Fransa, tarih boyunca önemli bir ülke olagelmiştir. Bu tarihi mirasına uygun olarak bugünün dünya denklemlerinde de kendine özgü ağırlığı bulunmaktadır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden birisi olmasını yanı sıra, Avrupa Birliği içinde de Almanya ile birlikte çelik çekirdeği temsil etmektedir.
Fransızlar, tarihte deniz aşırı sömürgeler elde etmiş ve bu ülkelerin insan kaynaklarını ve doğal zenginliklerini alabildiğince sömürmekten geri durmamışlardır. Özellikle Kuzey Afrika ve Afrika geneli başta olmak üzere, dünyanın birçok yerinde Fransız sömürge yönetimleri kurmuşlardır. Bugün dahi denizaşırı sömürgeleri mevcuttur. Fransızlar, tarih boyunca ülkelerine gemilere doldurarak getirdikleri zenci köleleri acımasızca ağır işlerde çalıştırmıştır. Örneğin Lyon şehrinden geçen Rhone (Ron) nehrini kazma kürek işçiliğiyle ikiye böldürmüş ve şehri güvenlik açısından iki nehir arasına taşımışlardır. Alp dağlarından beslenen ve insan eliyle ikiye ayrılan (Ron ve Son) nehrin her bir kolunun debisi çok yüksektir ve her birinde yük gemileri yüzmektedir. İşte yüzyıllar önce insan eliyle yapılan bu nehir yataklarının kazılmasında çalıştırılan zenci kölelerin günlük yemek istihkakı, çeyrek ekmek ve yarım bardak su idi. Rivayet olunur ki; inşaatın bitmesini müteakiben kazdıkları nehre atılmış ve ölüme terk edilmişlerdir. İşte bugün medeniyet havarisi kesilen ve belli bir refah seviyesinde yaşayan Hristiyan batı medeniyetinin genelinde olduğu gibi, Fransızların da kültür kodlarında sömürgecilik bulunmaktadır. Bu nedenle düzenli şehirleri, tarihi binaları ve ulaşım sistemleri, bize cazip görünse de ne acıdır ki bu zenginlik, çalınan madenlerin, sömürülen emek ve alın terinin, hatta kan ve gözyaşının üzerine kuruludur.
Yazının ilerleyen bölümlerinde de değinileceği üzere, her ne kadar bize karşı haksız iddiaların hamiliğini yapsalar da, aslında Fransızlar Cezayir başta olmak üzere Kuzey Afrika ve Afrika genelinde büyük katliamlar ve soykırımlar yapmışlardır. Bu günahlarıyla yüzleşmekten korktukları için, asılsız Ermeni iddialarının en büyük destekçileri Fransızlardır. Buna karşın kendi kanlı tarihleriyle ve soykırımlarıyla yüzleşmekten itina ile kaçınırlar. Devletlerarası ilişkilerde diplomatik bir dil kullanarak ortak çıkarlardan ve müttefiklikten bahsetseler de, tarihten beri süre gelen Türk karşıtı tutumlarından vazgeçmemişlerdir.
Fransa, bağımsızlığını vermiş göründüğü kimi eski sömürgelerinde ise hala söz sahibidir. Dillerini dayatma yoluyla kabul ettirdikleri ve İngilizce ile denk gördükleri için dünyanın halen önemli bir kısmında Fransızca, konuşulan ya da bilinen bir dildir. Dil şuurları gelişmiştir. Fransa’ya seyahat ettiğinizde ya da Türkiye’deki tatillerinizde bile rahatlıkla gözlemleyebileceğiniz şekilde, İngilizce bilseler bile İngilizce konuşmazlar. Bunun bir şehir efsanesi olduğu, Fransızların İngilizceyi gerçekten bilmediği de söylenmektedir. Ancak yabancı dil olarak İngilizce öğrenen insanların, günlük hayattaki en basit İngilizce sözlere bile karşılık verirken isteksiz davranmaları, dil konusunda bir hassasiyetleri olduğu gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Ülkemizde Jön Türklerden bu yana Fransa’ya gençler gönderilmiştir. Fransa’ya gönderilenlerin ve Fransızların, bizim kültürümüz ve dilimiz üzerinde kayda değer etkileri olmuştur. Yaşayan Türkçe’de 3000’e yakın Fransızca kökenli kelimenin varlığından söz edilmektedir.
İdari yapımızda da Fransız sistemi esas alınmış, üniter ve laik bir temelde, iller esasına göre idari teşkilat kurulmuştur. Avrupa’nın diğer önemli ülkelerinden İngiltere’de monarşi devam etmektedir ve devlet laik değildir. Almanya’da ise eyaletler mevcuttur ve bölge yönetimleri yasama-yürütme organlarına sahiptir. Buna karşın Fransız sistemi, Türkiye’de yerleşik sisteme yakındır ve bu nedenle idare hukuku doktrinimiz de Fransız doktrininden yoğun bir biçimde etkilenmiştir.
Fransa, Osmanlıya karşı bütün iç isyanları desteklemiştir. Sırp isyanından başlayarak Rum isyanı, Bulgar isyanı Ermeni isyanı gibi isyanlar, Fransızların desteğini almıştır. Osmanlı tebaası Hristiyan halkların çoğunluğu, Ortodoks mezhebine mensup olsalar da, Katolik Fransa isyancıları desteklemekte bir beis görmemiştir. ASALA terör örgütünün Fransa’da Türk diplomatlarına yönelik terör eylemleri ve Eski Fransız Cumhurbaşkanı Fransuva Mitterand ve eşinin PKK ve elebaşısı hakkındaki beyanatları, zihinlerdeki tazeliğini korumaktadır. Bugün de PKK isyanı, Fransızların yoğun desteğini almaktadır. Paris’teki ve Fransa genelindeki kimi organizasyonlarda Türkiye karşıtı ne tür faaliyetler ve beyanatlar sergilendiği, apaçık ortadadır. Türkiye’nin Fransa’daki resmi temsilcilikleri bile, ne yazık ki PKK terör destekçileri tarafından basılmış, duvarlara kırmızı boya atılmış ve elebaşı Apo posterleri asılmışken, Fransız makamları ne yazık ki olayı “ifade özgürlüğü ve protesto hakkı” kapsamında değerlendirmişlerdir.
Libya’da ya da yer altı zenginliği olan bir yerde otorite boşluğu olması durumunda, hemen Fransızların iştahı kabarmakta ve Fransız savaş uçakları havalanarak o ülkeye bombalar yağdırmaktadır. Üstelik bu harekâtlardan sonra o ülkenin kaynaklarını sömürecek bir düzenek kurulmaktadır. Haksız ve hukuksuz operasyonlarını “özgürlük, güvenlik, garantörlük” gibi kelimelerle kılıf uydurmaktadır. Buna mukabil yakın tarihe kadar kendisine bağlı olan Suriye gibi petrol ve doğal gaz zenginliği zayıf bir ülkede ise 2 milyon Müslümanın kanı döküldüğü halde, seyretmeyi tercih etmektedirler. Hatta kendi ülkelerindeki madde bağımlısı, psikolojisi bozu gençlerin Suriye’deki savaşa gitmesine göz yummakta, böylelikle kendilerine göre sorunlu kişilerden kurtulmaktadırlar. Öte yandan “İşte Suriye’de Müslümanlar böyle birbirini öldürüyor” diye çarpıtma ve kara propagandayla İslamiyet karşıtı görüşleri desteklemektedirler. (İkinci bölüm için tıklayınız)
.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
[…] DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYINIZ […]