Twitter Facebook Linkedin Youtube

ABD BAŞKANLIK SİSTEMİ -3 : “20. YÜZYIL TECRÜBESİ”

C.Bünyamin AKSAKAL

C.Bünyamin AKSAKAL

(Birinci bölüm için buraya, ikinci bölüm için buraya tıklayınız)

Amerikan tarihinin 1861-1865 İç Savaşından sonraki en sıkıntılı dönemi, hiç şüphesiz 1929 Ekonomik Bunalımıdır. Amerika’da 1929’da New York Borsası’nın çöküşü ile başlayan ve etkileri on yıl boyunca görülen kriz, dünyada 50 milyon insanın işsiz kalmasına, toplam üretimin %42 oranında ve dünya ticaretinin ise %65 oranında azalmasına neden oldu. Amerikan halkı ekonomik bunalımın faturasını Hoover yönetimine çıkardı. Onun yerine, “New Deal” adını verdiği programla ekonomik sistemde köklü değişiklikler vaat eden Franklin D. Roosevelt seçildi. Roosevelt’in ekonomik programı önemli ölçüde başarı sağladı. Roosevelt’in İkinci Dünya Savaşına sonradan soktuğu ABD, savaş sonrasında dünyanın iki süper gücünden birisi haline geldi. Muhtemelen bu başarısı nedeniyle 4 kez üst üste başkan seçildi ve 1933’ten öldüğü 1945’e kadar aralıksız başkanlık koltuğunda oturdu. Onun döneminde, kapsamı ve etkisi genişletilen “başkanlık emri” (executive order) ile önemli kanun hükmünde kararnameler çıkarıldı. Başkanlık emri yetkisine bir dayanak bulunmasa da yıllar içerisinde anayasanın ikinci maddesinden yola çıkılarak başkana bu yetkinin tanındığı kabul edilmişti. Roosevelt’in başarılı sayılan bu başkanlık dönemine rağmen, değiştirilmesi oldukça zor olan Amerikan Anayasasında başkanların görev süresi ile ilgili önemli bir değişikliğe gidildi. 1951’de yapılan değişiklikle, başkanların görev süresi iki dönemle toplamda 8 yılla sınırlandırıldı. Böylece, ABD’de bir kez daha aralıksız 12 yıl başkanlık yapan bir başkan görülmedi.

Bumin_Sezen_SASAM

“2016 ABD Başkanlık Seçimleri” konulu söyleşi notları için tıklayınız

Roosevelt’in ölümünden sonra başlayan Soğuk Savaş yıllarının en buhranlı dönemlerinden birinde başkan olarak seçilen John F. Kennedy, bugün bile tartışılan ve komplo teorilerinin gözde konularından olan bir suikaste uğradığı 1963’e kadar yaklaşık iki yıl gibi kısa bir süre başkanlık koltuğunda oturdu. Suikaste kurban gitmesinin haricinde Kennedy’nin Amerikan siyasi hayatında çok önemli bir özelliği daha vardı: ilk ve tek Katolik başkandı. Kennedy dışında, bütün Amerikan başkanları protestandı. İlk defa bir Afro-Amerikalı başkan, Barack Obama, ise ancak 2008 yılında seçilebildi.  Bununla birlikte, Amerikan halkı kadın bir başkan henüz göremedi.

Amerikan siyasi tarihinin bir diğer önemli olayı ise 1972 yılında meydana geldi. Watergate Skandalı olarak tarihe geçen bu olayla birlikte, Başkan Nixon hakkında devletin istihbarat ve güvenlik birimlerini kendi siyasi çıkarları için kullandığına dair iddialar gündeme geldi. Olay Watergate adlı bir iş merkezindeki bir büroya girrmeye çalışan hırsızların tutuklanması ile başladı. Büronun Demokratik Parti’nin merkezi olduğu ortaya çıktı. Hırsızlar Nixon’ın partisi ile bağlantılıydı ve amaçları Demokratik Parti’nin telefonlarını gizlice dinlemek üzere mikrofonlar yerleştirmekti. Başkan Nixon olayın aydınlatılması için Adalet Bakanı Elliot Richardson’ı görevlendirdi. Richardson, Archibald Cox isimli bir savcıyı bu göreve atadı. Cox, başkanın bütün konuşmalarının teyb kayıtlarının kendisine verilmesini istedi. Richard Nixon bu isteği kesinlikle reddetti ve Cox’un görevden alınmasını istedi. Adalet Bakanı, savcıyı görevden almayı reddedince Nixon Bakanın görevine son verdi. Bununla birlikte, Yüksek Mahkeme Nixon’ı bant kayıtlarını savcılara teslim etmeye zorladı. Nixon bant kayıtlarını sonunda teslim etti. ABD Kongresi ise Nixon’ı görevden almak üzere soruşturmalar başlattı. Kongre’nin başkanı görevden alma yetkisi vardı ve o güne kadar bu yetki hiç kullanılmamıştı. Bu şartlar altında zor durumda kalan Nixon, istifa etti. Böylece Nixon ABD tarihinde başkanlıktan istifa eden ilk ve tek başkan oldu. Yine bir başka skandal sonrasında Bill Clinton 1999 yılında Temsilciler Meclisi tarafından itham edildi ve Senato tarafından yapılan yargılama sonrasında beraat etti.

Son olarak, Amerikan siyasi tarihinin belki de dünya siyasi tarhinin önemli dönüm noktalarından birini teşkil eden 2000 yılı başkanlık seçiminden bahsedip, üç yazıdan oluşan bu yazı dizisini tamamlayacağım. Amerikan sisteminde başkan doğrudan seçmenler tarafından değil bir seçiciler kurulu (electoral college) tarafından seçilir. Aslında burada iki kademeli bir seçim sistemi vardır. Halk seçicileri seçer, seçiciler ise Başkanı seçer. Seçiciler kurulunda en fazla oya sahip eyaletler California (55), Texas (38) ve New York (29) eyaletleridir. Başkent Washington DC’nin ise temsilciler meclisi seçiminde oy hakkı yokken (Başkent Senato da temsil edilmediğinden; 50 eyaletten 2 senatör gelmekte ve Senato 100 üyeden oluşmakta; Temsiciler Meclisinde ise eyaletlerin nüfuslarına göre toplamda 435 kongre üyesi görev yapmaktadır),  seçiciler kurulunda 3 oy hakkı vardır. Amerikanın kurucu babaları muhtemelen halka fazla güvenmediklerinden seçiciler kurulu tarafından başkanın seçilmesi usulunü getirmişlerdir. Seçiciler kurulundaki toplam oy 538’dir. Bir adayın başkan olabilmesi için en az 270 oy alması gerekir. Bir adayın partisi ülke genelinde en yüksek oyu alsa da bu aday seçiciler kurulunda 270 oy alamazsa başkan olamaz. İşte bu durum, 2000 başkanlık seçiminde gerçekleşmiştir. Cumhuriyetçi Parti’nin adayı Teksas valisi George W. Bush, Demokratik Parti’nin adayı ise Başkan yardımcısı Al Gore idi. Bu seçimin kesin sonucu aylarca belli olmadı. Al Gore daha yüksek sayıda seçmenin oyunu almış olmasına rağmen,  seçiciler kurulundan 271 oy alan Bush, Başkan ilan edildi. Florida eyaletinde çok az farkla Bush’un kazanması üzerine, Gore oyların yeniden sayılması için mahkemeye başvurdu. Florida’daki her oy sayımında farklı sonuçların bulunması üzerine, dava Yüksek Mahkemenin önünde gitti. 12 Aralık 2000’de 9 üyeli Yüksek Mahkemede 4’e karşı 5 oyla Bush’un başkanlığı resmileşti. Yaklaşık 10 ay sonra da Dünya Ticaret Merkezine yapılan 11 Eylül terörist saldırıları gerçekleşti. Daha sonrasını zaten biliyorsunuz…

.

C. Bünyamin AKSAKAL

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: