İkinci Bölüm (ŞİİLİK YAZI DİZİSİ 1: ŞİİLİK KAVRAMI VE ŞİİLİĞİN OLUŞUMU başlıklı birinci bölüm için tıklayınız)
Şia’nın Fırkaları
Şiiliğin ortaya çıkma ve gelişme meselesi, birçok hadis ve menkıbe doğrultusunda incelendikten sonra, Şiilik mezhebinin içerisinde var olan fırkaların ve bu fırkaların birbirinden ayrımı, farklılıkları ve oluşumları konusu açıklanacaktır. Bu fırkaların en önemlileri ise: Sebeiye, Keysaniye, Zeydiye, İmamiye, Hakimiye, Nusayriye’dir.
Şiilik üzerine yapılan bu araştırmada, özellikle Şiilik mezhebinin İran üzerindeki etkileri ve İran politikalarına dair oluşumları inceleneceği için, bu bölüm itibariyle adı geçen bu fırkalardan, özellikle İmamiye üzerinde durulacaktır.
İmamiye Şia’sını diğer fırkalardan ayrı kılan en önemli husus, İmamet inancıdır. İmamete o kadar büyük bir önem atfetmişlerdir ki; onu dinin temel prensipleri arasına sokmuş, hatta inanılması zorunlu kıstaslar arasına almışlardır. Din anlayışının büyük ölçüde imamet çerçevesinde anlatılması ve yaşanması sağlanmıştır.
Bu inanışa; on iki imamı kabul ettiklerinden dolayı ‘isna-aşerriye’; imamlara inanmayı İslam’ın şartlarından gördükleri için ‘İmamiye’ ve itikat, ibadet ve muamelatta İmam Cafer-el Sadık’ın görüşlerini benimsedikleri için ‘Caferiyye’ de denilmektedir.
Bu fırkaya göre; imamet, Allah tarafından verilen bir makamdır. Her peygamber, dinin korunması için, Allah’ın emriyle dinin hükümleriyle hükmedecek birini bildirmiştir. Hazreti Muhammed de (S.A.V.) Allah’ın emriyle Hazreti Ali’yi imam olarak bildirmiştir.[1]
İmam, Arapçada ‘lider’ veya ‘önder’ anlamına gelir. Istılahi olmayan kullanışta imam, bir toplumun liderine veya ilim alanında baş otoriteye işaret eder. Encyclopedia of Religion’a göre, teolojide ve İslam hukukunda teknik bir terim olarak imam; İslam toplumunun, yasal en yüksek liderine ve namaz kıldırana işaret eder.[2] İmam, dinî ve dünyevî liderdir. Hazreti Peygamber’in halifesi, vekilidir.[3] Şia kelamında, imamet ve velayet dendiğinde; Hazreti Peygamber’in yaptığı tüm işlemlerin onun yerine geçen kişilerce, nübüvvet hariç, devam ettirilmesi inancı anlaşılır. Bu bağlamda imamet, Allah ve resulünün hilafeti olarak kabul edilmektedir.[4] Ayrıca velayetin özü, Peygamber’in ilk görevi vahye muhataplık hariç, diğer yetkilerin onun yerine geçecek kişilerce devam ettirileceğidir. Çünkü Şia’ya göre Peygamber, risalet ve velayet özelliklerini bir arada yürütmektedir.[5] İmamiye Şia’sı, Peygamberlerin görülen ilahi rehberliğinin sürekli bir realite olduğunu da iddia etmiştir. İmamiye geleneğine göre, bir ‘hüccet’ olmadan dünya bir an bile var olamaz. Hüccet, Allah’ın insanlık içindeki delili, ilahi otorite ile hareket eden şahididir.[6] Peygamberler adına söylenen bu sözlerin her biri İsmet anlayışıyla imamlarda da bulunmaktadır. İsmet doktrini, İmamlığın sadeliği ve günahsızlığı üzerine kurulmuştur. Bu doktrine ayrıca değinilecektir.
İmamın bu denli kutsal sayılmasını içeriğinde bulunduran en önemli fırka ‘İmamiye’ ya da ‘İsnaaşeriye’ olarak görülmektedir. İsnaaşeriyye Şia’sı, ‘İmameti sürekli ilahi bir rehber, masum önder ve din öğreticisi ihtiyacına dayandırır. Bu ihtiyaç, vahiyden çok insan aklı yoluyla bilinir. Hazreti Muhammed ile peygamberlik sona erince, bu mükemmel rehber liderler, Hazreti Muhammed’in yeğeni ve damadı Hazreti Ali ile başlayan imamlardı.[7] Ayrıca imamlığın Hazreti Muhammed’den sonra seçilme meselesine bakacak olursak: Şiilere göre İmam, bir grup kişi tarafından seçime veya atamaya mazur bırakılamaz. Şia’ya göre insanoğlu, ilahi olarak eğitilmiş, günahsız bir lidere ve yetkili bir din öğreticisine daima ihtiyaç duyar.[8] Şia’da bu görüşün oluşumunun ortaya çıkma nedeni ise; insanın sosyal bir hayvan olduğu görüşünün var olmasıdır, buna göre insan, sürekli olarak kendini kontrol edip, doğru yola getirecek bir güce yani imama ihtiyaç duyar Çünkü kendi başına yanlışlara saparak doğru ve yanlış ayrımını yapamayabilir.
Çalışmamızın ilerleme yönü, İran Şiiliği üzerinde yönleneceği için, İmamiye kavramı ayrı bir önem arz etmektedir. Özellikle 20. yüzyılda gerçekleşen İran İslam Devrimi’nin öncüsü olan İmam Humeyni’nin de İmamiye fırkasına ait olması, bu yönde ayrı bir önem arz etmektedir. Kendisinin de İmamiye ve imamlık yönündeki görüşleri, konunun açıklanması konusunda, özellikle de bu fırka içinden önemli bir bakış olarak önemlidir.
Humeyni’ye göre: Hz. Resul’ün, ümmet üzerinde velayeti haiz olduğu, kendilerinden sonra velayetin Emir-ül mümine (A.S) intikal ettiği, O’ndan sonra da imamlara biri diğerinin ardından gelmek üzere tevdi edildiği hususlarında tereddüde mahal yoktur.[9] Şiilerin, halifeliğin Hz. Ali’nin hakkı olduğuna dair görüşleri üzerine de Humeyni şöyle görüş bildirmektedir. ‘Eğer o rütbe ve makam düşkünleri, dünyaya kul olanlar, nefsinin hevasına uyan kişiler, Hz. Emir’in hükümetinin kurulmasını önlemeselerdi, Allah’ın Resulü’nün tayin buyurdukları devlet başkanının iktidara gelmesine ve İslami devlet teşkilatının kurulup yerleşmesine engel olmasa idiler, yalnız Müslümanlar hürriyetten, adaletten ve her türlü maddi ve manevi haklarından yararlanmakla kalmayıp ayrıca bütün dünya halkı, İslam’ın ne olduğunu, İslam devletinin ve bu yönetimin etki ve sonuçlarının ne olduğunu anlardı.’[10]
İmamiye doktrinleri ve önemi
İmamiye inancına göre, imamların haiz oldukları önemli hususlar bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi; ‘ismet’, yani imamın günahsız olduğu inancıdır. Bu doktrine göre; bazı bilgileri yalnızca günahsız olan imam bilebilir. Bir diğer doktrin ise ‘ictihad’dır. Buna göre; imamın gizlenmesi ve gaybetinde (yani kendisine ulaşılamadığı dönemde), kitap, sünnet, icma ve akıl yollarıyla Nebi’nin ve imamların yorumlarına dayanarak bir meselede hükme varmaktır. Buna gücü yetmeyen kişi de, buna uymakla yükümlüdür. Bir diğer önemli mevzu ise ‘kıyas’ meselesidir. İmamiye’de kıyas ve rey ile amel, caiz değildir ve kıyas, şer-i hüccet (delil) olmaz. İmam Cafer’üs Sadık, rey ve kıyas hakkında; ‘İsabet eder, doğruyu bulursan bir ecre nail olamazsın; yanılırsan üstün ve ulu Allah’a yalan isnat etmiş olursun’[11] buyururlar.
Şia’da bir diğer önemli mevzu ise Usul-i Din yani Dinin Esasları konusudur. Şia’ya göre dinin esası, beş tanedir. Bunlar; Tevhid, Nübuvvet, İmamet, Adalet ve Maad (diriliş)’dır. Bu esaslar, Şia’nın dini yapılanmasının en önemli doktrinleridir. İmamiye’ye göre Usul-i Dinde taklit yoktur; yani, aklı, fikri ve idraki olan her insan tarafından algılanabilir. Usul-i Dinin açıklanmasında üç ana kriter öngörülmektedir.
1) İnanç hususunda tefekkür ve tedebbür vaciptir. Bu hususta birisini taklit, yahut sapıklıkta birisine, bir bölüğe uymak; böylece de sapmak ve sapıtmak babında hiçbir kimse mazur sayılamaz.
2) Bu aklî vücüb, şer’i vücüba takaddüm eder. Dinî Naslarsa bu vücübu sağlamlaştırır; inanca dair olan hükümleri teyit ve tahkim eder.
3) Allah’ın sıfatları, Tevhid’in esasları, İlahi Adalet, Nübüvvet ve İmametle Maad, bunların tafsili, Kuran-ı Mecid’de beyan buyurulmuş, Rasulullah ve onun varisleri olan imamlar bunları en küçük noktalarına dek bize bildirmişlerdir.[12]
Şiiliğin temel doktrinleri olan tevhid, nübüvvet, imamet, diriliş (maad)/ahiret ve adalet mevzularının açıklamasına geçmeden önce, yukarıda da bahsettiğimiz doktrinlerin açıklamasını vermekte fayda görmekteyiz. Bu doktrinler, Şia’nın oluşum aşamasındaki önemli kriterlerin anlaşılması açısından da ayrıca önem arz etmektedir. Bu doktrinlerden ‘ismet’ meselesi, daha öncede bahsettiğimiz gibi Şia’da ayrı bir yer tutmaktadır.
İsmet: İsmet meselesi, imamın masumiyeti demektir. Bu konuyla alakalı İbn Babeveyh es-aduk, Risaletü’l –İtikadati’l İmamiyye’de şu şekilde bahseder:
‘Bizim nebiler, resuller, imamlar ve melekler hakkındaki inancımız şudur: Onlar masumdurlar; bütün kirlerden temizlenmişlerdir. Onlar, küçük olsun büyük olsun herhangi bir günah işlemezler; Onlar, emredildikleri şey hususunda Allah’a itaatsizlik etmezler; O’nun emirlerine göre hareket ederler. Onların statüsü ile ilgili herhangi bir konuda onların masumiyetini inkâr eden kimse, onları tanımıyor demektir; böyle bir kimse ise kâfirdir.’
‘Bizim onlar hakkındaki inancımız şudur: Onlar masumdurlar ve hayatlarının başından sonuna kadar mükemmellik, kemal ve bilgelik sıfatlarına sahiptirler. Onlara eksiklik (naks), itaatsizlik (isyan) ve fiillerinin herhangi birini bilmeme (cehl) atfedilemez.’[13]
İcma: İslam’da asli delillerden bir olarak kabul edilen İcma’nın manası; bir şer’i ve fer’i hükümde, bir asırda yaşayan tüm İslam âlimlerinin ittifak etmeleridir. Şiiler ve İmamiye mezhebi mensupları, sadece kendi âlimlerinin İcmanı kabul ederler. Sahabilerin icmaını isabetli ve doğru kabul etmezler.
İctihad: Sözlük manasıyla İctihad; bir şeye nüfuz etmek veya bir işin kemal noktasına ulaşmak için çaba sarf etmek manasındadır. İctihad edene, müctehid denir. Müctehid olmanın iki ana şartı bulunmaktadır. Bunlardan ilki çalışmakla elde edilen şartlardır:
– Kitabı (Kuran-ı Kerim’i) bilmek,
– Sünneti bilmek,
– Ayet ve hadislerin ‘nasih’ ve ‘mensuh’ olduğunu bilmek,
– Hadis ve senedin hal ve vasıflarını bilmek,
– Arapçaya hakkıyla vakıf olmak,
– Fıkıh usulünde mütehassıs olmak,
– Daha önceki müctehidlerin mesailerinden faydalanmak,
– İctihadın ruhu kıyastır.
İkinci şart ise, Allah’ın lütfu olan şartlardır. Buna göre müctehid; ilim, feraset ve tefekkür sahibi olmalıdır.
Kıyas: Sözlük manasıyla kıyas; ölçmek anlamına gelmektedir. Istılahta ise; ‘iki şeyden birinin hükmünün mislini, aralarındaki illet benzerliğinden dolayı diğerinden ızhar ve ispat etmek’ demektir.
İmamiyede kıyas ve rey ile amel caiz değildir ve “kıyas, şer’i huccet (delil) sayılamaz” denilmektedir. İmam Cafer’üs Sadık’ı: ‘İsabet eder doğruyu bulursan, bir ecre nail olmazsın; yanılırsan üstün ve ulu Allah’a yalan isnad etmiş bulunursun’ şeklinde yermektedir.[14]
Takiyye meselesi: Takiyye, vakıy kökünden gelmektedir ve “birinden veya bir toplumdan çeşitli tarzlarda korunmak yahut mensup olduğu zümrenin malını, canını, inancını zarardan emin etmek” anlamına gelir.
III. Sure’nin 28. Ayetinde: ‘İnanlar, iman edenleri bırakıp da kafirleri dost edinmezler; bunu yapan, Allah’tan hiçbir şey bulamaz; ancak onlardan çekinmeniz müstesna; Allah size, kendisinden çekinmenizi emretmektedir ve dönüp gidilecek yer de Allah’ın kapısıdır.’ buyurulmaktadır.
Takiyye hakkında Humeyni şunları söylemektedir: ‘Biliyoruz ki, imamlarımız bazen gerçek hükmü söylemedikleri, zalim ve zorba hakimlerin baskısına maruz kaldıkları çevre şartları içinde, şiddetli bir takiyye ve korku ile yaşadıkları oluyordu.’[15]
Sünnet: Sünnet, İslami anlayışa göre; Hazreti Peygamber’in sözleri, hareketleri ve yapılan bazı hareketler karşısında susmak suretiyle o hareketleri tasdik etmesidir. İmamiye mezhebine bağlı olan Şiiler, sadece imamların kabul ettikleri hadisleri sünnet olarak kabul etmekte ve hadislerin ancak kendi imamları vasıtasıyla rivayet edilebileceğini, Sünnilerin rivayet ettiği hadislerin belirli şartları haiz olduğu takdirde kabul edilebileceğini ileri sürmektedirler.[16]
İmamiye’ye göre Usul-i Din Meselesi
Şia’ da Usul-i Din yani dinin esasları beş tanedir. Tevhid, Nübuvvet, İmamet, Adalet ve Maad.
Tevhid: Allah’ın varlığına, birliğine inanmaktır. Birliği, riyazi birlikten anlaşıldığı gibi evveli yokluk, sonu taaddüd yoluyla anlaşılan birlik olmadığı gibi varlığı da adem, hudus ve fena ile mukayyed değildir; varlığı ve birliği, tecezzi ve inkısam kabul etmez; zaman ve mekanla takyid ve tahdid edilemez; vardır ve birdir dememiz, anlayışa yaklaştırmak için bir zarurettir; öyle bir vardır ve birdir ki ondan önce bir varlık ve birlik düşünülemez, evveline bir evvel, ahırına bir ahır tasavvur edilemez. İmamiye’ de Tevhid dört ana unsur da incelenir. Bunlar; Tevhid’i Zati, Tevhid’i Sıfati, Tevhid’i Fi’li, Tevhid’i İbadeti.
Adalet: Allah mutlak adildir, zalim değildir. (Al’i İmran, 108) Kullarına gerçek adaletle hükmeder, zulmetmez. (Zümer, 29) ve zulmü dilemez. (Mü’min, 31) her kulun derecesini, yaptığı işle ölçer, hiç kimse zulüm görmez. ( Ahkaaf, 19)
Allah her kuluna akıl ve fikir ihsan etmiştir. İnsanlar bu aklıyla Allah’ın hiç kimseye zulüm etmeyeceğini bilir.
Nübüvvet: İnsan ilahi bir terbiyeye muhtaçtır: bilir ama bu bilgisindeki olgunluk, ancak bir bildirene, bir öğretene bağlıdır. Kendi başına kalan kişi, kendisini ne kadar korumayı isterse istesin, içindeki şehvet ve menfaate düşkünlük, onu kötülüğe sevkedecektir. Kötülüğü yaptıktan sonra kendisini kendisi kınayacaktır. Fakat bu vicdani mürakaba, bu özden gelen kınayış, uzun sürmez; insan her şeye alışır ve nefis kötülüğü emredicidir. İşte bundan dolayı Allah kemali lütfundan ‘ Müjdeleyenler ve korkutucu haber verenler’ insanları hidayete sevk etmek için göndermiş, bunun hikmetini de ‘ İnsanların, peygamberler geldikten sonra Allah’a karşı bir mazeretleri kalmasın artık ve Allah üstündür, hüküm ve hikmet sahibidir’ ayetiyle bildirmiştir. Nübüvvet inancına göre peygamberler, peygamberlik geldikten sonra her türlü günahtan münezzihtir. Bu inanış daha önce de bahsettiğimiz ismet inancının da oluşum noktasıdır.
Maad: Maad kelimesi lügattaki manasıyla; tekrar dönülüp gelinen ve önceden bulunulan yer demektir. Örfte, Allah’ın kullarını, ölümlerinden sonra tekrar diriltip mahşere sevk etmesine, sorguya çekip herkese dünyada yaptıklarının karşılığını vermesine denir. Şeriatta ahiret olarak geçen bu alemi, öteki dünya ya da Bakıy dünya olarak da telaffuz etmekteyiz. İmamiye, bütün ahiret ahvalini, yorumsuz olarak kabul eder ve der ki:
‘Duyduk ve itaat ettik; Rabbimiz, yargılanmak dileriz senden; varacağımız yer, kapındır senin.’ ( Bakara, 295 )[17]
İmamet: Şia’ya göre İmamet meselesi, en önemli mevzu olarak görülmektedir. İmamet, daha öncede detaylı bir şekilde bahsettiğimiz gibi Hazreti Peygamber’den sonra gelerek insanların doğru yolda kalmasına yardım edecek olan yol göstericidir. Bu mevzu ile alakalı gerekli bilgi ve örneklemeler detaylıca yapıldığı için bu bölümde İmamiyeye göre kutsal sayılan On iki İmam meselesine değinilecektir.
On iki İmam Meselesi: On iki imam Şia’sı, daha öncede bahsedildiği gibi, İmamiye olarak da bilinmektedir. Bu inanışın ana dayanağı Peygamber’den sonra mutlaka dinin gerekliliklerinin devamını sağlayacak ve insanları doğru yolda tutacak bir yol göstericinin ya da bir liderin olma gerekliliği inancıdır. İmamların kutsal olan kişiler olarak bu görevi yürütmesi gerekliliğidir. İlk imam Hazreti Ali olup, ondan sonra babadan oğula geçmek kaydıyla on iki imam var olmuştur. Bu imamların sonuncusu olan Mehdi B. Hasanü-l Askeri ise gayb yoluna girmiştir. İmamlar, toplumun yapısını düzene sokmayı görev edinmiş ama kimi zaman da gizlenme yolunu seçmişlerdir. On iki imamın liderlik meselesiyle alakalı bir diğer husus da; Hazreti Ali dışında hiçbirinin devlet başkanlığı statüsüne gelmeden sadece ruhani bir lider konumunda bulundukları hususudur. Şii-İmamiye, genellikle on ikinci imam hariç, diğerlerinin şehit olarak öldüklerine inanırlar. Şiilikte Allah yolunda şahadet düşüncesi, Sünni ekole nazaran daha önemlidir. 12. İmamın 874’ten 940’a kadar küçük gayb (gayb-ı sugra) durumunda olduğuna, bu zaman zarfında ise onun isteklerinin takipçilerine kendisini ancak onların görebileceği dört görevli tarafından aktarıldığına inanılır. 940’ta gaib imam, büyük gayb (gayb-ı Kübra) durumuna geçer. Bu durum, on ikinci imamın zamanının sonuna az kalan bir dönemde, zulüm ve baskıyla dolu dünyayı adalet ve eşitlikle doldurmak için dönünceye kadar devam etmektedir.[18] Hadisle tespit ettikleri kabul edilen on iki imam şunlardır;
1- Hazreti Ali
2- Hasan b. Ali
3- Hüseyin b. Ali
4- Ali b. El- Hüeyin es-seyyid Zeynel Abidin
5- Muhammed el-Bakır b. Ali
6- Cafer es-Sadık
7- Musa el-Kazım b. Cafer
8- Ali Rıza b. Musa
9- Ebu Cafer Muhammed
10-Ali (en-Nabi) b. Muhammed
11-Hasan b. Ali el-Askeri
12-Muhammed Mehdi (Kayıp)
Şia ile Sünnilik Arasındaki Farklar
Ehl-i Sünnet ile Şia-i İmamiye arasında, inançta da ibadette de bariz farklılıklar bulunmamaktadır. Her iki fırkada da Allah var ve bir bilir, şirkten münezzehtir. Melekleri, kitapları, peygamberleri tasdik eder; Hazreti Muhammed’in gerçek peygamber, peygamberlerin ulusu ve sonuncusu olarak tanır, ahrete inanır. Her iki fırkada da Kuran-ı Kerim tahrif edilmemiş, hükmü kıyamete kadar sürecek son ilahi kitap olduğuna inanılır. Her iki fırkada da namaz, oruç, hacc, zekat farz olarak tanınır. Şia ile Ehl-i Sünnet arasında sadece füruda bazı farklılıklar göze çarpmaktadır. Bu ayrılıklar ise İmamiyenin Ehl-i Beyt’ten gelen hadislere, Sünniliğin ise Sahabeden gelen hadislere inanmış olmasından kaynaklanmaktadır.
Namaz meselesi;
Sünni inancına göre; Müslümanlar hac esnasında, arife günü, öğle namazını, zevalden sonra kılarlar, arkasından hemen ikindi namazını eda ederler. İkindi, böylece, öğle namazından sonraya ,öne alındığı için buna ‘Cem-i Takdim’ denir. Müzdelife’de ise akşam namazı, sonra da yatsı kılınır; buna ‘Cem-i Te’hir’ denir.
Şia İmamiye’de ise öğlenin ilk vaktinden, ikindinin son vaktine, akşamın ilk vaktinden yatsının son vaktine kadar, öğleyle ikindinin, akşamla yatsının birbiri ardına kılınmasını, hiçbir şarta bağlamamak üzere caiz bilmiş, ayrı ayrı kılınmasının daha üstün olduğunu kabul eylemiş ve Eimme-i Huda’ya uymuştur.
Besmele ve Kıraat meselesi;
Malik ve Evzai, besmelenin ancak Nem’i suresinde bulunduğunu, bu bakımdan nafile namazlarda okunmasının caiz olduğunu, gizli veya sesli okunan surenin evvelinde besmele çekilmemesini kabul etmişlerdir. Ebu Hanife ve ona uyanlarda Hamd’de besmeleyi sesli okunacak namazlarda dahi gizli okurlar.
Şia İmamiye’de ise; besmelenin Hamd suresinin tam ve ilk ayeti olduğu gibi, Berd suresi müstesna her surenin ilk ayeti olduğunu kabul etmiştir. Onlara göre farz olsun yada olmasın her namazda besmele sesli okunmalıdır.
Kıraat meselesinde ise; ilk rekatta farz olduğu , bir kelimeden ibaret bir ayetle de kıraatin eda edilmiş olacağına inanılır.
Şia İmamiye’de ise; ilk iki rekatta yalnız olarak namaz kılan ya da imam olan kişiye, besmeleyle Fatiha suresinin sonunda o sureden olmayan ‘Amin’ sözünü söylememek üzere tam olarak okumak ve Fatiha’dan sonra yine besmeleyle tam bir sure kıraat etmek farzdır.
Müta’a Nikahı;
Bu nikah, geçici nikah olarak bilinmektedir. Bu nikah, Hazreti Rasulullah zamanında caiz kabul edilmekteyken, O’ndan sonra Şiiler dışında bu nikahtan uzaklaşılmıştır. İmamiye, bu nikahı helal kabul etmektedir. Kadının, müddetin, ücretin muayyen olması şarttır; müddetin bitiminden sonra veya tarafların razılığıyla müddetin bağışlanmasını takiben ayrılık gelir. Müta’a ile bir erkeğe varmış olan kadın, ayrıldıktan sonra kırk beş gün bekler; bu müddetten önce başkasıyla evlenemez. Ayrılık temastan önce olduysa beklemesi şart değildir. Adetten kesilmiş kadın da beklemez. Müta’a’dan olan çocuk, daimi nikahta olduğu gibi babaya aittir; mirasa girer, ancak zevc ve zevce miras alamaz.[19]
Bahsi geçen bu kavram, ayrılıkları en başta da bahsedildiği gibi iki mezhep arasında var olan anlam farklılıklarıdır. Bunların bu yapısı, genellikle toplumlar arasında gerçekleşen siyasi ve coğrafi ayrılıkların da etkisiyle gerçekleşmiştir. Genel yapılanmada ise iki mezhep arasında asli temsilciler nezdinde aşırı farklılıklar gözlemlenmemektedir. İslam’da var olan ana unsurlar, daha önce de bahsedildiği gibi genel olarak aynı anlayış çerçevesi içinde yer almaktadır. Yukarıda bahsettiğimiz ayrımların dışında da yine toplumsal farklılıklardan oluşmuş olan ayrılıklar da var olmakla birlikte, konunun ilerleyiş aşamasını, Şia mezhebinin bulunduğu coğrafyadan yayılarak devletlerin içyapısına girmeye başlaması ve kimi zaman siyasi bir obje olarak kullanılması, hatta siyasi yapılanmalarda savaş nedenleri içerisinde yer almaya başlaması ve günümüz siyasi coğrafyasındaki yeri yönünde ilerleteceğimiz için, bu önemli ayrılıklar dışında bu konu üzerinde daha fazla durulmayacaktır.
.
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
[1] BOZGEYİK, Burhan, Bütün Cepheleriyle İran Meselesi,Yeni Asya Yayınları,İstanbul,1981
[2] MOHAMED, Aisah, Şia’nın İmamette İsmet Doktrininin Eleştirisi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 2003
[3] ATEŞ, Süleyman, İmamiyye Şiasının Tefsir Anlayışı, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Cilt: XX
[4] TAFLIOĞLU,M.Serkan, Humeyni İran İslam Devrimi Şah Nasıl Mat Oldu,Ankara-2010
[5] Aynı eser
[6] Keneş, Bülent, İran Siyasetinin İç Yüzü, sy. 34, İstanbul, 2013
[7] MOHAMED, Aisah, Şia’nın İmamette İsmet Doktrininin Eleştirisi, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, İstanbul, 2003
[8] Aynı eser
[9] BOZGEYİK, Burhan, Bütün Cepheleriyle İran Meselesi,Yeni Asya Yayınları,İstanbul,1981
[10] BOZGEYİK, Burhan, Bütün Cepheleriyle İran Meselesi,Yeni Asya Yayınları,İstanbul,1981
[11] Gölpınarlı, Abdülbakıy, Tarih boyunca İslam mezhepleri ve Şiilik,Der yayınları, İstanbul, 1997
[12] Gölpınarlı, Abdülbakıy, Tarih boyunca İslam mezhepleri ve Şiilik,Der yayınları, İstanbul, 1997
[13] Ann K. Lambton,’’ Polıtıcal Theory and Practıce’’, Expectatıon of Mıllnıum, Shi’ism in History, s. 99
[14] Gölpınarlı, Abdülbakıy, Tarih boyunca İslam mezhepleri ve Şiilik,Der yayınları, İstanbul, 1997
[15] BOZGEYİK, Burhan, Bütün Cepheleriyle İran Meselesi,Yeni Asya Yayınları,İstanbul,1981
[16] İslam’da Fıkhı Mezhepler Tarihi. C. I
[17] Gölpınarlı, Abdülbakıy, Tarih boyunca İslam mezhepleri ve Şiilik, Der yayınları, İstanbul, 1997
[18] Kaya, A. Vahap, Karizmatik Liderlik ve Toplumsal Değişim, Hemen Kitap, Nisan 2013
Merhaba
çok değerli bir çalışma yapmışsınız. tebrik ederim. ancak sanırım bazı meseleler gözden kaçmış ya da yeterli kaynağa ulaşılamadığı için yeteri kadar açıklanamamış.
ilk olarak Hz. Ali Hz. Beygamberin yeğeni değil kuzenidir.
“Şiiler, sadece imamların kabul ettikleri hadisleri sünnet olarak kabul etmekte” ve “Şiiler, sadece imamların kabul ettikleri hadisleri sünnet olarak kabul etmekte ve hadislerin ancak kendi imamları vasıtasıyla rivayet edilebileceğini, Sünnilerin rivayet ettiği hadislerin belirli şartları haiz olduğu takdirde kabul edilebileceğini ileri sürmektedirler” diye ifadeler kullanmışsınız. burada biraz daha açıklık getirilse daha doğru olurdu diye düşünüyorum. zira Şiiler İmamlardan rivayet edilen hadislere daha çok önem vermekte ve diğer hadisleri de belli kriterlere uyması durumunda kabul edilmektedir ki bu kriterler Sünnilerde de neredeyse aynıdır. bu bağlamda El huyi’nin Mucam Rical El Hadis gibi önemli Şii eserlerden yaralanabilirsiniz. ister İmamlardan ister sahabelerden rivayet edilsin söz konusu kriterleri taşıyan tüm hadisler Şiilerce sünnet olarak kabul edilir.
Merhaba
çok değerli bir çalışma yapmışsınız. tebrik ederim. ancak sanırım bazı meseleler gözden kaçmış ya da yeterli kaynağa ulaşılamadığı için yeteri kadar açıklanamamış.
ilk olarak Hz. Ali Hz. Beygamberin yeğeni değil kuzenidir.
"Şiiler, sadece imamların kabul ettikleri hadisleri sünnet olarak kabul etmekte" ve "Şiiler, sadece imamların kabul ettikleri hadisleri sünnet olarak kabul etmekte ve hadislerin ancak kendi imamları vasıtasıyla rivayet edilebileceğini, Sünnilerin rivayet ettiği hadislerin belirli şartları haiz olduğu takdirde kabul edilebileceğini ileri sürmektedirler" diye ifadeler kullanmışsınız. burada biraz daha açıklık getirilse daha doğru olurdu diye düşünüyorum. zira Şiiler İmamlardan rivayet edilen hadislere daha çok önem vermekte ve diğer hadisleri de belli kriterlere uyması durumunda kabul edilmektedir ki bu kriterler Sünnilerde de neredeyse aynıdır. bu bağlamda El huyi'nin Mucam Rical El Hadis gibi önemli Şii eserlerden yaralanabilirsiniz. ister İmamlardan ister sahabelerden rivayet edilsin söz konusu kriterleri taşıyan tüm hadisler Şiilerce sünnet olarak kabul edilir.
Yrd. Doç. Dr. Ziya ABBAS