Twitter Facebook Linkedin Youtube

MİLLETİMİZ VE TARİHİMİZ

Zafer TEKİN

Zafer TEKİN

Bugün birçok insanımız, bugünlerde 99. Yıldönümünü idrak edeceğimiz Çanakkale Savaşları hakkında; Seyit Onbaşı, Kınalı Ömer, Nusret Mayın Gemisi gibi birkaç sembolik olay ve kişi dışında bilgi sahibi değildir. Oysa her cephesinde ayrı bir kahramanlık ruhu ve destanlar yatan Çanakkale, yüzbinlerce şehidinin ve gazisinin yanı sıra, komuta kademesindeki onlarca yüksek rütbeli askerimizin dâhiyane ve cansiperane emekleri ve katkılarıyla kazanılmıştır. Ancak bugün, o kutlu zafere katkısı olan birçok önemli değerimizin isimleri dahi hatırlanmamaktadır.

*****

Milletimiz hakkında bugün, dost-düşman hemen herkesin hemfikir olabileceği en önemli özelliklerden birisi de, yeryüzüne gelmiş geçmiş en müstesna topluluklardan birisi olduğumuz üzerinedir. Zira binlerce yıl önce, Orta Asya’nın en ücra köşelerinde başlayan tarihimiz ve kültürümüz, Avrupa içlerine kadar uzanmış, milletimiz ayak bastığı her toprakta insanlık tarihine yön veren medeniyetler inşa etmiştir.

Çağlar açıp, çağlar kapayan ecdadımız, tarih sahnesine çıktığı dönemden bugünlere kadar, hep başrollerde yer almış, Çin Seddi’nin yapımından Kavimler Göç’üne, Haçlı Seferlerinden İstanbul’un Fethine, Fransız İhtilalinden I. Dünya Savaşına kadar insanlık tarihine yön veren her büyük hadisenin bir tarafında milletimiz ve milletimizin kurduğu Devletler, mutlaka pay sahibi olmuşlardır.

Milletimiz, Müslüman-Türk kimliğinin hâkim olduğu yüzbinlerce kilometreyi bulan dünya coğrafyası üzerinde her biri ayrı bir ilim, kültür ve medeniyet abidesi olan onlarca devlet kurmuş, bu devletler gerek kuruluş dönemlerinde, gerekse hüküm sürdüğü ve yıkılış dönemlerinde her alanda insanlık âleminin yüz akı olmuştur.

Ancak gerek millet, gerekse fert olarak en büyük hasletlerimizden olan, kişisel pâye alma ve ihtiraslar uğruna kendisinden öncekini yok sayma alışkanlıklarımız, maalesef binlerce yıllık tarihimizin pek çok tarihi ve kültürel değerine gölge düşürmüş, unutturmuş ve hatta yok olup gitmesine sebep olmuştur.

Söz konusu eşsiz zenginlikteki tarihimizin bugüne kadar sağlıklı bir şekilde aktarıldığını kabul etmek fazla iyimserlik olacağı gibi; bu sağlıksız, ağır hasarlı ve gerçeklerin saptırılarak nakledildiği tarihimizden beslenen milletimizin de tarihimize ve kültürümüze olması gerektiği gibi sahip çıkması da elbette beklentiden öteye geçmeyen bir temenniyi geçmeyecektir.

Sadece Türk tarihinde değil, kurmuş olduğu İmparatorlukla, dünya tarihinde apayrı bir yere sahip olan Osmanlı İmparatorluğu yıkılıp ortadan kalktıktan sonra, mazisindeki pek çok olay saptırılmış, olduğundan farklı gösterilmek istenilmiştir. Hatta daha da ileri gidilmiş, 600 yıllık Osmanlı Devletinin paha biçilmez öneme sahip arşivleri yok edilmiş, yağmalanmış ve hatta yok pahasına Bulgaristan’a satılmıştır.[1]

Oysa tarih, bir milletin ortak değeridir, milleti yarınlara taşıyacak yoldur. Bir millet, iyisiyle, kötüsüyle, doğrusuyla, yanlışıyla tarihini bilmek, okumak ve anlamak zorundadır. Devletin asli unsurlarından birisi de, tarihini milletine en doğru, en sade ve en kestirme biçimde öğretmektir.

Kaldı ki, bizim tarihimiz, onur duyulacak göz kamaştırıcı güzelliklerle bezenmiş, her daim zalime karşı Yavuz, mazluma karşı Yunus olduğumuzun örnekleriyle doludur. Sadece I. Dünya savaşından, İstiklal Savaşımızın sonuna kadar olan süreçte bile, sayısız ibret verici insanlık ve kahramanlık hadiseleriyle karşılaşabiliriz.

Ancak yukarıda bahsetmeye çalıştığım gibi, gerek kişisel egolarının, gerekse tarihi karakterlerin kendilerinin zarar göreceği inancıyla olsa gerek birçok tarihi şahsiyetimiz ve olayımız, mazideki hak ettiği yeri alamamıştır. Bugün birçok insanımız, bugünlerde 99. Yıldönümünü idrak edeceğimiz Çanakkale Savaşları hakkında; Seyit Onbaşı, Kınalı Ömer, Nusret Mayın Gemisi gibi birkaç sembolik olay ve kişi dışında bilgi sahibi değildir. Oysa her cephesinde ayrı bir kahramanlık ruhu ve destanlar yatan Çanakkale, yüzbinlerce şehidinin ve gazisinin yanı sıra, komuta kademesindeki onlarca yüksek rütbeli askerimizin dâhiyane ve cansiperane emekleri ve katkılarıyla kazanılmıştır. Ancak bugün, o kutlu zafere katkısı olan birçok önemli değerimizin isimleri dahi hatırlanmamaktadır.

Tarihimizin yanlış, eksik, hatta taraflı aksettirilmesinin bir başka ve büyük zararı da, tarihi gerçeklerin, çarpıtılarak bundan nemalanmaya çalışanlara fırsat doğmasına sebep olmasıdır. Bunun en bariz örneği, sözde Ermeni soykırımı iddialarıdır. Zira milletimiz, mağdur iken sanık sandalyesine oturtulmuş ve maalesef birçok ülke tarafından bu soykırım safsatası kabul görmüştür. Başta kendi milletimiz olmak üzere, dünya kamuoyuna etkili ve doğru şekilde tarihi gerçekleri öğretemeyişimiz, belki de ilerleyen yıllarda devletimizin başına çok daha büyük sorunların açılmasına sebep olacaktır. Bugün, Osmanlı Devletinde iki defa sadrazamlık koltuğuna Ermenilerin oturduğunu, birçok vatandaşımız dahi bilmemektedir. (İmparatorluk devrimizde bizim sadrazamlık koltuğu 288 defa doldu, boşaldı. Bu 288 Sadrazamdan sadece 88’i Türk’tür. 200 Sadrazamımız ise Türk değildir. Bizim Ermeni asıllı iki sadrazamımız oldu. Biri Maraş, öteki Malatya Ermenilerindendi. Meşrutiyetle birlikte Ermenilere 29 sivil paşalık, 12 bakanlık, 30 milletvekilliği, 7 Büyükelçilik, 11 Konsolosluk, 11 üniversite öğretim üyeliği verdik)[2] Ermenilerin ülkemizde padişahlık dışında her makama geldiklerini, ancak onların milletimizin en zorda olduğu bir dönemde, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde katliamlar yaptığını, masum halkımızı çoluk çocuk demeden katlettiğini, bunun sonucunda zorunlu göçe tabi tutulduklarını en veciz ve açık şekliyle başta kendi milletimize, sonra dünya kamuoyuna öğretebilseydik, böyle içi boş suçlamalara maruz kalmamız söz konusu olmazdı.

Doğru ve gerçek tarihin ilgi görmediği, gerçekle uzaktan yakından alakası olmayan uydurma senaryolarla vizyona sokulan ve toplumumuza empoze edilen magazinsel tarih kitapları, TV programları ve dizilerin revaçta olduğu bu dönemde, insanımızın dikkatini çekecek tamamen gerçek bilgi ve belgelere dayalı, ötekileştirmeden ve eğrisiyle, doğrusuyla “çam da bizim, kozalak da bizim” düsturuyla, tüm tarihi değerlerimize sahip çıkarak, gerçek tarihimiz gün yüzüne çıkartıldığında görülecektir ki; milletimiz, daha duyarlı ve daha bilinçli hale gelecektir. Zira tarihimizin hiçbir döneminde; görmek, duymak ve bilmek istemeyeceğimiz husus bulunmamaktadır.

Bununla birlikte, eşsiz bir hazine olan tarihimizi, gerçek manada idrak etmiş, Türklük gurur ve şiarı, İslam ahlak ve faziletiyle yoğrulmuş nesillerin, eskiden olduğu gibi yine ve yeniden âleme nizam vermesi kaçınılmaz olacaktır.

.

Zafer TEKİNzafertekin@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Zafer Tekin Hakkında

Zafer TEKİN: (Ankara) 1976 Eskişehir doğumludur. Selçuk Üniversitesi Adalet Yüksek Okulu (Önlisans) ve Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesi Kamu Yönetimi Bölümü (Lisans) bölümlerinden mezun olmuştur. Türkiye hukuk sistemi, halkla ilişkiler ve Türkiye’nin siyasi tarihi alanında çalışmalar yapan TEKİN, orta düzeyde İngilizce bilmektedir.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: