Efe ERDEM
13 sene önce bu tarihlerde (19-22 Aralık 2000) gerçekleştirilen Tufan Operasyonu’nu, nam-ı diğer Hayata Dönüş Operasyonu’nu hatırlayanlar vardır muhakkak. 20 cezaevinde birden gerçekleştirilen ve 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan bu operasyon, kolay unutulacak bir hadise değildi. Operasyonda aşırı gaz bombası kullanılması sonucunda, bazı mahkûmların gaz zehirlenmesi ve çıkan yangınlarda yanarak öldüğü gerçeğini göz ardı etmeden, özellikle Bayrampaşa Cezaevi’ni ele alırsak; yıllardır arama ve denetim yapılamayan, içeride her türlü cep telefonu, silah, uyuşturucu vs. ticaretinin gözler önünde yapıldığı, cinayet ve rehin almalarla gündeme gelen, mafyanın ve mahkûmun idareyi ve güvenlik personelini parmağında oynattığı neredeyse devlet otoritesinin sıfıra indiği bir ortamda bu operasyonlar gerçekleştirilmiştir.
Operasyon ile genel olarak infaz rejiminin değiştirilerek, geniş koğuşlara ve ortak kullanım alanlarının topluca kullanılabildiği (E-tipi vb.) cezaevlerinin, ortaya çıkan denetim sorunları ve devlet otoritesinin sağlanamaması nedeniyle değiştirilmek istenilmişti. Yüksek güvenlikli ve 1-3 kişilik koğuşlara sahip olan ve devlete karşı işlenen suçlar ile organize suçlardan dolayı tutuklananların kalacağı F tipi; güvenlikli ve 1, 3, 7 ve 8 kişilik koğuşların bulunduğu ve ortak alanların ayrı olduğu L ve T tipi gibi cezaevlerine geçilmek istenilmekteydi. Amaç, cezaevlerinde devlet otoritesinin sağlanmasıydı ve sağlandı da. Bu nedenle de yıllar sonra F tipi cezaevi mimarlarından olan, zamanın Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürü Ali Suat Ertosun’a Cumhurbaşkanlığınca Üstün Hizmet Madalyası verildi.
Ancak aradan geçen yıllara rağmen, cezaevlerinde kapasite sorunu henüz çözülebilmiş değildir. F tipi cezaevleri planlandığı gibi kullanılsa da diğer tip cezaevleri maalesef planlandığı gibi kullanılamamakta ve 7 kişinin kalması gereken koğuşlarda 28, hatta daha fazla kişinin kaldığı görülmektedir. İnfaz rejimimizin tam olarak gerçekleştirilemeyeceği bazı eski tip cezaevleri de bu sebeple hala kullanılmaktadır. Önümüzdeki yıllarda infaz rejimine uygun tiplerde yeni cezaevi kampüsleri ve cezaevleri açarak kapasite sorununu çözmek ve uygun olmayan eski tip yapıları da kapatma yoluna gitmek, Adalet Bakanlığının en önemli hedeflerindendir.
Yürürlükteki 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanunun genel amacı; hükümlüler arasında ırk, dil, din vs. ayrımı yapılmaksızın infazın gerçekleştirilmesini sağlamak, hükümlünün yeniden suç işlemesini engellemek, toplumu suça karşı korumak ve hükümlüyü sosyalleşmeye teşvik ederek üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı sorumluluk bilinci taşıyan bir birey haline getirebilmektir.
Yürürlükteki mevzuata göre mahkûmlar, suçlarına ve davranışlarına göre sınıflandırılmakta, imkânlar dâhilindeki aktivitelerle sosyalleşmeleri ve cezaevi psikolojinden olabildiğince az etkilenmeleri amaçlanmaktadır. İlgili mevzuatta mahkûmlara birçok hak tanınmış olup son düzenlemelerle denetimde serbestliğin kapsamı artırılarak, bu haktan daha fazla mahkûmun yararlanması sağlanmış, hatta mahkûmların kısa süreli bazı cezalarda cezaevine girmeden kamu yararına çalıştırılarak cezasını çekmesi sağlanmış, kapalı ve açık görüş dışında 24 saate kadar eş veya aile görüşü de yaptırılmaya başlanmıştır.
İnfaz sistemi, ödül ve ceza üzerine kuruludur. Mahkûmlara verilen birçok hak sağlanmakta ancak gerçekleştirdikleri suç eylemleri ve kötü davranışları için de bazı haklardan yoksun bırakılmaktadırlar. Disiplin cezaları, kanunda belirlenmiş olup bu cezalar; kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkonulma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakılma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlanma, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakılma ve hücreye konma olup; toplu, bedensel, zalimane, insanlık dışı veya küçültücü cezalar verilememektedir.
İnfaz sistemimiz, her ne kadar bireyin topluma faydalı bir birey haline getirilip kazanılmasını amaçlasa da, sistemin %100 başarılı olma şansı yoktur. İnsanlarla iç içe icra edilen meslekler, zordur. Hele bir de hürriyetinden yoksun bırakılmış ve bazı psikolojik sorunları bulunan insanlarla uğraşmanın zorluğunu siz düşünün. Bu yüzden infaz sistemimizin de çare olamadığı bazı durumlar vardır.
Öncelikle mevzuatta anayasal düzene ve devletin güvenliğine karşı işlenen suçlar haricinde, ömür boyu hapis cezası yoktur. Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet, ağırlaştırılmış müebbet, birden fazla müebbet, müebbet ve süreli hapis cezalarının Kanunda belirtilen maksimum sürelerini yatan kişi, koşullu salıverilir.
Birden fazla ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan bir mahkûmun yatacağı süre; örgütlü suçlar kapsamındaysa 40, değilse 36 yıldır. Artık bu mahkûm, içeride kaç kişi daha öldürürse öldürsün, yatacağı süre uzamaz. Yine süreli hapis cezaları toplamı; örgütlüyse 32, değilse 28 yıl olan bir mahkûm, içeride hırsızlık da yapsa başka süreli bir suç da işlese, yatacağı süre uzamaz. Ayrıca ücretli işte çalışmayan, telefon hakkını kullanmayan ve ziyaretçisi gelmeyen bir mahkûm için; disiplin cezalarının pek bir önemi yoktur. Suçu ve kötü davranışı alışkanlık haline getirmiş bir mahkûma verilebilecek en büyük ceza, en fazla yirmi gün hücrede tutma ve başka bir cezaevine nakildir. Nihayetinde mahkûmiyet hayatı boyunca cezaevi gezer, başka bir yaptırıma tabi olmaz.
Bu nedenle de mahkûmların rehabilite edilerek topluma kazandırılması, her zaman mümkün olamamaktadır. Zira sistemin açıklarını iyi bilen bazı mahkûmlar, kendilerini faydalı bir birey haline getirmek için bir zorunluluk görmemektedirler.
.
Efe ERDEM
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.