Twitter Facebook Linkedin Youtube

ORTADOĞU’DA REFORM-GELENEK ÇATIŞMASI

Burhanettin TOKKAL

Burhanettin TOKKAL

Osmanlı İmparatorluğu, 400 yıl boyunca Ortadoğu’da İslam adına hüküm sürdü (16.yy-20.yy). İslam adına Ortadoğu’da hüküm sürmesinin başlangıcı, 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Abbasi Halifesi’nden “Mekke ve Medine’nin muhafazası” görevini devralmasıyla başladı. Böylece milyonlarca Müslüman, Osmanlı Sultanını halife olarak kabul etti.

Osmanlılar, gelecekteki Ortadoğulu yöneticiler gibi etnik köken üzerinden hâkimiyet kurmaya çalışmadılar. Bunun doğal bir sonucu olarak da Ortadoğu’da uzun süre iktidarda kaldılar.

Osmanlılar başkalarının etnik köken ve dinine hoşgörülüydüler. Hoşgörü, hem dini bir hüküm, hem de onların siyasal yaşamlarının bir parçası idi. Bunun açık bir göstergesi de Osmanlı İmparatorluğu’nda 1893yılında yapılan nüfus sayımlarına göre; nüfusun sadece yarısının Müslüman olduğu gerçeğidir.

Güçlü etnik bir ideolojisi olamayan böyle bir yönetim, Ortadoğulu aydınlara çekici geliyor. Çünkü onlar, artık din-milliyetçilik karışımı yükten bıkmış bulunuyorlar. Etnik milliyetçilikle bir yere varılamayacağını son zamanlarda tamamen olmasa da yer yer anlamış durumdalar.

Ortadoğu imajının yukarıda çizilen tarihi gerçeklik dışında kalan Batı algısı ise; içki içtiği için kırbaçlanmak zorunda kalan insanlar, Şeriat yasalarının sert uygulamalarına maruz kalan çocuklar vb. görüntülerdir. Tabi bu imajın en önemli sebebi, 20.yy’da yaşanan olaylardır. Bu olaylar, Ortadoğu’nun Batı nezdinde böyle sert bir imaja sahip olmasına katkıda bulundu. Bu imajın bir sosyal mühendislikle oluşturulup oluşturulmadığı, ayrı bir tartışma konusudur. Fakat Batılı devletler, kendi halklarına bunu nasıl göstermek istiyorsa öylece medyayı yönlendirerek gösterdikleri, su götürmez gerçekler arasında sayılabilmektedir. Bunun en bariz örneklerinden olan Batıdaki İslamafobi hareketinin amacının; tüm Ortadoğu’yu hatta tüm İslam alemini terörist olarak yaftalamak olduğu, objektif Batılı yazarlar tarafından da onaylanmaktadır. Ayrıca bu yazarlar, Ortadoğu’nun böylesine sert algılanışını, bu bölgenin değişken ve karmaşık olan gerçeklerine zarar verecek şekilde, basitleştirilmiş ve genelleştirilmiş bir perspektif olduğunu da söylemektedirler.

Dünyanın diğer yerlerindeki girişimlerle kıyaslandığında, Ortadoğu toplumlarının geçmişle bağını sürdürdüğüne dair diğer bir örnek de; Osmanlı ve Arap aydınlarının din ve felsefe ile ilişkilerinde açık şekilde görülüyor. Ortadoğu toplumları, doğrudan Batılıların egemenliğine girdiğinde din, bir direniş aracı oldu ve Batılıların sömürgeci yaklaşımlarından kurtulma reçetesi, dini değerler bağlamında oluşturulmaya çalışıldı. Bunun sonucunda da Avrupa nazarında Ortadoğu’nun dini değerleri, tehditkâr bir unsur olarak görüldü.

Ortadoğu toplumları ve aydınları, Batı sömürgeciliğiyle baş etmenin en iyi yolunu İslami anlayışı yeniden gözden geçirmekte buldu. Dinin yorumlanması, günlük yaşamdan, dinin özüne kadar birçok konuyu kapsıyordu. Seçkinler, bunu reform adı altında uygularken; halk, değişen dünyada ayakta kalmanın bir gereği olarak reforma direndi. Bu sadece Osmanlı İmparatorluğu için değil, 20.yy başındaki İran için de geçerliydi. Ve âlimler, din ve yöneticilikle ilgili bilgi kuramına yeniden değer biçmek için aynı yönde hareket ettiler. Bu girişimler, reform adı altında insanların günlük hayatıyla oynanmak için kullanıldı.

Devletler, görünüşte tepeden inme biçimde laikleşti. Ancak toplumlar, bunun kendilerinin aleyhine olduğunu düşünüyorlardı. Bu reformist yaklaşımlar karşısında dini liderler, İslami değerler olmazsa Osmanlı İmparatorluğu’nun ve İran’ın Batı ve Avrupa tarafından yok edileceğine inanıyorlardı. Böyle düşünen idareciler de bu görüşün kahramanı haline geldiler.

Bu söylemler, toplumu laikleştirme konusunda radikal davranan yöneticilerle, İslam yasalarını uygulamak isteyenler arasında yarış halini alan siyasi eylemlere dönüştü. Bu yarış, günümüzde de devam etmekte ve Arap Baharı’yla birlikte Ortadoğu’da reformist yaklaşımcı aktörlerin durumlarında olduğu gibi bazı değişiklikler meydana gelmektedir. Özellikle Tunus’ta, bu açık bir şekilde gözlenen ilk hareket oldu. Kamuoyu baskısıyla diktatör, ülkeyi terk etmek zorunda kaldı ve Ennahda hareketi, siyasi bir aktör haline gelmeye başladı. Değişim, aynı şekilde Mısır’da da gözlemlendi. Mısır diktatörü devrilip geçiş süreci tamamlandıktan sonra halk, demokratik bir seçime gitti ve cumhurbaşkanını seçti ama sürecin böyle işlemesine müdahale edilerek askeri darbe sonucu sivil yönetim askıya alındı. Burada dikkatleri çeken önemli husus; bu darbenin Mısır’da İslami hareketin lideri olan İhvan-ı Müslim’e karşı yapılan bir darbe olmasıdır ve bu da bizim için reform-gelenek çatışmasının en açık örneğini temsil etmektedir.

Ortadoğu’da meydana gelen Arap Baharı’yla birlikte tekrar gözlemlendi ki; reformcular ve gelenekçiler arasındaki çatışma, halen devam etmektedir.

Burhanettin TOKKAL

Sahipkıran AKADEMİ kategorisinde yayınlanan diğer yazılar için tıklayınız.

____________

KAYNAK:

Ilan Papie, Ortadoğu’yu Anlamak, (Çeviren: Gül Atmaca, NTV yayınları).

Sahipkıran Akademi Hakkında

Sahipkıran AKADEMİ; üniversite öğrencilerine çalışmalarını yayınlayabilecekleri bir platform sağlamak ve öğrencilerin kendilerini geliştirmelerine katkı sağlamak üzere, Merkezimiz çatısı altında yeni oluşturulmuş bir yapıdır. “Türkiye’nin geleceğinin mimarları, Sahipkıran’da buluşuyor!” sloganı ile gayretli ve üretken üniversitelileri, çalışmalarını bu platformda paylaşmaya ve SASAM’ın etkinliklerine katılmaya davet ediyoruz. Sahipkıran AKADEMİ üyeliği, tamamen gönüllülük esasına dayanmaktadır. Üye olan öğrenciler, istedikleri zaman üyelikten çıkabilmektedirler. Üye olmak veya üyelikten çıkmak için bilgi@sahipkiran.org adresine, talebinize ilişkin e-posta göndermeniz yeterlidir. Talebiniz, en geç 3 iş günü içinde sonuçlandırılacaktır.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: