Ülkemiz bir aydan fazla bir süredir alçakça bir darbe girişiminin yarattığı olumsuz etkiyle çalkalanmakta, her gün yeni bilgi, belge ve görüntülerle milletçe atlattığımız tehlikenin boyutlarının büyüklüğünü daha iyi görmekteyiz.
Devletimiz ve milletimiz bu büyük badirenin yarattığı travmanın şokunu atlatmakla birlikte, çok daha uzun yıllar söz konusu olumsuz durumun sebepleri ve sonuçları üzerinde değerlendirmeler yapılarak, bu ve buna benzer durumların tekerrür etmemesi için Devlet aklı ile hareket edileceği aşikârdır.
Diğer taraftan, dünyanın sözde medeni ve demokratik (!) tüm ülkeleri, her fırsatta demokrasiden ve halkın iradesinden dem vurarak her ortam ve platformda bu evrensel değerlere vurgu yapmakta, toplumları, milletleri ve ülkeleri bu çerçevede güya dizayn etmeye devam etmektedirler.
Fazla geriye ve uzağa gitmeden bölgemizdeki ülkelerin başına gelenler incelenip irdelendiğinde söz konusu demokrasi (!) havarilerinin gerçek amaçlarının ve niyetlerinin ne olduğu ortaya çıkacaktır.
Irak’ta, Mısır’da, Libya’da, Suriye’de demokrasiyi getireceğiz diye ortaya çıkanlar, milyonlarca insanın katline, evsiz, yurtsuz ve vatansız kalmasına sebep olmuşlardır ve olmaya da devam edecekleri su götürmez bir gerçek olarak yaşanmaya devam edecektir.
15 Temmuz gecesi yaşadığımız acı tecrübe millet olarak bir kez daha göstermiştir ki, necip Türk Milletinin kendisinden başka dostu yoktur ve olmayacaktır da. Zira milletimiz tarih sahnesine çıktığı andan itibaren, dinine, kavmine, rengine bakmaksızın zorda olan, darda olan her milletin yardımına koşmuş, bu uğurda tüm imkânlarını her daim seferber etmiş ve hiçbir karşılık beklemeden elinden ne geldi ise sonuna kadar bu uğurda yapmıştır.
Milletimizin tarihinde kara bir leke olarak geçen ve yüzlerce masum ve vatansever insanımızın canına, binlerce insanımızın da yaralanmasına sebep olan 15 Temmuz darbe girişiminin müsebbibi, hiç şüphe yoktur ki, Amerika Birleşik Devletlerinde yıllardır huzur ve refah içinde yaşayan Fethullah Gülen adlı şahıstır.
Elde edilen tüm bilgi ve belgeler, söz konusu şahsın başında olduğu örgütün uzun yıllardır bu uğurda sinsice ve kalleşçe Devlet kademelerinde örgütlendiği ve son darbeyi vurmak için fırsat kolladığına şüphe bırakmayacak kadar açık ve nettir.
Bahsi geçen terör örgütü liderinin ev sahipliğini yapan ve yargılanmak üzere Türkiye’ye iade etmemek için bin dereden su getiren ABD, hemen hemen kurulduğu günden bu yana Devletimizin sözde müttefiki ve dostudur.
Ancak başta ABD ve AB ülkeleri, daima dostluktan ve müttefiklikten söz ederlerken, iş icraata geldiği zaman dostluk ve müttefiklik unutulup Devletimiz daima yalnız bırakılmıştır. Bu durumun saymakla bitmeyecek kadar örnekleri gerek milletimizin hafızalarında, gerekse Devletimizin arşivlerinde sürekli tüm canlılığı ile var olacaktır.
Bu ülkelerin yanı sıra, NATO gibi, Birleşmiş Milletler gibi yine bu ülkelerin başrollerde olduğu uluslararası kuruluşlar söz konusu özellikle Türk ve İslam Dünyası olduğu zaman asla kuruluş amaçları doğrultusunda hareket etmemişler; ya görmezden ve duymazdan gelmişler, ya da sonuca etki etmeyecek şekilde göstermelik tavır ve tedbirlere başvurarak olayı ve olayları geçiştirmişlerdir.
Buna en güzel örneklerden birisi, Avrupa’nın göbeğinde Birleşmiş Milletlerin kontrolünde yaşanan ve yüzbinlerce Müslüman Bosnalının canına mâl olan Bosna katliamıdır.
Diğer taraftan, 1950 yılında komünist Rusya ve Çin destekli Kuzey Kore’nin, Emperyalist ABD kontrolündeki Güney Kore’ye saldırması ve tarihte Kore Savaşı olarak bilinen savaşın başlaması üzerine, ABD önderliğindeki Birleşmiş Milletler derhal harekete geçmiş ve savaşın ilk gününden son gününe kadar şemsiyesi altına aldığı 16 devletin kara, deniz ve hava kuvvetlerini Güney Kore’nin kurtarılması için kullanmıştır.
Söz konusu savaşlara Türkiye de 5.000 kişilik bir kuvvetle katılmış ve Kore’de yaklaşık 750 Mehmetçiği şehit olmuş, 2000 civarı yaralanmış ve 234’ü de esir olmuştur.
Bugün Devletimize terör örgütü lideri Fethullah Gülen’i iade etmeyen ABD, Kore Savaşlarında özellikle Kunuri denilen bölgede olağanüstü savaşı ve savunması sayesinde binlerce askerinin imha edilmesine engel olan Mehmetçiğe ve onun Devleti olan Türkiye Cumhuriyetine liyakat madalyaları ve şeref imtiyazları vererek gönülden teşekkürlerini iletmiştir.
Evet, Devletimize ve milletimize bugünlerde ev sahipliği yaptığı terör örgütü liderini vermeyen ABD ile canı gönülden bir geçmiş olsun bile demeyen Birleşmiş Milletler topluluğu ülkelerinin binlerce askerinin hem canını hem de şereflerini Kore’de Türkiye Cumhuriyeti’nin şerefli Türk Askerleri kurtarmış ve bu gerçek tarihin sayfalarında yerini almıştır.
Şöyle ki; 2. Dünya Savaşından önce Kore’nin tamamı Japonya’nın işgali altındadır ve savaş sonunda Almanya ile birlikte Japonya da yenilmiştir. Almanya’nın saf dışı kalması üzerine Sovyet Rusya, tüm gücüyle Japonya kontrolündeki Kore üzerine yürürken, o günlerde ABD’nin atom bombası attığı Japonya, savaşta saf dışı kalmıştır. Kore topraklarında hızla ilerleyen Rus ordusu, ABD’nin uyarısı üzerine 38. Paralelde durmuş ve böylece Kuzey Kore Rusya kontrolünde, Güney Kore de ABD kontrolünde kalmıştır. 1945 yılında cereyan eden bu durum, sadece Kore’ye mahsus olmayıp, dünyanın birçok yerindeki ülkeler, milletler ve hatta şehirler için söz konusudur. Doğu Avrupa, Batı Avrupa, Doğu Almanya, Batı Almanya, Doğu Berlin, Batı Berlin gibi akıllara giren bu ifadeler, zamanla yerleşmiş ve yıllar boyunca kullanılmıştır.
2. Dünya Savaşının sıcaklığından sonra sözde soğuk savaşlı yıllar böylece başlamış ve ileriki yıllarda çözülmeyen veya çözülemeyen sorunlar, yüzbinlerce masum insanın canına ve kanına mâl olmuştur.
İşte bu soğuk savaş yıllarının devam ettiği yıllarda Rusya ve Çin kontrolündeki Kuzey Kore, 25 Haziran 1950 yılında aniden ve kimsenin beklemediği bir anda Güney Kore’ye saldırmıştır.
Güney Kore, ABD kontrolündedir ve iki ülke arasında ekonomik, siyasi, kültürel ve askeri anlaşmalar mevcuttur. Aynı türden anlaşmalar, Kuzey Kore ile Çin ve Rusya arasında da mevcuttur. Sovyet Rusya’nın başında Stalin, Çin’in başında da Mao vardır ve iki lider, sadece kendi ülkelerinin değil, dünyada pek çok ülkenin ve milletin efsanevi karakterleridir ve komünizmin sembol isimleridir. Diğer taraftan ABD, İngiltere ile birlikte kapitalizmin öncüsüdür ve tüm dünyanın jandarmalığını hiçbir ülke ile paylaşmayı hazmedememektedir.
Kuzey Kore’nin kimseye hissettirmeden yaptığı muazzam hazırlığın en önemli unsuru, savaşa başlamadan önce güneye sinsice gönderdiği ve sayıları yüzbinleri bulan gerillalardır. Söz konusu gerillalar, savaş başlamadan önce sınırı geçerek Güney Kore’nin en ücra köşelerine kadar gitmişler ve beklemeye başlamışlardır. Soyu, milleti, dili, rengi, siması aynı olan bu gerillalar, ilerleyen günlerde gerek Güney Kore ordusunun, gerekse ABD önderliğindeki BM ordusunun başına bela olacak ve binlerce insanın canına kast edeceklerdir.
Yukarıda da bahsettiğimiz üzere, hazırlıklarını tam tekmil tamamlayan Kuzey Kore ordusu, 25 Haziran 1950 tarihinde yıldırım hızıyla Güneye geçmiş ve savaş ilanına bile gerek duymadan sel gibi akmaya başlamıştır. Güney Kore çaresiz, ABD şaşkındır ve Kuzeylilerin niyetleri ciddidir. Hemen o gün ABD’nin öncülüğünde Birleşmiş Milletler örgütü toplantıya çağrılarak savaşın durdurulması için gerekli önlemlerin alınmasını karara bağlanır. Türkiye, 1945 yılında Birleşmiş Milletlere üye olmuştur ve alınan tüm kararlara uyacağını açıklar.
Türkiye’de iktidarda, Kore savaşlarından bir ay önce iktidara gelmiş olan Adnan Menderes’in liderliğindeki Demokrat Parti vardır ve dönemin iletişim şartlarında Kore’de neler olup bittiğini ABD, İngiltere ve Rusya dışında net olarak hiçbir ülke bilmemektedir. Bununla birlikte Türkiye, Kore’ye Birleşmiş Milletler örgütüne üye olmanın gereği olarak asker göndereceğini ABD’den sonra açıklayan ilk ülke olmuştur.
Savaşın başladığı tarihten bir ay sonra, 25 Temmuz 1950’de Başbakan Adnan Menderes tarafından yapılan açıklamaya göre; Türkiye 4.500 civarında bir askeri gücü göndereceğini dünya kamuoyuna açıklamış, bu açıklama ABD tarafından büyük bir memnuniyetle karşılanmıştır. Kore’de neler olup bittiğini kimse bilmemektedir ve her ülkede bir çekince ve şüphe vardır. Zira tüm dünyayı kasıp kavuran 2. Dünya savaşı henüz yeni bitmiş, hiçbir ülke bu savaşın etkilerini üzerinden atamamıştır. Ancak Türkiye’nin bu cömertliği ister istemez diğer ülkeleri de harekete geçirmiş ve toplamda 16 ülke Kore’ye silahlı kuvvet göndermeye karar vermiş ve uygulamaya geçilmiştir.
Aceleyle verilmiş bir karardır aslında bu karar ve Meclisten onay bile alınmamıştır. Bu durum, İsmet İnönü liderliğindeki CHP tarafından şiddetle eleştirilmiş ama sonucu değiştirmemiştir. Öte yandan Türk askeri, Kurtuluş Savaşını verdiği 1922 yılından sonra ilk defa cepheye gidecek ve savaşacaktır. 1929 doğumlulardan ve gönüllülük esasına göre başvuranlar arasından seçilecek askerler, Ankara Etimesgut ve Ankara Polatlı’da bir araya getirilerek kısa bir eğitimden geçirilmeye çalışılmış ve Kore Savaşı için hazırlanılmaya gayret edilmiştir.
Mehmetçik, başka bir kıtada, başka silahlarla, bambaşka bir iklimde ve Koreliler dâhil 17 milletin askeri ile birlikte savaşacaktır. Bu, o dönemin şartlarında olağanüstü bir durumdur ve tahayyül sınırlarını bile zorlamaktadır. Ama Kore’de işler hiç iyi gitmemektedir ve Kuzey Koreliler, ABD’nin kontrolündeki Güney Kore’yi tamamen işgal etmekte, önlerine kattığı asker sivil binlerce insanı sürerek götürmektedir.
Türkiye, asker göndereceğini açıkladığı tarihten iki ay sonra 1950 yılının Eylül ayında toplamda 5090 askerini, Ankara’dan trenlerle İskenderun’a, oradan da Amerikan gemileriyle Kore’ye savaşa göndermiştir. 1916 yılında o zamanki müttefiki Almanya için bilmedikleri Galiçya’ya giden Mehmetçiklerin evlatları, bu kez bir diğer müttefikleri ABD için çok daha uzaklara Kore’ye doğru yola çıkmışlardır. Galiçya’ya giden askerimizin arkasından bir mendil bile sallayan olmazken, Kore’ye giden askerler için tren istasyonları ana baba gününe dönmüş, her istasyonda Mehmetçikler hediyelere boğulmuşlar ve gözyaşları ile uğurlanmışlardır.
Hüzün dolu olduğu kadar, neşeli ve eğlenceli uzun gemi yolculuğu sırasında Mehmetçikler talimlere devam etmişler, yeni silahları ile yeni düşmanlarına karşı hazırlanmaya çalışmışlardır. “Kore Savaşında Türkler” isimli kitapta anılarını anlatan Celal DORA, gemi kaptanının Türk Askeri hakkında şu güzel tespitine yer vermiştir; “Bu gemi ile birçok milletin askerlerini taşıdım. Türkler kadar saygılı, disiplinli ve geminin kurallarına uyan itaatli bir askere rastlamadım. Cidden takdire lâyık bir milletsiniz”. İlerleyen dönemlerde gemi kaptanı gibi Türk Askerine dost düşman herkes hayret edecek, takdirlerini, teşekkürlerini ve minnetlerini sunacaktır.
Bu arada ABD destekli Güney Kore ordusu toparlanmış, karşı taarruza geçmiş ve Kuzey Kore ordusunu tekrar 38. Paralel civarına doğru sürmeye başlamıştır ve bu haber Türk askeri gemi yolculuğundayken ajanslara düşmüştür. Bunun üzerine Mehmetçik, acaba “boşuna mı gidiyoruz” diye düşünmeye başlamıştır. Gerçekten de savaşın rüzgârı tersine dönmüş ve kaçan ve kovalayan değişmiştir. Türk Tugayının Kore’ye ayak bastığı 16 Ekim 1950 tarihinde, Birleşmiş Milletler ordusu 38. Paraleli de geçmiş ve Kuzey Kore’nin yarısını işgal etmiştir. Türk askeri, gemi yolculuğundan sonra 20 gün daha savaşta kullanılan silahlarla eğitilmiş, tatbikatlar yaptırılmış ve eksiklikleri giderilmiştir.
Amerikan piyade tüfeklerinin namluları ve süngüleri Türk Ordusunun kullandığı silahların namlularından kısadır ve talimler sırasında bir ABD’li general gözüne kestirdiği bir Mehmetçiğe tercüman vasıtasıyla; “söyle bakalım asker, namlunun ve süngünün boyu senin alışkın olduğun silahlardan daha kısa, bu eksikliği nasıl gidereceksin?” diye sorar. Türk askerinin cevabı kısa ve nettir; “bundan kolay ne var ki komutanım, bir adım daha fazla atar, işimi görürüm”. Gerçekten de savaş sırasında Türk askerinin süngü kullanmaktaki mahareti, tüm savaş boyunca diğer askerlere örnek olmuş Amerikalıların yoğunlukta olduğu 8. Ordu’yu imha olmaktan kurtarmıştır.
Diğer taraftan, bu tatbikatlar sırasında önemli bir sorun tespit edilmiş ve 5.000 kişilik asker içerisinde hemen hemen ehliyeti olan kimsenin olmadığı görülmüştür.
Bu eksiklik, Türk Tugayına çok pahalıya mâl olmuş ve savaşta verilen kayıpların yaklaşık %10’luk gibi büyük bir kısmı, bu sebepten ileri gelmiştir. Zira Anadolu’nun çeşitli yerlerinden öküzünü, sabanını, orağını bırakıp askere alınan Mehmetçiğin şoförlükle hiçbir ilgisi yoktur ve çoğu, hayatlarında kamyonla Kore’de tanışmıştır. Yukarıda bahsettiğimiz Celal Dora, aynı adlı eserinde bu konuya şöyle değinmiştir. “Kore’de verilen zayiatın yüzde onu şoförlerimizin araç devirmesinden ileri gelmiştir. Türk şoförleri Kore’ye ayak bastıkları andan itibaren Birleşmiş Milletler mensuplarını korku ve heyecana düşürmüşlerdir. Türkler trafik kaidelerine katiyyen uymaz, yolun daima ortasını takip eder, geriden gelip korna çalarak yol isteyenlere asla yol vermez, yollarda yazılı en çok hız koşuluna bağlı kalmaz ve aracını her yolda son süratle yürütmekten zevk alır. İşte bu yüzden üzerinde ay yıldız işareti olan aracı gören herkes, ya aracını durdurmak veya kenara çekip ona yol vermek zorundadır,” Araç kullanmakta bu kadar başarısız olan Türk Askeri, savaş meydanında canını ve kanını sebil etmekte kimseye pabuç bırakmaz ve taraflı tarafsız herkesin hayretine mucip olmuş ve inanılması güç kahramanlıklara imza atmıştır.
Yaklaşık 20 günlük eğitimin verildiği günlerde o dönem her ülke askerine kapalı bir isim verilmektedir. Türk askerine de bizzat Birleşmiş Milletler Ordusu Başkomutanı ABD’li General Mac Arthur tarafından “Kutup Yıldızı” ismi verilmiştir.
Kutup Yıldızı ismi verilen Türk Tugayının tüm eksikleri giderilmiş, imkanlar dahilinde savaşa ve ortama hazır edildikten sonra, cepheye sevkine karar verilmiştir. O günler, Kuzey Kore ordusunun tüm direncinin kırıldığının sanıldığı ve Birleşmiş Milletler ordusunca Kore’nin tamamının işgal edilip edilmemesinin tartışıldığı günlerdir. Öte yandan Çin lideri Mao, ABD’ye aba altından sopa göstererek savaşa dahil olacağına dair imalar yapmakta, ancak ABD tarafından ciddiye alınmamaktadır. Muazzam bir hava gücü olan ABD, gerek savaş hatlarında, gerekse Çin sınır bölgelerinde sürekli keşif uçuşu yapmakta ve olabilecek askeri hareketlenmeleri takip etmektedir.
Yine o günlerde Çin gönüllüler ordusu adı altında Çinlilerin Kuzey Kore’ye yardıma geleceği söylentileri çıkmakta, ancak bu söylentiler de ABD’li yetkilerce dikkate alınmamaktadır.
Ancak bir gerçek vardır ki, sayıları yüzbinleri bulan Çin askerleri, muazzam bir gizlilik içerisinde savaş hattına sokulmuşlar ve son darbeyi vurmak için uygun zamanı beklemektedirler. Kore’nin arazi yapısı, bu gizliliğe son derece elverişlidir ve Çin askeri için hiç de yabancı olmayan bir ortamdır. Mevsim, Kasım ayının son günleridir ve hava yağmurlu, karlı ve sislidir. Derin vadiler içerisinde, tek bir aracın zorlukla gidebileceği son derece bozuk yollarda ilerleyen Türk Tugayı, meşhur Kunuri’yi geçmiş ve Amerikan askerlerinin yoğunlukta olduğu 8. Ordu’ya destek olacaktır. Türk askeri yorgun ve birkaç gündür de uykusuzdur. Tarihler 28 Kasım 1950’yi gösterdiğinde, gecenin ayazında ileri hatlardan tek tük silah sesleri gelmeye başlar. Garip şeyler olmaya başlamıştır ve Türk Tugayının tüm telefon ve telsiz hatları kesilmiş, diğer ordu ve birliklerle iletişimi kalmamıştır.
Dakikalar sonra da her taraftan Çin askeri fışkırmaya başlamıştır ve tugay, olduğu yerde kala kalmıştır. Hareket halindeki araçlar, yerlerinde çakılıp kalmış, ileri gidemedikleri gibi geri de dönememişlerdir. Zaten acemi olan şoförlere bir de yolların dar oluşu eklenince hareket etmek imkansız hale gelmiştir. Türk’ün ateşle imtihanı, işte o anda tekrar sahneye konulmuştur ve Sarıkamış’ın, Çanakkale’nin, Galiçya’nın, Kurtuluş Savaşının Mehmetçiği yeniden meydana çıkmıştır.
Üç kıtada yedi düvele asırlarca meydan okuyan Türk askerinin “Allah Allah” nidaları, bu defa Kore dağlarında yankılanmaya başlamış, gecenin zifiri karanlığında Çin askeri üzerine kabus gibi çökmüştür.
Diğer ordular ile iletişimi olmadan yaklaşık 3 gün süren bu kanlı boğuşmada onlarca şehit verilmesine rağmen, düşmana geçit verilmemiş ve destansı bir mücadele ile abluka yarılarak geri çekilinmiştir. İlerleyen günlerde olayın önemi anlaşılacak ve Çin askerinin önündeki Türk askerini saf dışı bırakarak Birleşmiş Milletler Ordusunun belkemiği olan 8. Orduyu kuşatarak imha etmek üzere harekât planladığı ve Türk Tugayının bu plana kahramanca direnişi ile engel olduğu anlaşılacaktır.
Türk askerinin beklenilmedik bu direnişi, her şeyden habersiz olarak geri çekilen 8.Ordu’ya muazzam bir zaman kazandırmış ve yok olmaktan kurtarmıştır.
Sovyet Haber Ajansı TASS o günlerde; “Sizi bu sefer Türkler kurtardı”, Fransız Humaniete Gazetesi; “Eski Türk yine canlanıyor”, bir İngiliz gazetesi; “ Türkler Kore’de süngünün konserve açma aleti olmadığını tüm dünyaya gösterdiler” gibi manşetler atarken, Federal Alman Gazetesi Abent Post; “Kore muhaberelerinin sürprizi Çinliler değil, Türkler oldular. Türklerin muharebelerde gösterdiği kahramanlığı anlatacak kelime bulmak, şu anda mümkün değildir” diye yazmaktaydı.(İ.Artuç-Kore Savaşlarında Türkler)
Kunuri’de destan yazan Türk Askeri, benzer bir başarıyı da 25-27 Ocak 1951 tarihinde Kumyangjangni Savaşında göstermiş ve yine inatla, sabırla ve süngüyle olağan üstü kahramanlık destanı yazmıştır. Söz konusu kahramanca mücadelelerden sonra gerek Kore halkı, gerekse diğer Birleşmiş Milletler askerleri arasında Türk askerinden sürekli “number one” (bir numara) diye bahsedilmiş ve Türk efsanesi uzun yıllar Kore topraklarında yaşamıştır.
Türk Tugayının bu başarısı, ABD kamuoyunu da çok etkilemiş, Tugayımız 8. Ordu komutanın önerisi, ABD temsilciler meclisinin kararı ve ABD Başkanının onayıyla “Mümtaz Birlik Nişanı” ile ödüllendirilmiştir. İlerleyen dönemde 3. Türk Tugayına da yine ABD Başkanının onayıyla savaşta en üstün başarı gösteren birliklere verilen “Legion Of Merit” (Liyakat Nişanı) verilmiştir. Yine aynı başarıdan dolayı askerimiz, Güney Kore Cumhurbaşkanı tarafından “Kore Cumhurbaşkanlığı Birlik Nişanı” ile onurlandırılmıştır. Söz konusu nişanlarda gerek Türk Askeri, gerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve gerekse Türk Milleti kucak dolusu övgülerle yüceltilmiş, derin minnet ve şükran ifadeleri ile onore edilmiştir. Ayrıca savaştan sonra Kore Devleti tarafından muhteşem bir “Türk Zafer Anıtı” dikilerek, orada canlarını ve kanlarını bırakan kahraman askerlerimize vefa örneği gösterilmiştir.
Savaş sırasında her milletten olduğu gibi Türk askerinden de 234 askerimiz Çin ordusuna esir düşmüştür. Yaklaşık 3 yıl süren savaş sonunda savaş esirlerinin karşılıklı değişimi sonucunda, esir düşen askerlerimizin tamamı geri dönmüştür. Bu, o dönemde inanılması zor bir olaydır ve sosyolojik araştırmalara konu olmuştur.
Diğer millet askerlerinden esir düşenlerin bir kısmı ölmüş, bir kısmı da esir kamplarındaki yoğun “kominizim propagandasından” etkilenerek Çin’de kalmayı tercih etmişlerdir. Ancak esir Türk askerleri muazzam bir dayanışma örneği göstererek hayatta kalmayı başarmışlar, tüm işkence ve propagandaları hiçe sayarak vatanlarına sağ salim geri dönmüşlerdir.
Kore savaşları, başladığı tarihten 3 yıl sonra, 27 Temmuz 1953 tarihinde imzalanan anlaşmayla son bulmuştur. Sınırların hemen hemen aynı kaldığı bu antlaşmaya kadar, yüzbinlerce masum insan ölmüş, tüm Kore baştan sona defalarca iki ordunun bir aşağı, bir yukarı gel-gitlerine sahne olmuştur.
Komünizm ve emperyalizmin anlamsız çatışması, tüm dünya milletlerini etkilemiş, savaşın soğuk yüzü sadece Kore halkını değil, Birleşmiş Milletler şemsiyesi altındaki diğer ülke askerlerinden binlercesinin canına ve kanına mâl olmuştur.
Bu bağlamda Türk askeri 1950 ve 1953 yılları arasında, 721 şehit, 2.147 yaralı, 175 kayıp ve 234 esir olmak üzere 3.277 kayıp vermiştir. Türkiye, savaşın son bulmasından sonra da barışın devamına katkı sunmak amacıyla Kore’ye asker göndermeye devam etmiştir. Kore’de birer yıl kalan Tugaylar, bir yılsonunda yerlerini diğerlerine bırakarak yaklaşık on yıl daha Kore’de kalmaya devam etmişlerdir.
Kore Savaşlarında, kendi ülkesi ve milleti için savaşmayı şeref sayan kahraman Askerimiz göstermiştir ki; Türk askeri kendisine bir görev verildiği takdirde, kendi ülkesi için gösterdiği hassasiyeti ve kahramanlığı her ortam ve cephede gösterebilmektedir. Kore savaşları devam ederken, Türkiye NATO’ya kabul edilmiş ve uluslararası arenada itibarlı bir konuma yükselmiştir.
Doğrusuyla, yanlışıyla, günahıyla sevabıyla girmiş olduğumuz Kore savaşlarında başta ABD ve Birleşmiş Milletler Ordusuna hiçbir Devletin ordusunun göstermediği yararlılığı Türk Ordusu göstermiş ve verilen görevi üstün bir liyakatle yerine getirmiştir.
Yazımızın başında da belirttiğimiz üzere, bugün ülkemizin ve milletimizin geleceğine, Devletimizin bürokratik yapısına hançer saplayan, hastalıklı bir ruha sahip bir ayağı çukurda olan Fethullah Gülen denilen meczubu Türk adaletine teslim etmemek için ayak direyen ABD bilmelidir ki, bundan 63 yıl önce, Türkiye fidan gibi Anadolu çocuklarını feda ederek onların binlerce vatandaşının canını kurtarmakla kalmamış, kendilerine göre koskoca devletlerinin de itibarının ayaklar altına alınmasına müsaade etmemiştir.
Eğer Kore’de Türk askerinin kahramanlığı olmasaydı, Amerikan Ordusu, Vietnam’da yediği tokatın çok daha şiddetlisini Kore’de yiyecek, itibarının yanında binlerce askerini de kaybedeceği muhakkaktı.
Bu tarihi gerçekler, bizlerin geçmişinde “kutup yıldızı” gibi parlarken, gelecek rotamızı çizmemizde de mihmandarımız olmalıdır ve olacaktır.
.
Zafer TEKİN – zafertekin@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.