Yurtdışındaki Türklerin Sorunları başlıklı panelimiz gerçekleşti. Panelistlerin sunumlarından bazı notlar ve panelden kareler, aşağıda sunulmuştur.
1993-2007 yılları arasında resmi görevli olarak Türk Dünyası üzerine çalışan Sayın Sayit YUSUF’un sunumundan notlar:
Avrupa’da 5-6 milyon kadar Türk var. Batı Avrupa’da yaşayan Türk toplumu ile “Çin Seddinden Adriyatik’e Türk Dünyası” sloganı, artık “Çin Seddinden Manş Denizi’ne Türk Dünyası”na dönüştü. Avrupa’da yaşayan yoğun Türk nüfusu nedeniyle, Türk Dünyasına Avrupa’yı da ilave etmek gerekir.
Değişime uygun olmayan kültürler, yaşayamaz. Bizim de Batı’ya doğru ilerleyişimiz, 30 Ekim 1961 tarihli Almanya ile imzalanan İşgücü Anlaşması’ndan sonra farklı bir şekil aldı.
Yıkılan Avrupa’nın imarı ve inşası için Türkiye’den işsiz ve o güne kadar köyünün bile dışına çıkmamış pekçok vatandaşımız, Avrupa’ya gitti. Türkiye, döviz kazanmak için kendi vatandaşlarını adeta sürgüne gönderdi. Çünkü giden vatandaşlarımızın orada karşılacakları durumlarla ilgili hiçbir altyapı çalışması yapılmamıştı. Belki de bu gidişin kısa süreli olacağı düşünülmüştü. Ayrıca Almanya, kabul edeceği vatandaşlarımızın (adeta kurbanlık seçer gibi) dişlerine bakılarak seçim yaptı. Bu yüzden de 1. kuşak, çok ağır şartlarda çalıştı.
Bugün Avrupa’da yaşayan Türkler, Türkiye’ye dönmeyi düşünmüyor.
Almanya’da, adeta bölünmüşlüğün bir göstergesi niteliğinde, 4 bin civarında Türk derneği var. Bunların 2 bini Cami derneği. Derneklerimiz, genel itibariyle sivil toplum gücünü kullanamıyor.
Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımızın en önemli sorunu; Kimlik Sorunudur (Eğitim ve Anadil Meselesi). Avrupa’da Türkçe dersleri, seçmeli olarak veriliyor ama bu seçmeli dersler için farklı okullara gitmek gerekiyor. Türkçe dersi alınması zorlaştırılmış halde. Çocuklar Türkçe adına ne öğreniyorlarsa, evde öğreniyorlar. Ama ailelerin de Türkçeleri kısıtlı. Türkçeyi iyi öğrenemeyen çocuklar, bulundukları ülkelerin dillerini öğrenmede de sorun yaşıyorlar ve hem Türkçe hem de Avrupa dillerinden biriyle kendisini tam olarak ifade edemeyen, çekingen nesiller yetişiyor. Her dernek ve cemaat, bu sorunlara kendince çözümler üretmeye çalışıyor ve böylece birbirinden kopuk bir toplum haline geliyoruz.
Irkçılık yüzünden, Türk çocuklarının notları düşük tutuluyor. Avrupalılar, Türklerin işçi ve ustabaşı olarak kalmasını istiyor.
Bunun dışında, çifte vatandaşlık sorunu, çocuklara devletin el koyup yabancı ailelere vermesi ve böylece çocukların milli ve manevi değerlerinden uzak yetişmesi sorunu ve entegrasyon sorunu gibi sorunlar, başlıca sorunlar arasında.
Türkiye, yurtdışındaki vatandaşlarımızı örgütlemelidir. Batı Avrupa Türklüğü, kendi imamını ve öğretmenini yetiştirmek durumundadır. Artık Avrupa’daki soydaşlarımız da, yönlendirme dışında Türkiye’den fazla birşey beklemiyor zaten.
SASAM Başkan Yardımcısı Sayın Cesurhan TAŞ’ın sunumundan notlar:
Orta Asya Türk Cumhuriyetlerinin belli başlı sorunları aşağıdaki şekildedir:
SSCB’nin dağılması beraberinde haliyle çeşitli parçalanmaları da getirmiştir ki bunların en başında 15 bağımsız yeni devletin dünya siyaset sahnesinde boy göstermesi olmuştur. Fakat diğer taraftan, 1991’in sonlarında merkezi komünist otoritenin yıkılmasıyla birlikte dünya siyaset sahnesine çıkan bu yeni cumhuriyetler için bağımsızlık, büyük sıkıntılar ve problemler anlamına da gelmekteydi. Nitekim bu ülkeler arasında yer alan Orta Asya Cumhuriyetleri, daha önce Afrika ülkelerinde yaşanan bağımsızlığın soğuk gerçekleriyle karşı karşıya kalıvermişlerdir.
Her şeyden önce bu cumhuriyetler gerçek bir etnik devleti yansıtmaktan ziyade, daha çok politik esaslara dayalı, böl ve yönet mekanizmasının bir sonucu olarak tezahür etmişlerdir. Milli bir mücadele sonunda bağımsızlıklarına kavuşmuş devlet değildirler.
Bugün, Fergana Vadisi Orta Asya’daki en büyük muhtemel çatışma bölgelerinden birini oluşturmaktadır. Bu bölgedeki yedi yerleşim biriminden dördü Özbeklere, ikisi Kırgızlara ve biri de Taciklere aittir. Ama, eğer Tacikler, Özbeklerin yönetimindeki bu dört yerleşim biriminden ikisini oluşturan Buhara ve Semerkant’ı gündeme getirirlerse, bölgedeki en tehlikeli çatışma Özbekler ve Tacikler arasında patlak verecektir denilmektedir.
1. Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti, Özbekistan’dan ayrılıp Kazakistan’la birleşmek istiyor;
2. Türkmenistan, Kazakistan’ın Mangistauski rayonunu istiyor;
3. Özbekistan, Türkmenistan’ın Daşovuz bölgesinin bir bölümünü istiyor;
4. Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti, Özbekistan’ın Buhara bölgesinin kuzeybatı kısmını istiyor;
5. Özbekistan’ın Harezm Bölgesi, Karakalpak Muhtar Cumhuriyeti’nin güney-doğu bölgesini istiyor;
6. Özbekistan, Carcov bölgesinin Amu-Derya kısmını istiyor;
7. Türkmenistan, Buhara bölgesinin Amu-Derya kısmını istiyor;
8. Özbekistan, Kazakistan’ın Çimkent bölgesinin güney kısmını istiyor;
9. Tacikistan, Özbekistan’ın Surhan-Derya rayonunu istiyor;
10. Tacikistan, Özbekistan’ın Semerkant ve Buhara bölgelerinin bir kısmını,Zeravşan Nehri vadisini istiyor;
11. Tacikistan, Kırgızistan’ın Oş bölgesindeki sıradağların güney bölümünü istiyor;
12. Kırgızistan, Tacikistan’ın Gomo-Bedehşan muhtar bölgesinin bir kısmını istiyor;
13. Özbekistan, Kırgızistan’ın Oş vilayetinin bir bölümünü istiyor;
14. Kazakistan, Kırgızistan’ın Issık-Göl bölgesinin kuzey bölümlerini istiyor;
15. Kırgızistan, Kazakistan’ın Alma-Ata ve Taldı Kurgan bölgelerinin güney kısımlarını istiyor;
16. Kazakistan, kendisine sınır Rus topraklarının bir kısmını istiyor. Mesela,Astrahan, Volgograd, Orenburg, Omsk, Kurgan, Altay toprakları ve diğerleri;
17. Kazakistan’ın kuzeyinde ve buna komşu Rus topraklarında bir Alman
idari biriminin kurulması düşünülüyor;
18. Rusya, Kuzey Kazakistan, Kökşetav, Akmolla (Tselinograd), Kustanay,Doğu Kazakistan, Oral ve Aktöbe rayonlarının kuzey kısımlarıyla Semipalatinsk ve Pavlodar’ın Irtış kısmını istiyor.
Su, Orta Asya’da az bulunan bir kaynak olarak, bölge devletleri açısından büyük bir ehemmiyet taşımakta ve zaman zaman yaşanan gerginliklerle de önümüzdeki süreçte bölgenin ciddi bir sorunu olduğunun sinyallerini vermektedir.Artan nüfus ve tarım alanlarına paralel olarak artan su ihtiyaçları, ülkeler arasında paylaşım ve kullanım sorununu sebebiyet verirken, diğer taraftan bölgesel çevre sorununa da neden olmaktadır.
Orta Asya’nın temel su ihtiyaçlarını Amu Derya ve Siri Derya nehirleri karşılamaktadır. Aral havzasının en önemli nehri olan, Tacikistan, Kırgızistan ve Afganistan’ın Pamir Dağlarındaki buzullardan ve karlardan kaynağını alan Amu Derya, Karakum Çölü’nü aşarak yaklaşık 2.400 km. geçtikten sonra sularını Aral Gölü’ne boşaltmaktadır. Türkmenistan’a giriş yaptığı Kerki noktasındaki normal debisi 1960’lı yıllara kadar 2.197 m3 olan Amu Derya nehrinin bugünkü debisi, Aral Gölü’ne aktığı nokta olan Karakalpakistan’daki Nukus şehrinde 1496 m3’e kadar düşmektedir. Bölgedeki su kaynaklarının çıkış yolu bulamaması nedeniyle, Amu Derya ve Siri Derya’da biriken sular Aral Gölü’nü oluşturmaktadır. Dünyadaki dördüncü büyük içme suyu gölü olan Aral Gölü’nde 1960’lı yıllardan beri pamuk ekimi ve hidroelektrik barajlarının inşaatı nedeniyle bir iç bozulma yaşanmaktadır.
Orta Asya ülkeleri, 1990’ların ortalarına kadar uyuşturucu problemini sadece yabancı ülkeleri etkileyen bir sorun olarak görmekteydi. Potansiyel bir tehlike olmasına rağmen, büyük miktarda afyon üretimi Orta Asya ülkelerinde görülmemekle birlikte Kazakistan, Kırgızistan ve Tacikistan’da merkeze uzak bölgelerde küçük miktarlarda yasadışı haşhaş ekimi yapıldığı Uluslararası Uyuşturucu Kontrol Kurulu’na bildirilmiştir. Orta Asya da, büyük ölçüde, Afgan orijinli afyon ve eroin kaçakçılığından etkilenmektedir. Orta Asya ülkeleri, Afgan eroin ticaretinin önemli bir öğesi haline gelmiştir. Bu çerçevede, Kazakistan, Kırgızistan, Tacikistan, Türkmenistan ve Özbekistan’ın yer aldığı Orta Asya bölgesi, uyuşturucu üreticilerinden uyuşturucu tüketicilerine uzanan güzergah üzerinde yer alan transit geçiş bölgesidir.
Orta Asya Müslümanları, genel itibarıyla Sünni ve Hanefi mezhebindendirler. Azınlıkta ki Şii’lerde “Oniki İmamcılar” ve yedi imamı tanıyan “Pamir İsmaillileri”nden oluşmaktadır. Bölgede hakim olan Sufılik’te göz önünde bulundurulmalıdır. Orta Asya ülkelerinden Tacikistan Fars dilli olmasına rağmen,ağırlıklı olarak, Sünni mezhebindendir.
Bu çerçevede Fergana, mevcut yapısı ve sorunları itibarıyla bir bakıma Orta Asya’nın Bekaa Vadisi olarak da adlandırılabilir. Uyuşturucu ticareti, silah kaçakçılığı, radikal İslamcı terör örgütleri ve diğer silahlı muhalif örgütlerin merkezi konumunda olup, bu örgütlerin en büyük lojistik destek aldıkları bir yer konumundadır. Coğrafi olarak, eski İpekyolu’nun geçtiği önemli bir güzergahta olup, Özbek, Tacik ve Kırgız sınırlarının kesiştiği bir noktadadır. Vadi; Özbekistan, Tacikistan ve Kırgızistan sınırlarının buluştuğu ve fikirlerin çabucak yayıldığı,sınırları aştığı geniş bir alanı kapsamaktadır. 300 km. uzunluğunda ve 170 km. genişliğindeki vadinin üç yanı yüksek dağ silsileleriyle sınırlanmıştır. Vadinin büyük kısmı Özbek toprakları içinde bulunmakla beraber, kuzeydoğu Kırgızistan’ın içlerine kadar uzanarak Oş şehrine; güneyde Tacikistan’ın Kanibadan şehrine ulaşmaktadır.
Fergana Vadisi, bugün Orta Asya’nın en istikrarsız bölgelerinden birisidir. Genellikle İslâmî hareketlerin potansiyel bir yuvası; geçmişte şiddetli ve kanlı olaylara fırsat veren ekonomik ve siyasi baskıların da yerleşim sahasıdır .Bölgenin aşırı yoğun ve genç nüfusa sahip olması, işsizlik ve ekonomik sorunlar tansiyonu yükseltmektedir. Bölge nüfusu çoğunlukla işsiz ve fakir insanlardan oluşmaktadır. Bunun yanı sıra, Fergana, Orta Asya’da İslâm’ın ve İslâm geleneklerinin de en yoğun yaşandığı bölge olma özelliğini taşımaktadır. Bu özelliğinden dolayı radikal İslamcı hareketler kendileri için uygun bir tabanı ve desteği bulmakta zorlanmamaktadırlar.
SSCB’nin dağılmasıyla birlikte ortaya çıkan Hazar Denizi’nin hukuki statüsü sorunu, denizin kıyı devletleri arasında nasıl bölüştürüleceği ve açık denize kıyısı olmayan (land-locked) devletlerin (Azerbaycan, Kazakistan ve Türkmenistan) açık denize nasıl çıkacakları konularındaki anlaşmazlıklar şeklinde kısaca ifade edilmektedir. Kıyıdaş devletler arasındaki en büyük sorun, denizin nasıl bölüştürüleceği ile ilgili olanıdır. Bunun yanı sıra, açık denizlere çıkma bu sorunla doğrudan ilişkisi olmadığı için, Hazar Denizi’nin hukuki statüsü sorunundan genellikle kastedilen bu deniz üzerindeki egemenlik konusu ve onun paylaşımıdır. Diğer taraftan, bölgenin enerji kaynaklı bir diğer sorunu ise, güzergahlar ile ilgili olanıdır.
Orta Asya ve Kafkasya devletlerinin liderleri, SSCB’nin dağılmasının ardından yaptıkları açıklamalarda ülkelerinde demokratik rejimin temel unsurları olan demokratik seçim, serbest pazar ekonomisi, insan hakları ve laiklik gibi hususları hayata geçirme azimlerini dile getirdiler. Bu çerçevede, kendi yönetimleri altındaki halkların ekonomik zorluklarını giderme, adalet ve güvenliği sağlama ve çok kısa bir zamanda dünya toplumunun birer saygın ülkesi olma ve bunun için degerekli sosyo-politik ve ekonomik reformların yapılacağı hususunda sözler verdiler. Fakat, otoritelerini kurup, sağlamlaştırdıktan sonra, Batı tarzı siyasi demokrasinin bu bölge için uygun olmadığını iddia etmeye başladılar. Temel meselelerin siyasal katılım, ekonomik liberalleşme, özgür basın ve insan hakları gibi konular yerine toprak bütünlüğü, ulusal güvenlik ve toplumsal birlik olduğunu ve bunlara daha fazla öncelik verilmesi gerektiğini iddia ettiler. Bu nedenle demokrasi kavramını; adalet, özgürlükler ve insan hakları çerçevesinde yorumlamak yerine, gerek toplum ve gerekse aydınlar üzerinde katı bir kontrol kurma anlamında kullandılar. Bu kaygılara uygun olarak, otoriter rejimleri benimsediler ve halklarının temel haklarını hiçe sayan baskıcı bir sistem kurdular.
Kurumlar ekonomik performansı etkilemektedir.Eğer bir ekonomide enformasyon maliyetli ise, mülkiyet haklan iyi korunamıyorsa, sözleşmelerin koşullarının belirlenmesi ve bu koşulların yaptırımının sağlanması zor ve işlem maliyetleri yüksek olur. İşlem maliyetlerinin yüksek olduğu ekonomilerde ise daha az alışveriş, daha az firma, daha az yatırım, daha düşük verimlilik olur. Türk cumhuriyetlerinde devletleşme ve kurumsallaşma süreçlerinin tamamlanamaması esaslı bir sorun karşımızda durmaktadır.
SASAM Genel Sekreteri Sayın Mesut Emre KARAKÖSE’nin sunumundan notlar:
– Türkiye sınırları dışında yaşayan soydaşlarımız “yurt dışında yaşıyor” olarak tanımlansa da, çoğu “vatan” coğrafyasının içindedir zira Kırım, Ahıska, Türkmeneli gibi coğrafyalar tarihte Türk egemenliği altında yaşamış, Türk vatanının ayrılmaz parçalarıdır.