Twitter Facebook Linkedin Youtube

SCHENGENLAND YA DA AVRUPA KALESİ: AB’NİN GÖÇ İLE İMTİHANI

Şahin KESKİN

Şahin KESKİN

Savaş, yoksulluk gibi nedenlerden ötürü Kuzey Afrika ve Ortadoğu’dan birçok kişi AB’ye akın etmeye devam ediyor. AB yaşanan göç konusunda ortak bir politika oluşturmuş değil ve yine AB göç konusundaki kararları üye ülkelere bırakıyor. Bu kararlar hiç şüphesiz mültecileri derinden etkiliyor. Bu itibarla Macaristan’ın son almış olduğu karar, Avrupa Konseyi ve BM’nin tepkisini çekti. Peki neydi bu karar? Budapeşte Hükümeti’nin yoğun mülteci akımına karşılık sunduğu 175 kilometre uzunluğunda ve 4 metre yükseklikte tel örgülerden duvar, Macaristan-Sırbistan sınırında oluşturulacaktır.[1] Macaristan Başbakanı Viktor Orban kararı Sırbistan’a yönelik olmadığını belirtse de, Sırbistan’ın da tepkisini çekti. Yine de iki ülkenin son toplandığı zirve bu tepkiyi hafifletmiş gözüküyor. Çünkü bu girişim Orban’a göre geçici olacak.

Bölgedeki mültecilere göre Macaristan sadece transit geçişleri sağlayan bir ülke ve bu gerçeği her fırsatta dile getiriyorlar. Mülteci durumu kamuoyunu ikiye bölmüş durumda gözüküyor. Geçtiğimiz günlerde Macar Hükümetinin billboardları vatandaşların tepkisini çekmişti; yine de bu tepkiye karşılık, desteklerin de olduğunu söylemek mümkündür. Avrupa’nın yaşamış olduğu finansal kriz milliyetçi ideolojinin gelişiminde rol oynamakta, öyle ki krizi yakından hisseden AB ülkeleri göçmenlere yönelik algıları temkinli gözükmektedir.

  • Avrupa’nın Göç ile İmtihanı

Bu imtihan hiç şüphesiz yeni değildir. Konumuz gereği Avrupa Birliği’nin etkin olduğu yıllarla sınırlandırma yapacak olursak çalışmanın işlerliği daha etkin olabilir. Araştırmacılar, konu ile ilgili Avrupa’nın göç tarihini farklı sınıflandırılmalar ile incelemiştir. Messina 1945-1979, 1973-2007 ve 1989 ve sonrası olmak üzere üç temel dönemde incelemiştir.[2] Bir diğer araştırmacı Zimmerman ise Dekolonizasyon, işçi göçü, sınırlandırılmış göç ve Soğuk Savaş sonrası dönem olmak üzere incelemiştir.[3] Bu iki dönemi harmanlayan Özerim’e göre ise; İkinci Dünya Savaşı sonrası sömürge ülkelerden çekilme dönemi (i) işçi göçü dönemi (ii) sınırlandırılmış göç dönemi (iii) Soğuk Savaş sonrası dönem (iv) ulusüstü politikalar dönemi(v) şeklindedir.[4]

  • İkinci Dünya Savaşı Sonrası: Dekolonizasyon

Bu dönem Hollanda, İngiltere, Belçika ve Fransa’nın eski kolonilerinden aldığı göçleri ilgilendirmektedir. Bu minvalde Afrika ve Ortadoğu ülkelerinden gelen göçmenler Avrupa’nın kaderini etkilemiştir. Bu göçleri, işçi göçleri takip etmiştir. Fakat bu dönemde yaşanan işçi göçlerini misafir işçi göçleri olarak değerlendirilebilir.[5] 1945’den 1960 yılına kadar süren bu dönemde yaşanan göç hareketi belki de eski sömürgeci ülkelere gelecekte yaşayacakları problemleri haber etmiştir.

  • İşçi Göçü Dönemi: Avrupa İşçi Arıyor

1960 yılı başlangıcı ve 1973 Krizi’ne değin devam eden bu misafir işçi göçleri bazı Avrupa ülkelerinin başlatmış olduğu işçi göçü programı ile ilgilidir. Bu dönemde önemli Avrupa ülkeleri işçi bulmakta zorlanıyordu. Örnek vermek gerekirse Almanya önemli bir işçi göçüne ihtiyacı vardı. Bu anlamda Federal Almanya, Batı Avrupa ülkeleri arasında en çok göçü alan ülkelerin başında geldi.[6] Ayrıca bu dönem hiç şüphesiz Türkleri yakından ilgilendirdi. Birçok Türk vatandaşı çalışmak üzere Almanya’ya gitti fakat kimileri dönmeyerek Almanya’da kaldı. Bu durum Almanya ve diğer ülkelere çalışmaya giden göçmenlerin misafirliği bırakıp kalıcı olarak ülkelere yerleşmesi yeni problemleri gündeme getirdi. Bu problemlerin başında elbette harmonizasyon gelmektedir. Yine de düşük işçi ücretleri ile çalıştırılmaları nedeniyle ülkelerin kalkınması sağlanması açısından temel amaç olarak görülmüş ve bir anlamda bu problem halı altına süpürülmüştür.

  • Sınırlandırılmış Göç Dönemi: Hoşgörüden Kontrole

Avrupalılar hoşgörülü göç politikalarını konjonktürün etkisi ile kontrol etme gereksinimi duymuştur. Bu dönem ile birlikte artık göç bir sorun haline gelmiştir. Ülkelerin göçlere yönelik, göçü teşvik eden programların sonlandırılması, ulusal göç mevzuatlarının geliştirilmesi ve uluslararası göç trafiğinin kontrolü başlamıştır.[7] Ekonomilerdeki gerileme, göçün tartışılmasını gündeme getirmiştir. Bu itibarla, ülkeler, işsizliğin önüne geçilme adına misafir işçilerin ülkelerine geri dönmelerini talep edecek aşamaya getirmiştir.[8] Bu dönemde Avrupalılar göçü sınırlandırmayı amaç edinmiştir.

  • Soğuk Savaş Sonrası Dönem: Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya

Bu anlamda yapılan çalışmalarda Soğuk Savaş sonrası önemli bir anahtar kelime olmuştur. Soğuk Savaş sadece ABD ve SSCB’yi iki kutba bölmemiş; aynı zamanda Avrupa’yı da Doğu ve Batı Avrupa şeklinde keskin fay hatları ile ikiye ayırmıştır. Berlin Duvarı’nın ve SSCB’nin çökmesi ile birlikte Soğuk Savaş son bulmuş ve literatüre bu dönem Soğuk Savaş Sonrası şeklinde kazınmıştır. Bu dönemde Doğu Avrupa’dan Batı Avrupa’ya önemli bir göç yaşanmıştır. Soğuk Savaş sonrası dönemde diğer yaşanan gelişmeler de bu göç hareketinin şekillenmesinde önemli bir rol oynamıştır. Öyle ki; Bosna-Hersek Savaşı, Cezayir İç Savaşı, AB Genişleme Süreçleri ve 11 Eylül, Soğuk Savaş sonrası dönemde göçlerin itici gücü olmuştur.[9]

  • Ulusüstü Politikalar Dönemi

Özerim’in “Avrupa’da Göç Politikalarının Ulusüstüleşmesi Ve Bir Güvenlik Konusuna Dönüşümü: Avrupa Göç Tarihinde Yeni Bir Dönem Mi?” başlıklı çalışmasında değindiği bu dönem[10] Messina ve Zimmerman’ın çalışmalarını tamamlaması açısından önemlidir. Avrupa Birliği tanımlanırken, ulusüstü bir organizasyon şeklinde sıklıkla karşılaşılır. Bu AB’yi diğer bütünleşme hareketlerinden ayıran önemli bir tanımlamadır. AB nezdinde alınan kararlar, ulusüstü nitelik taşımaktadır, fakat göç konusunda hükümetler arası politikalar daha etkin olmuştur. Bu minvalde Dublin Sözleşmesi, üye ülkelerin girişimi ile oluşturulmuştur. Dublin Sözleşmesi, iltica başvurularında ilk giriş yapılan ülkenin sorumluluğunu belirtir. 1993 yılında yürürlüğe giren Maastricht Anlaşması ise, hükümetler arası işbirliği ekseninde göç ve iltica konularında üye ülkelere görevlerin paylaştırılması ile ilgilidir. AB literatüründe önemli bir kavram olan Üçüncü Sütun içerisinde yer alan bu iki konu üye ülkelerin inisiyatifine bırakılmıştır. Maastricht Anlaşması’nı, Amsterdam Anlaşması takip etmiştir. Maastricht’e yöneltilen eleştiriler sonucunda Üçüncü Sütunda yer alan konular Topluluk düzeyine taşınmıştır.[11]

Bu dönemde Akdeniz’den gelen yasa dışı göçler üye ülkeleri etkilemiş ve bu ülkeler yeni tartışma konusu gündeme getirmiştir. Bu tartışmalar üye ülkeleri Tampere Zirvesi’nde bir araya getirmiştir. Tampere Zirvesi çıktılarına göre: Ortak bir AB sığınma ve göç politikası, gerçek bir Avrupa Adalet Alanı, Suçlara karşı Birlik geneli (Unionwide) mücadele, Güçlü Dış Eylem.[12] Göç politikası üzerine atılan bu adımlar ortak politikanın oluşumunda önemli bir yeri vardır. Göç ve sığınma konularında bir diğer atılan adım ise Komşuluk Politikası’dır. AB iç güvenliğinin sağlama adına uyguladığı politikayı, komşuluk politikası ülkelerine yaymayı amaç edinmiştir. Bu anlamda komşuluk politikası çatısı altında yer alan ülkelerden sürece ortak sahip çıkma(joint ownership) ilkesi önemlidir. 14-15 Aralık 2001 tarihinde yapılan Laeken Zirvesi bir başka önemli gelişmedir. Bu Zirve’nin sonuç bildirgesinde sınırların yönetişimi, yasadışı göç ve insan kaçakçılığı ile mücadele konuları üzerine durulmuştur.[13]

Terör faaliyetlerin arttığı dönemlerde AB, bu terör ile mücadele adına Hague Programı’nı gündeme getirmiştir. AB Konseyi’nde “özgürlük”, “güvenlik” ve “adalet” alanını güçlendirmek üzere ortaya atılan bu programın temel çerçevesini mülteci göç politikası, sınır yönetimi gibi ilgili konular çizmiştir.[14] Hague Programı’nın en temel somut verisi olarak FRONTEX ortaya çıkmıştır. Avrupa Birliği Üye Ülkelerinin Dış Sınırlarının Yönetimi için Operasyonel İşbirliği Ajansı(FRONTEX), üye olmayan ülkelerle, AB’nin sınırlarının korunması üzere oluşturulmuş bir mekanizmadır. Hague Programı, 5 yıllık sürenin sonucunda Stochkolm Programı ile devam etmiştir. Vatandaşlarına hizmet eden ve onları koruyan açık ve güvenli Avrupa başlıklı Stockholm Programı, adalet ve içişleri konularının bulunduğu bir belgedir. 2 Aralık 2009 tarihinde kabul edilen bu belge 2010-2014 yılları arasında işlerlik sağlamıştır.[15] 2014-2018 dönemlerini ilgilendiren Avrupa Komisyonu Genel Müdürlüğü içerisinde yer alan Göç ve İçişleri devralmıştır. Göç ile ilgili son ulusüstü politikalar ise Lizbon Anlaşması’nda alınmıştır. Bu anlaşma ile AB Anlaşması’nın 5. Başlığın içerisinde entegre edilmesi sağlanmıştır. Ayrıca yasal göçe ilişkin konularda nitelikli çoğunluklu oy ilkesi getirilmiş ve her bir üye devlete girebilecek göçmen sayısı yetkisi üye devlete verilmiştir.[16] Anlaşma’nın 5. Başlığı’nın ikinci bölümünde yer alan Sınır Kontrolleri, İltica ve Göç Konusundaki Politikalarda a) uyrukluklarına bakılmaksızın, iç sınırları geçen kişilerin kontrole tabi olmamasının sağlanması, b) dış sınırların geçilmesinde kişilerin kontrol edilmesinin ve bu geçişlerin etkili biçimde izlenmesinin sağlanması, c) dış sınırlar için entegre bir yönetim sisteminin aşamalı olarak uygulamaya konulması hedeflenmiştir.[17] Madde 78, 79 ve 80’de konu ile ilgili detaylı açıklamalar mevcuttur.

  • Avrupalılar Göç Hakkında Ne Düşünüyor?

AB ülkelerinin kamuoyu hakkındaki bilgilere Eurobarometer aracılığı ulaşmak mümkündür. Kasım 2014 tarihli yapılan kamuoyu araştırması göçle ilgili şu sonuçlara ulaşmıştır.[18] Avrupalıların büyük bir çoğunluğu(%52) AB üyesi ülkeden gelebilecek göçlere bakış açıları olumludur. Fakat %41 gibi azımsanmayacak bir çoğunluk da bu soruya olumsuz cevaplamıştır. Her ne kadar olumlu bir görüntü çizse de bu gelişme, diğer soru Avrupalıların göçe yönelik bakışı hakkında olumsuz olduğunu göstermiştir. Bu anlamda AB üyesi olmayan ülkelerden gelebilecek göçlere bakış açıları %57 olarak negatif olarak, %35’i ise olumlu olarak değerlendirmiştir.[19] Üye ülkeler bazında 21 üye ülkedeki katılımcılar AB içi göçe olumlu yaklaşmıştır: Nordik Ülkeleri(İsveç; %82, Finlandiya; %76, Danimarka; %69), Lüksemburg (72%), İspanya (64%) ve Portekiz (63%). Almanya (50%’ye karşı 41%), Fransa (51%’ye karşı 42%), Yunanistan (52%’ye karşı 46%) ve Belçika (51%’ye karşı 47%) gibi ülkeler de ise farklı bir senaryo ortaya çıkmıştır. 7 üye ülkedeki katılımcılar ise AB içi göçe olumsuz yaklaşmış fakat bu olumsuzluk, olumluların olmadığı anlamına gelmiyor: Letonya (63%), Çek Cumhuriyeti (58%), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (58%), İtalya (56%), Slovakya (52%), Birleşik Krallık (52%) ve Macaristan (49%’a karşı 46%).

Bu olumlu yaklaşım AB dışı göç için söz konusu olmamıştır. 23 üye ülkedeki katılımcılar AB dışı göçe olumsuz yaklaşmaktadır: Letonya (79%), Yunanistan (75%), Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (75%), İtalya (75%), Slovakya (74%), Çek Cumhuriyeti (74%), Malta (73%) ve Macaristan (%67). İrlanda (48%’e karşı 46%) ve Polonya (44%’e karşı 39%)’da ise olumsuz seyirde göreceli üstünlük vardır. 5 üye ülkedeki katılımcılar ise AB dışı göçe karşı görüşleri olumludur: İsveç (%72) diğer Avrupalılara karşı keskin bir şekilde ön plana çıkmaktadır. Bu anlamda İsveç’in bu keskinliğini azınlıklara ilişkin tutumu ile de açıklayabiliriz.  İlk olarak İsveç’te azınlıklara ilişkin politikalar anayasal güvence ile güvence altına alınmış Anayasa’nın 2. Maddesinin 4. Fıkrasına göre;  “etnik, dilsel ve dinsel azınlıklara kültürlerini ve sosyal yaşamlarını koruma ve geliştirme fırsatı verilir” (Akgül, 2003, ss.66-67) şeklindedir.[20]

Tablo.1. AB Ülkeleri Katılımcılarına Göre İlk Üç Önemli Problem

tablo-1

Kaynak: Eurobarometer, “Public Opinion In The European Union”, Sonbahar 2014, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb82/eb82_publ_en.pdf, (08.07.2015).

Tablo.1’de görüldüğü gibi katılımcıların cevaplarına göre ülkelerinin problemleri arasında göç üçüncü sırada yer almıştır. Özellikle ilk iki durum göçe yönelik olumsuz düşüncelerin şekillenmesinde önemli bir rol oynadığı görülmektedir. Vatandaşlar, AB’nin finansal kriz yaşaması gerçeği ile mevcut kaynakları göçmenler ile paylaşmak istememektedir.

Tablo.2. Göç Konusunda Ortak Bir Avrupa Politikası Fikri

tablo-2

Kaynak: Eurobarometer, “Public Opinion In The European Union”, Sonbahar 2014, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb82/eb82_publ_en.pdf, (08.07.2015).

 Tablo 2 ise katılımcıların Ortak Göç Politikası ile ilgili görüşlerine ilişkindir. Katılımcıların büyük bir çoğunluğu bu ortak politikaya evet derken; %20’si ise karşı çıkmıştır. AB içerisindeki birtakım politikalarda ortak hareket etmek oldukça güçtür. Bunlar; enerji, dış politika gibi ulusal çıkarları ilgilendiren konulardır. Genel olarak üye ülkeler ulusal çıkarlar ışığında hareket ederek, AB’nin ortak hareket etmesini engellemektedir. Fakat buradaki olumlu tablo AB vatandaşlarının ortak fikir beyan etmeleri açısından önemlidir. Yine aynı çalışmada ortak enerji politikasına da katılımcılar tarafından destek gelmiştir.[21]

Değerlendirme

AB’nin Schengen Anlaşması ile kapılarını dış dünyaya kapatması, Avrupa Kalesi yorumlarını da beraberinde getirmiştir. Messina’nın tanımlaması ile bir Schengen Ülkesi (Schengenland) yaratılmış, dışarıya tel örgüleri ile sınırlar çizilmiştir.[22] Bu elbette AB’nin doğasına aykırı bir girişimdir. Barış ve demokrasi gibi AB değerlerinin bu kale içerisinde yer alması, birçok AB vatandaşı olmayan unsuru yasal olmayan göçe zorlamaktadır. AB’nin ayrıca göç konusundaki kararı ilgili üye devlete bırakması bir başka problemin kaynağını oluşturmaktadır. Macar Hükümeti’nin atmış olduğu adım hem Avrupa Konseyi hem de BM tarafından sığınmacıların korunması ilkesine aykırı görülmüştür. Bu kurulacak tel örgü ile beraber sığınmacıların geri gönderilmemesi (non-refoulement) ilkesi[23] de gündeme gelecektir. 1951 Mülteci Sözleşmesi 33. Maddede bu ilkeyi açıklamıştır[24]: “Hiçbir Taraf Devlet, bir mülteciyi, ırkı, dini, tabiiyeti belirli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi fikirleri dolayısıyla hayatı ya da özgürlüğü tehlike altında olacak ülkelerin sınırlarına, her ne şekilde olursa olsun geri göndermeyecek veya iade (refouler) etmeyecektir.” Günümüzde Macaristan ve diğer üye ülkelere gelen mülteciler ağırlıklı olarak Suriye, Irak ve Afganistan gibi iç siyasi krizlerin ve savaşların yaşandığı ülkelerden gelmektedir. Özellikle Suriye’den gelen mültecilerin geri gönderilmesi büyük bir problemi meydana getirecektir. Suriye’den göçen insanlar sadece Avrupa Birliği ülkelerini ilgilendirmemekte; Türkiye gibi komşu ülkeleri de ilgilendirmektedir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliğine göre Suriye’den Türkiye’ye gelen mülteci sayısının iki buçuk milyonu geçeceği tahmin ediliyor.[25]

Avrupa’da yaşanan terör eylemleri de göçe karşı olumsuz bakış açıların şekillenmesinde önemli bir rol oynadığı açıktır. Özellikle 11 Eylül Saldırıları sonrası Londra ve Madrid’de yaşanan saldırılar Avrupalıların unutmayacağı hassas vakalardır.[26] Bu yaşanan terör faaliyetleri ile birlikte AB’nin çok kültürlü (multiculturalism) hayatı tehlike altına girmiştir. Bu saldırılar ile birlikte Müslüman insanlara yönelik önyargılar artmaya başlamıştır. Bu anlamda 2000li yıllar ve sonrası özellikle mülteciler için zor geçmiş ve geçmeye devam edecek gibi gözükmektedir.

Avrupa’ya göç elbette sadece güvenlik tedbiri ile sınırlandırılamaz. Özellikle İtalya’ya doğru yeni hayatlar kurmak üzere Afrika’dan teknelerle gelen mülteciler büyük bir risk altında olduğunu gözüküyor. Bu anlamda İtalya’nın Calabria şehrine ulaşmak üzere yola çıkanların yaşadığı kazalar büyük bir insanlık dramını oluşturmaktadır.[27]

Tablo.3. Temel Göç Yolları

tablo-3

Kaynak: International Centre for Migration Policy, Reuters

Tablo 3’deki göç yollarını Afrika ve Orta Doğu halkları ile sınırlandıramayız. Rusya ve Ukrayna üzerinden hatırı sayılır bir göç yaşandığı görülmektedir. SSCB’nin dağılması ile birlikte ve 2004 AB Genişlemesi birçok eski SSCB vatandaşının geleceğinin şekillenmesinde kilit rol oynamıştır. Birçoğu Schengen Bölgesi nedeniyle eski vatanlarına yabancı kalmış ve üye ülkelerinin vatandaşlığına yönelmesi şart olmuştur.

Göçe yönelmenin bir diğer hususu ise vizenin ilgili AB üye ülkeleri tarafından ret edilmesi ile ilgilidir. FRONTEX’in yayınladığı yıllık rapor bu anlamda çalışma için önemlidir. Vize almak için birçok bürokratik prosedür var ve aynı zamanda bu vize süreci veren kurumun insiyatifi ile ilgilidir. 2013 yılında kaydedilen bir istatistiğe göre en çok ret alan ülke vatandaşını Cezayir oluşturmaktadır.

Tablo.4. Vize Başvurusu Ret Alan 20 Ülke

tablo-4

Kaynak: European Commission Directorate-General Home Affairs, “Overview of Schengen Visa Statistics 2009–2012”, 2013.

Tablo 4’de görüleceği üzere en çok ret alan ikinci ülke İran olmuştur. İran’da siyasal ve dini baskıların yoğun olması vatandaşların Avrupa ya da Amerika’ya göç etmesinde itici güç olmuştur. Fakat AB üye ülkeleri, İran’dan gelebilecek kişilerin uyuşturucu ile bağlantıları olmalarından ötürü başvuruları geri çevirmektedir. Eroin bağlantısını Afganistan ve Pakistan takip etmektedir.[28] 

Sonuç

AB’nin göç ile imtihanı yeni değildir. Uzun yıllar bütünleşme ve derinleşme yönünde önemli adımlar atan AB, göç ile ilgili politikalara ilgisiz kalmıştı. Soğuk Savaş’ın bitişi ile birlikte bağımsız olan ülkeler AB’nin ilgi odağı haline geldi. AB, bu ülkelerden gelebilecek göçleri öngörerek bir takım anlaşmalar ile kurumsal önlemler almaya çalıştı. Bu anlamda Maastricht Anlaşması’ndan Lizbon’a AB önemli mesafeler katetti. Günümüzde Dublin Sözleşmesi ve Schengen Anlaşması AB’nin göç konusunda almış olduğu en somut adımların örneğidir.

AB’nin göç konusunda atmış olduğu bu adımlar eleştirileri de beraberinde getirdi. Otoriteler tarafından Avrupa Kalesi ve Schengenland şeklinde benzetmeler ile AB’nin dış ülkelere karşı tutumu eleştirildi. AB’nin kuruluş felsefesine aykırı olarak değerlendirilen bu adımlara yönelik AB tarafından tatmin edici bir cevap gelmedi. Türkiye’yi de yakından ilgilendiren bu Schengen Anlaşması Rusya gibi AB üyesi olmayan komşu ülkeler tarafından da hoş karşılaşılan bir durum değildir. SSCB’nin dağılmasının ardından gerçekleşen AB genişlemeleri ile birlikte birçok Rus ve Rusça konuşan insanlar (Russophone) AB toprakları içerisinde kaldı. Bu konuda Kaliningrad örneği eşsiz bir yere sahiptir. Rusya’nın sınırları olmayan bu toprak parçası günümüzde AB toprakları içerisinde idare edilmektedir. 72 saatlik vize kuralı gibi bir takım düzenlemeler hem bölge insanları hem de Rusya tarafından yeterli bulunmamaktadır. Bu ve buna benzer sorunlara yönelik AB’nin nasıl adımlar atacağı şimdilik soru işaretidir.

Lizbon Anlaşması düzenlemesi ile üye ülkelere göç konusunda yetkiler verilmesi, iltica ve göç başvurusunda bulunan insanların gelecekleri adına tehlikeli gözükmektedir. Son Macar Hükümeti’nin atmış olduğu tel örgüsü adımı tartışmaya açık bir konudur. Avrupa Konseyi ve BM bu konu ile ilgili tepkilerini koysa da karar Macar Meclisi’nden onay almıştır. Bu tel örgüsü konusunda sadece Macaristan bulunmamakta; Yunanistan ve Bulgaristan örnekleri hatırlanması mümkündür.[29] Duvar ya da tel örgülerin bu göçmen sorununa çözüm olmayacağı aksine itici güç olacağı aşikâr. Bu konuda Avrupa Komisyonu’da hem fikir açıklamaları bulunmaktadır.[30] AB’nin bu konuda çözüm alınması adına Komşuluk Politikası’nın işlerliğini sağlaması daha uygun gözükmektedir. Eğer Komşuluk Politikası, ilgili ülkelerde başarıya ulaşırsa, bu ve buna benzer göç hareketleri aza inebilir. Ayrıca Suriye Krizi gibi insan hakları konusunda problemler yaşanan ülkelere yönelik AB kararlı bir politika izleyerek, etkili sonuçlara ulaşabilir.

.

Şahin KESKİN

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

_________________________________________________________________

[1] Euronews, “Macaristan Meclisinden ‘Mülteci Duvarına’ Onay”, 6.07.2015, http://tr.euronews.com/2015/07/06/macaristan-meclisinden-multeci-duvarina-onay/, (07.07.2015).

[2] Anthony M. Messina, The Logics and Politics of Post-WWII Migration to Western Europe, Cambridge University Press, Cambridge, 2007, s. 19.

[3] Klaus F. Zimmermann, European Migration: What Do We Know?, Oxford University Press, Oxford, 2005, s. 4.

[4] Gökay Özerim, Avrupa’da Göç Politikalarının Ulusüstüleşmesi ve Bir Güvenlik Konusuna Dönüşümü: Avrupa Göç Tarihinde Yeni Bir Dönem Mi?, Ege Stratejik Araştırmalar Dergisi, Cilt: 5, Sayı: 1,2014, s. 21.

[5] Özerim, s. 21.

[6] Ulaş Sunata, Göçmen İşçinin Sıla Hasreti: Bir Yabancılaşma Hikâyesi, Sosyoloji Dergisi, Dizi:3, Sayı: 27, s. 198.

[7] Stephen Castles ve Mark Miller, Göçler Çağı: Modern dünyada Uluslararası Göç Hareketleri, İstanbul Bilgi

Üniversitesi Yayınları, İstanbul, 2008, s. 131.

[8]Carl-Ulrik Schierup, Peo Hansen ve Stephen Castles Migration, Citizenship, and the European Welfare State A European Dilemma, Oxford University Press, Oxford, 2006, s. 27.

[9] Özerim, s. 26.

[10] Özerim, s. 28.

[11] Özerim, s. 29.

[12] European Parliament, Tampere European Councıl 15 and 16 October 1999 Presıdency Conclusıons, http://www.europarl.europa.eu/summits/tam_en.htm, (07.07.2015).

[13] Arif Köktaş, “Sınır Güvenlik Birimi Kurma Çalışmaları”, Stratejik Düşünce Enstitüsü, http://www.sde.org.tr/userfiles/file/Sinir%20Birlikleri%20Analiz.pdf, (07.07.2015).

[14] İhsan Bal(der.), Terörizm: Terör, Terörizm ve Küresel Terörle Mücadelede Ulusal ve Bölgesel Deneyimler, USAK Yayınları, Ankara, s. 235.

[15] Köktaş, s. 15.

[16] Özerim, s. 33.

[17] T.C. Başbakanlık Avrupa Birliği Genel Sekreterliği, “Avrupa Birliği Antlaşması ve Avrupa Birliği’nin İşleyişine Dair Antlaşması”, http://www.ab.gov.tr/files/pub/antlasmalar.pdf, (08.07.2015).

[18] Eurobarometer, “Public Opinion In The European Union”, Sonbahar 2014, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb82/eb82_publ_en.pdf, (08.07.2015).

[19] Eurobarometer, s. 176.

[20] Hüseyin Akgül, Azınlık Kavramı: Azınlıklarla İlgili Düzenlemeler, Azınlık Kavramı ile İlgili Temel Sorunlar ve Avrupa Birliği Ülkelerinde Azınlıklara Bakış, Akademi Kitabevi, İzmir, 2003, ss. 59-60.

[21] Eurobarometer, “Public Opinion In The European Union”, Sonbahar 2014, http://ec.europa.eu/public_opinion/archives/eb/eb82/eb82_publ_en.pdf, (08.07.2015).

[22] Messina, s. 147.

[23] Elif Uzun, “Geri Göndermeme (Non-Refoulement) İlkesinin Uluslararası Hukuktaki Konumu Üzerine Bir Değerlendirme”, Uluslararası Hukuk ve Politika, Cilt: 8, Sayı: 30, ss. 25-58.

[24] Ersan Barkın, 1951 Tarihli Mülteciliğin Önlenmesi Sözleşmesi, Ankara Barosu Dergisi, 2014, s. 346.

[25] Murat Yetkin, “BM: Türkiye’deki mültecilerin sayısı yıl sonuna dek 2.5 milyonu bulabilir”, Hürriyet, 27.04.2015, http://www.hurriyet.com.tr/dunya/28845005.asp , (07.07.2015).

[26] Katie Friesen, The Effects of the Madrid and London Subway Bombings On Europe’s View of Terrorism, Revıew Dıgest: Human Rıghts & The War On Terror, 2007.

[27]Jeanne Park Europe’s Migration Crisis, 23.04.2015, Council on Foreign Relations, http://www.cfr.org/migration/europes-migration-crisis/p32874, (08..07.2015).

[28] Frontex, “Annual Risk Anaylsis 2014”, Publications Office of the European Union, Varşova, 2014, s. 43.

[29] Max Schaub, Humanitarian Problems Relating to Migration in the Turkish Greek Border Region, Research Resources Paper for COMPAS, Oxford, 2013.

[30] ‘Yunanistan’ın çektiği çit işe yaramaz’, http://www.ntv.com.tr/dunya/yunanistanin-cektigi-cit-ise-yaramaz,NRnfDGO5QUmrqwcyHZhYOw, (07.07.2015).

Şahin Keskin Hakkında

Şahin KESKİN: (Niğde) Niğde doğumludur. Atatürk Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü (2013) mezunudur. Yüksek lisans eğitimini, Dokuz Eylül Üniversitesi Avrupa Birliği Anabilim Dalı’nda Avrupa Birliği programında "Ukrayna'daki Kriz ve AB-Rusya İlişkileri" başlıklı tez ile tamamladı (2015). Aktif katılım göstermiş olduğu birçok kongre, konferans ve sempozyumda tebliğler sunmuş; çeşitli akademik ve yerel gazetelerde yazıları yayınlanmıştır. İlgi alanları arasında; başta Avrupa Birliği olmak üzere, Ukrayna ve Rus Dış Politikası bulunmaktadır.

Yorumlar (1)

  1. […] Tablo.1. AB Ülkeleri Katılımcılarına Göre İlk Üç Önemli Problem […]

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: