Twitter Facebook Linkedin Youtube

İSLAM ÂLEMİNE YENİ TEHDİT: TEKFİRCİLER

Süleyman ERDEM

Süleyman ERDEM

İslam âlemi, Osmanlı’nın çöküşünden sonra her alanda büyük yıkımlar yaşadı. İslam düşmanları, İslam’a ve Müslümanlara zarar vermek için türlü türlü gaileler açtılar Müslümanların başlarına. Müslüman ülkelerin yönetimini kendilerine bağlı idarecilere teslim etmek, bunu yapamadıkları takdirde ambargolarla istemedikleri yönetimleri alaşağı etmek, bunu da yapamadıkları takdirde “demokrasi götürmek” bahanesi ile o ülkeleri işgal etmek; artık alışageldiğimiz yöntemler. Ancak bunlardan daha zarar verici bir yöntem var ki, bu yöntem ta Râşit Halifeler döneminden beri etkili oluyor! Bu yöntemi “Müslümanlar arasına fitne sokmak ve onları birbirlerine düşürüp kırdırmak” şeklinde özetleyebiliriz.

Bir araştırma yaparken varlıklarından haberdar olduğum ve ülkemizde faaliyet gösteren “Tekfirciler” (kendileri gibi inanmayanları kafir olmakla itham eden kişiler) olarak tabir edebileceğimiz bazı gruplar, Müslümanları bölmek ve birbirlerine düşürmek için kurgulanan planların en güzel örneklerinden biri gibi geliyor bana. Bu gruptaki insanlara göre Türkiye’de bir avuç insan dışında Müslüman yok. Demokrasiyi insan eliyle oluşturulmuş bir din olarak görüyorlar ve demokrasiye inanan, demokrasinin ibadeti olarak gördükleri oy kullanmayı kabul edip oy kullanan, kâfir devlet olarak gördükleri Türkiye Cumhuriyeti adına çalışan, bu devlette memurluk yapan, cami imamlarının arkasında namaz kılan herkesi tekfir ediyorlar (kâfir olarak niteliyorlar). Onlara göre, bir kişinin kelime-i şehadet getirmesi, namaz kılması, oruç tutması vb. ibadetleri yerine getirmesi, Müslüman olduğu anlamına gelmez. Tüm bu söylenenleri yerine getirdiği halde mesela bir kişi, cami imamının arkasında namaz kılarsa MÜŞRİK[1] (Allah’a şirk yani ortak koşan kişi) oluyor.

“DEMOKRASİ BİR DİN MİDİR? OY KULLANMAK İNSANI DİNDEN ÇIKARIR MI?” Okumak için tıklayınız.

İnternette “İslam’da Demokrasinin Hükmü ve Particilik” başlıklı yazıdan alıntılanan aşağıdaki bölümler, bu anlayıştaki insanların ne kadar radikal söylemlerde bulunduğunu en iyi şekilde gösteriyor;

“Beşer anayasasındaki din, Allah (c.c)’ın dini değil demokrasi dinidir. Demokraside ise hüküm verme yetkisi Allah (c.c)’a değil halka aittir. Oysa Allah (c.c) şöyle buyuruyor:

“Bir şeyde ihtilaf ettiğinizde hüküm verecek olan Allah’tır.” (Şura: 10)

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin, Rasule ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin! Bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz, Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız, (onun hükmünü) Allah’a ve Rasulüne arzedin!” (Nisa: 59)

“Hüküm vermek yalnız Allah’a aittir. Kendisinden başkasına değil yalnız O’na ibadet etmenizi emretti. İşte dosdoğru din budur! Fakat insanların çoğu bilmez.” (Yusuf: 40)

Bu ayetlere rağmen asrımızın beşeri anayasası ve onun kulları şöyle diyorlar: “Hüküm halka aittir. Halk kanunların temel kaynağıdır. Yani; halk bir meselede ne derse o geçerlidir ve uygulamaya konulur. Halk bir meseleye haram derse o mesele haram olur veya bir meseleye helal derse o helal olur.

……

Küfür ve şirk işleyerek İslam adına yapılan particiliğin hükmüne geçmeden önce şunu belirtelim ki; dinin hakim kılınması yolunda çalışan Müslümanlar küfür devleti içinde, “ŞİRK KANUNLARININ OLUŞTURDUĞU DEMOKRATİK SİSTEMDE” akideden tavizler vererek bir takım mevkiler elde edip ve bu mevkiler vasıtasıyla İslam’ı hakim kılmaya çalışması bu dinin metodu değildir ve bu metod asla başarıya ulaşamaz. Şayet böyle olsaydı Rasulullah (s.a.v) müşriklerin bu teklifini kabul ederek Kureyş’in en yüksek makam ve mevkilerini elde eder ve bu mevkiden İslam’ı hakim kılmak için çalışır­dı. Fakat bu din akideden taviz verilmesine asla yanaş­maz.

ŞİRK KANUNLARININ OLUŞTURDUĞU DEMOKRATİK SİSTEMDE; Particiliğin doğal sonucu olarak üyesi olunmaya azmedilen, Allah’ın değil milletin çoğunluğunun hâkimiyetini esas alan meclisin üyesi olmak için şart koşulan, mevcut düzene sadakat andını, şakayla da olsa, taktik icabı da olsa, kadrolaşmak niyeti ile de olsa telaffuz etmek asla helal değil küfürdür. Çünkü ikrah olmadan, kendi iradesi ile tekzip edici sözleri telaffuz eden kimse Müslümanlık vasfını yitirir.” [2]

Yukarıdaki ifadelerden de görüldüğü üzere; bu anlayıştaki insanlar, hangi niyetle olursa olsun demokratik sistem içinde yer alan herkesi tekfir ediyorlar. Buraya kadar okuduklarınızdan irkildi iseniz daha durun! İnternette biraz arama yaptığınızda, “El-Kaide’yi, Taliban’ı tekfir etmeyenler, destekleyenler, savunanlar kâfir midir?” gibi forum başlıklarıyla karşılaşacaksınız. Aşağıda aynı başlıkla açılan forumda yer alan bazı ifadeler yer alıyor.[3]

“…. Ben el-kaidenin talibanin ozgur suriye ordusunun kassam tugaylarin hizbullahin iran devrim muhafizlarin iran mehdi ordusunun rafizi nusayri caferi sianin zevahirinin makdisinin abdullah azamin usame binladinin molla omerin humeyninin hamaneynin ahmedi nejatin muhammed mursinin halid mesalin hamasin ihvani musliminin acik ve net kafir oldugunu ve tevile mahal yok ve suphe etmeden kafir diyorum tekfir ediyorum bunlari cunku biliyorum bunlarin bir kufuru degil cok kufurleri ve sirkleri vardir ve bunlari destekleyenleri savunanlari musluman diyenleri zahirlerine gore tekfir ediyorum kafir diyorum sorum yanlis anlasilmasin sadece sormamdaki amac cogu insan bunlarin safinda yer aliyor fakat bilmiyorlar bunlarin saptirici olduklarini sehid diyorlar destekliyorlar hatta ayni safta savasiyorlar katiliyorlar ve en yakin zamanda turkiyedende cogu insan islam topraklarindaki savasa katilacaklardir buna binaen vereceginiz cevab önemlidir.”

İslam’ı radikal bir şekilde yorumladığı bilinen El-Kaide ve Taliban gibi örgütleri ve bunların mensuplarını dahi tekfir eden ve “radikal” kavramının ifade etmekte yetersiz kalacağı bir anlayışla karşı karşıya olduğumuz görülmekte.

Bu anlayışın Türkiye’de önde gelen isimlerinden biri; Ebu Hanzala lakaplı Halis Bayancuk’tur. Kendisi El-Kaide üyeliğinden tutuklanmış[4] ama geçen haftalarda serbest bırakılmıştır. Babası Hizbullah yöneticisi olmaktan tutuklu olan Ebu Hanzala’nın sohbetleri ve “Güncel İtikat Meseleleri”[5] isimli risalesi internet ortamında yer almakta, ancak kendisi hakkında fazla bilgiye internet ortamından ulaşılamamaktadır. Bingöllü bir Zaza olduğu ve çok genç birisi olmasına rağmen, gençler üzerinde bu kadar etkili olmasının sebebinin ilmi olmadığı, kendisinde ilim namına neredeyse hiç bir şeyin olmadığı; ancak ahlak ve samimiyetinin gençler üzerinde çok etkili olduğu yönünde ifadeler, internette yer almaktadır.[6] Kendisi, youtube’dan erişilebilen bir sohbetinde[7], bazı kesimlerce radikal olarak nitelenen Cübbeli Ahmet Hoca’yı, cemaatini ve sohbetini dinleyenleri tekfir etmekte; başka bir sohbetinde[8] ise Türkiye’deki camileri Mescid-i Dırar[9] olarak nitelemekte ve cami imamlarının arkasında namaz kılanları tekfir etmektedir. Aynı anlayıştaki tekfirci bir grubun Libya’da tarihî bir camiyi “halk şirke bulaşıyor” bahanesiyle yıktıkları bildirilmektedir.[10]

Diyanet ilmihalinde, tekfir edilen bir kimseye İslam hukukuna göre uygulanacak muamelelerle ilgili olarak;

“Bu durumdaki bir kimse, gerçek durumunu Allah bilmekle birlikte, toplumda Müslüman muamelesi görmez, selâmı alınmaz, kendisine selâm verilmez, kestikleri yenilmez. Müslüman bir kadınla evlenmesine müsaade edilmez. Öldüğünde cenaze namazı kılınmaz. Müslüman kabristanına gömülmez.”

denilmekte ve böylesine ağır sonuçlar doğuran bir eylem için Peygamberimizin tavrı şu şekilde ifade edilmektedir:

“Tekfir bu denli ağır sonuçlar doğurduğu içindir ki, Hz. Peygamber Medine toplumunda, münafıkların varlığını bildiği halde onları küfürle itham etmemiş, temelleri hoşgörüye bağlı bir İslamlaştırma siyaseti izlemiş, pek çok hadiste de “Ben Müslümanım” diyeni küfürle suçlamaktan sakınmayı tavsiye etmiştir. Bir hadiste “Kim bir insanı kâfir diye çağırırsa, yahut öyle olmadığı halde ey Allah düşmanı derse söylediği söz kendisine döner” (Buhârî, “Ferâiz”, 29; Müslim, “Îmân”, 27) buyurulurken, bir başka hadiste de şöyle denilmiştir: “Bir insan müslüman kardeşine ey kâfir diye hitap ettiği zaman, ikisinden biri bu sözü üzerine almış olur. Şayet söylediği gibi ise küfür onda kalır, değilse söyleyene döner” (Buhârî, “Edeb”, 73; Müslim, “Îmân”, 26)”

Bu denli hassas ve Müslümanların birbirine düşmesine neden olabilecek bir konuda bazı grupların aşırıya gitmelerinin Müslümanlar için hiçbir faydasının olmadığı açıkça ortadadır. El-Kaide gibi İslam’ı radikal bir şekilde yorumlayan bir örgüt mensupları bile, tekfirciler olarak nitelenen bu grupların aşırılıklarından rahatsız olmuşlar ve bu grupların aşırıya gittiklerini; kendilerinin bu gruplarla alakalarının olmadığını anlatabilmek için açıklamalar yapmak zorunda kalmışlardır. İnternet ortamında yer alan; Ebu Selleme eş-Şami (muhtemelen müstear bir isim) imzalı “Tekfir Hakkında Önemli Açıklamalar”[11] başlıklı bir risalede; demokrasinin şirk olduğu, bunu bile bile oy vermenin insanı küfre sokacağı, ancak Müslüman ülkelerde halkın bu konuların bilincinde olmadığı (cahil oldukları), cehaletin ise tekfir etmenin önünde bir engel olduğu anlatılmakta ve tekfircilerin bu konuda aşırıya gittikleri ifade edilmektedir (Bu risaleye cevaben Ebu Hanzala, yukarıda zikredilen “Güncel İtikat Meseleleri” isimli reddiye kaleme almıştır).

Yine internette yer alan bir videoda, El-Kaide adına açıklama yapan Atiyyetullah isimli bir sözcü; Müslümanlara karşı yapılan ve El-Kaide’nın yaptığı söylenilen bir takım eylemlerin kendileri tarafından gerçekleştirilmediğini, bu tarz eylemlerin tekfirci gruplarca gerçekleştirildiğini; kendilerinin Müslüman ülke halklarının Müslüman olduğuna inandıklarını (yani bu halkları tekfir etmediklerini) ifade etmektedir.[12] Aşağıda bu açıklamadan bazı bölümler yer almaktadır:

(02:33 -05.09) “Size hitap ettiğim bu kısa mesajımın ardındaki sebep, bizim ve başkalarının sık sık düşmandan ve ona hizmet eden medyadan cihad hareketlerinin Müslümanları hedef aldığına dair suçlamalarıyla ilgili duyduklarımızdır. Ki onlar Mücahidleri kan akıtmaktan başka amacı olmayan katil ve mal talan edicileri olan silahlı gruplarmış, hiçbir ulvi amaçları, hedefleri ya da siyasi planları olmayan kimselermiş gibi ve buna benzer başka ithamlarla tasvir ediyorlar. Şüphesi ki onlar yalan söylüyorlar! Zelil ve merdud olarak Afganistan’dan çekilmeye hazırlanan Haçlı düşmanın kurnaz entrikaları ki bunun içinde fücuru yayma, ekinleri ve hayvanları yakmak suretiyle insanlığa karşı hiçbir şekilde kaygı duymandan ve de sonuçlarını ya da uluslararası ilişkilerin geleceğini düşünmeden yürütülen “dünyayı sonlandırma” siyaseti de dahil olmak üzere kendilerine yardımı dokundu. Öyle ki göğü, kaçan bu düşmanın ve Müslümanların Pazar yerlerini ve hatta bazen camileri ve diğer yerleri hedef alan şüpheli saldırıların tozu kapladı. Bu ithamlara bir son vermek, yolu aydınlatmak için, Allah katında bir mazeret olsun ve iyilik ve cihadi hareketimizi kontrol altında tutmada daha fazla paylaşım olsun diye, Müslümanları camilerinde, pazar yerlerinde, nakil yolculuklarında ya da toplanma yerlerinde hedef alan herhangi bir operasyondan yana tamamıyla masumiyetimizi yineliyoruz. El-Kaide, liderleri, demeçleri ve sözcüleri vasıtasıyla bu meseleyi sayısız vesilelerle vurgulamıştır. Bu inancımızı menhecimizde, yolumuzda ve çağrımızda net bir şekilde göstermiştik. Müslüman halkımızı seçimi olmayan bir halk olarak gördüğümüzü açıklamıştık. Fakat aynı zamanda onları da kendimizi de hatalardan münezzeh görmüyoruz. Bunun yerine olaylar, üzerine inşa edilen meselenin en belirgin niteliğine göre değerlendirilir. Mürted tağutlar ve hainler tarafından ve de düşmana yalakalık yapan, Batı’yla müttefik olan laik rejimlerce yönetilen Ümmetimizin haklarının Müslüman olduğuna inanıyoruz. Bizim ve her bir muktedir bireyin üzerine onları korumak, özgürleştirmek ve reform, izzet ve asalet yolunda onlara rehber ve öncü olmak vaciptir. Yoksa onları öldürmek, mallarını talan etmek ya da acılarını, ıstırap ve felaketlerini artırmak değil!”

Diyanet İlmihalinde tekfirle ilgili şu ifadeler yer almaktadır:

“Müslüman olduğunu söyleyen bir kimsenin, bu dünyada mümin kabul edilmesi ve İslâm toplumundan dışlanmaması gerekir. Çünkü dünyada dış görünüşe ve ikrara göre işlem yapılır. İçten inanıp inanmadığını tesbit ise Allah’a mahsus ve âhirete ilişkin bir meseledir: “…Size selâm verene dünya hayatının geçici menfaatine göz dikerek, sen mümin değilsin demeyin…” (en-Nisâ 4/94) buyurularak buna işaret edilir. Hz. Peygamber de imanda ikrarın önemini vurgulamak ve kelime-i tevhidi söyleyenin, müslüman kabul edilmesi gereğine işaret etmek için şöyle buyurmuştur: “İnsanlar Allah’- tan başka Tanrı yoktur, Muhammed O’nun elçisidir deyinceye kadar kendileriyle savaşmakla emrolundum. Ne zaman bunu söylerlerse, can ve mal güvenliğine sahip olmuş olurlar…” (Buhârî, “Cihâd”, 102; Müslim, “Îmân”, 8; Ebû Dâvûd, “Cihâd”, 104). Bu sebeple imanını diliyle ikrar ettiği veya davranışlarına yansıttığı sürece herkesin İslâm toplumunun tabii bir üyesi olarak görülmesi, can ve mal güvenliğine sahip olması, dünyevî-dinî ahkâm, sosyal ve beşerî ilişkiler bakımından da müslümanın sahip olduğu bütün statü, hak ve sorumluluklara muhatap olması gerekir. (İlmihal, s.79)”

Makul olan da yukarıda ifade edildiği şekliyle amel etmektir. Yoksa Müslüman toplumları tekfir ederek, İslam ve insanlık adına bir menfaat ummak nasıl mümkün olacaktır? Tekfirci grupların bu anlayışları, Müslümanların birbirine düşmesinden başka hiçbir sonuç doğurmayacaktır. Bu da İslam düşmanlarının en çok arzu ettikleri şeydir. Dolayısıyla, tekfirci anlayışa sahip kişilerin, Müslümanların birbirine düşmesinde menfaati olan ülkelerin istihbarat örgütleri tarafından yönlendiriliyor olmaları kuvvetle muhtemeldir.

Türkiye’de tekfirci anlayışa sahip kişiler, genellikle El-Kaide üyeliğinden tutuklanmakta ancak ne bu kişiler El-Kaide üyeliğini, ne de yukarıda El-Kaide sözcüsünün ifadelerinde yer aldığı üzere El-Kaide bu kişilerin kendilerinden olduğunu kabul etmemektedir. Bu anlayıştaki kişilerin Türkiye’de henüz herhangi bir eylem yapmadıkları bilinmekte ancak diğer İslam ülkelerinde özellikle Şii camilerine karşı yapılan eylemlerde bu anlayıştaki insanların rol aldıkları bilinmektedir.[13] Bu anlayıştaki grupların, diğer (radikal olarak kabul edilen) İslami örgütlerle de çatışmaya girdikleri, bu çatışmalarda çok sayıda Müslümanın öldüğü bilinmektedir.[14]

İslam âlemi ve insanlık için büyük bir tehlike olarak ufukta görünen ve hızla yayılan bu anlayışa karşı İslam alimleri, akademisyenler ve devletin ilgili kurumları, toplumu bilinçlendirmeye çalışmalı ve bu konuda farkındalık oluşturmalıdır.

.

Süleyman ERDEMsuleyman@sahipkiran.org

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

.


[1] Diyanet ilmihalinde şirk şöyle tanımlanıyor; “Sözlükte “ortak kabul etmek” anlamına gelen şirk, terim olarak Allah Teâlâ’nın tanrılığında, isim, sıfat ve fiillerinde, eşi, dengi ve ortağı bulunduğunu kabul etmek demektir. Müşrikler Allah’ın varlığını inkâr etmezler. O’ndan başka ilâh olduğunu kabul edip, onlara da taparlar veya isimleri, sıfatları, irade ve otorite sahibi olması açısından Allah’a eşdeğer güç ve varlıklar tanırlar.

Şirk ile küfür birbirine yakın iki kavramdır. Aralarındaki fark, küfrün daha genel, şirkin ise daha özel olmasıdır. Bu anlamda her şirk küfürdür, fakat her küfür şirk değildir. Her müşrik kâfirdir, fakat her kâfir müşrik değildir. Çünkü şirk sadece Allah’a, zât, isim ve sıfatlarına ortak tanıma sonucu meydana gelir. Küfür ise, küfür olduğu bilinen birtakım inançların kabulü ile gerçekleşir. Küfür olan inançlardan biri de Allah’a ortak tanımadır. Meselâ Mecûsîlik’te olduğu gibi iki tanrının varlığını kabul etmek şirk olduğu gibi aynı zamanda küfürdür. Halbuki âhiret gününe inanmamak küfürdür, ama şirk değildir. Allah’a şirk koşmak günahların en büyüğüdür. Şirk dışındaki günahları, Allah’ın dilediği kimse için bağışlayacağı bir âyette şöyle ifade edilir: “Allah kendine ortak koşulmasını asla bağışlamaz. Bundan başkasını dilediği kimse için bağışlar. Kim Allah’a ortak koşarsa büsbütün sapıtmıştır” (en-Nisâ 4/116).”

[4] “Halis Bayancuk tutuklandı” http://www.sutunhaber.com/96488_haber.html

[9] “Hz. Peygamber Tebük’te yirmi gün kadar kaldıktan sonra, ashab-ı kiramın ileri gelenleri ile istişare ederek geri dönmeye karar verdi. Çünkü Bizans ordusu saldırmaya cesaret edememiş ve amaca ulaşılmıştı. O gün için daha fazla ileri gidip kan dökmeye ihtiyaç yoktu. Çünkü Şam yöresini fetih gibi bir amaçla yola çıkılmamıştı. Üstelik Şam yöresinde bulaşıcı bir hastalık (tâun) olduğu da haber alınmıştı. Geri dönüş için yola çıkan ordu Ramazan’ın ilk günlerinde Medîne’ye ulaştı. Hz. Peygamber Tebük’e giderken Medine’ye bir saat uzaklıktaki Ziyevan köyüne geliniğinde münâfıklardan bir heyet gelerek: “Ey Allah’ın Resulu! Biz hastalar ve Kuba mescidine gelemeyenler için özellikle yağmurlu gecelerde namaz kılmak üzere bir mescid bina ettik. Teşrif edip burada namaz kıldırsanız, hayır ve bereketle dua buyursanız” dediler. Hz. Peygamber bunun dönüşte olabileceğini söylemişlerdi. Bunun üzerine Tebük dönüşü bu sözü Allah elçisine hatırlatıp yeni yapılan mescide gelmesini rica ettiler.

Bu mescid Ebû Âmir Fâsık adlı bozguncu münafık ve fasığın teşviki ile münafıklarca Kuba Mescidinin cemaatını bölmek niyetiyle yapılmış ve Hz. Peygamber’e suikast düzenlemek üzere içi silâhla doldurulmuştu. Hz. Peygamber bu mescide gitmeye hazırlanırken Cebrail (a.s) gelerek durumu haber verdi.

Kur’an-ı Kerîm’de bu mescidden şöyle söz edilir:

Zarar vermek, inkâr etmek, müminlerin arasını ayırmak ve daha önce Allah ve Resulune karşı savaşanlara gözetleme yeri hazırlamak üzere bir mescid yapanlar; “Biz sadece iyilik yapmak istiyorduk” diye yemin ederler. Allah da şahittir ki bunlar yalancıdırlar” (et-Tevbe, 9/107). “Ey Muhammed! Bu mescidde asla namaz kılma. Şüphesiz ki, başlangıcından itibaren takva üzere kurulan mescidde (Kuba mescidi) namaz kılman daha hayırlıdır. O mescidde kendilerini maddî ve manevi kirlerden temizlemeyi seven adamlar vardır. Allah temizlenmek isteyenleri sever” (et-Tevbe, 9/108; bk. 109, 110).

Bunun üzerine Hz. Peygamber ashab-ı kiramdan Mâlik b. Dehsan ile Ma’n b. Adiyy (r. anhümâ)’yi Mescid-i Dırar’ı yıkmak üzere gönderdi. Bu sahabeler mescidi yakıp yıktılar. Böylece kötü amaç için bina edilen bir mescid ortadan kaldırılmış oldu (bk. İbn İshak, İbn Hişâm, Sîre, III, 71; İbn Sa’d, Tabakât, III, 540 vd; İbn Kesîr, Muhtasar Tefsîr, II, 169; Kâmil Miras, Tecrîd-i Sarih, X, 422).” (http://www.sevde.de/mescidi_diran.htm)

[14] Örneğin bakınız; “Hamas ile ‘Tekfirciler çatıştı: 21 ölü” http://www.nebeonline.com/haber/hamas-ile-tekfirciler-catisti-21olu-1026.htm

Süleyman Erdem Hakkında

Balıkesir doğumludur. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümünden 2001 yılında lisans, Harvard Üniversitesi Kamu Politikaları Bölümünden 2009 yılında yüksek lisans derecesi almıştır. 2002 yılında Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde memur olarak kamuda göreve başlayan Erdem, 2003-2004 yılları arasında Maliye Bakanlığında Vergi Denetmen Yardımcısı olarak görev yapmış, 2004 yılından itibaren de Başbakanlıkta Uzman Yardımcısı, Uzman ve Tanıtma Fonu Genel Sekreteri görevlerinde bulunmuştur. 2009-2011 yılları arasında Cumhurbaşkanlığı Devlet Denetleme Kurulu (DDK)’da Geçici Uzman sıfatıyla YÖK ve ÖSYM’deki denetimlerde görev almıştır. 2012 Aralık ayında kurulan Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi (SASAM)'ın kurulduğu tarihten 08/10/2019 tarihine kadar başkanlığını yürütmüştür. Halen SASAM Uluslararası Güvenlik Masası Direktörü olarak görev yapmaktadır. Akademik çalışmalarını “radikalleşme ve terör” üzerine yürüten Erdem’in; “Cihatçılar; El Kaide ve IŞİD’e Katılanların Hikayesi” isimli yayınlanmış bir kitabı bulunmaktadır.

Yorumlar (9)

  1. Ali Bodur dedi ki:

    Müslümanlar arasına fitne fesat sokmaya çalışan, onları bölmeye çalışan, birilerini oraya buraya sokan, farklılıkları zenginlik olarak görmeyip ayrımcılık tohumları eken böyle oluşumları deşifre etmek, hoşgörü dini olan yüce dinimiz adına, aynı zamanda insanlık adına bir hizmettir. Ağzına sağlık Süleyman kardeşim.

  2. Ahmet güney dedi ki:

    Kusura bakmayın sayın erdem fakat siz alim misiniz,insanlar nelere göre tekfir edilir,nelere göre tekfir edilmez sanırım bilmiyorsunuz.Ben tekfirci değilim fakat tekfir edilmesi gerekeni tekfir ederim.(Evet namaz kılsa bile)Çok insanlar biliyoruz namaz kılar ama Allah’ın hükmünden yüz çevirir.Şu kendilerine Kitap’tan pay verilmiş olanlara bak, aralarında hüküm vermesi için Allah’ın Kitabı’na çağrılıyorlar da içlerinden bir zümre yüz çevirerek dönüp gidiyor Ali imran 23.Ayrıca o yazdığınız sitelerin hiçbirinde ortaya söz atılıp delil konmaması rastladığım bi durum değil.

  3. Engin ÖZDEMİR dedi ki:

    Süleyman Bey demokrasi hakkında görüşlerim değişti…. Arık bende demokrasinin ve laikliğin budizm yahut şamanizm gibi bir din olduğuna ve türkiyede yaşayan çoğu insanın müşrik olduğuna (hüccet kendisine ikame edilene kadar) iman ediyorum… ateş çukurunun kenarındaymışız… ve dünya hayatı bizi gerçekten aldatmış….

  4. erdinç dedi ki:

    Yüce rabbim işine bak subhanallah yazıyı yazan arkadaş tekfir konusunda birkaç siteden derme çatma yarım bilgilerle tekfiri ve demokrasiyi anlatmaya bu insanları öcü gibi göstermeye çalışmış ama yazılan yorumlar her hayrda bir şer her şerde de bir hayr niteliğinde olmuş.evet demokrasi bir dindir ve Allahın hükmetmedikleri şeylerle hükm koyanlarda kafirin ta kendileridirler.neden bu gerçeği görmek istemiyorsunuz tekfir gerektiği kişilere yapılır doğrudur.inşallah rabbimin izniyle hak batıldan ayrılacaktır ve tevhid gün yüzüne çıkacaktır.

  5. beyaz dedi ki:

    bu yazıyı okuyunca hakkaten oy vermemek lazım dedim,sağolun..

  6. Tevhidi Arzular dedi ki:

    Selamun Aleyküm .
    Öncelikle şunu söylemek isterim,başta kendime, bu vakte kadar ne kadar dinimizle ilgili konularla ilgilendik, inanmanın gereklerini bildik … Doğduktan sonra atalarımızın dini üzere bir nevi devam etmiş olduk . Durum bu şekilde iken bizler dinimize dair hiçbirşeyi araştırmazken şirke düşmemiz kaçınılmaz olur ve müşrik, kafir oluruz..
    Oy verme konusunda söz söylemeye gerek görmüyorum. Kur’an okuman yeterli olur .
    En başta dediğim nokta burası . Biz kitap okumayarak kendimizi islama atfediyoruz . Ne güzel 🙂 . Bedava cennet.
    Allah bizlere Tevhid konusunda yardımcı olsun .. Ayaklarımızı sabit kılsın. Kalplerimiz onun elindedir …

  7. Ömer Çetinkaya dedi ki:

    bir insanın kafir olduğu açıkça görünüyor ve tevhid'e uymuyorsa zahiri, o zaman tabiki kafir diyeceksin.Bir kafire müslümansın demek zaten kafirliktir.Tekfir bir tebliğ türüdür.Sen onu tekfir edersin yaptıklarını söyleyerek. O da bakar araştırır evet öyleymiş der ve tövbe eder.ama o adam küfre düşmüşken sen yok yok sen müslümansın dersen ve o adam tövbe etmeden ölürse bundan sen de sorumlu olursun.Öyle ılımlı islamcılığı bırakalım

  8. Ekrem Yilmaz dedi ki:

    Tarikatınız sizi fena kandırmış. Onların haricinizdeki tüm insanların kafir olmasına gerçekten inandın mı? Öteki dünya için bu dünyanın içine etmeyi bıraksalar ne güzel olacak.

  9. Ömer Çetinkaya dedi ki:

    Ekrem Yilmaz Benim tarikatım yok.Sahip olmaya da niyetim yok.Benim yazdığımdan onların haricinden herkesin kafir olacağı anlamını nasıl çıkardın anlamış değilim.Bu söylediğim benim babam için dahi geçerlidir.Belirli bir topluluk kafir olamaz diye bir ayrımcalık söz konusu değildir.'tevhid' nedir onu iyice öğrenmenizi tavsiye ederim.Kısaca ben söyleyim La ilahe illallah diye inanacaksın,bütün tağutları reddeceksin ve imanını tescilleyen ibadetleri yerine getireceksin.Mesela namaz gibi.Tağutları reddedip Allah ve rasulune iman Allahla sözleşme yapmış namazı kılarak da o sözleşmeyi imzalamış oluyorsun.Bunun neticesinde müslüman olmuş oluyorsun.İmzasız sözleşmenin geçersiz olacağı gibi namaz da iman için olmazsa olmazlardandır.Bırakalım artık mürciye akidesiyle iman eden hocaları.Adam kafir söylemlerinin hepsini yapsa bile adama kafir oldun demeyi bırak,nerdeyse erdin sen diyecekler.Zina,içki,kumar vs… Bunlar insanı kafir yapmaz.Tekfirin şartları vardır.sadece İçki içen tekfir edilemez mesela.Bunlara kısaca değindim ama açık açık herşeyiyle öğrenmeniz gerekli benim yazdıklarımdan çok ikna edici birşey bulamayabilirsiniz.Araştırmanızı öneririm

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: