Twitter Facebook Linkedin Youtube

TÜRKİYE ORTADOĞU COĞRAFYASINDAN ÇEKİLİYOR MU?

Cesurhan TA?

Cesurhan TAŞ

Bu soruya “Zaten 100 yıl önce çekilmemiş miydik” şeklinde yanıt verilebilir. Doğrudur. Siyasi anlamda yüz sene evvel bu coğrafyadan çekilmiştik. Osmanlı devletinin çökmesiyle birlikte biz de Ortadoğu’dan çekilmiştik. Geride yürek sızlatan hatıralar bırakarak Anadolu’ya kadar askerlerimizi çekmiştik.

Ancak 2002 yılından itibaren hükümet olarak Osmanlı coğrafyası üzerinde daha etkin olmak, Osmanlı bakiyesi devlet ve toplumlara liderlik ve önderlik etmek gibi zaman zaman deklare edilen ama çoğunlukla da derinden yürütülmeye çalışılan bir dış politika oluşturulmaya ve yürütülmeye çalışılıyordu.

Büyük Ortadoğu projesinin eş başkanlığı da yükümlenilerek Ortadoğu’daki devletlerin rejimlerini demokrasiye doğru değiştirme ve toplumları da dönüştürme, onlara model ülke olma gibi bir misyona da soyunulmuştu. Ancak umulan gerçekleşmedi, beklenen olmadı. Büyük heveslerle çıkılan Ortadoğu yolculuğundan eli boş dönüldü. Şam, Kahire, Trablus, Musul derken son olarak Sana’daki elçilik binası boşaltıldı.

Yemen’deki gerilim ve şiddet olaylarının artmasını dikkate alan Türkiye, Büyükelçilik binasını kapattı. Büyükelçi ve elçilik çalışanları Türkiye’ye dönüş yaptı. Yemen’deki siyasi istikrarsızlık üzerine daha önce de ABD, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Almanya, İngiltere, Fransa ve İtalya güvenlik gerekçeleriyle Yemen’in başkentindeki büyükelçiliklerinin faaliyetlerini askıya aldıklarını açıklamış ve elçilik çalışanlarına geri dönmeleri çağrısında bulunmuştu. Yemen son birkaç haftadır siyasi çatışmaların gölgesinde yaşıyor. Geçen ay başkent Sana’daki cumhurbaşkanlığı sarayını ve birçok hükümet binasını basarak ele geçiren Husiler (ocak ayından beri) Yemen’de yönetimi ele geçirmiş durumda.

Yemen’deki Türk Büyükelçiliği faaliyetlerinin askıya alınmasının ardından Türkiye’nin Ortadoğu politikalarının bir kez daha gözden geçirilmesi gereği ortaya çıktı.

İran Mevzi Kazanırken Türkiye Geri Çekiliyor

Ortadoğu’nun liderliği konusunda Türkiye ile İran, tarihsel olarak bir rekabet içerisinde olagelmişlerdir. Bu rekabetin son zamanlardaki bölümlerinde Tahran, Yemen’de Ankara’yı birkaç puanla geçmiş görünüyor. Husilerin zaferi ve Yemen Devleti’nin kilit noktalarını ele geçirmeleri, uluslararası kamuoyunca bu şekilde yorumlandı. Genel olarak kabul edildiği üzere İran’ın Husilere yönelik desteği olmasaydı, bu hareket, bu kadar kısa bir sürede, bu beklenmedik yükselişi gerçekleştiremezlerdi. İran ile Husiler arasındaki mezhep yakınlığı bir kenara; konuyla ilgilenenler, İran’ın Husilere verdiği askerî ve maddi desteğe işaret ediyorlar. Bunun başında da “Cihan 1” gemisi olayı var. Yemen makamları, içinde Husilere gönderilmek üzere hazırlanmış bir silah kargosu buldukları gemiyi 2013 yılında alıkoymuştu.

İran devleti, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da ve Yemen’de küçümsenemeyecek bir nüfuz elde etmiş görünüyor. Buna karşılık Türkiye’nin Ortadoğu coğrafyasında sağlam ilişkileri olsa da bu devletlerin veya aktörlerin sayısı sınırlı. Arap bahar sırasında ve sonrasında Türkiye açık ara İran’ın önündeydi. Ankara’nın pek çok Arap devletiyle samimi ilişkileri vardı. İran’ın bölge devletleriyle ilişkileri ise gelişmişliği, kalkınmışlığı ve demokratik değerlere bağlılığı açısından Türkiye ile ilişkilere benzemiyordu bile. O hâlde Türkiye, İran karşısında neden geriledi? Bu sorunun pek çok yanıtı olabilir; bunların başında da Türk Devletinin batıya yönelik politik mirası geliyor. Bu mirasın etkisi Ankara’nın bölgesel politikasında bazı alanlara etki etti. Adalet ve Kalkınma Partisi hükümeti başta, bu mirasın etkisiyle AB’ye katılım meselesini Doğu ile olan ilişkilerinin önüne almıştı. Oysa İran’ın Türkiye’ninkine benzer bir seçeneği yoktu ve bütün dikkatini Ortadoğu’daki nüfuzunu güçlendirmeye odaklamıştı. Adalet ve Kalkınma Partisinin güçlenmesinin ve AB’nin Türkiye’ye ilişkin negatif tutumunun netleşmesinin ardından AKP, Türkiye’nin Ortadoğu politikasına yöneldi ama İran, bu arada büyük ilerleme kaydetmişti.

Suriye ve Irak’taki gelişmeler, İran ve Türkiye’nin bölgesel rollerini büyük ölçüde etkiledi. İran her zaman önemli bir bölgesel ülke olmuştu ama Amerika’nın Irak’a müdahalesi olmasaydı İran asla şu anki durumuna gelemezdi. Irak, yüzölçümü ve nüfus olarak İran’dan küçük de olsa, 1920’li yıllardan bu tarafa İran ile Arap coğrafyası arasında tampon bölge olmayı başarmıştır. Irak, tarihinin farklı dönemlerinde İran’ın Körfez’deki ve bazı Arap bölgelerindeki emellerini de frenlemiştir. Fakat Amerika’nın Irak’ı işgal etmesi ve Irak ordusunun dağılması, Irak’ı İran genişlemesinin önündeki bir engel olmaktan çıkarıp bölgeye yayılabileceği bir üs hâline getirdi.

İran’a kıyasla Türkiye’nin önemi daha fazlaydı. Eğer ABD, Irak’a girdiği gibi Suriye’ye de girmiş olsaydı Ankara, nüfuzunu bölgeye yayabilir ve İran’ı kontrol altında tutabilirdi. Ama Amerika, Türklere Suriye kapısını açmak istemedi. Dolaysıyla Amerika’nın Türkiye ve İran politikalarının farklı olması, İran’ın yükselişine ve Türkiye’nin gerilemesine sebep oldu.

Diğer taraftan, İran, mezhepsel durum bakımından Türkiye’den çok üstün. Dünyadaki tek ve rakipsiz şii devleti konumunda. Buna karşılık Türkiye’nin Arap devletleri içinden de diğer devletlerden de pek çok rakibi var ve bu sebeple kendine İran gibi kolaylıkla mezhepsel bir konum ayarlayamıyor. Türkiye, rakipler arasında ilk sırada olabilir fakat hiçbir durumda onlar üzerinde, örneğin İran’ın Irak üzerinde kurduğu nüfuzun benzeri bir nüfuz kuramaz ve bu özellik İran’ı Türkiye’nin bir adım önüne geçiriyor.

Bölgesel Haritalar Değişiyor

2011 yılından bu yana küresel siyasi düzen 1945’i aratmayan değişimler yaşıyor. Artık tek ve bütün bir Irak yok. “Irak Şam İslam Devleti” (IŞİD) militanları bu devletin adını tarihî ve kültürel bir kavrama dönüştürdü. Suriye’nin adını da aynı şekilde yıprattı. Bu devletlerin enkazında uluslararası platformda fiilen kabul gören Kürdistan doğuyor. Bu sadece bir başlangıç gibi görünüyor. Tel Aviv ve Washington; Tahran, Bağdat, Şam ve Ankara’yı dizginlemesi bakımından Erbil’e büyük umutlar bağlamış durumda. Türkiye ve İran her ne kadar içlerinden gelmese de Kürtleri IŞİD’e karşı mücadelelerinde destekliyor. Türkiye’nin ve İran’ın pek fazla seçeneği yok gibi. Kürdistan onlar için bir tehdit ise de IŞİD iki kat daha büyük bir tehdit. Uluslararası işlerde her şey görecelidir. IŞİD’in gerçekleştirdiği eylemlerle petrolün fiyatının daha da yükseleceği yönündeki tahminler artıyor. İran bu durumdan memnun olacaktır. Bu durumda en büyük zorluk Araplara düşecektir. Bir zamanlar Arap yaşam tarzının ve göçebe kültürünün beşiği olan Yemen herkesin gözü önünde bölünüyor.

Osmanlı İmparatorluğu’nun rolünü bugün, politikada küresel çekim yasasının işlediğini düşünmeden Suriye’deki devlet düşmanlarını destekleyen Türkiye oynuyor. Gerçi burada tek sorun sadece Türkiye değil. Lübnan televizyonu El Meyadin’in bildirdiğine göre ABD, Fransa, İsrail, Türkiye, ayrıca Körfez ülkelerinin istihbarat teşkilatlarının Suriye’nin güneyinde Suriye rejimine karşı büyük bir savaşa hazırlık için 60 bin kişilik yeni bir terörist cephesi kuruyor. Ürdün’deki Yermuk kampında yaklaşık 10 bin gerillanın hazırlık eğitimini tamamladığı ve Suriye’nin Dera şehrine geçmeyi bekledikleri söyleniyor. Osmanlı’nın parçalanma süreci devam ederken gelişmelere seyirci kalınması elbette düşünülemez. Ancak “Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak” ihtimalini de düşünmek gerekiyor.

ABD Başkanı Barack Obama, 6 Şubat’ta 2015 yılı için ulusal güvenlik stratejisini açıkladı. Söz konusu stratejide, “Ukrayna’daki Rus saldırganlığına karşı koyma” hususu, IŞİD ve Ebola virüsü ile mücadeleyle aynı sırada yer alıyor. Stratejinin özü çok açık. Beyaz Saray, IŞİD’i Orta ve Yakın Doğu’nun zenginliklerini paylaşmak amacıyla kapsamlı bir uluslararası koalisyon oluşturmak için bir araç olarak kullanıyor. CNN, ABD’nin, Irak’a dönmeyi planladığını bildiriyor. Obama, bu hedef için Kongre’den Musul’da silahlı güç kullanma hakkını bile talep etti. ABD Merkez Komutanlığı, operasyonu nisan ayında başlatmayı planlıyor. Musul’a asker gönderilmesi, ABD için iki meseleyi çözecek. Birincisi, Amerikan petrol sanayisinin iflasını önleyerek petrol fiyatlarını artıracak. İkincisi, Erbil’in bağımsızlık ilan etmesini destekleyecek. Barzani, sadece Irak’ın değil, Türkiye’nin kaderini de değiştirecek olan bağımsızlık referandumunun hazırlıklarını yürütüyor. ABD, bu süreçte Barzani’ye yardım edecek. Anlaşılan o ki bölge yeniden alevlenecek gibi görünüyor.

Tüm bu gelişmeler ışığında Türkiye sağlıklı ve gerçekçi politikalar üretmek durumunda. Kendi toprak bütünlüğünü koruyarak komsuları ile barış içinde yasayacak bir çözüme ulaşması gerekiyor. Bizden yardım bekleyen birçok devlet veya topluluk olabilir. Onlara elbette yardım edilecek. Ancak, dünyanın dört bir yandaki garip gurebaya yardım ederken Türkiye’nin de zayıf düşmemesi gerekiyor. Türkiye dimdik ayakta durmalı ki muhtaçların yardımına koşabilsin. Atılacak tüm adımlarda “Önce Türkiye” denmelidir.

 

.

Cesurhan TAŞ

Yazarın diğer yazıarı için tıklayınız.

__________________________

KAYNAKÇA:

1-El Cezire Kalkanı Ve Bab El Mendeb’in İşgal Edilmesi, Tarrad El-Omari, El Cezire,Suudi Arabistan, 18 Şubat 2015

2-Türkiye Yemen Büyükelçiliğini Kapattı, Kun.Uz, Özbekistan, 17 Şubat 2015

3- Yemen Körfez Ülkeleri Husilere Yönelik Zorlayıcı Tedbirler İstiyor, AFP, Fransa, 15 Şubat 2015

4- İranlılar İlerlerken Türkler Neden Geriledi? ,Ragid El Sılh, El Halic, İngiltere, 13 Şubat 2015

5-Büyük Dönüşüm İslam Devleti Abd’yi Musul’a Yeniden Döndürüyor, Sarkis Tsaturyan, Regnum, Rusya, 10 Şubat 2015,

 

Cesurhan Taş Hakkında

Cesurhan TAŞ: (Ankara) 1974 Anamur doğumludur. ODTÜ İ.İ.B.F, Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunudur. İngilizce, Arapça ve Rusça bilmektedir. Devlet yapısı, kamu yönetimi, mali yönetim, kalkınma ekonomisi, bölgesel kalkınma ve kamu hukuku alanlarında çalışmaları bulunmaktadır. Yörük ve Türkmen kültürü üzerine de araştırma ve inceleme çalışmaları yapmaktadır.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: