gidebiliyor ve otobüslerin önlerinde oturabiliyoruz. Ama örneğin biz aynı şehirde Washington’da yaşamamıza rağmen, kentte siyahların ve beyazların oturduğu yerlerde verilen eğitim çok farklı.”(5) Bu, olayların sadece eğitim boyutu. Hemen hemen her alanda siyahilerin farklı durumlarda karşılaştığını görmekteyiz.
Siyahilerin transatlantik köle ticaretinden bu yana kıtada yaşadıklarını varsayarsak nüfuslarının ne derece çoğaldıklarını söylememe gerek yoktur sanırım. Öyle ki siyahiler, bazı eyaletlerde yoğunlaşarak orada egemenlik kurma yolunda ilerlemektedirler. Bu eyaletlere baktığımızda, siyahilerin nüfus yoğunluğu bakımından daha çok güney eyaletlerinde yoğunlaştıklarını görmekteyiz. Bunun sebebini yukarıda bahsettiğim iç savaştan çok rahat bir şekilde çıkarmak mümkündür. Siyahilerin günümüz toplumsal yapısında edindikleri yeri daha iyi görmek için eyaletler içerisindeki nüfusuna bakmak gerekir. Tam da bu noktada Amerikan Ulusal Sayım Bürosu’nun (http://www.census.gov/) 2010 yılında yayınladığı nüfus sayımını paylaşmamın doğru olacağını düşünüyorum.(6) Gelecek sayımın 2020 yılında yapılacağından dolayı 2010 yılı verileri kullandığımı belirtmek isterim.
EYALETLER | SİYAHİ NÜFUS | TOPLAM NÜFUS ORANI |
Mississippi | 1.074.200 | %37.30 |
Louisiana | 1.452.396 | %31.98 |
Georgia | 2.950.435 | %30.02 |
Maryland | 1.700.298 | %39.44 |
G. Carolina | 1.290.684 | %28.48 |
Alabama | 1.251.311 | %26.38 |
K. Carolina | 2.048.628 | %21.60 |
Delaware | 191.814 | %20.95 |
Virginia | 1.551.399 | %19.91 |
Tennessee | 1.055.689 | %16.78 |
Florida | 2.999.862 | %15.91 |
Arkansas | 449.895 | %17.76 |
New York | 3.073.800 | %15.18 |
Amerikan Ulusal Sayım Bürosu’nun verdiği verileri tablo halinde incelediğimiz zaman, siyahilerin daha çok güney eyaletlerde yoğunlaştığını görmekteyiz. Tablodaki toplam nüfus oranı sütununa baktığımızda, siyahilerin bu eyaletlerde hiç de azımsanamayacak derecede bir nüfusa sahip olduklarını görüyoruz. Bu nüfus oranı, beraberinde birçok hak ve sorumluluklar getirmektedir. Fakat siyahilerin bu hakların kaçına sahip olduğu konusu, tartışılması gereken önemli bir meseledir. Öyle ki siyahilerin nüfus oranı olarak en çok yoğun olduğu Maryland eyaletinde bile maruz kaldıkları toplumsal olaylar mevcuttur.
Öncelikle olayları değerlendirirken; siyahilerin eyaletlerde belli bir nüfusa sahip olduklarını ve siyahilerin varlığını kabul etmek gerekir. Bu durum, Amerika yöneticilerinin hatırlarında tutmaları gereken önemli bir husustur. Çünkü toplumda belli bir nüfusa sahip (küçümsenemeyecek bir nüfus ) bir ırkı yok saymak, hiç de akıllıca bir hareket olmayacaktır.
Kaldı ki yakın zamanda yaşanan toplumsal olaylar sonrası yapılan protestolar, bu durumun en açık örnekleridir. Tam da bu protestolara örnek amaçlı bir haberi paylaşmak istiyorum. “Genç ve silahsız bir siyahi olan Michael Brown, 9 Ağustos 2014 tarihinde Missouri eyaletinde beyaz bir polis olan Darren Wilson tarafından öldürülmesi sonucu ortaya çıkan protestolar, ülkenin dört bir yanında kendisini göstermiştir. Birçok eyalette gösteriler başlamış, siyahiler olaya büyük tepki göstermişlerdir.”(7) Ancak polis memuru Wilson’u yargılayan jürinin polis memurunun yargılanmasına gerek görmemesi kararı, aslında Amerika’nın bu olay karşısındaki tutumunu gözler önüne sermektedir.
Ben bu noktada Amerika’nın bu olaylar karşısındaki tutumunu evdeki pisliği halının altına süpürmekle eş değer görüyorum. O pislik bir gün halının altından taşacak ve her tarafa yayılacaktır. O zaman bu işin geri dönüşü olmayacaktır. Tabloda da gördüğümüz gibi siyahilerin nüfusu azımsanamayacak bir nüfustur ve toplumu etkileyen bu tarz olaylarda Amerikan yönetiminin takındığı tavır gerçekten yanlış ve ciddi anlamda ileride tehdit oluşturacak cinstendir.
Bu tarz olaylar, Amerika’da ne ilk ne de son olmuştur. Amerika’nın South Carolina eyaletinde Afrika kökenli Amerikalıların gittikleri bir kilisede dokuz kişinin hayatını kaybetmesi de bu olaylara örnek olarak verilebilir.(8) Amerikan basınına katliam olarak düşen bu olayda ırkçılığın tavan yaptığı görülmüştür. Öyle ki saldırganın beyaz olması, zaten olayın niyetini gözler önüne sermiştir. Olayın gelişmesinden sonra siyahilerin büyük tepki göstererek protestolarda bulunmaları, ülkede ciddi bir sarsıntıya neden olmuştur. Olayın 18 Haziran 2015’de meydana gelmiş olması, Amerika’da sözde ırkçılığın olmadığını söyleyen bazı Amerikalılara ders niteliğinde bir cevap olmuştur.
Bu tarz olayların sıklıkla yaşanması, ülke geleceğini ciddi anlamda tehdit edecektir. Her ne kadar protestolarda beyazlar ile siyahların beraber bulunması güzel bir görüntü olsa da, beyazların içinde halen gizliden gizliye bir ırkçı bakış açısının mevcut olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Bu olayın yaşandığı yıllarda Obama’nın Amerikan başkanı olması da ayrıca trajikomik bir durumdur. Öte yandan bu konuyla ilgili olarak Hıncal Uluç’un 18 Temmuz 2015 tarihli yazmış olduğu köşe yazısına dikkat çekmek istiyorum. Yazının başlığı ciddi anlamda üzerinde durulması gereken bir soru “Başkanı zenci Amerika’da zenciler hala nasıl eziliyor?”(9)
11 Eylül 2001 tarihinde Amerika’daki sivil uçakların El–Kaide mensupları tarafından kaçırılması ve ikiz kulelere yapılan saldırı sonucu adeta ülkede bambaşka bir hava oluştu. 2 bine yakın insan, hayatını kaybetti. Bu vahim olaydan sonra Amerika’da birçok taş yerinden oynadı diyebiliriz. Gerek dışarıda gerekse içeride birçok şey değişti. Bu olaydan sonra dışarıda Amerika, Afganistan ve Irak’a savaş açtı ve her iki yeri de işgal etti. Olayın hasarı ve yaratmış olduğu psikolojik yönü itibariyle dışarıda hırsla hareket eden Amerika, gerek Afganistan’da gerekse Irak’ta çeşitli askeri operasyonlar düzenledi.
Peki, dışarıda tüm bunlar yaşanırken içeride durum nasıldı? Olayı gerçekleştiren El–Kaide ve uzantılarının Müslüman kimlikle ön plana çıkmaları, Amerika’da yaşayan Müslümanların zor günler yaşamasına sebep oldu. İslamo-fobi duygularının zirve yaptığı dönemlerde ülkedeki Müslümanlara karşı nefret duygularının arttığını görmekteyiz. Konumuz açısından ülkedeki siyahi Müslümanların da zor günler yaşadığını tahmin etmek zor olmasa gerek. Amerikalıların olayın etkisinden çıkamadıkları süre zarfında, ülkedeki gerek siyahi gerek beyaz Müslümanlar potansiyel terörist gözüyle görüldü. Aslında bu yaklaşım bile Amerikan toplumunun genelleyici ve önyargılı bir toplum olduğunu gözler önüne sermektedir ve aynı zamanda ırkçı bir toplum olduğunu göstermektedir. Bu olayın üstünden yaklaşık 15 sene geçmesine rağmen bu tarz düşüncelerin etkisinin azaldığını ve tamamen bittiğini düşünmüyorum.
Öte yandan toplumsal anlamda siyahilerin günümüzde bile maruz kaldıkları birçok olay mevcuttur. Aynı zamanda yine toplumsal anlamda siyahilerin bir türlü beyazlarla aynı seviyeye gelememesi de ayrı bir sorundur. Bu konuda Amerika’da Demokrasi kitabı yazarı Alexis de Tocqueville’nin bu konudaki düşüncesi dikkate değerdir. Ona göre beyazlar, siyahileri kendi seviyelerine getirmekten çekinmektedirler. Çünkü kendilerinin de onlar gibi olabilmelerinden kuşku duyarlar.
Sonuç itibariyle siyahilerin Amerikan toplumsal yapısında önemli bir yer teşkil ettikleri konusunda hemfikiriz. Fakat bu yerin hakkının verilip verilmediği konusu tartışmalıdır. Yaşanan olaylara ve verilen demeçlere baktığımızda, toplumsal anlamda sıkıntılar devam edecek gibi gözüküyor. Siyahilerin Amerikan toplum yapısında kendi kimliklerini tam anlamıyla bulacağı güne kadar, bu sorunun artarak devam edeceğini düşünüyorum. Tabi ki bu tip olaylar yaşanırken Amerikan yönetiminin olaylar karşısındaki tutumu, olayların tansiyonunu belirleyecektir. Bu konuyla ilgili olarak elbette ki Amerikan yönetimine birçok görev düşmektedir. Reform niteliğinde bazı belirleyici kararlar alınmalı ve ana hedefin siyahilerin toplumsal yapıdaki konumlarının beyazlar ile eş düzeye getirilmesi olmalıdır.
KÜLTÜREL YAPI
Kültürel yapı konusuna giriş yapmadan önce kültürün tanımını yapmak gerekir. Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütününe “kültür” denir. Kültür, bir toplumun kimliğini oluşturur onu diğer toplumlardan farklı kılar. Kültür, toplumun yaşayış ve düşünüş tarzıdır. Kültürün tanımlarından yola çıkarsak ne derece önemli bir şey olduğunu anlamak güç olmasa gerek. Bu yüzden bir toplumun kendine has kültürünü yaşaması da son derece önemlidir.
Siyahilerin de Amerika’da kendi kültürlerini yaşamaları önemlidir. Ancak kıtaya köle ticareti ile ayak basan siyahiler, daha ilk yıllarında kendi dillerini dahi konuşamaz hale gelmişlerdir. Atalarının kültürlerini, dinlerini ve yaşayış tarzlarını unutmuşlardır. Geldikleri coğrafyadan tamamen koparılmışlardır. Kendi özgeçmişlerini hatırlamaz hale getirilmişlerdir. Bu sadece siyahiler için değil herhangi bir toplum için bile çok vahim bir durumdur.
Yukarıda kültürün tanımında da belirttiğimiz gibi bu durum, siyahilerin kimliğini kaybetmesi demektir. Siyahilerin kıtaya köle ticareti ile gelmeleri ve uzun yıllar köle olarak yaşamaları, ister istemez kültürel yaşamdan kopmalarına neden olmuştur. Kültürel yaşamdan kopuk bir şekilde yaşayan siyahiler, tamamen köle olarak hayatlarına devam etmişlerdir.
Siyahilerin gerek din konusunda gerekse sosyal yaşam konularında kendi öz kültürünü kaybetmeleri, daha doğrusu unutturulmaları, ciddi bir sorundur. Köle ticaretiyle beraber Afrika kıyılarında bırakılan bu kültürün üzerinden bir daha geri dönemeyecek kadar uzun yıllar geçmiştir.
Yapılması gereken; Amerika’daki siyahilerin kendi öz kimliğini yani kültürünü yeniden inşa etmelerini sağlamaktır. Bu konuda belli başlı gelişmeler yaşanmıştır. Siyahilerin kendilerine has kiliselerin açılması, Hip Hop gibi siyahilere özgü müziklerin hayata geçmesi, bununla beraber Rap müziği, Graffiti sanatı, Break dansını ve Dj’liği de siyahilerin kültürel yapıya adapte olma konusunda atılan adımlardan birkaçı olarak sayılabilir.
Siyahilerin yaptıkları müzikler sadece siyahiler tarafından değil, beyazlar tarafından da dinlenmektedir. Bu da kültürler arası etkileşimin en güzel örneğidir. Öte yandan olumlu gelişmelerden bir tanesi de “black is beautiful” (Siyah güzeldir.) akımıdır. Bu söz, ilk kez John Sweat Rock’ın ağzından 1865’de duyulmuştur. John Sweat Rock, tıp diplomasına sahip ilk siyah Amerikalıdır.(10) Onun ağzından çıkan bu iki sözcük, 1960’ların başında Amerika’da başlayan siyahilerin kültürel bir hareketine dönüşmüştür. Bu kültürel hareket, Amerika’daki siyahiler için çok önem taşımaktadır. Öyle ki kültürel hareketin amacını incelediğimizde, siyahlara ait her şeyi çirkin gösteren yaygın Batı kültürlerine karşı bir isyan olduğunu görmekteyiz. Bu hareket, başta Güney Amerika olmak üzere siyahilerin olduğu her yere yayıldı.
Hareketin temel amacı; siyah derinin, siyahlara özgü saçların ve diğer özelliklerden hiçbirinden utanılacak bir şey olmadığını tüm siyahilere göstermektir. Utanmak bir yana, hareket bu saydıklarımın güzel olduğunu ve siyahilerin bu özelliklerinden dolayı gurur duymaları gerektiğini savunur. Ayrıca bu kültürel hareket, bir şeyi güzel ya da çirkin yapan şeyin o şeyin kendisi olduğunu savunur. İnsanın dış görünüşü ya da teninin rengi değildir. Ayrıca bu kültürel hareketin amaçları arasında siyahiler üzerindeki çirkinleştirme politikalarını bertaraf etmek olduğunu söyleyebiliriz.
“Black is beautiful” kültürel hareketi, özellikle Amerika’daki siyahiler için çok önemlidir. 1960’ların başında başlayan bu harekete kadar Amerika’daki siyahilerin toplumda çirkin olduğu, güzel olan her şeyden mahrum olduğu kabul edilmekteydi. Olaylara bu bakımdan baktığımızda, bu akımın önemi bir kat daha artmıştır. Peki, bu kültürel hareket sayesinde siyahiler, beyazlar kadar özgür olabilmişler midir? Tabi ki de hayır.
Günümüzde kültürel anlamda gerçekten istedikleri gibi yaşayamayan siyahiler mevcuttur. Bu durum, Amerikan yönetiminin üzerinde durup düşünmesi gereken bir meseledir. Çünkü yukarıda yer verdiğimiz kültürün tanımında çok can alıcı bir ifade kullanmıştık. “Kültür, toplumun kimliğini oluşturur.” Siyahilerin kendi öz kimliklerini yani kültürlerini önce kazanmaları, sonra da yaşamaları gerekmektedir. Kazanmaları gerek diyorum çünkü siyahiler, Afrika’dan köle ticaretiyle Amerika’ya gelirken bütün o kültürlerini Afrika sahillerinde bırakmışlardır. En azından Amerika’da beyaz adamlar, kültürlerini yaşamalarına izin vermemişlerdir. Kültürlerini yaşayamayan siyahi köleler, uzun yıllar kimliksiz yani kültürsüz yaşamışlardır.
Bu noktada şu gerçeği atlamamak gerekir. Siyahilerin topluma entegre olabilmeleri için kendi kültürlerini yaşamaları gerekmektedir. Amerikan yönetiminin bu konuda çaba sarf etmesi gerekmektedir. Amerikan yönetimi, bu konudaki niyetini açıkça belli edip bu olayın üstüne düşmediği takdirde siyahilerin kültürel yaşamı mümkün olduğu her zaman ve her anda ırkçı saldırılar ile sabote edilecektir.
EKONOMİK DURUM
Kıtaya köle ticaretiyle ayak basan siyahilerin yıllar boyunca köle olarak yaşamlarını sürdürdüklerini ve karın tokluğuna çalıştıklarını biliyoruz. Kölelik döneminde ekonomik durum açısından tamamen efendisine muhtaç olan siyahiler, ekonomik olarak hiçbir hakka sahip değillerdi. Yıllar boyunca efendisinin yanında köle olarak çalışan siyahiler, ekonomik durumdan bihaber yetişmişlerdi.
Geçmişten günümüze gelen süre zarfında durum pek de değişmedi aslında. Kölelik kaldırılmış ve hayat standartları gelişmiş olabilir fakat bugünün Amerika’sına baktığımızda ekonomik durum açısından siyahilerin hala beyazlardan aşağıda olduğunu söylemek gerekir.
Kaldı ki ekonomi açısından vahşi bir kapitalizmi benimseyen Amerika’yı düşündüğümüzde, siyahilerin işleri daha da zorlaşmaktadır. Siyahilerin genelde beyazların “getto” adını verdikleri mahallelerde yaşadıklarını görüyoruz. Siyahilerin toplumsal hayata karışmaları ve topluma entegre olmaları, bir sihirli el ile engellenmiş gibi görünüyor. Köleliğin kaldırılmasından yıllar geçmesine rağmen siyahilerin halen Amerikan toplumunda ikinci sınıf insan muamelesi görmesi, gerçekten sorgulanması gereken bir durumdur.
Siyahilerin toplum ile bütünleşememesinin bir diğer nedeni de uyuşturucudur. Amerika’daki uyuşturucu ticareti, genel itibariyle siyahilerin çoğunlukta olduğu Güney eyaletlerinde gerçekleşir. “Modern Kölelik” adını da verebileceğimiz bu işlem, siyahilerin hem toplumla bütünleşmesini engelliyor, hem de onları birer bağımlı insan haline getiriyor. Uyuşturucunun en çok kullanıldığı eyaletlere baktığımızda, bu eyaletlerde siyahilerin küçümsenemeyecek bir nüfusa sahip olduğunu görüyoruz. Öte yandan çoğu eyaletlerde esrar yasallaştırıldı. Örneğin Colorado eyaletinde 1 Ocak 2014 tarihi itibariyle 21 yaşını doldurmuş kişiler esrar satın alabilecek.(11)
Ekonomik durumu iyi olmayan ve aynı zamanda topluma entegre olma konusunda önüne engeller çekilmiş siyahilerin uyuşturucuyu tercih ettiklerini görmekteyiz. Siyahilerin köleliğin kaldırılmasından bu yana topluma kazandırılamamış olmaları; vasıfsız, işsiz, güçsüz siyahi bir toplum yaratmıştır. Böyle bir toplum, tabi ki yaşadığı ülkeye karşı birçok dezavantaja sahiptir. Bu dezavantajlardan biri de siyahilerin suç olaylarına beyazlara oranla daha çok karışmasıdır. Eğer Amerika’da siyahsanız, beyazlara göre hapse girme ihtimaliniz 10 kat daha fazladır.(12)
Zaten ekonomik durum nedeniyle çaresiz olan siyahilerin suç oranlarının bu seviyede olmasına şaşırmamak gerek. Ekonomik açıdan beyazların kat kat altında yer alan siyahilerin Amerika’da potansiyel suçlu olarak yaşadıklarını söyleyebiliriz. Var olan yoksulluğun onları suç işlemeye ittiğini söyleyebiliriz. Sistemin adaletsiz oluşu, siyahların üst düzey makamlara kolay kolay gelemeyişi ve her defasında önlerine beyazlar tarafından engeller çıkarılması, siyahileri topluma adapte olmaktan uzaklaştırmıştır.
Yoksul olarak dünyaya gelen ve Amerika’da yaşayan bir siyahinin suç işlememesi, çok az rastlanan bir durumdur. Öyle ki toplum içindeki adaletsizlikten rahatsız olan siyahilerin bu adaletsiz ortamı göz önünde bulundurarak işledikleri suçları meşrulaştırdıkları bile görülmektedir. Bu durumdan şunu çıkarabiliriz; topluma entegre edilmeyen ve tam aksine toplumdan olabildiğine uzaklaştırılan bir topluluğun suça meyilli olma oranı da aynı şekilde artmaktadır. Yoksulluk ve suç oranı doğru orantılı bir şekilde ilerlemektedir. Amerika’daki hapishanelere baktığımızda siyahilerin sayısı beyazlardan her zaman fazla olmuştur. Topluma entegre olmayı bir türlü becerememiş yahut entegre olmasına izin verilmemiş siyahilerin başka çaresi yok gibi gözüküyor.
Öte yandan farklı bir bilgiye de paylaşmak istiyorum. Amerika’da her yıl 32.000 kişi intihar ediyor.(12) Eğer siyahsanız, intihar etme ihtimaliniz beyazlara göre 7 kat daha fazla.(12) Bu veri, küçümsenmeyecek derecede önemlidir. Bu veriler, siyahilerin Amerikan toplumuna bir türlü entegre olamamasının sonucudur.
Beyazlarda da suç oranı belli bir seviyedir fakat siyahlar kadar fazla değildir. Elbette ki beyazlarda da topluma entegre olamayan insanlar mevcuttur. Fakat siyahiler kadar fazla değildir. Suç oranı bakımından bu verilere sahip olan siyahilerin ırkçılık olaylarına maruz kalmaları da kolaylaşmaktadır. Bu durumda beyazların siyahilere suçlu önyargısı ile bakacağını varsayarsak, bu durum ilerleyen yıllarda çözülmesi zor bir problem halini alacağa benziyor. Bu problemin de tek çözümü, siyahilerin topluma adapte olma yolunda devlet yardımı ile hareket etmeleridir. Bu sayede siyahilerin üstündeki suçlu yaftası da bir nebze olsun hafifleyecek ve ırkçılık olayları da bir nebze olsun azalacaktır.
SİYASİ KİMLİK
Siyahilerin köle ticaretinden günümüze gelen süreçte siyasi kimlikleri her zaman tartışma konusu olmuştur. Örneğin 1965 yılına kadar siyahilerin oy hakları bulunmamaktaydı. Dünya geneline baktığımızda 1965 yılına kadar çoğu ülkenin kadınlara bile seçme ve seçilme hakkı tanıdığını düşünürsek, bu durum gerçekten ciddi sorunlar teşkil etmektedir. 1965 yılına kadar yaşadıkları ülkede temsil edilme hakkına sahip olmayan bir ırk, her türlü ötekileşme hareketlerine maruz kalabilirdi ve zaten kalmıştı da. Bu açıdan bakıldığında sözde kaldırılan köleliğin bir şekilde siyahiler için devam ettiğini söylemek yanlış olmaz.
1965 yılından sonra oy kullanma hakkına sahip olan siyahiler için bu durum sevindirici olabilir fakat halen sistem içerisinde birçok dezavantajlı duruma sahipler. Fakat siyahi bir liderin başkan olması, eskiden hayal bile edilemezken 20 Ocak 2009 tarihinde Barack Obama’nın Amerika başkanı olması, gerçekten önemli bir olaydır. Kendisi de Afro-amerikan olan Obama’ya ülkedeki siyahilerin koşarak oy kullanmaya geldiklerini haber kaynaklarından biliyoruz.
Obama’nın Amerika başkanı seçilmesi ve ilk defa bir siyahinin Amerikan başkanı olması, ülkedeki siyahiler için gurur okşayıcı bir durum olabilir fakat Obama döneminde artan ırkçılık olaylarını dikkate aldığımızda, bu gururun fazla uzun sürmediğini görmekteyiz. Her şeye rağmen gelinen bu süreçte Amerika’da yaşanan tüm bu olaylara rağmen siyahi bir insanın onca beyaz arasından sıyrılıp Amerikan başkanı seçilebilme ihtimalinin var olduğunu bilmek ve görmek, siyahiler açısından sevindiricidir. Siyasi kimlik açısından incelediğimizde; geçmişte çok zorluk yaşayan siyahilerin şu anda geçmişe göre iyi durumda olduklarını söylemek mümkün. Fakat bu durum, siyahiler için elbette ki yeterli olmamalı.
Amerika’daki siyahilerin siyasi kimlik kazanma yolundaki çabalarına baktığımızda birçok isimle karşılaşırız. Bunlardan biri Rosa Parks’dır. 1913 yılında Amerika’nın Alabama eyaletinde doğan Rosa Parks, 1943 yılında Amerikan Yurttaş Hakları hareketine katıldı.(13) Ayrıca 1955’te Alabama eyaletinde siyahilere uygulanan ırkçı yaklaşıma karşı tavır koyarak bu tepkiyi ilk gösteren kişilerden biri oldu. O yıllarda Amerika’da siyahilerle beyazların otobüslerde farklı yerlerde oturduklarını biliyoruz. Rosa Parks, bir gün Montgomery’de otobüse bindi. Beyazların oturduğu koltuklarda yer olmayınca bir beyaz Rosa Parks’dan yerini kendisine vermesini istedi. Bunun üzerine koltuktan kalkmayan Rosa Parks, tutuklandı.(13) Rosa Parks’ın tutuklanması, siyahiler tarafından büyük bir tepkiyle karşılandı. Siyahiler bu olaydan sonra otobüslere binmemeye başladı ve her yere yürüyerek gitmeye başladılar. Bunun üzerine Amerika Federal Mahkemesi, otobüslerdeki bu uygulamayı yasakladı.
Ancak Rosa Parks, bu olay yüzünden beyazlar tarafından taciz edilmeye başlanınca Kuzeye taşınmak zorunda kaldı. Bunun üzerine büyük olaylar patlak verdi ve Martin Luther King’in başını çektiği ve giderek büyüyen hareket, 1964’te çıkarılan yasa ile başarıya ulaştı. Rosa Parks, bu direnişin sembolü haline geldi.
Bu vesileyle Martin Luther King’e ayrıca bir parantez açmak istiyorum. Martin Luther King, 1929 yılında Atlanta eyaletinde doğmuştur. King, Rosa Parks olayından sonra Otobüs Boykotunu düzenleyenlerin liderliğini yapmıştır. Bu boykot sürecinde King’in evi bombalanmış ve King tutuklanmıştır. Bu boykottan sonra King, siyahi kiliselerin güç birliği yapmasında ve yurttaş hakları reformu için barışçıl gösteriler yapmayı amaç edinen Güney Hristiyan Liderlik Konferansı’nın 1957 yılında kurulmasında önemli rol oynamıştır.(14)
Liderlik kişiliğini her fırsatta öne çıkaran King, büyük bir kitleyi arkasına toplamıştır. Ayrıca King’in önderliğinin Amerika’da yaşayan siyahilere kazandırmış olduğu birçok özgürlükler mevcuttur. King; siyahilerin oy hakkı, ayrımcılığın sona ermesi, çalışan hakları ve diğer temel haklar için gösteriler düzenlemiş ve organize etmiştir. Bütün bu haklar, 1964 yılında çıkan Yurttaş Hakları Kanunu ve 1965 yılında çıkan Oy Hakkı Kanunu ile Amerikan hukukunun birer parçası olmuştur. Böylece siyahiler, King’in önderliğinde oy kullanma hakkına sahip olmuşlardır. Bu, siyahiler için önemli bir zaferdir. Günümüzde oy kullanan siyahiler, bu haklarını King’in önderliğinde bu mücadeleyi veren insanlara borçludurlar.
Burada siyahilerin siyasi kimlik kazanma mücadelesinde önemli bir isim olan Malcolm X’e de değinmek yerinde olacaktır. 1925 yılında Nebraska eyaletinin Omaha şehrinde doğan Malcolm X, Müslüman bir Afro-amerikan siyasi temsilci ve insan hakları savunucusudur. 1946 yılında hırsızlık ve haneye tecavüz suçlarından hapishaneye giren Malcolm X, hapishanedeyken İslam Ümmeti (Nation of Islam) isimli siyahi hareketin üyesi oldu. Birkaç yılda hareketin lideri haline gelen Malcolm X, siyahi üstünlüğe inanarak siyah ile beyaz Amerikalıların ayrılması gerektiğini savundu.(15) Ayrıca sivil haklar hareketinin ırksal bütünleşme vurgularına karşı alaycı tavırlar sergiledi. 1964 yılında İslam Ümmeti hareketi lideri Elijah Muhammed ile ters düşmesinden dolayı bu hareketi reddetti. Hayatı boyunca siyahilerin kendi kaderini tayin edebilme ve kendi kendilerini savunma hakkı gibi konuların önemini vurguladı. Ona göre beyazlar ile siyahların bütünleşmesi, hiçbir zaman gerçekleşemeyecekti. O siyahlar ile beyazların ayrılmalarını gerektiğini, siyahların ancak o zaman tam anlamıyla özgür olacağını savunmaktaydı. Siyahilerin kendi egemenliklerine kavuşmaları yolunda çok önemli argümanlar ortaya koyan Malcolm X’in ayrıca ölümünden sonra Malcolm X Otobiyografisi adlı kitabı yayınlandı. 1964 yılında reddettiği İslam Ümmeti Hareketi’nin üç üyesi tarafından suikasta uğrayarak hayatını kaybetti.(15)
Siyahilerin Amerika’daki siyasi kimlik mücadelesinde rol oynayan bir başka isim, Elijah Muhammed’dir. Elijah Muhammed, gerek liderliğini yaptığı İslam Ümmeti hareketiyle, gerekse verdiği demeçlerle tartışma konusu olmuştur. 1897 doğumlu olan Elijah Muhammed, İslam Ümmeti adlı siyah hareketin lideridir.(16) Bu harekete Malcolm X’in de üye olduğunu yukarıda belirtmiştik. Bu hareketin siyahiler ile beyazların ayrılmalarını savunduğunu da biliyoruz. Siyahilerin beyazlardan ayrılmaları talebiyle yetinmeyen bu hareket, ayrıca siyahilerin seçkin bir ırk olduğunu da savunur. Beyaz ırkının ise şeytana yakın bir ırk olduğunu savunan bu hareketin lideri Elijah Muhammed, ayrıca kendisinin de peygamber olduğunu iddia eder. İşte tam bu noktada Malcolm X ile ters düştüğü düşünülür. Her ne kadar tartışmalı bir lider olsa da, Elijah Muhammed bana sorarsanız Amerika’daki siyahiler için yine de önemli adımlar atmıştır. En azından siyahilerin bir şeylerin farkına varmasını, uykularından uyanmasını sağlamıştır. Önceleri kendilerini saygı hak etmeyen bir ırk olarak gören siyahilerin, Elijah Muhammed sayesinde bir nebze olsun bir şeyleri hak ettiklerini düşündüklerini söyleyebiliriz.
SONUÇ
Bu çalışmada Amerika’ya köle ticareti ile ayak basan siyahilerin o yıllardan günümüze hayat mücadelelerini, yaşadıkları sıkıntıları, toplumsal hayatta maruz kaldıkları ikinci sınıf insan muamelelerini ve bugüne gelme süreçlerini incelemeye çalıştım. Gelinen süreç itibariyle bazı şeyler değişmiş ve Siyahilerin durumları eskiye oranla iyileşmiştir. Ancak siyahiler, halen bazı sıkıntılı durumlara maruz kalmaktadır. Son yıllarda yaşanan ırkçı olaylar ve yetkililerin bu olaylar karşısındaki tutumları buna en basit örnektir. Öte yandan Amerika yönetiminin ırkçı olayları yok sayma çabası ve sanki ülkede ırk ayrımının olmadığını göstermeye çalışması, trajikomik bir durumdur. Siyahilerin bu durumu, Amerika’nın kanayan bir yarasıdır.
Günümüz dünyasının dış politikasını düşündüğümde Amerika’nın bu tutumunu anlayabiliyorum. Çünkü Amerika için siyahilerin bu durumu, dış güçlerin kullanabileceği bir zayıf noktadır. Ayrıca siyahilerin bu durumu, Amerika’nın dış politikada karar alma sürecini etkilemektedir. Zira siyahilerin anavatanı olarak bilinen Afrika kıtasına Amerika’nın dış politikada bir yaptırım uygulamaya çalışması, ülkede büyük sıkıntıların oluşmasına neden olabilir.
Köle ticaretinden bu yana gelen süreçte siyahilerin Amerikan toplumuna halen tam anlamıyla adapte olamayışı, sorgulanması gereken bir durum ve aynı zamanda Amerikan toplumu için bir tehdittir. Bu durum, Amerikan yönetiminin üzerinde durup düşünmesi gereken bir durumdur. Aksi takdirde yukarıda belirttiğim gibi gerek yapılan dış politikalarda, gerekse diğer dış güçlerin yürüttüğü dış politikalarda bu sorun yani kanayan yara kaşınmaya devam edilecektir. Çünkü kaşınmaya müsait bir konu olduğu, her halinden bellidir.
Amerika’yı tamamen dışarıdan seyreden biri, Amerika’nın tozpembe mükemmel bir ülke olduğunu düşünebilir. Fakat birazcık içine daldığımızda, her yanı sorunlarla dolu bir ülke olduğunu görebilirsiniz. Bu sorunların başını da toplumun temellerini sarsan ırkçılık hastalığı ve başta siyahiler olmak üzere bazı ırklara karşı gösterilen ayrımcı tavırlar çekmektedir. Ülke içerisinde bu kadar soruna sahip bir devletin başka diyarlara “demokrasi götürmesi” ne kadar doğru ve mantıklı bir hareket olacağını düşünmek gerekir.
.
İlker YILMAZ
SASAM Stajyeri – Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Sahipkıran AKADEMİ kategorisinde yayınlanan diğer yazılar için tıklayınız.
KAYNAKÇA