Toprak, insanlık tarihi ve Orta Asya’dan Anadolu’ya uzanan medeniyet tarihimizde yapılan birçok düzenlemede gelişmelerin merkezinde yer almıştır. Osmanlı devletinde ise; toprak bütünlüğünü sağlamaya yönelik düzenlemeler yapılarak, toprak belirgin bir şekilde sınıflandırmıştır. Gerileme dönemi ile birlikte, toprak düzeni yenilenemeyince, tımar sistemi Tanzimat Fermanı (1839) ile kaldırılmıştır. Bu yıldan sonra mültezim uygulaması sona erdirilmiş ve vergilerin devlet görevlileri tarafından alınması kabul edilmiştir. Ancak bu da, beklenen başarıyı gösteremediği için 1841 yılında yeniden mültezim uygulamasına geçilmiştir.
Tanzimat yıllarında özel mülkiyet haklarının uygulanması, büyük çiftliklerin oluşmasına da neden olmuştur. 1847 yılında çıkarılan bir tebliğ de toprak parçalanmasının ilk adımı olarak tarihe geçmiştir. Bu tebliğde; toprağın miras yolu ile yalnızca babadan uygun olan oğula geçmesi kaldırılmış ve kız evlatların da mirastan pay alması kabul edilmiştir. Böylece topraklar, parçalanarak daha da küçülmüş, optimum sınırların altında kalmıştır. Bu cüceleşmeye verim artırıcı tarım tekniklerinin kullanılmaması da eklenince, tarımsal gelir giderek düşmüştür.
Bu tehlikeler karşısında 1858 yılında Ahmet Cevdet Paşa, Mehmet Rüştü Paşa, Arif Bey ve Tahsin Bey’den oluşan bir kurul tarafından Arazi Kanunnamesi çıkarılmıştır. Kanunname; eski kanunnameler, fetvalar, gelenek ve göreneklerden hareket ederek hazırlanmış olsa da, ilk ciddi ve ayrıntılı toprak kanun çalışması olmuştur. Kanun, 138 maddeden oluşmuştur ve ülke toprakları 5 gruba ayrılmıştır.
1. Mülk Topraklar (Araziyi Memluke): Tasarrufu ve geliri tamamen mülk sahibine ait olan topraklardır;
2. Mir-i Topraklar: Çıplak mülkiyeti devlete ait olan ve reayanın işlediği, devlet adına mültezimlerin vergi topladığı topraklardır.
3. Vakıf Toprakları: Mülk topraklar özelliğini taşıyan ancak, tüm gelirleri dini amaçlı olan ve mülkiyet ile ilgili her türlü değişiklikler hapsedilmiş topraklardır.
4. Kamu Toprakları: Kamunun ya da belirli bir köy/kasaba halkının ortak kullanımına verilmiş, pazar, panayır, mera, yaylak, kışlak gibi mülkiyet ya da tasarruf hakkına sahip olunmayan topraklardır.
5. Ölü Topraklar: Tasarrufu kimsede bulunmayan çorak, dağlık ve ormanlık topraklardır.
1858 Arazi Kanunnamesine göre; mir-i toprakların mülkiyeti devlete, tasarruf hakkı da köylüye verilmiştir. Kanunname, köylüye topraktan yararlanma hakkını devretmeyi de mümkün kılmıştır. Böylece mir-i toprakların özel mülkiyete geçişi de başlamıştır. Ayrıca, daha önce tasarruf hakkı dirlik sahibi tarafından dağıtılırken, kanun ile bu görev, mal memurlarına devredilmiştir (Dinler, 1996).
Toprak bütünlüğü konusunda Osmanlı’nın son dönemlerinden beri yaşanan sıkıntılar, günümüzde daha da olumsuz bir boyut kazanmış ve tarım arazileri ile tarımsal işletmeler giderek küçülmüş, bu durum da istihdam ve ürün verimliliği ile verimin sürekliliğini sekteye uğratmıştır.
Toprak bütünlüğünün sağlanması için “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu”ve “Türk Medeni Kanunu”ndadeğişiklikler yapılmış, 30 Nisan 2014 tarihi itibariyle bu olumsuz durumun düzeltilmesine yönelik çok önemli bir adım atılarak, “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunda Değişikli Yapılması Hakkında Kanun” kabul edilmiştir. Bu düzenlemenin önemli ayaklarından olan Türk Medeni Kanununa bakacak olursak; İsviçre’den aldığımız Türk Medeni Kanununda; tarım arazilerinin parçalanmasının önlenmesi ve korunması ile ilgili bazı maddelerin yer almadığını görmekteyiz. Kanunun İsviçre’den alınması sırasında kantonların* yetkisine bırakılan bu çok önemli konular, ülkemizde atlandığından yasal bir takım boşluklar doğmuştur.[1]
Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığının verilerine göre; 3 milyon tarım işletmesinin %65’i 50 dekarın altında, %83’ü ise 100 dekarın altında araziye sahip durumdadır. Bu 3 milyon tarım işletmesi, 30 milyon parsele bölünmüş halde olup bu işletmelerin 40 milyon varisi bulunmaktadır. Türkiye’de; 23.800.000 hektar tarım arazisi vardır. Bunlardan sadece 15 milyon hektar arazi, Çiftçi Kayıt Sistemine (ÇKS) kayıtlı bulunmakta olup, geriye kalan arazilerden 6 milyon hektarı hissedarlar arasında sorun olan, 2,7 milyon hektarı ise kaçak kullanılan arazilerden oluşmaktadır. Ülkemizde tarım arazileri, küçük ölçekte birbirinden uzak ve çok sayıda parçadan meydana gelmektedir. Miras ve satış yolu ile bölünmeler her geçen yıl artmakta, ekonomik parsel büyüklüklerinin altına düşmektedir. Türkiye’deki ortalama işletme büyüklüğü ile Avrupa Ülkeleri ve ABD’ye baktığımızda durum şu şekildedir: [2]
ÜLKE ADI | ORTALAMA İŞLETME BÜYÜKLÜĞÜ(ha.)** |
TÜRKİYE | 5,9 |
İNGİLTERE | 53,8 |
FRANSA | 52,1 |
ALMANYA | 45,7 |
İSPANYA | 23,8 |
ABD | 181,8 |
** 1 ha= 10 dönüm
Mevcut bölünmüş tarım arazilerinin işlenmesinde, girdi maliyetlerinin arttığı gözlenmektedir. Bu durum, küçük ölçekte arazilere yüksek maliyetler doğurmaktadır. Örneğin; sadece traktör, bölünmüş 10 parsel arasında dolaşırsa onun yaktığı mazot ve bunların yol açtığı hasar, diğer zararlarla birlikte yaklaşık 17 milyardır. Arazi bölünmeleri sebebiyle toprağın bir kısmı kullanılamaz hale gelmekte olup, rakamsal olarak bu zararın 2 milyon hektar olduğu ifade edilmektedir. ABD ve Avrupa’da arazi bölünmelerinin önlenmesine yönelik yapılan uygulamalar şu şekildedir; [3]
ÜLKE ADI | UYGULAMA |
İNGİLTERE | En büyük kardeşe veriliyor |
FRANSA | Kardeşlerden biri, diğer kardeşlere bedel ödüyor. |
ALMANYA | |
İSPANYA | Ehil olan mirasçıya devrediliyor. |
İTALYA | |
ABD | Bedeli karşılığında satın alma mümkün olabiliyor ama arazi bölünmüyor. |
Türkiye’de arazi paylaşımının sağlanmasındaki usuller, küçük ve atıl kapasite arazilerin çoğalmasına, işlenen arazilerdeki birim maliyetlerin yükselmesine neden olmuştur. Kanunda yeni yapılan değişikliklerle miras yoluyla bölünmeleri önlemek için 4 seçenek sunulmaktadır.
1-) Mirasçılar, üzerinde anlaşma sağladıkları mirasçıya kendi paylarını Tapu Müdürlüklerinde devredebilirler. Bu devir işleminde arazinin bedeli, mirasçılar tarafından belirlenebilecek ve gerektiğinde kredi imkânlarından yararlanabilecektir.
2-) Aile malları şeklinde ortak kullanabilecekler, bu durum tapu kayıtlarında beyanlar hanesine şerh edilebilecek. Hisse payları oranında ortak oldukları limited şirket kurularak araziler şirket adına tescil ettirilip şirket kimliği adı altında kullanıma devam edilebilecek.
3-) Mirasçılar, mirasa konu tarımsal arazilerin tamamını 3. şahıslara satış suretiyle tasfiye edebileceklerdir. Burada sınırdaş arazi sahipleri, ön alım hakkına sahip olacaklardır.
4-) Mirasçıların anlaşması halinde, mirasa konu araziler mahkeme tarafından ehil mirasçıya tarımsal gelir düzeyi üzerinden devrine karar verilebicek.[4]
Kişi başına düşen tarımsal gelirin 3.650 $ olduğu ülkemizde, diğer Avrupa ülkelerine kıyasla elbette daha fazla potansiyel bulunmaktadır. Bu potansiyelin etkili bir şekilde değerlendirilmesi amacıyla, buna benzer kanuni düzenlemelerin yapılarak tarımsal üretimin teşvik edilmesi, Türkiye’nin gelişmesinde önemli rol oynayacaktır.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
[1] T.B.M.M. Kanun Tasarısı- Genel Gerekçe (http://www2.tbmm.gov.tr/d24/1/1-0788.pdf)
*Kanton; bir ülkenin, idari ya da sınırsal alt birimlerinden her birine verilen addır. Örneğin bu bir coğrafi bölge ya da bir eyalet olabilir. Kelimenin etimolojik kökeni “ülke birimi” anlamına gelen Latince canto kelimesidir. (http://tr.wikipedia.org/wiki/Kanton)
[2] Tarım Bakanı M.Mehdi EKER’in Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve TMK’da Değişiklik Kanun Tasarısı Hakkındaki TBMM Konuşması.
(http://www.tarim.gov.tr/Sayfalar/VideoGaleri.aspx?Kategori=e7406810-25f3-4ccf-902f-27d1c98e12f7)
[3] 100 yılın tarım reformu (http://yenisafak.com.tr/roportaj-haber/100-yilin-tarim-reformu-20.05.2014-642179)
[4] “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” http://miras.tarim.gov.tr/mevzuat/