Twitter Facebook Linkedin Youtube

MISIR VE İSLAM TARİHİNDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ

Niyazi Okan ÇELEBİ

Niyazi Okan ÇELEBİ

İslam tarihine bakıldığında, sosyolojik ve kültürel açıdan birbirinden farklı ama üstlendikleri fonksiyon bağlamında birbirine çok benzer iki ülke görmekteyiz. Bunlardan ilki daha önce yazılarımda işlediğim İran, diğeri ise Mısır’dır.

Mısır’ın tarihine baktığımızda, yaklaşık 10.000 yıllık kültürel bir hazine görmekteyiz. Bu kültürel hazinenin içinde birçok devlet ve din yer almaktadır. Firavunlar süreci, İskender dönemi ve Roma dönemi derken, ikinci Halife Ömer ile gelen İslamiyet, Mısır sosyolojisi içinde en önemli paya sahiptir. Halife Ömer`in en önemli komutanlarından biri olan Amr bin Âs tarafından 641 ve 642 savaşlarıyla Mısır`ın İslam orduları tarafından fethedilmesi, Mısır`ın yeni bir sosyolojik ve siyasi sürece girmesine neden oldu. Halife Ömer sonrasında da Mısır jeopolitik konumuyla İslam devletinin önemli merkezlerinden biri haline geldi. Mısır aynı zamanda İslam devletinin ilk kez farklı bir kıtaya geçişi anlamına geliyordu. Dört halife devri sonrası sırasıyla Emevi ve Abbasi hâkimiyeti, Mısır`ın önemini artırdı. Abbasilerin zayıflaması ile de Türk komutanların Mısır hâkimiyetinin başlaması ve Tevaf-i Mülk devletlerini kurmaları ile Mısır, yeniden önem kazanmaya başladı.

Mısır`da Türk hâkimiyeti, 10. yy`da Tolunoğulları ve Akşidler ile başladı. Bu devletlerin en önemli özelliği ise kısa süreli bir siyasi tarihe sahip olmalarıdır. Bu devletler, 30 yıl gibi kısa bir sürede yok oldular. Bu devletler için; “Mısır`ın sosyolojik yapısına kurban gittiler” dersek hiç de yanılmış olmayız. Mısır halkının Araplaşması ve Arap kültürünü bir anda benimsemiş olması, Türk kökenli yöneticileri zor durumda bırakarak devletlerin yok olmasına neden oldu ve bölge tekrar Abbasi hâkimiyetine girdi.

Abbasilerin bu dönem sonrasında tekrar ortaya çıkan nüfuz sıkıntıları, Mısır`da tekrar farklı hâkimiyetlerin ortaya çıkmasına neden oldu. İşte bu dönem itibariyle Mısır, İslam dünyası için kimi zaman kurtarıcı, kimi zaman ise onu elinin tersiyle iter bir hale geldi.

Bu bağlamda Mısır`da ortaya çıkan Şii Fatımi devleti ve izledikleri mezhep temelli politikalar, Ortadoğu coğrafyasında yeni bir sorunu ortaya çıkardı. Mısır`da başlayan bu süreç ve izlenen politikalar, Fatımi-Türk çatışmalarının ortaya çıkmasına neden oldu ve ayrıca Fatımilerin Sünni İslam’a karşı takındıkları tavır, Ortadoğu coğrafyasını kimi zaman kaoslara sürükledi. Bu bağlamda, çalışmanın devamında 10. yy`da başlayan haçlı seferleri ile 1978 Camp David anlaşmasına kadar geçen sürede Mısır`ın oynadığı rolün üzerinde durularak, Mısır’ın İslam dünyası için olumlu mu yoksa olumsuz mu bir fonksiyon üstlendiği konusu tartışılacaktır.

Haçlı seferleri sırasında Mısır

Fatimiler, 909-1171 yılları arasında Mısır`da hüküm sürmüş Şii-Arap devletidir. Kendilerine verilen Fatımi adının, Muhammed b. Abdullah`ın kızı ve Ali b. Ebu Talib`in eşi Fatımat’üz-Zehra`dan geldiğini iddia etmişlerdir. Fatımiler, bazı kaynaklarca terör devleti olarak adlandırılmaktadır. Bunun en önemli nedeni ise kendi Şii yapılarının dışında yer alan Sünni devlet yapılarına karşı giriştikleri savaşlardır. Şii-Sünni çatışmasını had safhaya çıkararak, Sünni Abbasi halifesini tanımayarak, kendi Şii halifelerini seçmiş ve dini lider olarak benimsemiştir. Şii Fatımilerin Sünni devletlere karşı tutumları, en net Haçlı seferleri sürecinde takındıkları tutumdan anlaşılmaktadır. Fatımilerin o dönem ki veziri El-Efdal -ki kendisi Ermeni soylu olup sonradan İslam’a ve Şiiliğe tabi olmuştur- Sünni devletlere karşı Haçlıların desteklenmesi politikasının mimarıdır. El-Efdal`in bu süreçte gerçekleştirdiği politikaların başında İznik`i ele geçiren Bizans İmparatoru Alexious`a hediyeler ve tebrik mektubu göndermesi gösterilebilir. Ayrıca yine bu dönemde Şii Fatımilerin bir diğer politikası, Kudüs’te Sünniler yerine haçlıların olmasının tercih edilmesiydi. Çünkü Kudüs`ün Sünniler tarafından alınması, Fatımileri İslam dünyasında önemsiz bir konuma düşürecekti.

Fatımi Haçlı ittifakının bir diğer önemli noktası da, Kudüs`ün haçlılara bırakılma mevzudur. Yine I. Haçlı seferi sırasında haçlıların Kudüs`e girerek İslamiyet adına üç önemli merkezden birinin bırakılmasına Fatımilerin, göz yummuş olması da, Fatımi-Sünni anlaşmazlığını açıkça ortaya koymaktadır. Bu bağlamda Fatımileri, Sünni Müslümanlar ile Haçlılara karşı beraber savaşmak yerine, haçlı dostu olarak İslam coğrafyasına fitne sokan bir devlet olarak tanımlamak mümkündür.

18.yy Fransız tarihçilerinden Prof. Maille, “L`esprit de Croisades” adlı eserinde, 9. Fatımi halifesi Elmüstali Billah Ebu-l Kasım Ahmed’in Türklere karşı Haçlılarla ittifak yapmasının nedenini şöyle anlatır:

Fatımiler kendi hâkimiyet alanlarında ve özellikle Suriye`de Türklerin ne kadar ilerlemiş olduklarını görerek, nihayet bu akını durdurmaya karar verdiler. Mustali, o tarihten bir yıl önce El-Efdal`in komutasında büyük kuvvetler gönderip haçlıların Türklerle savaştığı sırada onların da Türk fütuhatçılarına saldırmalarını emretti.” (Prof. Maille, “L`esprit de Croisades”, 1780 Paris baskısı, 4. Cilt, s.116.)

Camp David ve Mısır

Mısır`ın Batı güçleriyle işbirliği yapıp İslam`a karşı tavır aldığı diğer bir örnek ise Camp David örneğidir. Bilindiği üzere Mısır, günümüzde ABD tarafından en çok dış yardım alan ikinci ülke durumundadır. Mısır, bu konuma Ortadoğu açısından önemli bir tarih olan 1978 Camp David anlaşması sonrasında ulaştı. Bu anlaşma, Mısır, İsrail ve Amerika arasında imzalandı ve İsrail’in bir Arap devleti tarafından ilk kez tanınmasını beraberinde getirdi.

II. Dünya Savaşının bitimiyle Ortadoğu güç dengelerine yeni bir aktör daha katıldı. Bu aktör, aslında coğrafyaya yabancı olmayan Yahudi devleti İsrail idi. İsrail’in “İngiliz yardımı ile” kurulması neticesinde bölgede Araplara ait olan topraklarda yaklaşık 30 yıl sürecek savaşlar ile İsrail işgali başlamış oldu. Bu savaşlar, batı destekli İsrail ile Arap devletleri (Suriye-Irak-Filistin ve tabi ki lider Mısır) arasında gerçekleşti. Bu savaşlar, 1948 ile 1978 arasında devam etmiş ve her defasında Arapların yenilgisi ile sonuçlanmıştır. Bu savaşlar sırasında Arapların liderliğine soyunan Mısır, 1978 yılında ABD’nin arabulucu olması ile hem ateşkese, hem de İsrail`e evet demiştir. Bu durum, Mısır`ı Batı’ya yaklaştırırken, diğer Arap devletlerini içinden çıkılmaz bir kaos dönemine sokmuştur. Tıpkı Fatımiler döneminde olduğu gibi, Mısır yine Batı’nın gözdesi haline gelmiştir ve ödülünü de ilerde bir BM Genel Sekreteri çıkararak almıştır.

Yahudiler, Hıristiyanlar ve Mısır ittifakının günümüze yansımasına bakınca da, aynı sürecin devam ettiği görülmektedir. Daha birkaç yıl önce Mısır`da yaşananlar, halk isyanı sonucu Mısır`da Müslüman Kardeşlerin iktidarı ve sonucunda Sisi darbesi ve Mısır`ın yine Batı’ya dönüşü…. Sisi darbesi, açıkça halkın seçimine ve demokrasiye darbe vurulmasıydı. Halkın seçimine karşı yapılan bu darbeyi, ABD’nin Mısır`ın iç meselesi olarak görmesi ise üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur.

Netice olarak, Mısır`ın tarih boyunca Ortadoğu`da izlediği politikalar ve bu politikalar tam nihayete erecekken politika değişikliği, Mısır’ın “Batının Ortadoğu’daki Yahudası” olma ihtimalini akla getirmektedir.

Yukarıda incelenen iki hadise, jeopolitik ve jeo-stratejik konumu nedeniyle Mısır’ın Batı tarafından tam manasıyla bir piyon olarak görüldüğünü ve zaman zaman bu piyon fonksiyonunu yerine getirdiğini göstermektedir. Bu da Ortadoğu’nun içinde bulunduğu kaosun artmasını beraberinde getirmektedir. Batı’nın Ortadoğu’da sürekli bir piyona ihtiyaç duyması ise, Ortadoğu’nun önemini göstermektedir. Tabi ki biz görebildiğimiz sürece…

.

Niyazi Okan ÇELEBİ

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: