Bir spor müsabakasında insanların birbirlerine topluca küfür ettiği, hatta birbirlerini öldürmek üzere bıçaklarını çektikleri bu dönemde, bu kutlu doğumu yeniden idrak etmemiz gerek. Aynı ülkede yaşayan, aynı kültürle yoğrulan, aynı dine iman etmiş Müslümanların Türk-Kürt diyerek ayrıştırmaya götürüldüğü bu dönemde, kutlu doğumu yeniden hayatımıza aktarmak gerek. Suriye’deki kardeşlerimizin başına bombalar yağdırılırken, küçük-büyük, kadın-erkek demeden Müslümanların katledildiği bu dönemde, tüm Müslümanlara yeniden Kutlu Bir Doğum gerek. Müslüman kardeşlerimizin topluca idamına hükmedildiği, sadece Müslüman oldukları için Bangladeş’te, Somali’de, Myanmar’da aşağılanan, dövülen, öldürülen, hatta yakılan kardeşlerimizin felahı için yeniden hepimize Kutlu Bir Doğum gerek.
*****
Yıl, miladi 20 Nisan 571; günlerden Pazartesi… Âlemlere rahmet olarak gönderilen yüce Resul, dünyayı şereflendirdi. Yüce rabbülâleminin bizzat kendisinin methedip doğumluya bütün meleküt aleminin ve daha nicelerinin sevindiği o şanı yüce Resul.
Büyük mutasavvıf İmamı Rabbani Hazretleri;
“Ve mâ medahtü Muhemmeden bimekâletî
Velâkin medahtü mekâletî bi Muhammedin”
Yani; “Ben sözlerimle Muhammedi (s.a.v) methedemem. Lakin Muhammed (s.a.v) ile ancak sözlerim güzelleşti.” der.
Milli şairimiz Mehmet Âkif de
“On dört asır evvel yine böyle bir gece idi
Kumdan ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi”
diyerek Sevgili Peygamberimizin (s.a.v) doğumunu; karanlık gecede ayın dolunay şeklinde doğmasına benzetmiştir.
Gönüllerdeki tazeliğini hiçbir zaman yitirmeyen Allah Resulü (s.a.v)’in kutlu doğumu, bir kez daha yâd ediliyor. İnsanlığın iftihar tablosunun doğumu, topyekûn insanlığın da yeniden doğumu sayılıyor. O’nun dünyayı şereflendireceği güne kadar akın karadan, gecenin gündüzden, gülün de dikenden farkı yoktu. İnsanlık, en karanlık zamanını yaşıyordu adeta. Adaletin olmadığı, güçlünün güçsüzü ezdiği, kadınların hor görüldüğü, ağaçlardan taşlardan, tahtalardan, hamurlardan yaptıkları putlara tapındığı, sonra da acıkınca put diye tapındıkları o hamuru yediği, kız çocuklarının diri diri toprağa gömecek kadar cahilliğin alıp başını gittiği son derece vahim haldeydi insanlık. O’nun nuru sayesinde, karanlıklar aydınlandı, gönüller hakikate uyandı. Her şey âdeta yeniden dirildi ve gerçek değerini buldu.
Cahiliye dönemini, sadece Peygamberimiz gelmeden önceki çağ ile sınırlandırmak, bu kavramı dar bir çerçevede izah etmemize sebebiyet verecektir. Bu sebeple cahiliye dönemi, tarihsel bir okuma ile anlaşılmamalıdır. Burada şu hususu aktarmak isterim; Hz. Peygamber’in hayatının hayata aktarılmadığı her dönem cahiliye dönemi, O’nun hayatını hayatına aktarmayan her insan ise cahildir. Çünkü Cahiliye; insanın ve toplumun İslâm öncesi ve İslâm dışı bir yaşayış biçimiyle yaşaması demektir.
Hz. Peygamber’in tebliğ ettiği dinin toplumda meydana getirdiği bu değişikliği, Hz. Ali’nin kardeşi Hz. Cafer, himayesine sığındıkları Habeşistan hükümdarının huzurunda şöyle dile getirmiştir
“Ey Kral, biz cahilce yaşayan bir kavim dik. Putlara ibadet eder, ölü eti yerdik. Çirkin işler yapardık. Akrabalarımızla ilgilenmezdik. Güçlülerimiz zayıflarımızın malını yerdi. Biz bu haldeyken Allah Teâlâ bize bir Resul gönderdi. O bizdendir. Onun soyunu biliriz. Doğru söylediğine, dürüst, güvenilir ve iffetli olduğuna hepimiz şahidiz. O, bizi Allah’a, O’nun birliğine davet ediyor. Atalarımızın Allah’tan başka tapındıkları taş parçalarına ibadet etmekten bizi men ediyor. Sadaka vermek ve oruç tutmak suretiyle bizi Allah’a ibadete yönlendiriyor. Bize doğru söylemeyi, emaneti korumayı, komşu hakkına riayet etmeyi, haramdan uzak durmayı, kan dökmemeyi, yalan şahitlikte bulunmamayı, yetim malı yememeyi, namuslu kadınlara iftira etmemeyi emrediyor. Biz de onu tasdik ettik.” diyerek içinde bulundukları toplumun vaziyetini ortaya koymuştur.
Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) risaleti ile, insanlık için yeni bir ufuk açılmıştır. Onun getirdiği esaslar ile beşeriyetin karşı karşıya kaldığı problemlere çözüm yolu gösterilmiş, insanlığı içten içe kemiren şirk ve inançsızlık hastalığına, merhametsizlik ve bencilliğe şifa reçetesi sunulmuştur.
Hz. Peygamber’i (s.a.v.) tanımak ve ona tabi olmak, Yüce Allah’ın biz kullarından kesin olarak istediği bir husustur. Hz. Muhammed (s.a.v), İslam’ın tam olarak anlaşılıp yaşanmasında hepimiz için en güzel örnektir. Bu konuda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyrulur: “Kuşkusuz sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikreden kimseler için Resulullah çok güzel bir örnektir”
Resul-ü Ekrem, yaratılış ve ahlâk bakımından insanların en mükemmeliydi. Gayet mülayim ve mütevazı idi. Kimseye kötü söz söylememiş, kötü muamelede bulunmamıştır. Konuştuğu zaman, dünya ve ahirete faydalı sözler söyler, lüzumsuz konuşmazdı. Herkesin haline göre muamele eder, kimsenin hatırını kırmazdı. Onunla sohbet eden, bir daha yanından ayrılmak istemezdi. Ahlâkı Kur’an ahlâkıydı. Yeme içme giyinme gibi ihtiyaçlarını çok sade ve zaruret miktarı ile giderirdi. Fakirleri gözetir, yetimleri kollar, hastaları ziyaret eder, insanların sevinç ve üzüntülerini paylaşırdı.
Bir Peygamber düşünün ki, kendisine inen ilk ayet, “OKU” olsun.
Bir Peygamber düşününün ki, “İlim Çin’de bile olsa gidip alınız” emrini versin.
Bir Peygamber düşününün ki, “Ben ancak bir öğretmen olarak gönderildim” diyerek kendini öğretmen olarak tanıtsın.
Bir Peygamber düşününün ki, Yaratanın kendisini “Sen ancak yüce bir ahlak üzerinesin” وَإِنَّكَ لَعَلى خُلُقٍ عَظِيمٍ)) diye övsün.
Bir Peygamber düşününün ki, “Kadınlara hayırla muamele edin, onların sizin üzerinizde hakları vardır” diyerek, Batı medeniyetinin son yüzyıllarda farkına vardığı insan haklarının zirvesini, 1400 yıl öncesinden vaz etsin.
Bir Peygamber düşününün ki, “Yetime sahip çıkan, cennette benimle yan yana olacaktır” diyerek yetim haklarının korunmasını emretsin.
Bir Peygamber düşününün ki, “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” diyerek komşumuzun hakkını gözetmemizi istesin.
Bir Peygamber düşününün ki, “Yanınızda çalışanlar sizin kardeşlerinizdir; yediğinizden yedirin, giydiğinizden giydirin; emeklerinin hakkını alın terleri kurumadan verin” diyerek işçilerin toplumun alt tabakası olmadığını vurgulasın, onları kardeşimiz gibi görmeyi bize vaz etsin.
Bir Peygamber düşününün ki, Taif’te taşlanıp da yaralar içinde iken bile; “Allah’ım, onlara merhamet et, çünkü onlar bilmiyorlar” diyerek merhamet timsali olsun.
Bir Peygamber düşününün ki, “İnsanlar, tarağın dişleri gibi eşittir. Hepiniz Âdem’densiniz, Âdem de topraktandır” diyerek insanlığın bugün bile erişemediği bir olgunluğu 1400 yıl öncesinden vaz etsin.
İslam dini yeryüzüne yayılmışsa, bunun temel sebeplerinin başında Sevgili Peygamberimizin bir öğretmen gibi çalışması ve ashabının da bir öğrenci gibi onu takip etmeleri gelmektedir. Nitekim Müslümanların Mekke’den Medine’ye hicretlerinden sonra, Hz. Peygamberin yaptırmış olduğu Mescid-i Nebevinin en önemli kısmını bir okul; yani “Ashab-ı Suffa” oluşturmakta idi. Suffa, günümüzün pansiyonlu üniversiteleri gibi çalışan bir kurumdu. Resulullah, bizzat burada ders veriyor, bunun yanında okuma-yazma bilmeyenlere ise bazı öğretmenler tarafından dersler veriliyordu. Gün gelmiş, burada ders gören insanların sayısı 400’e ulaşmıştı. Bu mektepte yetişen insanlar, İslam dininin yayılmasında öncü olmuşlardı.
Cahiliye toplumunda kumar, alkol, zina vb. birçok kötü ve zararlı alışkanlıklar vardı. Dün insanların hayatlarına giren zararlı alışkanlıklar, bugün de insanların başlarına bela. Bugün de insanlar kumarla, alkolle, fuhuşla hayatların perişan ediyorlar, dünyalarını yıkıyorlar, ahretlerini mahvediyorlar. Bugün, Kutlu Doğumunun heyecanını yaşadığımız Efendimizin değiştirdiği toplumu oluşturan Ashab-ı Kiram gibi olma vaktidir.
Geliniz! Kendi hayatımızda kutlu bir doğum gerçekleştirelim. Efendimizle (s.a.v) yeniden doğalım. İslam dininin eşsiz ilkeleriyle buluşup her türlü kötülüğü, kötü alışkanlıklara son verelim. Kölükler bizi bitirmeden, biz kötülükleri bitirelim.
Sosyal dönüşümümüzün ve sosyal iyileşmenin yolu Hz. Peygamber (s.a.s.)’de saklıdır. Günümüz toplumunun ihtiyacı olan kardeşlik, ancak Peygamberimizin ensar-muhacir arasında gerçekleştirdiği kardeşlikle sağlanacaktır. Tüm ayrışmaları bir tarafa bırakmanın yolu İslam Kardeşliğinden geçmektedir.
Bir spor müsabakasında insanların birbirlerine topluca küfür ettiği, hatta birbirlerini öldürmek üzere bıçaklarını çektikleri bu dönemde, bu kutlu doğumu yeniden idrak etmemiz gerek. Aynı ülkede yaşayan, aynı kültürle yoğrulan, aynı dine iman etmiş Müslümanların Türk-Kürt diyerek ayrıştırmaya götürüldüğü bu dönemde, kutlu doğumu yeniden hayatımıza aktarmak gerek. Suriye’deki kardeşlerimizin başına bombalar yağdırılırken, küçük-büyük, kadın-erkek demeden Müslümanların katledildiği bu dönemde, tüm Müslümanlara yeniden Kutlu Bir Doğum gerek. Müslüman kardeşlerimizin topluca idamına hükmedildiği, sadece Müslüman oldukları için Bangladeş’te, Somali’de, Myanmar’da aşağılanan, dövülen, öldürülen, hatta yakılan kardeşlerimizin felahı için yeniden hepimize Kutlu Bir Doğum gerek.
Gelin birlik olalım,
İşi kolay kılalım,
Sevelim sevilelim,
Dünya kimseye kalmaz
Yunus’un bu dizelerine aktararak yeniden Ümmet-i Muhammed olarak Efendimizle yeniden doğalım. Gün Efendimizi, O’nun Sünnetini hayatımıza aktarma vaktidir.
Efendimizi içimize aldığımız müddetçe, O’nun ahlakını hayat tarzına getirdiğimiz müddetçe, Sünnet-i Seniyyesini tatbik ettiğimiz müddetçe Rabbimiz bizlere zulmetmeyecektir. İşte bu kutlu doğum, Efendimizi dünyamıza, toplumumuza, şehrimize, ailemize, işyerimize alma vaktidir.
Kutlu olan Nebiler Nebisi Efendimizin doğumunun hepimizin hayatında yeni bir doğumla neticelenmesini Rabbimden niyaz ediyorum.
Selam ve dua ile…
.
Sahipkıran ÜNİ kategorisinde yayınlanan diğer yazılar için tıklayınız.