Twitter Facebook Linkedin Youtube

TÜRK SİNEMASI, DARBELER VE SANSÜR – 1

Ayben OKKALI

Ayben OKKALI

Belli bir dönemin içinde var olup da, o dönemin genel şartlarından etkilenmemiş herhangi bir kurum ya da kuruluş yoktur. Herhangi bir kültürel yapı da kendisini çevreleyen ekonomik, toplumsal, siyasal ve tarihsel koşullardan bağımsız olarak bir anlam taşımaz1. Sinema, bir toplumun yaşam tarzını ve kültürünü en iyi aktaran ve o kültürün biçimlenmesine katkı sağlayan en önemli araçtır. Bu nedenle sinema da, bulunduğu dönemin şartlarından; politik, ekonomik, sosyal ve kültürel anlamda etkilenmiştir. Bir toplumdaki değişmeyi izleyebilmek için dil, kılık-kıyafet, mekân değişimleri, yemek alışkanlıkları gibi hayatın her alanı gözlemlenebilir. Sinema da bu değişimleri gözler önüne seren, doğrudan ya da dolaylı olarak insanları etkileyebilen ve bu değişimleri izleyici ile buluşturan bir olgudur. Ayrıca sinema, yalnızca ileten değil; soran, sorgulayan, yorumlayan, açıklayan, yönlendiren ve insanları düşünmeye sevk eden bir sanat dalı olmasından dolayı toplumu incelemek için diğer araçlardan bir adım öndedir.

Sinema, toplumu analiz etmek ve yönlendirmek için önemli bir araç olmasından dolayı bu özelliği ile ideolojiler tarafından kullanılmış, egemen olan ideolojinin kitlelere yayılması için etkili bir araç olmuştur. Bu nedenle sinemanın içerisinde, yeni bir tür olan “siyasal sinema” doğmuştur.

Bir sinemanın siyasal bir sinema olması için, illa ki politik gündemi yansıtması gerekmeyebilir. Çünkü sinema; yaygınlığı, etkileme gücü, kitlelere hitap etmesi gibi sebeplerle zaten başlı başına politik bir olaydır. Siyasal açıdan “masum” gibi görünen müzikallerde, çizgi filmlerde, komedi sinemalarında ya da korku filmlerinde bile sinema, siyasal olayı ve kaygıyı taşıyabilir ve bunu da izleyicilerine beklenmeyen bir yolla aktarabilir. Siyasal sinemanın içine giren filmler; ya bir siyasal düzeni, ya bir toplumu, ya da siyasal bir olayı anlatacaktır. (Atilla Dorsay – Sinema ve Çağımız, 1998:78) En soyut sanat yapıtlarının bile siyasal yanının bulunduğunu belirten Ertan Yılmaz ise, “siyasal sinema” ayrımını şöyle yapmaktadır:

“Kimi yönetmenler siyasal olanın, filme verili olanın içinde yer almasıyla yetinir. Kimi yönetmenler filmin gördüklerimizde değil de görünenin ardındaki düzeyinde bulunmasını tercih eder. Kimileri ise her iki anlam katında da siyasete yer verirler. Siyasal sinema dediğimiz tür de bu üç olguyu bir arada bulunduran filmlerle ilgilidir. Bu düzeyde yer alan filmler için siyasal olan, yalnızca bir dayanak, bir çıkış noktası ya da işlenen bir motif gibi bir araç olmanın ötesine geçerek, giderek bir amaç haline gelmiştir. Dolayısıyla, siyasal denen sinemanın ayırt edici yanı, siyaseti kullanış ve ele alış tarzından gelmektedir.”

Sansur1Sinema için; ideolojiler tarafından toplumu yönlendirmek ve etkilemek için kullanılan bir araç olduğunu söylemiştik. İdeolojilerin sinemayı kullandığının en güçlü kanıtı da sinemaya ket vuran, gelişmesini, özgürleşmesini engelleyen, çağ dışı bir uygulama olarak adlandırılan “sansür”dür. Konumuz siyasal sinema olduğuna göre, siyasal sinemayı incelerken değinilmesi gereken ilk tanım, sansür ve Türk Sineması’nda sansürün uygulanışı olmalıdır. Sansür, bir kişi ya da bir kurum güdümünde gerçekleşen sınırlandırma faaliyetlerinin genel adıdır. Belli bir düşünce veya sanat eserini, ilgili kurumların kendilerince gerekçe bularak, kontrol altında tutulması, sansürün var olduğunu gösterir. Sansür, sinemaya pek çok defa uygulanmıştır. Çünkü sinema, çok büyük bir güçtür. Pek çok kesim tarafından “bir çiçeği açmadan öldürmek” benzetmesi yapılan sansür, sinemanın cellâdı olmuştur ve günümüzde de bu kıyımı devam ettirmektedir. Darbe dönemi sinemasında sansürün daha çok yer ettiği, olayların yaşandığı zamanda kimi konuların kaleme alınamadığı, kaleme alınan filmlerin de sansür kurulundan geçemediği tarihsel acı bir gerçektir.

Türkiye’de sansür, pek çok ülkede olduğu gibi devlet tarafından uygulanmıştı. Gelişen ve Aydınlanma dönemine giren bir toplumda hala ortaçağ kalıntısı yasalarla çıkabilecek sanat eserlerini engellemek mümkün görünmemekteydi. Bu nedenle de sansür, gelişen toplumun gereçlerine uymadığı için can çekişmekte olan sanatı zorlaştırmış ancak onu ne büyük mutluluktur ki, engelleyememiştir.

Sansürün Türk Sinemasında İlk Uygulanışı

Türk sinemasında ilk sansür, 1919 yılında Mürebbiye adlı bir film ile görülmüştür. Fransız bir mürebbiyenin, Osmanlı’da bir konakta pek çok kişi ile yakın ilişki kurmasını anlatan film, Fransızları aşağıladığı iddiası ile sansüre uğramıştır. Fransızların tepkisi üzerine filmin yürürlükten kaldırılması, baskın olan ideolojinin sözünün geçtiği gerçeğini de ilk defa kanıtlayan olaydır.

sansur2Mürebbiye filmi ile başlayan sansür, sonrasında pek çok filme de uygulanmıştır. Merkezi Sansür Kurulu’nun kuruluş tarihi olan 1932 yılına kadar, filmin yayınlanacağı mahallede görevli iki polis memuru, filmi seyirci karşısına çıkmadan önce izliyor, uygun bulmadıkları sahnelere müdahale edebiliyor ya da filmin yayınlanmasına engel olabiliyorlardı. 1932 yılında ilk Merkezi Sansür Kurumu kurulmuştur ve Sansür Kurumu yönetmeliği kabul edilmiştir. O tarihte Merkezi Sansür Kurumu, İç İşleri Bakanlığına bağlıdır ve bu kurumda valiler görev almaktadır.

O dönemlerde sinema, tamamen güvencesizdir. Bir filme gelen yasak, aynı konudaki başka bir filme gelmeyebiliyordu ve o dönemde sansür konusunda belli kıstaslar yoktu. “Sansür kurulunu valiler oluşturuyordu ve pek çoğu, daha öncesine filme gitmemiş, sinemadan anlamayan kişilerdi”.[1]

yesilcamİkinci Dünya Savaşı sırasında savaş, sinemaya fikir vermiş ve çok partili sisteme geçiş aşamalarında Yeşilçam kurulmuştur. 1949 yılında Ömer Lütfü Akad’ın çekmiş olduğu, savaş sonrası dönem için çok önemli bir yer tutan, Halide Edip Adıvar’ın eseri Vurun Kahpeye filmi, sansür kurulu tarafından çok beğenilmiştir. Ancak film, bazı sahneleri sebebiyle belli kesimin tepkisini çektiğinden, Ankara’ya sansür kuruluna geri gönderilmiştir. Bir kere daha izlenen film, sansür kurulundan tekrar geçerek, tekrar gösterime girmiştir. En sonunda film 3. kere sansür kuruluna gitmiş ve kuruldan çıkmıştır. Vurun Kahpeye gibi tarihi önem taşıyan bir konunun dahi üç kere sansür kuruluna girmesi, belli kıstasların olmadığını ve güvencesiz bir ortamda irdeleme yapıldığının kanıtıdır.

Sonrasında sinema, daha da “ilginçleşmeye” başlamıştır. 1950’li yıllarda, film çekmenin belli bir bürokrasisi vardır. Film çekmek için, öncelikle valiye dilekçe ile senaryoyu vermek, verilen belgelerin İç işleri Bakanlığı’nda işlem gördükten sonra film kontrol komisyonuna iletmesi ve komisyondan gelecek öneri ve değişimleri ile birlikte yönetmene verilmesi gerekiyordu. Eğer uygun görülürse, film bir memur refakatinde çekilip komisyona onay için tekrar gönderiliyordu. Bir sanat dalının, bu kadar uzun bürokrasiye ve kısıtlamalara sahip olması nedeniyle sektör giderek kan kaybetmişti.

1950’li yıllarda sansür, yalnızca filme, senaryoya ya da sahnelere değil, yazarlara da gelmiştir. Bundan böyle “mimli” yazarların isimleri, filmlerde geçmeyecekti. Orhan Kemal, Yaşar Kemal, Nazım Hikmet gibi isimler, bu kuraldan nasiplerini alan yazarlardandır. Örneğin, 1959 yapımı olan, Yılmaz Güney’in de oyuncu olarak yer aldığı ilk film olan Bu Vatanın Çocukları adlı filmin senaryosu, Yaşar Kemal’e aittir. Ancak kendisi “mimli” yazarlardan olduğu için filmde adı geçen kişi o değil, sansür polisidir. O yıl Bu Vatanın Çocukları filmi, en iyi senaryo ödülünü almıştır ve ödül sahibi de sansür polisidir.

Bu örnek, sanata, sanatçıya ve yazara vurulan bir darbe değilse, nedir? (2. Bölüm için buraya, 3. Bölüm için buraya tıklayınız.)

.

Ayben OKKALI

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

.

KAYNAKÇA

ABİSEL, Nilgün, Türk Sineması Üzerine Yazılar, İmge Yayınevi, 1994

AKPINAR, Ertekin, 10 Yönetmen ve Türk Sineması, Agora Kitaplığı, 2005

BATTAL, Sadık, Asıl Film Şimdi Başlıyor, Vadi Yayınevi, 2006

BAYRAKTAR, Deniz, Türk Film Araştırmalarında Yeni Yönelimler, Bağlam Yayınevi, 2004

DORSAY, Atilla, Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları, Remzi Kitapevi, 2004

ESEN, Şükran, 80’ler Türkiyesi’nde Sinemama, Beta Yayınevi, 2000

KAPLAN, Neşe, Aile Sineması Yılları 1960’lar, Es Yayınları, 2004

MARAŞLI, Erol, Balans Ayarları, Metropol Yayınları, 2008

ÖZGÜÇ, Agah, Türlerle Türk Sineması, Dünya Yayınevi, 2005

Özgüç, Agah, Sansür Dosyası, Koza Yayınları, 1976

ÖZÖN, Nijat, Türk Sineması Kronolojisi (1895 – 1966), Bilgi Yayınevi, 1968

SCOGNAMİLLO, Giovanni, Türk Sinema Tarihi 2. Cilt 1960-1986, Ege Yayınevi, 1987

SUNER, Asuman, Hayalet Ev, Metis Yayınevi, 2006

http://video.cnnturk.com/2012/yasam/4/5/12-eylul-filmleri

 


[1] (Hürrem ERMAN, Türk Sinemasında Sansürün Tarihi, Siyah Perde 1. Kısım)

Ayben OKKALI Hakkında

Ayben OKKALI: (Strazburg/Fransa) Burdur doğumludur. Hacettepe Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü mezunudur. Daha önce Amsterdam, Saraybosna ve Varşova şehirlerinde uluslararası programlarda yer almış, Hacettepe Üniversitesi Avrupa Birliği Ofisi’nde yarı zamanlı olarak çalışmıştır. Halen Fransa’nın Strazburg şehrinde bir değişim programı kapsamında çalışmalar yürütmektedir. İyi derecede İngilizce bilmekte ve Fransızca öğrenmektedir.

Yorumlar (1)

  1. Süleyman Bozlucan dedi ki:

    Güzel bir yazı.Elinize sağlık.

Süleyman Bozlucan için bir cevap yazın Cevabı iptal et


%d blogcu bunu beğendi: