Twitter Facebook Linkedin Youtube

DARAĞACINDA ESKİŞEHİRLİ BİR BAKAN; HASAN POLATKAN

Zafer TEKİN

Zafer TEKİN

’26 Mayıs gecesi ben “Eskişehir’e gitme Hasan” dedim. “Ankara karmakarışık, bitişiğimizde İsmet İnönü oturuyor, onun bitişiğinde damadı oturuyor. İnönü’nün kapısına her gün gelip giden yüzlerce astsubay var. Bir darbe söylentisi dolaşıyor ortalıkta, gitmeyin” dedim. “Ne yapacaksınız Eskişehir’de Hasan?” dedim. Hasan; “Eskişehir Demokrat Partinin merkezidir, Sayın Adnan Menderes Eskişehir’de halkla bir araya gelecek, konuşma yapacak, kendi memleketimde Sayın Başbakan’ı nasıl yalnız bırakırım” dedi ve gittiler…’

H.Polatkan-Atiye Emiroğlu

Adnan Menderes’in Başbakanlığında 9 yıl gibi uzun bir süre Maliye Bakanlığı yapan Hasan Polatkan için dönüşü olmayan yol, işte eşi Mutahhare Polatkan’ın cephesinde böyle başlamıştır ve o gece evinden ayrılan Polatkan, bir daha hiç dönememiştir ne evine, ne de çok sevdiği şehrine…

Hasan Polatkan’ın babası Abdülbahri Bey, Kırım’dan göçerek bin bir türlü meşakkatle Türkiye’ye gelmiş, sonra da Eskişehir’e yerleşmiştir. Abdülbahri Bey’in kendisi dışındaki tüm ailesi ve akrabaları Kırım’da kalmış, daha sonra da Ruslar tarafından ailenin tamamı katledilmiştir.

Kırımlıların başına gelen bu olaylar, Abdülbahri Bey’i çok etkilemiş, Hasan Polatkan’la birlikte 6 çocuğunun tamamını dönemin şartlarında okutmuştur. Vatan kaybetmenin ve terk etmenin acısını yüreğinde hisseden baba Abdülbahri Bey, vatanı terk etmemek için ilim ve tahsilin yanında vatan ve millet sevgisi ile dolu evlatlar yetiştirmiş ve evlatlarının her biri, kendi alanında önemli makam ve mevkilere gelmişlerdir.

Bu altı çocuktan özellikle Hasan, hem yaptığı hizmetler, hem de yapılan bir askeri darbe sonucu kurulan mahkeme ile sudan sebeplerle idam sehpasında can vermesi ile diğer kardeşlerinden ayrılmıştır.

1915 yılında Eskişehir’de doğan Hasan Polatkan, daha ilkokul çağlarında kendisini belli etmiş, vakur duruşu, çalışkanlığı ve ahlakı ile yıldızı parlamaya başlamıştır. Okulun en gözde öğrencisi olan Hasan, akşam karanlığında Eskişehir caddelerinde sokak lambalarının ışığında kitap okuyacak kadar azimlidir ve yakın gelecekte ülkenin kaderini belirleyecek simalardan birisi olacağı bellidir.

İlkokulu ve ortaokulu yüksek derece ile bitiren Hasan’ın önüne bilahare büyük bir engel çıkmıştır. Gerek 1. Dünya Savaşı gerekse akabindeki Kurtuluş Savaşı yüzünden eğitim öğretim de büyük yaralar almıştır. O dönemlerde Eskişehir’de lise bulunmamaktadır. Hasan Polatkan’ın babasının ekonomik durumu, oğlunu başka bir şehirde lise öğrenimine göndermeye müsait değildir ve durumu oğluna izah etmiştir. Bunu kabullenemeyen Hasan, Ankara’ya Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e bir mektup yazarak, şehirlerinde lise bulunmadığından dolayı okuyamayacağını, bunun kendisi ve arkadaşları için çok üzüntü verici bir durum olduğunu ifade eder. Gazi’den kısa sürede cevap gelir ve bugün halen Eskişehir’de eğitim öğretime devam eden Atatürk Lisesi, o sene hizmete sokularak Hasan Polatkanların önünün açılmasına vesile olur.

Hasan Polatkan, 1933 yılında birinci olarak bitirdiği liseden sonra İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler fakültesinden de birinci olarak mezun olmuş ve Ziraat Bankasına müfettiş olarak girmiştir.

Bu dönem, Hasan Polatkan için tam bir gözlem ve ileride geleceği görevler için alt yapı görevi görmüş, ülkenin kalkınmasında “tarımsal kalkınmanın” önemini gözlemleme fırsatı bulmuştur. Zira nüfusun %80’i köylerde yaşayan bir ülkede tarım, diğer alanların gelişmesi için motorize bir görev üstlenmiş ve tetikleyici unsur olmuştur.

1940’lı yıllar, 2. Dünya Savaşının tüm cihanı kasıp kavurduğu yıllardır ve savaş sonunda da ABD ve İngiltere’nin başını çektiği ülkeler galip gelmiştir. Yine savaşın sonunda tüm dünya üzerinde demokrasi ve halkın egemenliğine dayalı çok partili parlamenter sistemler revaç görmeye başlamıştır. Bu akıma paralel olarak Türkiye’de de çok partili sistemin ayak sesleri duyulmaya başlamış ve Celal Bayar ve Adnan Menderes’in başını çektiği bir grup milletvekili, CHP’den istifa ederek 7 Ocak 1946’da Demokrat Parti’yi kurmuşlardır. Parti teşkilatları kurulurken bizzat Adnan Menderes’in ricası ile gerek tahsil durumu, gerekse ahlakı ile Eskişehir’in sevilen ve tanınan şahsiyetlerinden olan Hasan Polatkan da Demokrat Parti’nin kurucu kadrolarında yer almıştır.

Partinin kuruluşundan yaklaşık 6 ay sonra 21 Temmuz 1946’da yapılan seçimlerde Demokrat Parti Türkiye genelinde 62 milletvekilini meclise gönderebilmiştir ve o 62 kişi içinde Eskişehir Milletvekili Hasan Polatkan da vardır. Ancak seçimlerde o tarihe kadar dünya tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir “açık oy, gizli tasnif” sistemi uygulanmış ve seçimden hemen sonra tutanaklar imha edilmiştir. Bu şekilde seçimlerde yapılan birçok usulsüzlük, gün yüzüne çıkmadan kapatılmıştır.

1946-1950 yılları arasında Demokrat Parti, halkın içine karışmış, gösterişten ve riyadan uzak, milletin temel düşünce ve duygularına saygılı, ötekileştirmeden, dışlamadan, saygı duyarak ve saygılı durarak faaliyet alanını yurdun en ücra köşelerine kadar götürmüştür. Bunun sonucunda 14 Mayıs 1950 tarihinde (gizli oy, açık tasnif kuralı uygulanmadan) yapılan seçimlerde Demokrat Parti, muazzam bir zafer kazanmış ve CHP korkunç bir hezimetle iktidardan uzaklaşmıştır.

Hasan Polatkan, bu seçimde de Eskişehir Milletvekili seçilmiştir ve muhalefette geçen 4 yıl içerisinde Demokrat Parti içerisinde saygın bir yere gelmiştir. Bunun sonucunda da Adnan Menderes Başbakanlığındaki ilk hükümette Çalışma Bakanı olarak kendine yer bulmuştur. Yaklaşık 6 aylık Çalışma Bakanlığından sonra, dönemin Maliye Bakanının istifa etmesi üzerine de 27 Mayıs 1960 darbesine kadar 9 yıl Maliye Bakanı olarak görev yapmıştır.

Daha 1. Dünya Savaşının ve Kurtuluş Savaşının ekonomik yaraları sarılmadan patlayan 2. Dünya Savaşı, tüm dünya ülkelerinin ekonomik değerlerini alt üst etmiştir. Bununla birlikte Osmanlı döneminden kalan borçlar da henüz ödenebilmiş değildir. Türkiye’nin sanayisi yok denecek kadar azdır ve halkın % 80’i kırsal kesimde yaşamaktadır. Tarım son derece ilkel şartlarda yapılmakta, ekilebilir araziler de son derece kısıtlıdır. Ziraat Bankası müfettişliğinde bu acı gerçeklerle yüzleşen Hasan Polatkan, icraatlarına tarımsal kalkınmaya hız vererek başlar ve bu bağlamda sayılamayacak kadar büyük hizmetlere imza atar.

CHP döneminde anlaşması yapılan Marshall yardımları da ABD’den gelmeye başlamıştır ve bu yardımların büyük kısmı, tarımın gelişmesine kanalize edilmektedir. Bu doğrultuda tarıma elverişli hazine arazileri, bedelsiz olarak köylüye dağıtılmış, bataklıklar kurutularak tarım alanına dönüştürülmüştür. Özellikle 1950-1954 arasında iklimin de elverişli olması nedeniyle zirai girdilerde fevkalade bir artış olmuş ve bununla birlikte Türkiye bir traktör cennetine dönüşmeye başlamıştır. Yıllarca kara sabanla çok zaman ve emek harcayarak çok küçük toprakları ekip biçen Anadolu insanı, makine desteği sayesinde daha az insan gücü ile daha çok toprak ekip biçmeye başlamış, başta hayvan vergisi olmak üzere, vergi yükünden yine Hasan Polatkan’ın gayretleri ile kurtulmuş ve ülkenin gelişmesinde lokomotif görevi üstlenmiştir.

Bu gelişmelerle doğru orantılı olarak, Anadolu’da yüzlerce köye içme suyu, yol, elektrik gibi hizmetler götürülmüş halkın refah düzeyinin yükseltilmesine gayret edilmiştir. O dönemlerde Türkiye bir şantiyeye dönüştürülmüş, buna paralel olarak da yurdun birçok şehrine çimento fabrikaları kurularak faaliyete geçirilmiştir. Ayrıca şeker fabrikaları, hem geliştirilmiş, hem de sayıları arttırılmıştır.

Maliye Bakanı Hasan Polatkan, daha çocuk denilebilecek yaşta koyduğu teşhisi, tedaviye dönüştürmüş ve gençliğinin verdiği heyecan ve azimle insanüstü bir gayretle çalışmıştır. O dönemde Ankara’nın Ulus semtinde bulunan Maliye Bakanlığı’nın makam katının ışıkları gece yarılarından çok sonralarına kadar yanmakta olup, içeride çoğu zaman Hasan Polatkan’ın tek başına çalıştığı herkesin dilinde dolaşmıştır.

Hasan Polatkan bu çalışmaları yaparken başında bulunduğu Bakanlığın yetişmiş, konusunda uzman kadrosunun yok denecek kadar az olduğunu görmüş ve Bakanlığının hemen yanına Maliye Yüksek Okulunun açılmasına öncülük ederek, maliye konusunda uzman kadroların yetişmesinin temelini atmıştır.

Bu hizmetlerden elbette Eskişehir de nasibini almıştır. Menderes, bir uçak yolculuğu sırasında Eskişehir üzerinden geçerken Hasan Polatkan’a dönerek “Hasan Bey, Eskişehir’e çok şey borçluyuz. Demokrat Parti’nin kuruluşunda o dönem Eskişehir milletvekili olan Emin Sazak’ın büyük katkıları olduğu gibi ilk büyük toplantımızı sizlerin de iştirakiyle Çifteler’de Sakarbaşı’nda yaptık. Gerek muhalefet yıllarında, gerekse iktidarımız döneminde Eskişehir Demokrat Parti’nin kalesi olmuştur. Biz de Demokrat Parti’nin kuruluşundan bu yana bizi destekleyen bize oy veren Eskişehir’e hizmet etmek mecburiyetindeyiz. Senden ve arkadaşlarından Eskişehir’e hizmet konusunda projeler hazırlamanızı rica ediyorum” (Eskişehir İstikbal Gazetesi-23 Ekim 1995) demiş ve bunun üzerine, gerek özel teşebbüs desteklenerek, gerekse devlet eliyle onlarca eser, Eskişehir’e kazandırılmıştır.

Sümerbank Basma Fabrikası, Çukurhisar Çimento Fabrikası ve Eti Bisküvi Fabrikası gibi devasa eserlerin yanı sıra, Atatürk zamanında kurulan Şeker Fabrikası ve Devlet Demiryolları Fabrikalarına ek tesislerin kurulması, onlarca başka fabrikaların kurulması ve Anadolu Üniversitesinin temellerinin atılması başta olmak üzere, o dönemde sayısız eser Eskişehir’de boy göstermiştir.

Öte yandan Türkiye’nin her alanda kabuğunu kırmaya başladığı o yıllarda Demokrat Parti, tarihte 6-7 Eylül olayları olarak bilinen hadiselerle ilk tökezlemesini yaşamıştır. Söz konusu olayların sebebi, Kıbrıs sorunu yüzünden Türk-Yunan gerginliğinin had safhada olduğu bir dönemde gazetelerde çıkan “Atatürk’ün Selanik’te bulunan doğduğu evin, Yunanlılar tarafından bombalandığı” şeklindeki haber üzerine, özellikle İstanbul ve İzmir’de halk sokaklara dökülmüş ve Rumlara ait ev ve iş yerlerini basarak yağmalamıştır. Birkaç saat içerisinde milyonlarca lira değerinde milli servet mahvolmuş, Türkiye ve Demokrat Parti iktidarı üzerinde kara bulutlar dolaşmaya başlamıştır.

Kimler tarafından ve nasıl olduğu hâlâ aydınlatılamayan olaylar karşısında Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes’in halini, İsmet Bozdağ Demokrat Parti ve Ötekiler adlı eserinde; “Cumhurbaşkanı Bayar, Başbakan Adnan Menderes ve bazı vekiller, tahribin genişliğini gördükleri zaman dehşete kapılmışlar ve Adnan Menderes gözlerinde yaşlarla, didik didik edilmiş kumaş yığınlarının üstüne basarak otomobiline binmiştir” şeklinde anlatmıştır.

Özellikle 1957’den sonra Demokrat Parti’nin yıldızı sönmeye başlamıştır artık. İktidarın ilk yıllarındaki parlak göstergeler gerilemeye başlamış, hayat pahalılığı artmış, enflasyon yükselmiştir. Hız kesmeden devam eden yatırımlar bütçe dengelerini bozmuş, büyükşehirlerde yapılan devasa kamulaştırmaların bedelleri halka ödenememiştir. Bu noktada CHP, şiddetli muhalefetini arttırmış ve “iktidara çıkan bütün yollar mubahtır” mantığı ile hareket etmiştir.

50’li yılların sonuna doğru üniversite öğrencileri sokaklara inmiş veya indirilmiş, akademisyenlerin büyük çoğunluğu öğrencilerin yanında yer almaya başlamıştır. Her birisi ayrı bir muamma olan onlarca hadise cereyan etmiş ve artık Demokrat Parti için askerin ayak sesleri duyulmaya başlamıştır. Aklıselim aydınların başta Başbakan Adnan Menderes olmak üzere iktidarı darbeye karşı uyarmasına rağmen, Menderes uyarılara kulak asmamış ve gelmekte olan darbeye karşı tedbir almamış veya alamamıştır.

26 Mayıs 1960 tarihinde yanında Hasan Polatkan olduğu halde Eskişehir’e giden Başbakan Adnan Menderes’i karşılayan askerler, tokalaşmak için elini uzatan Menderes’e yumruk göstermişler ve bu güleç yüzlü, munis yürekli insanı halkın önünde rencide etmişlerdir. Bu saygısızlığa rağmen programına devam eden Menderes, fabrikalar ve okullar açmış, aynı günün akşamı Eskişehir Şeker Fabrikasının şeref salonunda yemekli bir toplantı tertip edilmiştir. Ancak bu saatlerde Ankara karışıktır. Ve o gece, yani 27 Mayıs 1960 Cuma günü sabaha karşı saat 4’te, 38 subayın kurduğu ve yönettiği ihtilal komitesi tarafından darbe yapılır.

Sekreteri tarafından uyandırılarak durumdan haberdar edilen Başbakan, yanına Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ı ve Kore Savaşlarına ilk giden Tugay’ın efsanevi komutanı Tahsin Yazıcı Paşa’yı alarak Eskişehir’den Konya’ya doğru yola çıkar.

Konya’da 2. Ordu vardır ve bu ordu, hem Menderes’i sevmektedir, hem de darbeye karşıdır. Ancak Kütahya’ya yaklaştıklarında tepelerinde askeri uçaklar uçmaya başlamıştır ve artık yolun sonu gelmiştir. Menderes, şoförüne Kütahya Valiliğine gitmesini emreder.

Dönemin Kütahya Valisi, Başbakan’a “emrinize amadeyim” efendim der ve bundan sonra yapılması gerekenleri konuşurlarken Valinin telefonu çalar. Arayan Eskişehir Hava Üssü Komutanı Orgeneral Bedii Kireçtepe’dir. General o kadar yüksek sesle konuşmaktadır ki, konuşmayı odada bulunan herkes duyar.

Sayın Vali, siz bizimle misiniz, değil misiniz?

Başbakan’ın huzurunda ne yapacağını şaşırmış olan Vali bir an tereddüt eder ve şöyle der;

-Komutanım sizden sadece bir an düşünme fırsatı vermenizi istiyorum.

Duruma şahit olan Başbakan Menderes; “Muhterem Valim, mesleğinizi bize feda etmeyin. Artık biz kendimizi kaderin eline teslim ediyoruz” der.

Birkaç dakika sonra bir grup subay salona girer ve komutan Başbakan’a yaklaşarak şöyle der;

Sizi bütün maiyetinizle birlikte tutuklayıp Eskişehir’e götürme emrini aldım.

Menderes cevap verir;

-Emrinizdeyiz. ( A.Fuad Başgil-27 Mayıs İhtilali ve Sebepleri)

Kökleri Kırım’da olup, Eskişehir’de filizlenen Maliye Bakanı Hasan Polatkan ile yine kökleri Kırım’da olup Aydın’da filizlenen Başbakan Adnan Menderes’in siyasi kaderleri de acı bir tevafukla Eskişehir’de son bulmuştur. Demokrat Parti’nin iktidar perdesi kapanırken, her sahnesi yürek burkan Yassıada yargılamaları sahneye konulacaktır bundan sonra.

Hasan Polatkan, Yassıada’da ipe sapa gelmez 5 ayrı davadan yargılanır ve hemen hemen hiç birisi bırakın idam edilmeyi, normal bir ceza almasını gerektirir dava değildir. En önemli dava, Vinileks Şirketine usulsüz kredi sağladığı gerekçesiyle yargılandığı davadır ve bu davaya konu edilen husus, Polatkan’ın eski bir arkadaşı olan Vinileks şirketinin sahibi Ragıp Sipahioğlu’nun Polatkan’a yazdığı mektuplardır.

Makam odasının aranmasında yapılan aramalarda çıkan mektuplara göre, söz konusu şirket sahibi, tekstil fabrikalarının kapasitelerinin arttırılması için verilecek kredilere aracı olunmasını istemiştir Polatkan’dan. Hasan Polatkan, söz konusu mektupların kimine cevap vermiş, kimine vermemiştir. Bankalara ise kanuni çerçevede yardımcı olunması yönünde tavassutta bulunmuştur. Kaldı ki, ihtilalden sonra bile söz konusu şirket, kredi kullanmaya devam etmiş ve hiçbir ödemesini aksatmamıştır.

Ayrıca kredi kullandıran bankaların Genel Müdürleri, kullanılan kredilerin Maliye Bakanının referansı ile değil, şirketin sermayesi ve hacmine göre kullandırıldığını ısrarla belirtmelerine rağmen idama engel olamamışlardır.

Öte yandan, yargılamayı yapan mahkeme başkanı, tüm sanıklara olduğu gibi Hasan Polatkan’a da savunma hakkı vermemiş, 9 yıl gibi Maliye Bakanlığı koltuğunda oturarak ateşten gömlek giyen Polatkan’ı aşağılamıştır.

Duruşmalara katılan Polatkan’ın eşi Mutahhare Polatkan, 26 Temmuz 1961’de yapılan duruşmayı izlemiştir ve gördüklerini şöyle anlatır;

“Sen gel! Savunman kaç sayfa?

İdamla yargılanan bir Maliye Bakanı, elbette ki, uzun ve detaylı bir savunma yapmak zorundadır ve cevap verir; müsvedde halinde olduğu için bilmiyorum. Fakat mahkemenin tatiline on dakika var, bu müddet zarfında bitmez zannederim.

Mahkeme Başkanı Başol sert bir ses tonuyla cevap verir; olmaz öyle şey, kısa kes kısa, zaten diğer duruşmalarda uzun müdafaa yaptın.

Polatkan vakur ve gururlu bir ses tonuyla cevap verir; “Hayatımın mevzubahis olduğu bir mesele de son sözlerimi söylememe müsaade edin efendim. “Olmaz, kısa kes, az konuş” diyorsunuz, öyle ise müdafaa yapmayayım mı?” demiştir. Bunun üzerine Başol’un cevabı; “yapma, yerinde otur,” olmuştur ve Hasan Polatkan bir daha hâkim karşısına çıkartılmamıştır.(H.Polatkan-Atiye Emiroğlu)

Olayın daha büyük bir garabeti, yaklaşık 45 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Hâkim karşısında kendisine savunma hakkı verilmeyen Hasan Polatkan’ın, mahkemeye 175 sayfalık kendi el yazısıyla hazırlayarak yazılı savunma verdiği, ancak söz konusu savunmasının dosyaya konulmadan ortadan kaldırıldığı, bilahare 2011 yılında ihtilal döneminin Deniz Müzesi Müdürü Ömer Faruk Erus’un Üsküdar Çamlıca’daki evinde olduğu ortaya çıkmıştır.

Söz konusu savunmanın bir bölümünde merhum Polatkan; “1946, 1950, 1954 ve 1957 seçimlerinde daima kahir bir ekseriyetle ve daima listenin en başında Eskişehir’den Demokrat Parti mebusu seçildim. Muhalefette ve iktidarda kitle halinde reylerini esirgememiş olan asil Eskişehirlilere hayatım boyunca minnet ve şükran duyacağım” diye yazmıştır.

15 Eylül 1961’de son bulan yargılamalar(!) sonucunda Maliye Bakanı Hasan Polatkan’ın da aralarında bulunduğu toplam 14 kişi, ölüm cezası ile cezalandırılmış ancak muhtelif sebeplerle sadece Başbakan Adnan Menderes, Maliye Bakanı Hasan Polatkan ve Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu üçlüsüne bu cezalar tatbik edilmiştir.

15 Eylül 1961’i 16 Eylüle bağlayan gece, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu’nun cezaları gece yarısından sonra, Başbakan Adnan Menderes’in cezası ise 17 Eylül 1961 Pazar günü öğle vakti saat 13.25’te infaz edilerek idam edilmişlerdir.

İdamdan önce son sözü sorulan Hasan Polatkan; “karıma ve çocuklarıma söyleyin, suçsuzum. Allah’a ve vicdanıma güveniyorum. Aynı sözleri anneme ve kardeşlerime de söyleyin” demiştir.

Polatkan’ın annesine, oğlunun idam edildiği aile fertlerince söylenmemiş ve 1967’de vefat edene kadar sıkı bir koruma ile duyurulmamıştır. Anne Polatkan’a Oğlunun Hindistan’a sürüldüğü söylenmiş ve ahirete bu idamdan habersiz intikal etmiştir.

Kırım’da ve Rusya’nın hakim olduğu Türkistan coğrafyasında her daim mevcut olan baskı ve zulümlerden kaçarak Türkiye’ye gelen bir ailenin evladı olan Hasan Polatkan, maalesef burada da darbecilerin gazabına uğramış ve üstün hizmetlerinin ve memleketi için fedakârca çalışmasının karşılığını idam sehpasında canı ile almıştır.

Hukukun guguk yapıldığı, adaletin ayaklar altından daha çukur seviyelere indirilerek hüküm tesis edildiği mahkemelerde idam edilen vatan evlatları, milletin vicdanında ve gönlünde en yüksek mevkilere gelmişler, bu elim karara imza atıp kalem kıranlar ise vicdanlarda mahkum olup unutulup gitmişlerdir.

Akıl ve vicdan sahibi herkesin gönlünde derin yaralar açan söz konusu idama maruz kalan Türk Milletinin bu asil evlatları, gerçek birer demokrasi şehidi olarak milletimizin gönüllerinde yaşamaya devam edeceklerdir. Rahmet olsun.

.

Zafer TEKİNzafertekin@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

 

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: