Twitter Facebook Linkedin Youtube

POSTMODERN DÖNEMDE SOSYAL POLİTİKA

Fatih TOPSAK

Fatih TOPSAK

Sosyal politikanın postmodern dönemde neler yapabileceğine bakmadan önce geçmişte neler yaptığına kısaca göz atmak faydalı olacaktır. Sanayi Devrimi, ekonomik anlamda bir devrim ve başarı olmakla birlikte toplumsal yapıya etkisi itibarıyla ise bir başarısızlık ve sömürü nedeni olmuştur. Sosyal politika da bu sürecin daha insani bir özellik kazanması için çaba harcayan bir denge unsuru olarak ön plana çıkmıştır. Sosyal politikanın bu yaklaşımı, kimi kesimlerce sistemin devamlılığını amaçlayan ve sistem için çalışan bir mekanizma olarak algılanmış ve eleştirilere maruz kalmış, büyük bir kesim içinse kapitalizmin vicdanı olarak olumlu değerlendirilmiştir.(Özaydın, 2008:164)

2. Dünya Savaşı’ndan sonra Keynesyen politikalarla birlikte devletin ekonomik hayatta daha fazla rol alması, sosyal alana olan müdahalelerinin artmasını da beraberinde getirmiştir. 1945 ile 1975 yılları arasındaki dönem, devletin artan sosyal niteliği ile birlikte ‘refah devleti’nin altın yılları olmuştur. Savaş sonrası bu dönemde pek çok ülkede sosyal demokrat, sosyalist ve işçi partilerinin güç kazanması ve hatta uzun yıllar iktidarda kalmalarının da yaygınlaşan sosyal politika uygulamalarındaki etkisi büyük olmuştur. Ancak 1970’li yıllarda yaşanan ekonomik krizlerin ve artan işsizliğin suçlusu olarak Keynesyen politikalarla iyice büyüyen ve hantallaşan devlet aygıtı gösterilmeye başlanmıştır. Bu dönemde piyasaya ve rekabet gücüne daha fazla önem verilerek devletin küçültülmesi düşüncesi ön plana çıkmaya başlamıştır.

1980 sonrası dönemde küreselleşme ve liberalleşme ile ekonomiyi yöneten sermaye sahiplerinin ulusötesi nitelik kazanması ulus devletlerinin müdahale alanını daraltmıştır. Yani küreselleşme, ulus devleti, buna bağlı olarak da ulus devlet pratiği ile ortaya çıkan sosyal devlet anlayışını değiştirmiştir. Ulus devletlerin müdahale imkânları azalırken uluslararası sermayenin, sosyal politikayı yukarıda bahsedildiği gibi sistemin devamlılığını amaçlayan bir mekanizma olarak görmesi, kısaca sosyal politikanın sadece ‘üretim süreci’ penceresinden yorumlanmaya başlaması sosyal politikanın geleceğine yönelik tartışmaların artmasına neden olmuştur. Elbette ki sosyal politikanın ekonomik sistemin devamını sağlamaya yönelik bir amaç ve işlevi vardır ancak sosyal politikayı sadece ekonomik sistem için çalışan bir mekanizma olarak tanımlamak yanlış olacaktır. Çünkü sosyal politikanın odak noktası ekonomik sistemden ziyade sosyal sistemin iyileşmesine yönelik önlemlerdir.

Küreselleşme, bilim dünyasında son otuz yıldır yapılan tartışmaların önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Bu kavram başlangıçta sadece ekonomik niteliği ile algılanmış ancak zamanla bunun çok ötesinde etkilere de sahip olduğu görülmüştür. Küreselleşmeyi, “yaşadığımız dünyada, uluslar, toplumlar ve yerel gruplar arası karşılıklı ilişkilerin ve etkileşimlerin genişlemesi, derinleşmesi ve hızlanması ile ilgili tüm eğilimler ve olguları kapsayıcı bir nitelik”(DPT,2000:1) olarak tanımlamak mümkündür. Yukarıda da bahsedildiği üzere küreselleşmenin sosyal politikanın son dönemlerde yaşadığı ve yaşamaya devam edeceği dönüşüm üzerindeki etkisi tartışılmazdır. Küreselleşmenin sosyal politika üzerindeki önemli bir etkisi hiç şüphesiz sosyal politikanın gücünü sağladığı ‘çalışma ilişkilerini’ teknolojik gelişmelerin de etkisiyle dönüştürmesidir. Küreselleşmenin sosyal politika üzerindeki önemli bir etkisi de, sosyal politikaların içinde şekillendiği toplumu etkilemesidir. İçinde yaşadığımız dönemde, “risk”, “belirsizlik”, “güvensizlik”, “eşitsizlik” gibi kavramların, küreselleşmenin toplumsal sonuçlarını ifade ederken sıklıkla kullanıldığına şahit olunmaktadır. Sistemin devamlılığını amaçlayarak, bireylerin geleceğe yönelik endişelerinin azaltılmasında önemli bir fonksiyona sahip olan sosyal politikanın, küresel etkilerin şekillendirdiği bir toplumda mevcut etkinliğini mevcut parametreleriyle sürdüremeyeceği açıktır.(Özaydın, 2008:166-167)

Küreselleşen dünya, başta çalışma ilişkileri ve işgücü piyasaları ile büyük bir dönüşüm geçirmiş ve geçirmektedir. Emeğin sermaye karşısındaki konumu zayıftır ve zayıflamaya devam edecek gibi gözükmektedir. Gücü gittikçe artan ve bağımsızlaşan sermayenin hareket alanını oldukça daralttığı ulus devletlerin sosyal politikaya –özellikle kriz anlarında– müdahale araçları da gayet kısıtlıdır. Bununla birlikte postmodern dönemde sosyal politikaya olan ihtiyaç eskiye nazaran daha az da değildir. (Belki şekil değiştirecek, kullandığı araçları yenileyecek, odak noktasını daraltacak ama yine de var olmak zorunda olacaktır.) Sonuçta Meryem Koray’ın dediği gibi; “sosyal politika bir ‘yeniden bölüşüm’ politikasıdır” ve toplumdan yana daha eşitlikçi sonuçların amaçlandığı bu bölüşüm politikası her toplumda her zaman gereklidir. Özellikle 1980 sonrası sosyal devlet anlamında Sanayi Kapitalizminin ilk yıllarını hatırlatan dünyadaki bu manzara sosyal politikanın önemini bir kez daha göstermektedir. Bu karamsar tabloyu bir nebze olsun dağıtan unsur; Dünya Bankası, IMF, OECD, BM ve AB gibi uluslararası örgütlenmelerin son dönemde sosyal politika meselelerine ilgilerinin artmış ve bu konuya yaklaşımlarında ciddi değişiklikler meydana gelmiş olmasıdır. Bu yaklaşım gereği, kamu harcamaları içinde ‘beşeri sermayeye’ yönelik harcamalarla, diğer harcamaları ayırmaya başlamışlardır. Sadece sağlık ve eğitimin değil, konut, şehircilik ve kültürün de beşeri sermaye içinde değerlendirildiği bu yeni yaklaşım, devletin daraltılmasını değil, varlık biçiminin değiştirilmesini önermektedir.(İnsel, 2005:209-210) Her ne kadar bu yaklaşım değişikliğinin, sosyal politika uygulamalarının “ekonomik büyüme” üzerinde olumlu katkılar sağlayabileceği düşüncesi ile olduğu ifade edilse de sonuç itibarıyla olumlu bir gelişmedir. Ancak bu noktada özellikle Dünya Bankası’nın ‘acilci’ sosyal politika çalışmalarına yönelik ciddi eleştirilerin olduğu belirtilmelidir. Dünya Bankası mikro ölçekte “yoksullukla mücadele” eder gibi görünürken makro ölçekte yoksulluğun yönetilmesi stratejisini sürdürdüğü iddia edilmektedir.(Özuğurlu, 2003:72) Bu noktadaki bir diğer eleştiri de artık Dünya Bankası gibi uluslararası örgütlenmelerin ‘küresel sosyal politika’ uygulamalarının artık postmodern toplumlarda geçerliliğini kaybettiği yönündedir.

Son yıllarda sosyal politikanın gücünü sağladığı ‘çalışma ilişkileri’ teknolojik gelişmelerin de etkisiyle dönüşmektedir. Kısaca sosyal politikanın geleneksel unsurlarında kayda değer bir dönüşüm yaşanmaktadır. Örneğin işçi sınıfının yerini yoksullar ve yapısal işsizler almakta, sosyal politikanın ‘bağımlı çalışanların’ korunması ve güçlendirilmesi şeklindeki temel hedefi yerini ‘sosyal sermayenin’ geliştirilmesine bırakmaktadır.(Özuğurlu, 2003:64) Dolayısıyla Keynesyen dönemin kurumsal yapı ve sorunsalları temelleri üzerinde yükselen sosyal politika, bu dönemin sona ermesiyle atıl kalmamıştır. Çünkü postmodern toplumlarda bu sorunlar ortadan kalkmamış, belki şekil değiştirmiştir. Yani Keynesyen dönemin sona ermesiyle sosyal politika bir ‘kimlik krizi’ yaşamamakta kendisini yeni koşullara göre yeniden tanımlamaktadır. Yavuz Yaşar (2012) bu tanımlamayı Taylor-Gooby’den alıntıyla “genelden özele, bütünden tekile, tarihsel genellikten konjonktüre, belirlenimden kazaiye, belirlilikten göreliğe, tutarlılıktan eklektizme, ilişkisellikten farklılığa, sınıf ve statüden kimliklere, olgulardan metinlere şeklinde yapmaktadır. Bu bakış açısı, refah devletinin toplumun bütününü kapsayan sosyal politikalarının etkisini yitirdiğini ve bunun yerini daha ademi merkeziyetçi bir yapının alması gerektiğini vurgulamaktadır. Çünkü buna göre toplumun bütününü hedef alan sosyal politikalar artık farklı çıkar gruplarının (işsizler, kadınlar, çevreciler, etnik azınlıklar vs.) bireysel ilgi ve ihtiyaçlarına yanıt veremez hale gelmiştir. Özetle; düşünsel, ekonomik, politik ve bireysel yaşam açısından bakıldığında, geleneksel evrensel yaklaşımların güvenilirliğini yitirdiği ve dolayısıyla sosyal politikanın “ademi merkeziyetçilik, tüketici kültürü, yönetimin yeni teknolojiler yardımıyla dönüştürülmesi, sivil toplum kuruluşlarının önem kazanması, profesyonellerin ve uzmanların azalan statüsü ve artan özelleştirme ile bireycilik” çerçevesinde şekillenmesi gerektiği iddia edilmektedir.(Yaşar, 2012:79)

Bilindiği üzere sosyal politika yalnızca sorunlar ve bunlara ilişkin yasal, kurumsal politikalardan da ibaret değildir. Sosyal politikada; ekonomi, siyaset, sosyoloji, hukuk gibi birçok alan iç içe geçmektedir. Sosyal politika, toplumun güçsüz kesimlerini gözeterek, onların sisteme yabancılaşmalarını önlemekte, siyasal yaşama katılmalarını sağlayarak demokrasi için elverişli bir ortam hazırlamaktadır. Dolayısıyla postmodern toplumlarda demokrasi talebi var oldukça sosyal politika da var olmaya devam edecektir. Kısacası postmodern toplumda sosyal politika, yalnız ilgilendiği sorunlar açısından değil, aynı zamanda şu veya bu biçimde etkilendiği ve etkilediği siyasal-ekonomik toplumsal yapılar nedeniyle de önemini kaybetmeyecektir.(Koray, 2013:37-38) Çünkü sosyal sorunları ve sosyal politikaları dışlayan ya da çözüm bulmada etkisiz kalan bir küresel sistemin başarı şansı yok denecek kadar azdır.(Şenkal, 2003:120)

Sonuç olarak küresel güçlerin küresel sosyal politika anlayışına rağmen postmodern çağda -üst genellemeleri reddeden, bölünmeyi öne çıkaran ve toplumsal yaşamda öznelerarası etkileşimi vurgulayan(Yıldırım, 2009:381)- her ülke, kendi sosyo-kültürel yapısı içerisinde şekillenen sosyal politika anlayışı güdecek, karşılaştığı sorunlara yine kendi değerleri üzerinden çözüm arayacaktır. Klasik işlevlere sahip olan sosyal politika araçlarının etkisini yitirdiği ve yeni araçlarla küresel sosyal politika anlayışının şekillendirilmeye çalışıldığı yeni dönemde, tek ve standart bir sosyal politika anlayışının ortaya konulması da mümkün görünmemektedir. Dolayısıyla küreselleşmenin etkileri ne kadar abartılırsa abartılsın, sosyal politikaların geleceğinin öncelikle ulus devlet zemininde aranacağı da unutulmaması gereken bir gerçekliktir. Bugün bile AB üyesi ülkelerde, kendi refah rejimlerini koruma gayretlerinin Birlik düzeyinde uygulanan politikalara üstün geldiğine şahit olunmaktadır. (Özaydın, 2008:178)

 

Fatih TOPSAK

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

______________________________________________

KAYNAKÇA

DPT. (2000) Türkiye-Avrupa Birliği İlişkileri Özel ihtisas Komisyonu Raporu, Sekizinci Beş Yıllık Kalkınma Planı, DPT:2542.

İNSEL, Ahmet. (2005) “Kamuyu Değil, Devleti Daraltmak”, Neo-Liberalizm Hegemonyanın Yeni Dili, 2.Baskı, Birikim Yayınları, İstanbul.

KORAY, Meryem. (2013) “Akademik Alanda Sosyal Politika Nereye?”, Çalışma ve Toplum Dergisi 2013/1, Sayı:36.

ÖZAYDIN, Mustafa. (2008) “Küresel Etkilerle Şekillenen Sosyal Politika Anlayışı Ekseninde Sosyal Politikaların Geleceğini Tartışmak”, Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dergisi 10/1.

ÖZUĞURLU, Metin. (2003) “Sosyal Politikanın Dönüşümü ya da Sıfatın Suretten Kopuşu”, Mülkiye Dergisi, Cilt:27, Sayı:239.

ŞENKAL, Abdulkadir. (2003) “Küreselleşme, Sosyal Politikanın Dönüşümü ve Sivil Toplum Örgütleri” İstanbul Üniversitesi, Sosyal Siyaset Konferansları Dergisi, 45.Kitap.

YAŞAR, Yavuz. (2012) “Neoliberal Küreselleşme ve Sosyal Politikada Dönüşüm”, Mülkiye Dergisi, Cilt:36, Sayı:274.

YILDIRIM, Murat. (2009) “Modernizm, Postmodernizm ve Kamu Yönetimi”, Uluslararası İnsan Bilimleri Dergisi, Cilt:6, Sayı:2.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: