Twitter Facebook Linkedin Youtube

ŞİİLİK YAZI DİZİSİ 1: ŞİİLİK KAVRAMI VE ŞİİLİĞİN OLUŞUMU

Niyazi Okan ÇELEBİ

Niyazi Okan ÇELEBİ

Şiilik kavramı, ortaya çıktığı gün itibariyle İslam dünyasında sürekli tartışılır bir konu olma özelliğini asla yitirmemiştir. İslamiyet içerisinde önemli bir yer tutan bu kavram, İslam dünyasının en büyük ayrımının oluşmasına neden olmuştur. Şiilik kavramı, çoğu İslam alimi tarafından farklı yorumlanmıştır. Bu kavramın farklı görüşler içermesi, tarih boyunca kimi zaman siyasi, kimi zaman ise sosyal içerikli sorunlara sebebiyet vermiştir. Çalışmamızın bu bölümünde Şiilik kavramının manası, oluşumu ve oluşumundan günümüze kadar süregelen zaman zarfında siyasi ve sosyal etkileri incelenecektir.

Şia kelimesi, bir fikir veya kişinin etrafında toplanmayı, bir fikir veya kişiye yardım edenler topluluğu oluşturmayı ve bir fikrin, grubun veya bir görüşün ortağı olmayı ifade eder. Kuran-ı Kerim’de bu kelime, fırka fırka, gurup gurup, bölük bölük olan, benzer kendi taraftarları, tarafını tutan anlamlarında kullanılır.[1] Kelime anlamı açısından fiil olarak ‘Teşeyyu’ olarak kullanılmakta, kök itibarı ile de “Musayyat”tan geçmektedir.[2] ‘Nasır’ ve ‘takip eden’ manalarına gelmektedir. Yine Kuran-ı Kerim’de ‘ensar’; yani yardım edenler, uyanlar, peşinden gidenler manasında geçmektedir.[3]

Şia(şii) kelimesinin terim anlamı ise, bize şu manayı göstermektedir. Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in vefatından sonra Hazreti Ali ve çocuklarının meşru halife ve Hazreti Ali’nin Hazreti Muhammed (S.A.V.)’den sonra insanların en üstünü olduğunu ileri sürenlerin oluşturduğu topluluktur.[4] Mevdudi, ilk başlarda bunlara ‘Ali Şiaları’ dendiğini, zamanla ‘Şia’ denmeye başlandığını ifade etmektedir.[5] Ayrıca Hazreti Osman’ın öldürülmesinden sonra, onun kanını almak isteyenler için de ‘Şia-tu Osman’ ifadesi kullanılmıştır.[6]

Şiiliğin Oluşumu ile İlgili Şii Ulema ve Şii Din Bilginlerinin Yorumları

Birçok İslam âlimi tarafından da Şiilik meselesi, farklı menkıbe ve ayetlerle çeşitlendirilerek aktarılmıştır. İslam âlimlerince Şiilik şu şekilde tarif edilmiştir: “Şia lafzı ile alelhusus Emir’il mü’minin’e dost olmak ve Resul Aleyhisselam’dan sonra araya fasıla girmeden onun imam olduğuna inanmak ve ondan önce hilafet makamına geçenlerin imametini nefy etmek addedilir. Bu yönüyle Hazreti Ali metbu olup, kendisinden evvel hilafete geçen herhangi birine bağlı değildir.”[7] Bir başka önemli alim olan Ebu-l Hasan el-Eş’ari’nin şu tanımı da çok önemlidir: “Onlara Şia denmiştir. Çünkü onlar, Hazreti Ali’ye tabi olmuşlar ve onu Tanrı elçisinin diğer ashabına takdim etmiş(üstün görmüş)lerdir.”[8] Bir başka deyişte ise İbn Hazm el-Endelüsi; “Şia ile şu konularda görüş birliğine varan herkes, Müslümanların anlaşamadıkları başka konularda bunlara uymasa bile Şiidir: Hazret Ali, Tanrı Elçisi (S.A.V.)’den sonra insanların en üstünüdür; kendisi ve sonra da çocukları halifeliğe en layık kişilerdir. Andığımız bu iki hususta başka türlü inanca sahip olanlar, ‘Şii’ değillerdir.”[9] Bunun yanı sıra Muhammed bin Abdülkerim bin Ebibekr Ahmed eş-Şehristani, el-Milel ve’n-Nihal’in de Şia ile ilgili şu açıklamayı yapmıştır:

“Şia, özellikle Hazret Ali’ye tabi olarak etrafında toplananlardır. Onlar, imamet ve hilafetinin gizli veya açık olarak nass ve vasıyyet ile sabit olduğunu söyleyenlerdir.[10]Konuyla alakalı yine önemli bir kaynak olan İbn Haldun, Mukaddime adlı eserinde olayı şu şekilde özetlemektedir: İmamet dinin temeli ve İslamlığın direği olduğu için Peygamberin bunu ihmal etmesi, bunu ümmetin düşünce ve oylamasına bırakması doğru değildir. Peygamber ümmetine imamı kendisi tayin eder. İmam, büyük ve küçük her türlü günahlardan uzak ve korunmuş olmalıdır. Bundan dolayı Peygamber, kendisi bizzat Ali’yi ümmetine imam tayin etmiştir.”[11]

Şiilik kavramı, birçok farklı kişi ve kaynak tarafından bu gibi birçok şekilde tanımlanmaktadır. Yukarıda bahsi geçen Şiiliğin tanımları ve fikirlerin geneline tabi olanlar, Şiilik inancının içerisinde ve ona tabi olarak görülmektedir. Bunun yanı sıra, tarihsel süreç işledikçe, Şiilik kavramı kimi zaman siyasi bir obje olmaktan kurtulamamıştır. Hatta elde bulunan kaynaklar ve söylemler ışığında incelendiğinde, Şiilik kavramının ortaya çıkışında da birçok farklı kaynak ve söylem görülmektedir. Özellikle Şii ulemanın fikirleri ve dayandığı kaynaklar incelendiğinde, Şiilik kavramının ‘Hazreti Ali, Hazreti Muhammed’in vasisi ve veziridir.’ inanışı, Şiiliğin ortaya çıkışı konusunda birçok farklı düşünceyi de beraberinde getirmiştir. Birçok söylem ve kaynakla incelenen Şiiliğin ortaya çıkış meselesinin, Şii-Sünni çatışmasını da günümüze getiren birçok nedene de sahip olduğu görülmektedir.

Şiiliğin Ortaya Çıkışı

Şiilik meselesinin ortaya çıktığı zaman konusunda da İslam âlimlerinin iki faklı görüşü bulunmaktadır. Bunlardan ilk grup, Şia’nın Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in sağlığında, diğer grup ise Hazreti Muhammed (S.A.V.)’in ölümünden sonra ortaya çıktığını savunmaktadır. Şiiliğin Resulullah’ın zamanında, O sağ iken meydana geldiğini savunan en eski yazarlardan biri, Ebu Muhammed el-Hasan b. Musa en Nevbahti’dir. ‘Firak üş- Şia’ adlı eserinde şöyle der: “İlk Şia fırkası, Ali b. Ebi Talib Aleyhisselam’ın mezhebidir. Nebi zamanında ve O’ndan sonra da Ali taraftarları (Şia-tü Ali) olarak adlandırılmışlardır.”[12] Bir diğer deyişte de Muhammed el-Hüseyn Alu Kaşif il-Gıta, eserinde şu şekilde bahsetmektedir: “İslam tarlasına Şiilik tohumlarını saçan ilk kişi, İslam şeriatının bizzat kendisidir. Yani Şiilik tohumları ile beraber ve yan yana birlikte saçılmıştır.”[13]Bu inanışın bir başka dayanak noktası da, Hazreti Muhammed’in Hariciler davasının çıkacağını Hazreti Ali’ye, yıllar öncesinden söylemesinin anlatıldığı şu sözlerdir: “Sende Hazreti İsa gibi iki kısım insan helakata gider. Birisi, ifrat-ı muhabbet; diğeri ifrat-ı adavet ile. Hazreti İsa’ya; Nasrani, muhabbetinden hadd-i meşru’dan tecavüz ile haşa ‘Îbnullah’ dediler. Yahudi, adavetinden çok tecavüz ettiler; nübüvvetini ve kemalini inkar ettiler. Senin hakkında da bir kısmı haddi meşrudan tecavüz edecek, muhabbetinden helakete gidecektir.”[14]

Hazreti Muhammed’in, Hazreti Ali’nin velayetini tasdik ettiği bir diğer menkıbe ise, şu şekilde anlatılmaktadır: “Peygamber (S.A.V) ordusuyla Tebük seferine çıkmadan önce, Hz. Ali’yi yerine halife olarak bıraktı. Hz.Ali’nin bunun üstüne; “ben, kadınlar ve çocuklarla mı kalacağım” sorusuna, Peygamber’in cevabı şu şekilde olmuştur: “Sen, benim için Harun’un Musa’ya olan konumundasın, fakat benden sonra peygamber yoktur.”[15]Aynı zamanda Hayber fethi sırasında Peygamber’in sancağı Ali’ye vermesi ve fethin Ali’nin elinden yapılması da kullanılan rivayetlerdendir. Bu verilen rivayetlerin en mühim görüneni de; “Hazreti Peygamber’in hastalık döneminde etrafındakilerden bir kalem ve yazacak bir şeyler istemesi üzerine, Hz.Ömer’in bunu engelleyerek “Peygamber hastalığın etkisinde, Kuran bize yeter”[16] dediği ve halifenin isminin yazılmasını engellediği” rivayetidir.

Peygamberin son zamanlarında sahabeden yaşlıları seferlere yollaması ve Ali’nin halifeliğine yol açması ve ayrıca O’nu asla herhangi bir komutanın emrine vermeyerek, sürekli koruma altında tutması da yine Şii tarihçiler açısından önemli dayanak noktaları olarak kullanılmaktadır. Diğer bir rivayete göre; Muhacir ve Ensar’ın kardeşlik gününde birbirlerine sarıldıkları anda Ali’nin yalnız kalması üzerine Peygamber’in kendisine ‘Ne oldu ya Eba’l-Hasan?’ diye sormuş, Hz.Ali’nin de durumu anlatması üzerine “Peygamberle kardeş olmak seni mutlu etmez mi?’’ diyerek elini kaldırmış ve ‘Allah’ım o benden, ben ondanım’’ demiştir. Bu menkıbe de, yine bir dayanak noktası olarak Hazreti Ali’nin Hazreti Muhammed tarafından kendinden sonra halife olduğuna dair görülen birçok inanıştan biridir.

Hazreti Peygamber dönemindeki emarelerin incelenmesinin en son bölümünde, Şii dünyası için en önemli mesele olan Gadir-i Hum meselesi üzerine eğileceğiz. Bu mesele, Hazreti Peygamber’in Hazreti Ali’yi kendinden sonraki halife olarak seçtiğinin en önemli kanıtı olarak tanımlanmaktadır. Hicret’in onuncu yılında Hazreti Peygamber ve beraberindeki yüz bin kişilik bir grubun hac vazifesi için Mekke’ye gittikten sonra dönüş yolunda Mekke ile Medine arasındaki Hum’da Hazreti Nebi’nin tüm müminleri toplayarak şu şekilde onlara seslendiği söylenir.

“Bütün övgüler, Allah’a mahsustur; O’ndan yardım diliyor, O’na iman ediyor, Ona güveniyoruz. Nefsimizin şerlerinden, kötü amellerimizden Allah’a sığınıyoruz. Sapan kimseyi O’ndan başka kimse hidayet edemez; O’nun hidayet ettiğini ise kimse saptıramaz. Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in Onun kulu ve elçisi olduğuna şehadet ediyorum.

Ey insanlar! Latif ve Habir olan Allah bana haber verdi ki, hiçbir Peygamber, kendisinden önceki peygamberin ömrünün yarısından fazlasını yaşamamıştır; ben yakında Rabbimin davetine icabet edeceğim. Ben sorumluyum, siz de sorumlusunuz. O halde siz ne düşünüyorsunuz?

Halk: Biz senin tebliğ ettiğine, nasihatte bulunduğuna, çaba sarf ettiğine tanıklık ediyoruz. Allah sana mükâfat versin.

Resulullah: Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna, cennet ve cehenneminin hak olduğuna, kıyamet gününün geleceğine ve kabirde olanların dirileceğine şehadet ediyor musunuz?

Halk: Evet buna şehadet ediyoruz.

Resulullah: Allah’ım şahit ol.

Yine Resulullah: Ey insanlar! İşitiyor musunuz?

Halk: Evet işitiyoruz.

Resulullah: Ben, sizden önce (Kevser) havuzun başına gideceğim, siz orada benim yanıma geleceksiniz. O havuzun genişliği San’a[8] ve Busra arası kadardır. O havuzda, yıldızlar sayısında kadehler vardır. Benden sonra sekaleyn[9] hakkında nasıl davranacağınıza bakın.

Halktan birisi: Ya Resulullah, sekaleyn nedir?

Resulullah: Değerli büyük emanet: Allah’ın kitabıdır; bir tarafı Allah’ın elindedir, diğer tarafı ise sizin elinizdedir. Ona sımsıkı sarılın, sapmayın. Değerli küçük emanet ise: Ehl-i Beyt’imdir. Allah-u Teâlâ bana bildirdi ki, onlar havuzun başında bana ulaşıncaya kadar birbirlerinden ayrılmayacaklardır. Bunların birbirinden ayrılmamasını ben de Rabbimden istedim. Onlardan ne öne geçin ve ne de geride kalın; çünkü helak olursunuz.

Resulullah (s.a.a) daha sonra Hz. Ali (a.s)’ın elini tutup her ikisinin koltuk altları görülecek kadar kolunu yukarıya kaldırdı. Herkes onu görüp tanıdı; sonra şöyle buyurdu:

Ey İnsanlar! Müminlerin kendilerinden, onlara daha evla kimdir?

Halk: Allah ve Resulü daha iyi bilir.

Resulullah: Allah-u Teâlâ benim mevlamdır, ben de mü’minlerin mevlasıyım; ben onlara kendilerinden daha evlayım. Öyleyse ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır.

Resulullah bu cümleyi üç defa tekrarladı. (Hanbelî’lerin imamı Ahmed b. Hanbel’e göre, dört defa tekrarlamıştır.) Daha sonra şöyle buyurdular:

Allah’ım, onunla dost olana dost, ona düşman olana düşman ol; onu seveni sev, ona buğzedene buğzet; ona yardım edene yardım et, ondan yardımını esirgeyenden yardımını esirge; o nereye dönerse hakkı onunla döndür. Biliniz ki, bu sözleri hazır olanlar hazır olmayanlara bildirmelidirler.

Halk henüz dağılmadan Allah-u Teâlâ şu ayeti indirdi:Bu gün dininizi kemale erdirdim, nimetimi size tamamladım ve din olarak İslam’ı size beğendim.”

Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) şöyle buyurdular:Allah-u Ekber! Din kemale erdi, nimet tamamlandı, Allah benim risaletime ve benden sonra Ali’nin velayetine razı oldu.[17] Şii imametinin açıklaması sırasında bu meselenin Şii alimler tarafından ortaya konan farklı delilleri de sunulacaktır.

Bu şekilde Şia kavramının Hazreti Peygamber zamanında ortaya çıktığının incelemesini ve dayanak noktalarını verdikten sonra, bu inanış dışında Şia’nın ortaya çıkış meselesinin Nebi’nin vefatından sonra olduğuna inanan ve desteklemeye çalışılan görüşlere bakacağız. Bu görüşlerin ortak noktası, genellikle ortaya çıkan mezhep ayrımlarından farklı düşünülmemiş ve özellikle Haricilikle ortaya çıktığının benimsenmiş olmasıdır.

Bu bağlamdaki görüşlere geçmeden önce, bilinmesi gereken önemli bir nokta da şudur. Bir Şii’ye göre ümmetin liderliği, tesadüfe bırakılmayacak kadar önemlidir ve Hazreti Muhammed’in nübüvvet çizgisini devam ettirmek üzere, özel olarak Hz.Ali’yi tayin ettiğine inanılır. Bu bağlamda Sünnilere ait olan icma prensibi -‘’Benim ümmetim yanlışta birleşmez (H.Ş.)’’- Şiilikte reddedilmiştir. Çünkü Şiilere göre, böyle hayati meselelerde bir ilahi müdahaleye ihtiyaç vardır.[18]Caferi ise “The Origins and Early Development of Shi’a” adlı kitabında şu ifadelere yer vermektedir: Hazreti Ebu Bekir’in 632’de Hazreti Ali yerine halife olarak atanması, açıkça Hazreti Muhammed’in kabilesi Haşimi’ye verilmiş, ilahi vahye dayanması mümkün olan birine karşılık, bütünüyle beşer olan bir adayın tercih edilmesi şeklindedir. Ona göre, Hazreti Peygamber’in torunu olan birinin Yezid’in halifeliğini kabul etmesi zaten düşünülemezdi.[19]

Nebi’nin vefatı sonrası Şiiliğin yayılımına inanan bir diğer zat ise; İbn Nedim’dir. Ona göre: Hazreti Ali, Talha, Zübeyr ve Aişe’nin arasındaki mücadele ile ortaya çıkmaktadır. Bir başka görüşte ise Mısırlı yazar Ahmed Emin Fecr ül-İslam adlı eserinde: ‘Nebi vefat ettikten sonra bazı topluluklar, Peygambere halef olmaya en layık olan O’nun ehli beytidir, görüşünü ortaya attıkları zaman bu, Şia’nın ilk nüvesi olmuştur.’[20]der. (Birinci bölümün sonu) – İkinci bölüm için tıklayınız.

.

Niyazi Okan ÇELEBİ

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.


[1] Yrd.Doç.Dr. ECER, Ahmet Vehbi,Şia ve Doğuşu, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:1sy.131-141,Erciyes Üniversitesi,Kayseri-1983

[2] Taflıoğlu,M.Serkan, Humeyni İran İslam Devrimi Şah Nasıl Mat Oldu,Ankara-2010

[3] Taflıoğlu,M.Serkan, Humeyni İran İslam Devrimi Şah Nasıl Mat Oldu,Ankara-2010

[4] Yrd.Doç.Dr. ECER,, Ahmet Vehbi, Şia ve Doğuşu, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:1 sy,131-141,Erciyes Üniversitesi,Kayseri-1983

[5] TAFLIOĞLU,M.Serkan, Humeyni İran İslam Devrimi Şah Nasıl Mat Oldu,Ankara-2010

[6] Aynı eser

[7]BOZGEYİK, Burhan, Bütün Cepheleriyle İran Meselesi, Yeni Asya Yayınları,İstanbul,1981

[8] Yrd.Doç.Dr. ECER, Ahmet Vehbi,Şia ve Doğuşu, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:1sy.131-141,Erciyes Üniversitesi,Kayseri-1983

[9] Aynı eser

[10] Aynı eser

[11] Yrd.Doç.Dr. ECER, Ahmet Vehbi,Şia ve Doğuşu, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:1sy.131-141,Erciyes Üniversitesi,Kayseri-1983

[12] Aynı eser

[13] Yrd.Doç.Dr. ECER, Ahmet Vehbi,Şia ve Doğuşu, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:1sy.131-141,Erciyes Üniversitesi,Kayseri-1983

[14]Aynı eser

[15]Aynı eser

[16]Aynı eser

[17]Gadir-i Hum Olayı Nedir, Ehl-i Beyt Kültür ve Dayanışma Vakfı ’’EHDAV’’, 28 Ocak 2005

[18] Keneş, Bülent, İran Siyasetinin İç Yüzü, sy. 34, İstanbul, 2013

[19] Keneş, Bülent, İran Siyasetinin İç Yüzü, sy. 28, İstanbul, 2013

[20] Yrd.Doç.Dr. ECER, Ahmet Vehbi,Şia ve Doğuşu, İlahiyat Fakültesi Dergisi,Sayı:1sy.131-141,Erciyes Üniversitesi,Kayseri-1983

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: