16. yüzyılda İstanbul’da yaşayan Takkeci İbrahim Ağa’nın yürek yangını duasıdır; “Belki derya tutuşa!”…
Topkapı’da takke örüp satarak geçinmeye çalışan bir garip ademdir İbrahim Ağa.. Büyük hülyaları vardır; dünyasını, gücünü aşan… “Bir cami yaptıracağım buraya!” der durur. Güler herkes; “Neyle İbrahim Ağa, sen hele evini geçindir de!” derler.
Hiç aldırmaz. Her seferinde ötelerce tebessümle; “İhtimaldir padişahım, belki derya tutuşa! (Denizin yanması bile ihtimal dahilindedir)” duasıyla karşılık verir, onlara… Olmazları Olduran’a ve yüreğindeki aşka güveni tamdır çünkü…
“Deniz tutuşur mu be, sen bu kafayla daha çok sürünürsün!” diyenlere aldırmaz; “Nemrud ateşini gülistana çeviren Allah, isterse deryaları da tutuşturur” diye düşünür.
Gel zaman git zaman, İbrahim Ağa bir mübarek gece ibâdetle meşgul olurken, uykuya yenik düşer. Fakat bir süre sonra kan ter içinde uyanır. Rüyasında nur yüzlü mübarek bir zat der ki: “Bağdat’a git, orada iki salkım üzüm rızkın var, onu ye ve dön!”. Üst üste 3 kez aynı rüyayı görür. Ee, bir rüya üç kez görülür de durulur mu? “Vardır bir hikmet” deyip yola düşer İbrahim Ağa..
Aylar süren, bin bir türlü zahmetli yolculuktan sonra nihayet Bağdat’a varır ve bir hana yerleşir. Yorgun, bitkin ama ümidinden bir şey kaybetmiş değildir. Heybesindeki kurumuş ekmeği çıkarıp yemek için, hancıdan biraz su ister. Bu sırada çardaktaki asma ve asmadaki dökülmekte olan yapraklar arasındaki iki salkım üzüm gözüne takılır. Hancı su ile beraber kendisine acıyıp asmadaki iki salkım üzümü kopararak ekmeğine katık yapması için önüne koyar.
İki salkım üzüm bitince, uzun yolculuğun yorgunluğunun bir anda üzerinden kalktığını hisseder. Emri yerine getirmenin verdiği gönül rahatlığı ile geriye dönebilir artık… Bu sırada hancı, yanına gelip nereden gelip nereye gittiğini sorar. Takkeci İbrahim de saf bir şekilde anlatır rüyasını…
Daha rüyası bitmeden hancı basar kahkahayı:
– Be akılsız adam, bir rüyaya bağlanıp bunca zahmete girilir, bunca masraf yapılır mı? Bana kaç defadır rüyamda; “İstanbul’da Topkapı’da Takkeci İbrahim’in evinin bahçesindeki kuyunun yanındaki büyük taşın altında bir küp altın gömülüdür, git altınları al!” derler. Ben de; “Bu rüyadır” derim, hiç üstünde durmam. Sen ise iki salkım üzüm yemek için İstanbul’dan Bağdat’a gelmişsin. Allah akıl, fikir versin!
Takkeci İbrahim Ağa mesajı alır, hemen İstanbul’a döner ve bahçesindeki altın dolu küpü çıkarır topraktan. Kendi kendine de; “İşte derya tutuştu!” diye mırıldanır.
Bugün hâlâ Arakiyeci İbrahim Ağa Camii (Takkeci Camii yahut İbrahim Çavuş Camii olarak da bilinir) olarak anılan tarihî şaheseri inşa eder.
Öyle yanmış ki ibrahim Ağa, tutuşturmuş deryaları..
Demek ki önce yanacaksın ki, tutuşacak deryalar..
Demek ki öyle yanacaksın ki, tutuşturacak O isterse ateşleri yakmaz kılan.
Eğer imkânlarınızı, hatta dünyanızı aşan büyük hedefleriniz, kalıcı emelleriniz varsa…
Eğer sizi hedefinize ulaştırıp emellerinizi gerçekleştirecek sabra, sebata, ihlâsa, gayrete sahipseniz…
Ve eğer bu uğurda bazı çilelere, dertlere, yorgunluklara, güçlüklere, sıkıntılara katlanmayı göze alabiliyorsanız…
Rahmet tecelli eder ve hedefinize ulaştırılırsınız.
16.yy. mimari eseri olan bu yer; cami, mektep, kuyu ve sebilden meydana gelmiştir. Taş levha ve iri dikmelerle inşa edilmiş bir duvarla çevrelenmiş, üç kapılı geniş bir avlu içindedir. Kubbesi ahşaptır. Eteklerini altın yaldızlı salkımlar süslemektedir. 16.yy.’ın en güzel İznik işi örnekleriyle pencerelerin kemer tepelerine kadar bütün duvarlar çiniyle kaplanmıştır. Ayrıca ahşap üstü kalem işleri caminin girişini süslemektedir.
Cami, birkaç kez hırsızların tecavüzüne uğramış, panolardan yüzlerce kıymetli parça çalınmıştır. Bazı panolar da sökülerek alınmış ve yerlerine baskı tekniğiyle yapılmış yenileri konulmuştur. Bunlardan bazılarının Lizbon’daki Salazar Müzesi’ne hediye edildiği bilinmektedir.
Bir kısım araştırmacılar, bu caminin Mimar Sinan’ın eseri olduğunu söylese de kapının üstündeki on iki mısralık kitabeden öğrendiğimize göre cami, Mimar Sinan öldükten tam dört sene sonra yapılmıştır. Cami içindeki kitabelere göre ise kızı Ayşe, anası Emine Hatun ile oğulları Mustafa ve Halil Çavuş, İbrahim Ağa’nın hayratını kuvvetlendirmek için ilave vakıflar yaptırmışlardır.
Takyeci (Takkeci) İbrahim Camii haziresindeki Şeyh Ali Efendi’nin 1759 tarihli kabir taşından ve Hadika’daki ifadeden anlaşıldığına göre; Camii bir dönem Halvetî Tekkesi olarak da kullanılmıştır. 1830’da esaslı bir onarım görmüştür. 1985’te Vakıflar İdaresi’nin yaptığı çalışmalarda da mahfil, tavan, dikme ve kemerlerinde orijinal altın yaldızlı nakışlar bulunmuştur. Son olarak 2010 yılında İstanbul Büyük Şehir Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları devam etmektedir.
Kaynaklar:
Evim Mecmuası, 4 Temmuz 1955
İbrahim Hakkı Konyalı, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, 194-195
https://www.facebook.com/note.php?note_id=10150096568202106
Gönlüze ve kaleminize sağlık Elif hanım .
O anlayışa nasıl yorum yapılabilir ki? anlamak için göz lazım akıl , nizam lazım o zatlar olmuş veli.. bizler kiiim onları anlamak kiiim. :))