Twitter Facebook Linkedin Youtube

ÖZGÜRLÜĞÜN SOSYOLOJİK İMKANI

Özkan ÇAĞLAR

Özkan ÇAĞLAR

Irkınız, cinsiyetiniz, etnik grubunuz, derinizin rengi ve hatta inancınız yüzünden özgürlüğünüz engellenebilir (başınız kapalı ise “özgür bir kız!” gelip özgürlüğünü kullanarak “siyasi tercih imgesi” diye sizi bulunduğunuz yerde istemeyip ODTÜ’de ya da “ikna odaları”nda bir güzel ikna etmeye çabalayabilir. Neden? Onların gözünde başörtünüzü takarken özgür irade sahibi değilsinizdir, ama ikna edilmeye çalışılırken özgür iradeniz birden oluşuverir).

*****

Bizim köy vardı ya uzaklarda, ben gittim

Bir soru vardı ya cevapsız akıllarda, ben bildim

Dünya çizgi çizgi değilmiş, öyle değilmiş, ben gördüm

Ermiş deme, değilim; gezgin deme, değilim; ben özgürüm, sadece özgürüm

Benim hem yollarım hem sözlerim hem de konuşan gözlerim var

Hürüm

Özel olduğumdan değil çekip gittimden değil, dedim ya ben özgürüm

Benim hem yollarım hem sözlerim hem de konuşan gözlerim var

Hürüm

Özel olduğumdan değil çekip gittimden değil dedim ya ben özgürüm

Ben özgürüm

Ben özgürüm

Nil Karaibrahimgil

Son dönemlerde izlediğimiz dizi ve filmlerin temel konularından birisi, özgürlük mücadelesi. Hiç şüphesiz geçmiş yüzyıllara oranla daha fazla özgürüz ya da öyle zannediyoruz. Ancak bir yerde bir şeyler fazlaca dillendirilmeye başlanıyorsa altından bir ideolojinin kokusunu almaya başlıyorsunuz.

Süleyman Bey her ne kadar da yazı yazma konusunda bizi “motive etse” ve “Özkan Bey, yeni yazı yok mu?” diye hatırlatsa da bu yazıyı yazıp yazmamak benim seçimim. Oturup arkadaşlarımla sohbet etmeyi, ya da televizyonda neler var diye görmeyi tercih edebilirim. Şüphesiz benim bu eylemim, mevcut diğer alternatifler arasından bir tercihin ürünü. Bir karar verdim, bir tercih ve seçme işine soyundum. Öyleyse özgürlük; olası alternatifler arasından bana uygun geleni “seçme” ve “karar verme”dir diyebilirim.

Bir şeyi, diğer bir şeye tercih ediyorsam; örneğin trafikte kırmızı ışıkta geçmeyi, beklemeye tercih ediyorsam, bunun bir “sorumluluğu” olmalıdır. Kırmızı ışıkta geçtiysem bir süre sonra arkamdan yüklü bir cezanın gelmesine hazır olmalıyım. Çünkü “Kırmızı ışıkta geçmenin benim kararımın ürünü olduğu ve bunun da bir sonucu olacağı” bana söylenmiştir. Geçip geçmeme konusunda özgürümdür. Ve özgürlük de böylece daha fazla “sorumluluk” almayı beraberinde getirir. Bu ise, “ceza” kavramını gündeme getirir. İlginçtir ki özgürlüğü, bunun tam da karşıtı olan bir kavramla, yani ceza kavramıyla koyun koyuna aynı yatakta yatarken bulursunuz. Bu da toplumsal yaşam içerisinde düzenin var olabilmesi için “sınır”ın varlığına paradoksal olarak işaret eder.

“Sınır” kavramı bana hep “Ekonomi; sınırlı ve kıt kaynakların sınırsız insan ihtiyaçlarını karşılamakta…” diye devam eden tanımı hatırlatır. Bu yaklaşım, bizi özgürlüğü bir meta gibi algılama noktasına götürür ki bu pek de doğru olmaz. Ancak şu da doğrudur ki başka insanlar da benim gibi aynı amaçlar uğrunda mücadele ederler. Bazıları ulaşırken bazıları da bu amaçlara ulaşamazlar. Çünkü kıt kaynaklara karşılık, sınırsız insan ihtiyacı vardır. Şu halde tek başına benim çabam, bir anlam ifade etmeyecektir. Zira aynı kıt kaynaklara ulaşmaya çalışan başka insanlar da bulunmakta. Örneğin üniversitelere alınmak üzere akademik personel ilanı verilir. Başvuran adayların her biri, belirlenen kriterlere uygundur. Ancak bir de farkederim ki, akademik personel ilanı verenlerin alacakları kişilerin neredeyse boy ve kilo özelliklerine varana kadar herşeyleri tanımlanmış. Siz de “Aaa bu ilan tam da kapıda bekleyen adamı anlatmış.” dersiniz. Bir oyun oynanır ve kuralları da oyunu kuranlar koyar. Son söz, onlarındır. “Takdir hak”larını, kendi seçme ve karar verme özgürlüklerini kullanarak alternatif adaylar arasından bir tercih yaparlar. Benim akıbetim onların seçme özgürlüğüne “bağımlı” oluverir. Soğuk sıcağın ne kadar karşıtıysa, “belirsizlik” içinde debelenip dururken başkalarının tercihine bağımlı olmak da o kadar özgürlüğün karşıtıdır. Başkalarının seçimlerine ve kararlarına bağımlı olduğunuzu “zarif!” bir şekilde anlatırlar ve “Özel olduğumdan değil çekip gittiğimden değil, dedim ya ben özgürüm” demenizin, fanteziden başka bir anlamı kalmaz.

Özgür olmam, kararlarımı kendi başıma almam ya da tercih yapabilmem, yeterli midir? Buna da maalesef “yeterli değildir” diyeceğiz. Çünkü tercihlerimizi hayata geçirebilmek için uygun araçlara ihtiyaç duyarız. İstediğiniz modeldeki bir arabayı tercih edersiniz, ancak bunun için aylık gelirinizden çok fazla olan paraya ihtiyacınız vardır. Tabi hayırlı olsun diyene para vermek gibi bir adetiniz de varsa küçük bir miktar ayırmanız gerekir. Cebinizde hiç para kalmadığını bilmeyen birileri çıkıp “Ben vermeyecek kadar öküz değilim” diyerek başkalarının yanında sizi yerin dibine de geçirebilir. Üstelik bunu da edep, örf adına yapar. Kendi söz söyleme özgürlüğünü, tepe tepe kullanırken bir de bakmışsınız sizin özgürlüğünüzün yerinde yeller esiyor. Neredesin ey özgürlük? Yoksa seninle aynı semtte oturmuyor muyuz biz?

Demek ki Özgür Kız Nil Karaibrahimgil’in “Ben özgürüm” demesiyle bitmiyor iş. Seçme özgürlüğüm vardır, ancak seçimlerimin hayata geçme özgürlüğü her zaman yoktur. Bunun için, özgür iradeden başka kaynaklara da ihtiyaç duyarım.

Irkınız, cinsiyetiniz, etnik grubunuz, derinizin rengi ve hatta inancınız yüzünden özgürlüğünüz engellenebilir (başınız kapalı ise “özgür bir kız!” gelip özgürlüğünü kullanarak “siyasi tercih imgesi” diye sizi bulunduğunuz yerde istemeyip ODTÜ’de ya da “ikna odaları”nda bir güzel ikna etmeye çabalayabilir. Neden? Onların gözünde başörtünüzü takarken özgür irade sahibi değilsinizdir, ama ikna edilmeye çalışılırken özgür iradeniz birden oluşuverir).

“Şimdi’nin, şu anın” ürünü olan bugün, “geçmiş” olduğunda da beni tanımlamaya ve “bugünümü” hapsetmeye muktedir olur. Tercihlerimin ve kararlarımın ürünü olan dünkü özgürlüğüm, şimdiki özgürlüğümü çepeçevre kuşatıp sınırlar. Geçmişi bile insana ayak bağı olur çoğu zaman!

Farklı bir kültürel ortamda istediği gibi davranamadığı, ya da eylemlerinin sonuçlarından emin olamayan bir kişinin yaşadığı kültür şoku da özgürlüğün derdest edilmesinin başka bir yönüdür. Yeşilçam filmlerindeki fabrikatörün kızına aşık, gecekonduda yaşayan mahçup işçi delikanlının, sevdiği kızın evine gittiğinde nasıl davranması gerektiğini bilememesi gibi rahatsız hissedersiniz kendinizi. Sevseniz bile davul bile dengi dengine der, başkalarının özgürlüğünün sizi esir etmemesi için mahallenizdeki/grubunuzdaki kültürel ve parasal denginizle evlenirsiniz. “Yaşasın özgürlük”, dersiniz! Ama durun daha mutlu sona gelmedik : ) Özgürlüğünüzü sosyolojik bağlamda en iyi yaşadığınız yer, grubunuzdur. Ancak Freud’un süperego, sosyologların da sosyalleşme adını verdikleri icatla, grubunuzun kendi eğitim tarzıyla sizi çepeçevre kuşattığını ve kendisine uydurduğu şekliyle davrandığınızı farkedersiniz. Yine geldik bir paradoksa: grubunuz sizi hem özgürleştiriyor, hem de özgürleştirirken kendi sınırları içerisine hapsediyor. Özgürleşip de hapis mi olsak, yoksa özgürleşemeyip de mi hapis olsak?

Hayatımıza anlam atfeden, bize olayları doğru okuma yetisi kazandıran ve hangi tür isteklerin peşinden koşulmaya değer olduğunu bize bildiren grubumuz, kimliğimizi kendisi aracılığıyla tanımladığımız referans grubumuzdur. İşlevsel bir şekilde hayatı kolaylaştıran bu durum, grup dışına çıkınca işlerinizi zorlaştırmaya başlar. Grubun istediği gibi düşünmüyor ya da hissetmiyorsanız, vay halinize. Bir düşman daha edindiniz demektir. İşte buna da son dönemlerin moda kavramıyla “mahalle baskısı” deniyor.

Ezcümle her insan özgürdür, hatta özgür olmak zorundadır. Sorumluluklarını üstlenebilmesinin tek yolu, budur. Ancak bazı ayrıcalıklılar diğer ayrıcalıksızlardan daha özgürdür. Ayrıcalıklıların seçme, karar verme ve grup sınırları hem daha geniştir hem de amaçlarına ulaşmak için gerekli kaynaklara (para, eğitim v.b.) daha fazla sahiptirler. Bu yüzden de elde etmek istedikleri sonuçlara ulaşmakta daha özgürdürler.

Özkan ÇAĞLAR

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

Yorumlar (2)

  1. Gul Savran dedi ki:

    Çok güzel ve bizi viçdanen rahatsız eden

  2. Gul Savran dedi ki:

    Mevzunuz güzel ve manidar, ve aynı zamanda derin bir mevzu .Sınırsız özgürlük korkulukları olmayan bir köprüye benzer . öyle bir köprüden geçemek kolay olmadığı gibi tehlikelerde seni bekliyordur .

Gul Savran için bir cevap yazın Cevabı iptal et


%d blogcu bunu beğendi: