İnsan hakları, demokrasi ve hukuk devleti, son yüzyılın yükselen değerleridir ve insanlığın bin yıllar süren adalet, özgürlük ve eşitlik mücadelesinin sonucunda elde edilmişlerdir. Bu değerlerin yargılama alanında en önemli yansıması ise; adil yargılanma hakkıdır.
İnsan hakları içerisinde önemli parçalardan birisi olan adil yargılanma hakkının en önemli unsuru; makul süre içerisinde yargılanma hakkıdır.
Bu çalışmanın amacı; Türkiye’de mahkemelerde yapılan yargılamanın neden çok uzun süreler aldığının araştırılmasını kapsamaktadır. Bu kapsamda; ilk olarak mahkemeler kısaca tanıtılacak ve sonrasında yargılamanın makul sürede tamamlanmasını engelleyen sebepler sıralanacak, bunlar yapılırken yeri geldiğinde Avrupa’daki örneklerle karşılaştırmalara yer verilecektir.
Bu çalışma yapılırken, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında görevli bir hakimle, bir Yargıtay tetkik hakimiyle, bir Bölge İdare Mahkemesi hakimiyle, bir savcıyla, üç avukatla ve iki zabıt kâtibiyle mülakatlar yapılmıştır.
Aşağıdaki veriler hazırlanırken, CEPEJ (Avrupa Adaletin Etkinliği Komisyonu); Avrupa Yargı Sistemleri 2012 basımından (2010 verileriyle), Adaletin Etkinliği ve Kalitesi belgesinden ve T.C. Adalet Bakanlığı’nın hazırlamış olduğu ‘’Yargıda Reformun Neresindeyiz’’ çalışmasından yararlanılmıştır.
Yargı Kolu Kavramı: Yargı kolu, kararları aynı yüksek mahkemede temyiz edilen mahkemelerin oluşturduğu düzen olarak tanımlanabilir. Yüksek mahkeme; nihaî karar, yani artık kendisine karşı başvuru yolları tüketilmiş karar verme yetkisine sahip mahkeme demektir. Yüksek mahkemelerin kararları, artık bir başka mahkemede temyiz edilemez. Her yüksek mahkeme, bir yargı kolunu temsil eder. O halde Türkiye’deki yargı kollarını tespit etmek için, yüksek mahkemeleri belirlememiz gerekir. Anayasamızın 146-160’ıncı maddelerinde, yüksek mahkemeler sayılmıştır. Bunlar; Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Askerî Yargıtay, Askerî Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi ve Sayıştay’dır. O halde bunlara paralel olarak Türkiye’de şu yargı kolları vardır: Anayasa yargısı, adlî yargı, idarî yargı, askerî yargı, askerî idarî yargı, uyuşmazlık yargısı ve hesap yargısı. Şimdi bunları sırasıyla inceleyelim:
Anayasa yargısı, çok kısaca; kanunların anayasaya uygunluğunun denetlenmesi anlamına gelir. Türkiye’de anayasa yargısı organı, tek mahkemeden oluşur; o da Anayasa Mahkemesidir. Anayasamızın 148’inci maddesine göre; Anayasa Mahkemesi, kanunların ve kanun hükmünde kararnamelerin anayasaya uygunluğunu denetlemekle görevlidir
Adlî yargı, olağan ve genel yargıdır. Yani diğer yargı kollarının görevine girmeyen davalara, adlî yargıda bakılır. Bu nedenle adlî yargı, kapsamı en geniş olan yargıdır. Ülkemizde adlî yargı, iki derecelidir.
İlk derece mahkemelerine “bidayet mahkemeleri” veya “hüküm mahkemeleri”de denir.
a) Hukuk Mahkemeleri: Ülkemizde hukuk mahkemeleri “sulh hukuk mahkemeleri” ve “asliye hukuk mahkemeleri” olmak üzere ikiye ayrılır. Sulh hukuk ve asliye hukuk mahkemelerinde kural olarak savcı bulunmaz. Adlî yargının hukuk kısmında, tapulama mahkemeleri, iş mahkemeleri gibi özel mahkemeler de vardır.
b) Ceza Mahkemeleri: Ceza mahkemeleri sulh ceza, asliye ceza ve ağır ceza olmak üzere üçe ayrılır. Bunlar genel mahkemelerdir. Bunların yanında, özel (uzmanlık) mahkeme niteliğinde ceza mahkemeleri de vardır: Devlet güvenlik mahkemeleri, çocuk mahkemeleri, trafik mahkemeleri gibi.
Adlî yargı kolunun üst derece mahkemesi Yargıtay’dır. Yargıtay’ın kuruluşu ve görevi Anayasamızın 154’üncü maddesinde düzenlenmiştir. 154’üncü maddeye göre, Yargıtay, “adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adlî yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir”
İdari yargı, idari makamların idare hukuku alanındaki faaliyetlerinden kaynaklanan uyuşmazlıkların çözümlendiği yargı koludur.
a) İdare Mahkemeleri: İdare mahkemeleri idarî yargı kolunun genel görevli ilk derece mahkemesidir. Kanunlarla başka yargı yerlerinin görev alanına bırakılmayan iptal ve tam yargı davalarına idare mahkemeleri bakar. (2576 sayılı Kanun, m.5).
b) Vergi Mahkemeleri: Vergi mahkemeleri, genel bütçeye, il özel idareleri, belediye ve köylere ait vergi, resim ve harçlarla benzeri mali yükümler ve bunların zam ve cezalarıyla tarifelere ilişkin davaları ve 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsili usulü Hakkında Kanunun uygulanmasından doğan uyuşmazlıkları çözmekle görevlidirler (2576 sayılı Kanun, m.6).
a) Bölge İdare Mahkemeleri: Bölge idare mahkemelerinin görevi, idare ve vergi mahkemelerinin tek hâkimle verdiği kararlara karşı yapılan itirazlar ile idare ve vergi mahkemeleri arasında çıkacak görev ve yetki uyuşmazlıklarına bakmaktır.
b) Danıştay: İdari mahkemelerce verilen ve kanunun başka bir idari yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar. (Anayasa m.155)
Anayasa m.145/1’e göre askeri mahkemeler, “asker kişilerin, askerî olan suçları ile bunların asker kişiler aleyhine veya askerî mahallerde yahut askerlik hizmet ve görevleri ile ilgili olarak işledikleri suçlara ait davalara bakmakla görevlidirler”. Bu maddenin ikinci fıkrasına göre ise, askerî mahkemeler, ayrıca “asker olmayan kişilerin özel kanunda belirtilen askerî suçları ile kanunda gösterilen görevlerini ifa ettikleri sırada veya kanunda gösterilen askerî mahallerde askerlere karşı işledikleri suçlara da bakmakla görevlidirler”.
1. İlk Derece Mahkemeleri: Askeri ceza yargısının ilk derece mahkemeleri; ‘askeri mahkemeler’ ve ‘disiplin mahkemeleri’ olarak ikiye ayrılır.
2. Üst Derece Mahkemesi: Askerî Yargıtay’dır. Askerî Yargıtay, Anayasamızın 156’ncı maddesine göre, askerî mahkemelerce verilen karar ve hükümlerin son inceleme merciidir.
AYİM, Türk Milleti adına askeri olmayan makamlarca tesis edilmiş olsa bile, asker kişileri ilgilendiren ve askeri hizmete ilişkin idari işlem ve eylemlerden doğan uyuşmazlıkların ilk ve son derece mahkemesi olarak yargı denetimini yapar.
Uyuşmazlık mahkemesi; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile görevlendirilmiş adli, idari, ve askeri yargı mercileri arasındaki görev ve hüküm uyuşmazlıklarını kesin olarak çözmeye yetkili ve bu kanunla kurulup görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir.(2247s. M.1)
Sayıştay, merkezi yönetim bütçesi kapsamındaki kamu idareleri ile sosyal güvenlik kurumlarının bütün gelir ve giderleri ile mallarını TBMM adına denetlemek ve sorumluların hesap ve işlemlerini kesin hükme bağlamak ve kanunlarla verilen inceleme, denetleme ve hükme bağlama işlemlerini yapmakla görevlidir. (Anayasa m.160)
“Adaletin gecikmesi adaletsizliktir.”
W. S. Landor
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi (AİHS)’nin adil yargılanma hakkının düzenlendiği 6. maddesinin en önemli unsurlarından birisi; ‘yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi’ ilkesidir. Bir yargılamanın adil olabilmesi, her şeyden önce yargılamanın makul sürede bitirilmesini gerektirir. Toplumun yargı organlarına olan güveninin korunabilmesi, hakkın gerçek sahibine bir an önce tesliminin sağlanması ve uyuşmazlığın taraflarının en kısa süre içerisinde tatmin edilebilmesi açısından yargılamanın makul süre içerisinde bitirilmesi ilkesi, son derece önemlidir. Tüm hak arayanlar için geçerli olan bu ilkenin amacı; uyuşmazlığın taraflarını yargılanma işlemlerinin sürüncemede kalmasına karşı korumak, uyuşmazlık konusu hakka bir an önce ulaşabilmelerini sağlamak ve tarafların, davanın nasıl sonuçlanacağı konusunda endişe ile yaşamalarını önlemektir. (TBB Dergisi, Sayı 84, 2009)
Türkiye’de mahkemelerde görülen davalar, makul sürelerde karara bağlanamamaktadır ve taraflar, haklarına geç kavuşmaktadır. Bunun en önemli sebebi; mahkemelerin iş yükünün fazla olmasıdır. İş yükünün fazla olmasının, yani mahkemelerde derdest halde bulunan dosya sayısının gerekeni aşmış olmasının nedenleri, birden fazladır. Bunları; mahkeme sayısına, hakim ve savcı sayısının yeterli olup olmadığına, mahkemelerin ve diğer kurumların çalışma hızına, tarafların uyuşmazlık çözülürken takındığı tutum ve benzeri sayılabilecek pek çok etkene bağlayabiliriz. Hakim başına düşen dosya sayısı, yargının iş yükü konu olduğunda sıkça konuşulan bir husustur. Avrupa ülkeleri ile kıyaslama yapılarak ülkemizde yargının iş yükünün ne kadar çok olduğu, ne kadar hakim açığı bulunduğu tartışılmaktadır. Peki, ülkemizde hâkim başına düşen dosya sayısı hiç azalmamış mıdır? Türkiye İstatistik Kurumu verileri, ne yazık ki hakim başına düşen dosya sayısının, istatistiklerin tutulmaya başlandığı 1967 yılından bu yana zaman zaman dönemlik düşüşler görülse de, artış halinde olduğunu gösteriyor. 1967 yılında hakim başına düşen dosya sayısı 963 iken, bu rakam 2011 yılında 1.057’ye çıkmış durumda.
Adli yargıda hakim ve savcı başına düşen dosya sayısı ise 2013 yılına kadar şöyle oldu:
Hakim ve savcı başına düşen dosya sayının yüksek olması nedeniyle, yargılamaların makul sürede tamamlanamaması ve bu duruma bağlı olarak ceza davalarında, özellikle zamanaşımı kısa olan suçlarda, çok sayıda davanın zamanaşımı nedeniyle düşmesi ile karşılaşılmaktadır. Yargıtay’a gelen dosyaların 2010 yılı itibarıyla ancak %36’sı karara çıkmış, %64’ü ise bir sonraki yıla devretmiştir. Sayısal veriler göstermektedir ki; Yargıtayın iş yükü, yıldan yıla daha vahim bir hal almaktadır.
Türkiye’de yargı teşkilatı, daima kadro yetersizliğinden kaynaklanan sorunlarla gündeme geliyor. Hâkim ve Cumhuriyet savcısı açığının önemli boyutta olduğu bir düzen içerisinde, yargı teşkilatının etkin ve makul sürede çalışabilmesi mümkün olmuyor. Kadro azlığı ise, uzmanlaşabilme ve yargılama konusu olaylara tam olarak hakim olabilme olanaklarını ortadan kaldırıyor. Peki, Türkiye’de hakim ve savcı sayısı ne kadardır?
2013 yılı verilerine baktığımızda hakim ve savcı sayıları şu şekildedir:
Yargıtay: hakim: 1397, savcı: 223
Danıştay: hakim: 495, savcı: 35
Anayasa Mahkemesi: hakim: 107, savcı: yok
Adliyelerde: hakim: 7455, savcı: 4431
İdari Yargıda(İdare+vergi mah): hakim: 909, savcı:yok
Toplamda savcı sayısı; 4.689, hakim sayısı ise; 10.643’e ulaşmaktadır. 2014 yılında yargıda görev yapan hakim ve savcı sayısının 14 bin 983 olduğu belirtilmiştir.
Avrupa Konseyi Etkin Yargı Komisyonu’nun (CEPEJ) 2012 yılında yayınlamış olduğu verilere göre; 100 bin kişiye düşen hakim sayısı, Almanya’da 24,3, Yunanistan’da 18,0, İngiltere’de 16,6, Fransa’da 10,7, İsviçre’de 14,5, Türkiye’de 10,6’dır. Türkiye’de 100 bin kişi başına 5,6 savcı düşmektedir. Bu verilere baktığımızda; her 100 bin kişiye 10 hâkim ve 5,6 savcı düşmektedir. CEPEJ verileri sonucunda; Avrupa ülkelerinde 100 bin kişi başına düşen hakim sayısı ortalaması 21,3’tür yani Türkiye’de bu sayı olması gerekenin yarısı düzeyindedir. Avrupa ülkelerinde bir hâkim, 200 dosyaya bakarken, ülkemizde bir hakim yılda ortalama 1078 dosyaya, bir Cumhuriyet savcısı ise 1417 hazırlık ve 447 ilâmat dosyasına bakmaktadır.
Avrupa Konseyi Etkin Yargı Komisyonu’nun (CEPEJ) 2012 yılında yayınlamış olduğu verilere göre; 100 bin kişiye düşen savcı sayısı Almanya’da 6,4, Yunanistan’da 4,8, Fransa’da 3,0, İsviçre’de 5,5, İtalya’da 3,3, Türkiye’de 5,8’dir. Avrupa ülkelerinde 100 bin kişi başına düşen savcı sayısı ortalaması ise 11,1’dir.
Davaların makul sürede çözüme kavuşmamasının en önemli nedeni, görüldüğü gibi mahkemelerin iş yükünün fazla olmasıdır. Bunun da kaynağı, hakim ve savcı sayılarının yeterli olmamasıdır. Görüldüğü gibi Türkiye’de hakim ve savcı sayıları artırılmaya çalışılsa da, hala Avrupa standartlarına yaklaşmış değiliz. Bunun neticesinde yetersiz kalan sayılar, dosyaların mahkemelerde yığınla birikmesine ve davanın görülme süresinin gereğinden fazla uzamasına neden olmaktadır. Hakim ve savcı sayılarının yeterli olması, mahkemelerin iş yükünü azaltacaktır. Hakim başına düşen dosya sayısı azaldığı takdirde, dosyalar daha süratli çözülebilecek ve kararların verilme süresi kısalacaktır.
Mahkemelerde hakim ve savcı dışındaki personeller şu şekildedir: Yazı İşleri Müdürlüğü, zabıt kâtibi, mübaşir, hizmetli ve diğer görevliler. Bu personellerin yargılama işlerinin etkin ve hızlı bir biçimde yerine getirilmesinde önemli görevleri bulunmaktadır. Hakimlerle yapılan mülakatlarda, personel sayılarının henüz yeterli düzeye ulaşmadığını belirtmişlerdir. Bir yargılamada sürenin uzamasında etkili olan hususun; kararın verilmesi değil, kararın yazılması aşaması olduğunu belirtmişlerdir. Personel sayıları yetmediği takdirde, hakimler kararları kendileri yazmak durumunda kalmaktadırlar ve bu da süreyi uzatmaktadır.
2002 yılına kadar adalet personeli sayısında büyük sıkıntı yaşanmakta, yargı organlarında personel bulunmamakta, hatta kimi zaman diğer devlet kurumlarından personel istenmekteydi. Mahkemelerde psikolog, pedagog, sosyal çalışmacı gibi uzman personel ya hiç bulunmuyordu, ya da oldukça az sayıda idi. 2012 yılına kadar yapılan alımlarla, personel sayıları %75 oranında artırılmıştır. Yargı işlerinin görülmesinde personel sayıları yeterli düzeye ulaştığı takdirde bu husus, yargılamada sürenin kısalmasında etkili olacaktır.
Yargı işleri görülürken hakim ve savcıların eğitim düzeylerinin yeterliliği, dava konusu olaya hakim olup olmadıkları, yargılamanın makul sürede tamamlanması üzerinde etkilidir. Bir hakim, önüne gelen uyuşmazlık konusunda yeterli bilgiye sahip değilse, olayı hızlı ve etkin çözemeyecek ve süreler uzayacaktır. Aynı şekilde, adalet personelinin göreve başlamadan önce alacakları eğitim, işlerini hızlı ve doğru yapmaları üzerinde önemli paya sahiptir.
2002 yılına kadar yargı alanındaki eğitim çalışmaları, oldukça sınırlı ve az idi. Hakim ve savcı adayları sınırlı imkanlarla eğitim görmekteydi. Adalet Akademisi, henüz kurulmamıştı ve hizmet içi eğitimler sınırlıydı. 2011 yılında Türkiye Adalet Akademisi kuruldu, hizmet öncesi ve hizmet içi eğitimler artırıldı. Hakim ve savcıların mesleki yetkinliği gereken düzeye ulaştığı takdirde, davaların sonuçlanmasında makul sürelere ulaşılacaktır.
Bilindiği gibi hakimler, özellikle de adli yargı alanında görevli hakimler, sık sık başka yerlere tayin olunmaktadır. İş yükünün getirmiş olduğu sıkıntının yanında bir hakim, görev yerinin sık değişmesi neticesinde mesleğini yerine getirirken doyuma ulaşamamakta ve mutsuz olmaktadır. Ayrıca tayin dönemlerinde dosyalar artmaktadır. Hakimlerle yapılan görüşmelerde, bu hususa önemle vurgu yapılmıştır. Hakimler, gerek maaşlarını yetersiz bulmaları, gerek tayinler ve gerekse haftada baktıkları dosya sayısının fazlalığı nedeniyle mutsuzluğa kapılmakta, davaları manevi tatminsizlik içinde gördükleri için, etkin ve verimli olamamaktadırlar. Bu da, sürelerin uzaması üzerinde etkili bir faktördür.
Alternatif Uyuşmazlık Çözüm Yolları şunlardır;
Arabuluculuk: Tarafların anlaşmazlıklarını çözerek bir anlaşmaya varmalarına yardım etmek amacıyla onların arasındaki müzakereleri kolaylaştırmada, taraflara tarafsız ve bağımsız bir kişinin destek verdiği, gönüllü ve bağlayıcı olmayan özel bir uyuşmazlık çözümü sürecidir. Arabuluculuk; hukuk, idare ve ceza davalarında uygulanmaktadır.
Uzlaşma: Uzlaştırıcının temel amacı, çoğu zaman ödün zemini bularak uzlaştırmaktır. Uzlaştırıcı, bir uyuşmazlığın çözümü için taraflara teklifler sunabilir. Arabulucuyla karşılaştırıldığında, uzlaştırıcının daha fazla yetkisi vardır ve daha önalımlıdır.
Tahkim: Taraflar, (nihai) kararı bağlayıcı olan tarafsız bir üçüncü kişiyi hakem olarak seçerler. Taraflar, hakeme delillerini ve tanıkları sunabilirler. Bazen bir mahkeme gibi çalışan seçilmiş birçok hakem bulunabilir. Daha yüksek seviyede gizlilik sağladığı için tahkim, en çok ticari uyuşmazlıkların çözümünde kullanılır
Uyuşmazlıklar henüz mahkemeye taşınmadan veya davanın görüldüğü esnada alternatif uyuşmazlık çözüm yollarına başvurma imkânı bulunmaktadır. Fakat yaygın olarak uygulanmaz, geliştirilmez ise, her uyuşmazlık doğrudan mahkemelere nüksettirilecek ve iş yükünün artmasına neden olacaktır. Avrupa’daki örneklere baktığımızda, uyuşmazlıkların büyük kısmı, soruşturma aşamasında çözülmekte, mahkemelere bir kısmı yansımaktadır. Ülkemizde ise her türlü uyuşmazlık, dava konusu edilmekte, soruşturma aşamasında çözüme gidilmemektedir. Alternatif uyuşmazlık çözüm yollarının etkin kullanılmaması, davaların makul sürede çözülmesini engelleyen önemli faktörlerdendir.
Yargı sistemimizde, hakim ve savcılarda uzmanlaşma bulunmamaktadır. Bu ne demektir? Hakimler; adli, idari veya askeri yargıda göreve başladıktan sonra, bu alandaki her dava konusu karşılarına çıkabilmektedir. Bir asliye hukuk hakimi, yıllar sonra asliye ceza mahkemesine göreve verilebiliyor. Bu durumda hakim, yabancı olduğu bir alanda önüne gelen konularda yetkin olmadığı için, önce kendisini o konuda geliştirmek, daha sonra davayı çözmek durumunda kalıyor ve bu da haliyle süreyi uzatıyor. Savcılarda da uzmanlaşma bulunmamaktadır, bir savcının önüne her konuda uyuşmazlık gelebilmektedir. Görüldüğü gibi; uzmanlaşmanın bulunmaması da sürelerin fazla uzamasında önemli nedenlerdendir.
Avukatların adaletin sağlanmasında önemli yeri bulunmaktadır. Avukatlar, mahkemelerde kişilerin haklarını savunmakta, karar mekanizmasının işleyişine etki etmektedirler. Fakat bu etki, her zaman olumlu yönde olmamakta, avukatlar bazen yargılamanın gecikmesinde rol oynamaktadırlar. Peki bu etki, hangi şekillerde karşımıza çıkmaktadır?
Öncelikle avukatlar tarafından verilen dava dilekçelerinde, olayın aydınlatılması gereken yönünün ortaya konulmaması ve verilecek karar bakımından gerekli olmayan şeylerin anlatılması, bazı durumlarda hakimin durumu tam olarak tespit edememesine ve davanın uzamasına yol açmaktadır. Avukatların dosyasını zamanında takip etmemesi, olayı incelememesi ve gereken belgeleri zamanında sunmaması, davaları uzatabilmektedir. Avukatlar, etkin ve hızlı biçimde belgeleri mahkemeye sunarsa, hakimlerinde aynı özveri ile çalışması sonucu davalar makul sürelerde neticelendirilebilir.
Bir hakim, önüne gelen davayı çözümlerken kanunlarla bağlı durumdadır. Bilindiği gibi anayasamız, kazuistik sistemdedir, yani toplumda karşılaşılabilecek her durum, kanunlarla düzenleme altına alınmıştır ve durağan olmayan toplumsal yaşam sonucunda ortaya çıkan yeni durumlar, kanunlarda yerini almaktadır. Bu durumda hakim, kanunları uygulamak zorundadır, uyuşmazlık konusu olayda kanuni şartların gerçekleşip gerçekleşmediğini iyi saptamalıdır. Hakimler, takdir yetkilerini kullanıp süreyi kısaltamamaktadır. Bu yollar takip edildiğinde, süreler biraz daha uzamaktadır doğal olarak. Bu faktörün rolü büyük olmasa da, yargılamada süreyi uzatan nedenler arasında yer almaktadır.
Mahkemeler, çoğu zaman olayın aydınlanması için başka kurumlardan belge temin etmektedir. Bunların başında bilirkişi incelemesi ve Adli Tıp kurumundan alınacak raporlar gelmektedir. Bazı davalarda hastanelerden, psikolog veya pedagoglardan raporlar istenmektedir. Gerek iş yükünün fazla olması, gerekse altyapı ve personel yetersizliğinden kaynaklanan nedenlerle, bu kurumlarda da gereken hızda çalışılmamaktadır. Mahkeme, raporun gelmesini beklemek durumunda kalmaktadır. CEPEJ (Avrupa Adaletin Etkinliği Komisyonu) 2012 raporuna göre; Türkiye’de 2010 yılında 100 bin kişi başına düşen teknik bilirkişi sayısı, 184’tür. 2010 yılında hakim başına düşen teknik bilirkişi sayısı 17’dir. Bilirkişi raporlarının ülkemizde davanın çözülmesinde oldukça önemli yeri bulunmaktadır. Çoğunlukla ihtilaf konuları, bilirkişi incelemesine sunulmakta ve bu raporlar beklenmektedir. Mülakatlar neticesinde bunun süreyi ortalama 9-10 ay uzattığı tespit edilmiştir. 2011 yılında Adli Tıp Kurumu’nun iyileştirilmesi için çalışmalar başlamış, daha hızlı çalışması için kurumun ülke genelinde yaygınlaşması sağlanmıştır. Kurumda görev yapan personel sayısı, %31 oranında artırılmıştır. Kurum personeli için modern çalışma ortamları ve laboratuarlar temin edilmiştir. Ancak yine de, bugün olması gereken hıza ulaşılmış değildir. Bu durum mahkemelerin davayı görme süresini uzatmaktadır.
• Yargılamada süreyi uzatan sebeplerden bir diğeri de; insanların uyuşmazlıklara yaklaşımıdır. İnsanlar, karşılaştıkları her türlü uyuşmazlığı mahkemelere taşımaktadırlar. Bu konuda bir sınırlandırma bulunmadığı için, mahkemelerin iş yükü fazlasıyla artmaktadır. Türkiye İstatistik Kurumu’nun “Yaşam Memnuniyetinin Araştırılması’’ çalışmasında, adalet hizmetlerinden memnuniyet oranları yıllara göre aşağıdaki oranlarda belirlenmiştir:
Peki bu oranlar ne anlama gelmektedir? İnsanlar, uyuşmazlıkla karşılaştıkları zaman çoğunlukla kendi lehlerine karar çıkmasını arzulamakta ve bu amaçla dava açmaktadırlar. İlk derece mahkemesinden aleyhlerine bir karar aldıkları durumlarda, bundan çoğunlukla memnun olmuyorlar ve temyize gönderiyorlar. Ülkemizde açılan davaların hemen hemen çoğu temyize gönderilmektedir. Bu durumda da dava, ilk derece mahkemesinden çıkmakta ve üst derece mahkemesinde de incelenmektedir.
• Yargılamanın makul sürede tamamlanmasını engelleyen diğer bir sebep de kanunlardır:
Sürelerin uzamasında en önemli etkenin iş yükü olduğunu belirtmiştik. Ancak kanuni düzenlemelerde yapılan değişiklikler de, iş yükünü etkilemektedirler. Örneğin bir kanun maddesinde değişiklik yapıldığı takdirde, binlerce dosya yeniden hakimlerin önüne gelmektedir.
İdari davalar bakımından; İdarenin işlem veya eyleminden kaynaklı bir uyuşmazlık, idare mahkemesinde çözüldükten sonra, idare yeniden aynı eylemlerde bulunmaktan sakınmayabilmekte ve tekrar tekrar karşısındaki kişilerin aleyhine eylem ve işlemlerde bulunabilmektedir. Böylece yargılaması yapılmış olan uyuşmazlık konuları, farklı biçimlerde sürekli mahkemelerin önüne gelmektedir. Bunu; idarenin hantallığına, ihmaline vb. sebeplere dayandırabiliriz. İdare, bu hususlarda hassas davranır ve karşı tarafın aleyhine işlemde bulunmaktan çekinirse, idare mahkemelerinin önüne gelen dava sayıları azalacaktır.
Adil yargılanma hakkı, söz konusu ihtilafa konu olan iki tarafı da yakından ilgilendirmektedir. Adil yargılanma, devlet açısından bir görev ve yetki iken, kişiler açısından bir haktır. AİHS, adil yargılanma hakkı ile ilgili asgari standartları belirlemiştir. Türkiye, bu sözleşmeye ve eki olan protokollere katılmakla, bu standartları kendi vatandaşlarına ve ülkesinde bulunan yabancılara tanıma yükümlülüğü altına girmiştir. Ne yazık ki, AİHM’ne Türkiye hakkında açılan davalardan birçoğu, ‘’adil yargılanma hakkı’’ ve bu hakkın dâhilindeki ‘’makul süre’’ ile ilgilidir ve davaların çoğu, ‘adil yargılanma hakkının ihlal edildiği…’ şeklinde sonuçlanmaktadır.
Türkiye’de hukuk devleti anlayışının ve etkin bir yargılama faaliyetinin olmazsa olmaz koşulları olarak kabul edilen hususların eksik olması, hukuk devletine olan güveni sarsmaktadır. Yargılama hizmetinin iyi işlemediği kanaati, Türkiye’de en yaygın düşüncelerden biridir. Genel olarak toplum, yargılama faaliyetlerinin işleyişinden memnun değildir. “Bu ülkede adalet yok” gibi düşünceler, çok yaygın biçimde dile getirilmektedir. Yargıya olan güvenin azalması, buna bağlı olarak yargıya olan saygınlığın da azalmasına ve yargının bir ayak bağı olarak algılanmasına yol açmaktadır. Bunun toplumsal yaşamda yol açtığı en büyük tehlikelerden birisi, kişilerin uyuşmazlıklarını yargıyla görmekten çok, başka yol ve yöntemlere yönelmesidir. Özellikle hızlı ve adil yargılanma gerçekleşmeyince; yasa dışı gruplar, yol ve yöntemler ortaya çıkmaktadır.
Adil yargılanma ilkeleri bakımından Türkiye’deki anayasal ve yasal durum, bugünkü halini sürdürmeye devam ettiği takdirde, yargı sisteminin ve siyasal sistemin daha fazla açmaza girmesi, kaçınılmaz görülmektedir.
Adil yargılanma ile birlikte davaların makul sürelerde çözüme kavuşması için öncelikle;
• “Geciken adalet; adalet değildir’’ ilkesinden hareketle; yargılamanın süre, süreç ve kademelerinin (temyiz, istinaf… gibi) makul düzeye indirilmesi için gereken her türlü önlemin alınması; Mahkemelerin iş hacminin (iş yükünün) mutlaka azaltılması hususunda gereken yasal düzenlemelerin yapılması
• Yargılama işlevinin yerine getirilmesi sırasında gerek hukuk mahkemelerinde, gerek ceza mahkemelerinde, gerekse idari yargıda tüm önlemlerin (soruşturma safhaları, tutuklama işlemleri, bilirkişilik ve tebligat gibi kurumların) karmaşık ve süreci uzatan nitelikten ve prosedürlerden bir an önce arındırılarak, hantallık oluşturan işbu yapının ortadan kaldırılması,
• Teknik alt yapı sorunlarının (bina, araç gereç yetersizliklerinin) giderilmesi,
• Hakim, savcı ve diğer personel sayılarının artırılması,
• İş yükünü önemli ölçüde azaltacak olan istinaf mahkemelerinin, etkin bir şekilde yargılama faaliyetlerinde yer alması,
• Cezada uzlaşma kurumunun, hukuki uyuşmazlıklarda arabuluculuk ve uyuşmazlıkların alternatif çözüm yollarının, idari yargıda uyuşmazlıkların yargı öncesi çözüm usullerinin geliştirilmesi ve etkin hale getirilmesi,
• Yargılamanın hızlanmasında büyük öneme sahip olan UYAP konusundaki çalışmaların ve yatırımların artırılması,
• Yargı mensuplarının idari görevlerinin azaltılması, ve
• Adli tıp kurumu birimlerinin ülke genelinde yayılması ve etkin ve hızlı biçimde çalışması için gerekli önlemlerin alınması
gerekmektedir.
.
Handenur HIZARCI
SASAM Stajyeri – Gazi Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
Sahipkıran AKADEMİ kategorisinde yayınlanan diğer yazılar için tıklayınız.