Türkiye ile Arap dünyası arasındaki ilişkilerin seyri son dönem gelişmeler açısından önem arz ediyor. Suriye’ye yönelik askeri müdahale olasılığının oldukça zayıf bir ihtimal haline gelmesi Türkiye’nin pozisyonunu nasıl etkileyecektir? Esed yönetiminin mutlak surette devrilmesi üzerine kurulu bir siyasetten geri dönüş mümkün olabilecek mi? Türkiye’nin karadan Ortadoğu coğrafyasına açılan kapısı konumundaki Suriye ile geliştireceği ilişkiler Ortadoğu’nun geneli üzerindeki ilişkileri için de belirleyici olacaktır.
İktisadi anlamda Arap dünyası ile sıkı işbirliği içinde olunması Türkiye için büyük önemi haiz. Bunun farkında olan Ekonomi Bakanlığı, Türk-Arap Ekonomi, Ticaret ve Yatırım Bakanları 1.Toplantısını, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın başkanlığında Mersin ilinde 24-25 Eylül 2013 tarihlerinde gerçekleştirdi. 21 üyeli Arap Ligi’ndeki 14 farklı ülkenin bakanlarının katıldığı toplantıda, ülkeler arasındaki işbirliklerinin güçlendirilmesi amacıyla çalışmalar ve değerlendirmeler yapıldı.
Toplantıda Zafer Çağlayan, Arap ülkelerinin 2,7 trilyon dolar milli gelirleri, 2 trilyon doları aşan dış ticaretleri, 400 milyona yaklaşan nüfusları ile dünyanın en önemli ekonomi merkezlerinden birini temsil ettiğini, Türkiye-Arap ülkeleri arasında 2002’de 5 miyar dolar olan ticaret hacminin, 2012’de 11 kat artarak 55 milyar dolara yükseldiğini, Türkiye’nin 2012’de 152,5 milyar dolarlık ihracatının yaklaşık 4’te 1’ini yani 36,2 milyar dolarını Arap ülkelerine yaptığını, ithalatın ise 19 milyar dolarlık rakamla 2012 toplam ithalatının yüzde 8’ine karşılık geldiğini ifade etmiştir. (1)
Arap Ligi Ekonomik İşlerden Sorumlu Genel Sekreter Yardımcısı Dr. Mohammed Tiwijri ise Uluslararası Mersin Limanı’nın (MIP) ülke ticaretine büyük katkılar verdiğini belirterek, kısa bir zaman sonra ortak pazara geçeceklerini, serbest ticaret alanını bu yıl gerçekleştireceklerini, gümrük tarifeleri konusunda gelecek yıl tamamen bir çözüme varıp gümrükleri kaldırmış olacaklarını, Arap ülkeleri arasındaki duvarı kaldırıp ekonomiyi güçlendireceklerini dile getirmiştir. (2)
18 Arap ülkesinden 14 bakan Mersin’de son derece olumlu sinyaller verirken Mısır gibi Arap coğrafyasının bir lider ülkesinden pek de olumlu sinyaller gelmemektedir. Mersin’deki toplantıya iştirak etmedikleri gibi Türkiye-Mısır ilişkilerine halel getirebilecek eylem ve söylemler geliştirdikleri görülüyor. Türkiye Cumhuriyeti Hükümetinin Mısır’a hediye ettiği çöp kamyonlarının üzerinde yer alan Türk bayraklarının silinmiş hâldeki resimleri sosyal paylaşım sitelerinde dolaşmaktadır. Geçen mayıs ayında iki ülke hükümetleri arasında imzalanan protokol gereği Türk hükümeti, çöp sorunun çözümüne katkı vermek üzere Mısır’a 150 adet çöp kamyonu hibe etmişti. Türkiye, ayrıca bir yıl boyunca araçların bakımını da üstlenmişti. Bir yıllık sürenin bitiminden sonra da bakım yapacak olan Mısırlı personele eğitim işini de Türkiye yükümlenmişti. Ancak geçtiğimiz günlerde çöp kamyonlarından birisinin üzerindeki Türk bayrağı silindi ve üzerine Temizlik İşleri Müdürlüğünün “Kahire’yi Güzelleştirme” yazan arması konuldu.
Mısır’da Türk dizilerinin boykot edilmesinin ardından Mısır Ticaret Odası, Türk mallarını boykot etme kararı aldığını duyurdu. Boykot çağrısı, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın Rabiat ül Adeviye meydanındaki göstericilerine destek vermek için dört parmağını göstermesi üzerine Mısır’da darbe yanlısı halkın tepki göstermesi sonucunda gerçekleşti. Ayrıca, Türkiye’ye seyahatlerin boykot edilmesi, Türkiye’ye yapılan seyahatlerin durdurulması için çağrılar da yapıldı. (3)
Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın El Ezher Şeyhi’ne yönelttiği eleştirilerin ardından, kendisine karşı yapılan eleştirilerin de dozunun arttığı görülüyor. Sayın Erdoğan’ın El Ezher Şeyhi’ne yönelik açıklamalarının Mısırlılar tarafından, Mısır’a yapılan bir hakaret olarak değerlendirildiği anlaşılıyor. İhvan döneminde iki ülke arasında ekonomi, eğitim ve sağlık alanlarında olmak üzere toplam 27 işbirliği anlaşması imzalanmıştı. Geçen yıl, Türkiye ile Mısır arasındaki ticaret hacmi 5 milyar dolara ulaştı. Bunun 3,5 milyarı Türkiye’nin, 1,5 milyarı da Mısır’ın ihracatı. Mısır’da yatırım tutarı 1,5 milyara ulaşan 280’dan fazla Türk şirketi çalışmakta. Bu şirketler Mısır tekstil sektörünün yüzde 49,4’ünü elinde bulunduruyor. Türk şirketlerin ulaştıkları bu oran, bazı Mısırlı yatırımcıların, Türklerin bu alanda monopol haline geldiklerini düşünmelerine neden oluyor. Aynı zamanda Mısırlı demir yatırımcıları da, Türkiye’ye göre daha ucuz olan Mısır işgücünden ve Mısır’ın Avrupa Birliği ile yaptığı anlaşmadan yararlanan Türk şirketleri ile rekabet edememekten şikâyet ediyor.(4)
Diğer taraftan BM Genel Kurulunun 68. dönem toplantılarına katılmak için New York’ta bulunan Mısır Dışişleri Bakanı Nebil Fehmi, El Hayat gazetesine verdiği demeçte, Mısır’ın dış politikasıyla ilgili eğilim ve değişmezleri hakkında bilgilere verdi. Fehmi, Mısır’ın bölgedeki rolü ve ülke içerisindeki durumla ilgili bölgesel ve uluslararası taraflara çok açık mesajlar yolladı. Üçüncü mesajı ise Türkiye’ye yönelikti. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ı, Mısır’ın iç işlerine diplomatik olmayan bir üslupla müdahale etmekle suçladı. Fehmi, gazeteye verdiği demeçte konuyla ilgili olarak “Mısır’a yönelik bu son tavır nedeniyle Ankara ile ilişkileri kesme yönünde Mısır halkının güçlü bir baskısı var. Mısır’ın Ankara Büyükelçisi, bu nedenle Ankara’daki görevine henüz dönmedi.” şeklinde konuştu. (5)
Arap dünyasının lider ülkesi Mısır ile Türkiye’nin ilişkileri daha öncesinden olduğu gibi yine güçlüdür. Çünkü iki ülkeyi bir araya getiren ortak medeniyet, tarih, siyaset ve kültür bağları güçlü bir şekilde kendini korumaktadır.
Uluslararası arenada Türk hükümetinin, mümkün olan her şekilde Esed hükümetinin devrilmesi yönünde çaba harcadığı şeklinde genel bir kanaat mevcut. Bölgede ABD politikalarını doğrudan destekleyen bir pozisyonda durmaktadır. Başbakan Erdoğan, Esad hükümetinin devrilmesinin ne pahasına olursa olsun bölgenin siyasi dengelerinde Türkiye’nin gücünü arttıracağını düşünüyor. Ancak gelinen noktada hesaplamada bir yanlışlık olduğu gözlemleniyor. Türkiye, sıfır sorun politikası sonucunda bütünüyle sorunlu bir ortamda kendisini buluyor. Bu durumu ise yerli ve yabancılara anlatmakta oldukça zorlanıyor.
Obama’nın Suriye savaşından kısmen de olsa geri çekilmesi karşısında Ankara ve tabii ki Suudi ve Katarlı yetkililerin çok şaşırdığına tanık olundu. Türkiye’nin Beşşar Esed’in terörist ilan ettiği tekfirci grupları, Özgür Suriye Ordusu olarak değerlendirip desteklemesinin sonuçları henüz görülmedi. Ancak küçükten kendisini hissettirmeye başladı.
Eski Dışişleri Bakanı ve AK Parti eski milletvekillerinden Yaşar Yakış, Türk hükümetinin Şam konusundaki politikalarını eleştirerek Türkiye’nin Suriye ile ilgili tutumunu yeniden gözden geçirme ve radikal gruplara verdiği desteği kesme zamanının geldiğini belirtmektedir. Yakış “Suriye’de El Kaide’ye bağlı radikal gruplar şekillendiği zaman Batılı ülkeler bu grupları terör listesine aldı. Ancak Türkiye bunları destekledi. Ankara başından itibaren tehlikelere aldırış etmeden Suriye’deki bu radikal grupları destekledi. Hâlbuki bu gruplar üzerinde herhangi bir kontrolü yok. Mevcut şartlara bakıldığında Türk hükümetinin, Suriye hükümeti ile ilgili tutumunu yeniden gözden geçirmesi gerekir.” dedi. Yaşar Yakış’ın bu görüşlerini destekler şekilde Suriye’nin kuzeydoğusundaki Kürt kaynaklar, Türk Ordusunun El Nusra Cephesini desteklemek için sınır noktalarındaki Kürt mevzilerine saldırdığını duyurdu. ABD ile paralel hareket eden Türkiye, Esed muhaliflerini destekleyerek bu ülkenin geleceğinde kendine sağlam bir yer edinmek için komşuluk ilişkileri ve uluslararası yasaları çok fazla içselleştirmeden hareket ettiği ifade ediliyor. Ortadoğu’daki gelişmeler Türkiye’nin düşündüğü gibi hızlı bir şekilde sonuca gitseydi Türkiye, bu bölgenin en büyük kazananı olurdu. Ancak Türkiye’nin hesaplarının Suriye konusunda tutmadığı aşikâr iken Suriye’de krizi radikalleştirme konusunda bir faktör konumuna geldiği görülüyor.(6)
Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ün, New York’taki açıklamaları ve cihatçı grupların Türkiye sınırına yaklaşmasından ve radikallerin Suriye’den Türkiye’ye sızmasından duyduğu endişeyi dile getirmesi, Türkiye’yi yönetenlerin soruna bakış açılarındaki farklılığı göstermektedir. Özgür Suriye Ordusu diye desteklenen kitlelerin bir gün Türkiye’ye karşı da bir tehdit olabileceklerinin göz önünden uzak tutulmaması gerekiyor.(7)
Türkiye’nin Arap dünyası ile ilişkilerinde geliştirilen politikalarda yeknesaklığın sağlanamadığı görülüyor. Arap coğrafyalarındaki yönetici elitlerin ve bürokratik kitlelerin laik ulusalcılardan kurulu olması, iktidarlar değişse bile Türkiye ile kurdukları ilişkilerde eski refleksler ile hareket edeceklerinin kanıtı gibi duruyor. İhvan-ı Müslimin gibi AK Parti hükümeti ile sıcak ilişkiler kurmaya istekli bir iktidarın bürokratları Mübarek döneminin bürokratlarıydı. İktidarın değişmesi ilişkilerin hemen değişmesi sonucunu doğurmuyor ne yazık ki. İhvan tarzı bütün Arap iktidarları benzer şekilde laik ulusalcı bir bürokrat kitle ile çalışmak zorundalar. Bu da onların hareket serbestîlerini büyük ölçüde kısıtlıyor. Bu durumda Türkiye’nin hangi partinin iktidarda olduğuna bakmaksın ve önemsemeksizin, muhatap Arap devletini hedef alarak politika üretmesinde yarar bulunmaktadır. Muhatap hükümetteki parti değil, Arap devleti olursa daha sorunsuz bir ilişkiler manzumesi geliştirmek mümkün olabilir.
Cesurhan TAŞ – @cesurhan33 – cesurhan@sahipkiran.org
YAZARIN DİĞER YAZILARI İÇİN TIKLAYINIZ
KAYNAKÇA:
1-http://www.icisleri.gov.tr/default.icisleri_2.aspx?id=8733.25.09.2013
2-Muhammed Şeyh Yusuf, Karşılıklı Ticaretin Kolaylaştırılması İçin Türkler İle Araplar Anlaştı, El Kuds El Arabi, 26.09.2013
3-El Ahram,Mısır,Kahire,26.09.2013
4-Dina Salah, Erdoğan’ın Hediye Ettiği Çöp Kamyonlarının Üzerindeki Türk Bayrağı Silindi Mısır,Kahire,El Şuruk 25.09.2013
5-El Yevm El Sabea,Kahire,Mısır,25.09.2013
6-Hüseyin Yari, Türk Hükûmeti, Radikal Grupları Desteklemeyi Sürdürüyor Resalet,İran,26.09.2013
7-Muhriz El Ali, Erdoğan Terörünün Yankıları El Tavra, Suriye, 25 Eylül 2013
Cesur kardeşimize değerli tespitleri için teşekkür ediyorum.Aydınlandık.Mısır özelinde ve ordadoğu genelinde geliştirilecek politikalar bağlamında görünen hükümetler yerine birinci dünya savaşından bu yana uzun yılların birikimi sonucu ortaya çıkan bürokratik yapılarla ilişki kurmanın daha gerçekçi bir yaklaşım tarzı olacağını düşünüyorum.Çünkü bu coğrafya demokrasilerin gelişip serpildiği bir coğrafya değil.Tek dize olmayan halklar üzerinden kurulacak ilişkiler daha kırılgan bir yapıya sahip.Buralarda hüküm süren oligarşik yapılar demokratikleşmedikçe onların yönettiği halklarla kurulacak ilişkilerin fazla bir ömrü yok.Bu ülkelerin gelişen ve dışarı açılan ekonomileri aracılığıyla demokratikleşmesini ümit etmekten başka bir şey elden gelmiyor. Cesur kardeşimizin değindiği gibi dikkatli olmak gerekiyor.
”Kan tutar doku tutmaz der ” bir eski veciz söz.Orta Doğu toplumları ve o toplumların oluşturduğu DEVLET gelenekleri ile biz ‘TÜRKLER’ in bir doku uyuşmazlığı var. Bu toplumlarla DİPLOMATİK ilişki harici ilişki kurmak sosyal DOKU’ya zarar verir. Yaşar YAKIŞ bey’e hak veriyorum.Beşyüz bin kişilik MÜLTECİ şuan ülkemizde GÖÇ MÜLTECİ politikası var mı Ülkemizin Yaşar YAKIŞ bey’in Bu konuda görüşü var mıdır?
Cesurhan üstad, çok iyi bir noktaya parmak basmışsınız.Mezhep eksenli politikaların sonu maalesef hüsran olacaktır.