Geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın ev sahipliği yaptığı toplantıda, ABD ve Körfez ülkeleri başta olmak IŞİD’e karşı uluslararası koalisyon oluşturuldu. Ancak adı geçen ülkeler ve Batı dünyası başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu, bir süredir büyüyen IŞİD tehdidine âdete göz yummuş ve Suriye ile Irak’ın bazı bölgelerinde ilerlemesi karşısında sesiz kalmıştır. Peki, IŞİD’in ne tür bir tehlike oluşturduğunun farkında olan uluslararası kamuoyu, bu örgüte karşı uzunca bir süre seyirci kalmışken neden IŞİD’e karşı mücadele kararı verdi?
Uluslararası kamuoyunun IŞİD’e karşı mücadele etme kararının arkasında birçok neden var. Öncelikle IŞİD’in kontrol ettiği bölgelere bakılırsa, petrol başta olmak üzere enerji kaynakları bakımından zengin olan topraklar olduğu görülmektedir. Örneğin Suriye’de önemli petrol kaynakları, IŞİD’in elinde bulunmaktadır. Öyle ki Anadolu Ajansının da içinde bulunduğu birçok basın organı, bugün IŞİD’in petrol satışlarından elde ettiği gelirin günlük 3 milyon dolar olduğu bildirmektedir. IŞİD, Suriye’deki enerji zengini bölgelerin yanı sıra, Irak’ta Telafer gibi petrol rezervleri bakımından zengin olan toprakları halen kontrol etmektedir. Bununla birlikte IŞİD, bir süreliğine Musul’a bağlı Zummar ve Ayinzale gibi büyük ölçüde petrol çıkarılan bölgeleri ele geçirdi ve bu bölgelerin yanı sıra, Kerkük gibi petrol zengini toprakları halen tehdit etmektedir. Tabi bu durum, enerji kaynakları üzerinden dünya ekonomisini tehdit etmekte ve IŞİD’i bir örgüt olmaktan çıkararak devletleşmesine yol açmakta ve böylece tehdidin büyümesine neden olmaktadır. Dünya ekonomisini büyük ölçüde etkileyecek olan bu durum karşısında sessiz kalmak, mümkün değildir.
İkinci derecede önem arz eden neden ise; İran’ın Irak’taki varlığıdır. Nitekim 10 Haziran’da IŞİD’in Musul’u kontrol etmesi ve sonrasında ilerleyişinin durdurulmasında, İran ile yakınlığıyla bilinen Şii Milisler, kilit rol oynamıştır. Örneğin 1800’ü aşkın nüfusu olan Şii Türkmen kasabası Amirli’nin, IŞİD kuşatmasına 80 gün direnmesinin temel faktörlerinden biri; Şii milislerin Amirli halkını eğitmesiydi. Bununla birlikte, İran’ın Kudüs Ordusu Komutanı Kasım Süleymani’nin Irak’ta Şii milislerin IŞİD’e karşı savaşında önemli rol oynadığı basına yansımaktadır. Şii milislerin Diyale, Samarra, Tiktirt, Amerli ve Selmanbek gibi bölgelerinde önemli başarılar elde etmesi ve sonrasında Musul gibi IŞİD’in kontrolündeki Sünni bölgelere yönelik saldırılarda bulunması, buraları kontrol etmesinin sadece bir zaman meselesi olduğunu göstermiştir. Başka bir ifadeyle; bölgedeki mezhepsel gerginlik ve IŞİD ile mücadele neticesinde, İran’ın Irak’taki etkisi giderek büyümekte ve önüne geçilmezse sadece Şii bölgeleri değil, tüm Irak’ı etkisi altına alacak konuma gelmektedir. Nitekim Şii milisler, karma şehirlerin önemli bir kısmını tekrar merkezi hükümetin kontrolü altına aldıktan sonra, Sünni bölgelerine yöneldi ve peşmergenin IŞİD’e karşı mücadelesinde de aktif rol oynamaya başladı. Bu durum, İran’a yakın olan Şiiler ve Merkezi hükümetin Irak genelinde diğer kesimler üzerinde daha güçlü ve egemen olmasına yol açacaktır. Irak’taki bu gelişmeler, tüm bölgeye de yansıyacaktır. Sonuçta İran, Irak üzerinden Suriye ve Hizbullah’a giden daha rahat bir köprü kuracak ve İsrail ile Körfez ülkeleri, kuzeyden İran merkezli Şii hattı ile kuşatılacaktır. Dolayısıyla Batı dünyası ve Körfez ülkeleri başta olmak üzere, uluslararası kamuoyu, İran’ın Irak üzerinde artan etkisinin sınırlanması gerektiği görüşündedir. Belki de bu görüşten hareketle, IŞİD’e karşı uluslararası koalisyonun oluşumunda İran’a yer verilmediği gibi, önce her türlü desteğe, sonra da itirazlarına kulak verilmemiştir.
IŞİD’e karşı koalisyonun diğer bir nedeni ise; hem ekonomik hem de politik anlamda batı dünyası için önem arz eden Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’dir. Zira Irak Kürdistan bölgesinde önemli ölçüde Batılı yatırımlar bulunmaktadır. Yanı sıra Batı dünyasıyla iyi ilişkileri bulunan Irak Kürdistan bölgesel yönetimi; ABD, İngiltere ve Fransa başta olmak üzere, Batı dünyasının stratejik müttefiki haline gelmiştir. IŞİD’in Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimini tehdit etmesi, hem Batı dünyasının İran ile sınır olan önemli müttefikinin varlığını, hem de burada bulunan yatırımlarını tehdit etmektedir.
Ayrıca, IŞİD’e katılan militanlar arasında Batılı ülkelerden gelen çok sayıda cihatçı bulunmaktadır. Bu durum ise, Batı dünyasında yaşayan Müslümanların giderek radikalleştiği ve yaşadıkları ülkelerde birer tehdit unsuru haline geldikleri anlamına gelmektedir. Ortadoğu’da yaşanan mezhepsel gerilimle birlikte, dünya genelindeki cihatçıların gün yüzüne çıkması ve IŞİD gibi örgütlere katılarak çatışma bölgelerinde toplanmış olmaları, Batı açısından kendilerini tehdit eden bu unsurların yok edilmesi için önemli bir fırsat doğurmuştur. Uluslararası kamuoyu, bu fırsatı kaçırmak istememektedir. Başka bir ifadeyle; dünya adeta cihatçılara pusu kurarak bir süreliğine cihatçıların Ortadoğu’da çatışma bölgelerinde toplanmasını görmezden gelmiş ve söz konusu kesim yemi yutunca, planın ikinci aşamasına geçilerek tehdit olarak görülen bu unsurları yok etme girişimine başlamıştır.
.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.