(Sahipkıran Stratejik Araştırmalar Merkezi olarak, Kırım Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği’ni ziyaret edip, Dernek Başkanı Sn.Tuncer KALKAY, Dernek Yönetim Kurulu Üyeleri ve Kırım Vakfı Başkanı Sn.Murteza ESENKAL’dan Kırım Türklerinin sorunları hakkında billgi aldık. Aşağıdaki metin, Kırım Türklerinin sorunlarını dile getirebilmek amacıyla, Doç. Dr. Hakan KIRIMLI’nın dernek sitesinde de yer alan “Kırım Tatarları Kimdir?” başlıklı makalesinden ve ziyaretimiz sırasında aldığımız bilgilerden yola çıkılarak oluşturulmuştur.)
Karadeniz’in kuzeyinde yer alan Kırım yarımadasının yerli halkı olan Kırım Tatarları, aynı zamanda ülkenin aslî Müslüman unsurunu da teşkil ederler. 1860-1861 göçünden sonra ilk defa Kırım Tatarları, Kırım’da mutlak nüfus çoğunluğunu kaybettiler ve bugün Kırım nüfusunun yaklaşık %13 kadarını meydana getirmektedirler.
Kırım Tatarlarının tamamı Sünnî Müslüman olup, anânevî olarak Hanefî mezhebine bağlıdırlar. Kırım Tatarlarının ana dili olarak konuştukları lehçelerin hepsi Türk dilidir. “Kırım Tatarcası” diye adlandırılabilecek tek bir lehçe olmamakla birlikte;“Orta yolak” adı da verilen lehçe, edebî Kırım Tatar dili olarak kabul edilmiştir. Bu şive, tam bir Oğuz-Kıpçak karışımı mahiyetiyle hem Oğuz hem de Kıpçak grupları tarafından çok büyük ölçüde anlaşılabilen yegâne lehçeyi teşkil eder. Bu yönüyle Kırım Tatar dili, doğu ve batı Türk Dünyası arasında bir geçiş dili konumundadır.
Kırım’ın yabancı hakimiyetine girmesinden sonra geçen yüz yıllık süre, her açıdan “kara yüzyıl” olarak adlandırılabilecek bir niteliğe sahiptir. Bu süre boyunca Kırım Müslümanlarının hemen bütün sosyal, ekonomik, dinî ve kültürel kurumları her açıdan bir çürümeye maruz kaldı. Halk ezici çoğunluğu itibarıyla sosyal ve ekonomik açıdan Rusların ve diğer Hristiyanların mukayese edilmeyecek derecede gerisine düşerken, gelecek nesilleri yetiştirecek olan Müslüman maarif sistemi de fevkalâde geri bir duruma düşmüştü.
Ancak Kırım Tatarları için asıl büyük felâket Stalin tarafından 11 Mayıs 1944’de imzalanan ve Kırım Tatarlarının son ferdine kadar Kırım’dan sürülmesini emreden karardan sonra gerçekleşti. Bu kararın icrası, 17 Mayıs’ı 18 Mayıs’a bağlayan gece Kırım’ın her yerinde aynı anda yerine getirildi. Gece askerler tarafından yataklarından kaldırılan Kırım Tatarları, hazırlanmaları için yalnızca 15-20 dakika zaman ve ancak ellerinde taşıyabilecekleri kadar eşya almalarına izin verilerek hayvan vagonlarına yüklendiler. Pek çoğunda oturmaya yer kalmayacak derecede insanla doldurulan vagonlar dışarıdan mühürlendiler ve en az üç-dört hafta sürecek olan yolculuğa çıkarıldılar. Günlerce yiyecek ve su verilmeyen, cesetlerin dışarı çıkarılmasına müsaade edilmeyen ve hiç bir tıbbî yardımın söz konusu olmadığı bu ölüm yolculuğu sırasında açlık, susuzluk, hastalık, bitkinlik ve havasızlıktan on binlerce insan hayatını kaybetti. Sürgünden hiç bir Kırım Tatarı istisna edilmedi. Dağlardan inen Kırım Tatar Sovyet partizanları ve Kızıl Ordu askerleri ile her rütbedeki Komünist Partisi mensupları dahi sürülenler arasındaydı. Kızıl Ordu saflarında cephede bulunan Kırım Tatar askerleri ise her şeyden habersiz savaşmaya devam edecekler, savaş biter bitmez de (en yüksek Sovyet madalyası olan “Sovyetler Birliği Kahramanı” madalyasını alanlar dahil) sürgün yerlerine gönderileceklerdi. Bu şekilde asgari 495.000 Kırım Türkü’nün sürgüne gönderildiği, bugün arşiv belgeleriyle ispatlanmış durumdadır.
Kırım Tatarlarını taşıyan vagonların hemen tamamı Orta Asya (özellikle Özbekistan), Urallar ve Sibirya’da boşaltıldılar. Sürgün yerlerinde asgarî yaşama ve barınma imkânları mevcut değildi. Ağır çalışma şartlarında ve her türlü temel ihtiyaçtan mahrum olarak bir çeşit toplama kampı rejimi içinde yaşamaları gerekiyordu. “Özel iskân” rejimi denilen bu rejim içinde her Kırım Tatarının gece kumandanlığa yoklama vermesi gerektiği gibi, bulunulan mahalden beş kilometreden fazla uzaklaşmak da kesinlikle yasaktı. Bu durumda her bir ferdi ayrı vagonlarda başka yerlere sürülmüş olan aileler birbirlerinden tamamen kopuk olarak en az on iki yıl geçirmek durumunda kaldılar. Sürgün yolculuğu esnasında ve bunu müteakip ilk bir kaç yıl içinde sefalet şartları altında hayatını kaybeden Kırım Tatarlarının sayısına dair sürülenlerin verdikleri ve son yıllarda açıklanan çeşitli resmî Sovyet rakamları arasında büyük farklar vardır. Buna rağmen toplam insan kaybının 100.000 kişiden az olmadığı ve 18 Mayıs 1944’de sürülenlerin yarısına yakınının hayatını kaybettiği genel olarak kabul edilmektedir.
Sürgün yalnızca Kırım Tatarlarının pek çoğunun hayatlarını kaybetmeleri ve geride kalanların da yaşadıkları yerin cebrî olarak değiştirilmesi manâsına gelmiyordu. Sürgünle birlikte, adetâ böyle bir milletin hiç bir zaman mevcut olmadığını göstermek istercesine Kırım Tatarlarından kalan her türlü iz büyük bir hızla yok edilmeye başlandı. Kırım’da Kırım Tatarlarından kalan bütün mallar yağmalanıp pek az istisna ile Kırım’ın Türk-İslâm geçmişine ait hemen bütün tarihî binalar, abideler ve eserler yerle bir edildi. Bu meyanda (kısmen Hansaray’ın haziresi hariç) hiç bir yerde tek bir Müslüman mezarlığı dahi bırakılmadı. Kırım Tatarcasında yazılmış her türlü kitap ve yayın (bu dildeki bütün Sovyet neşriyatı da dahil olmak üzere) Kırım’daki ve Sovyetler Birliği’ndeki diğer kütüphanelerden toplanarak imha edildi. Kırım’da (yalnızca özel sebeplerden dolayı Bahçesaray ve Canköy şehirlerinin isimleri hariç) Türkçe isim taşıyan yüzlerce şehir, kasaba ve köyün adı tamamen Rusça olanlarla değiştirildi. 1944’den 1980’lerin sonlarına kadar Sovyetler Birliği’nde fiilen “Kırım Tatar” sözünün kullanılması dahi yasaklandı. Ansiklopedilerden ve tarih kitaplarından Kırım Tatarlarına dair maddeler tamamen çıkarılıp iç pasaportlarda ve hattâ nüfus sayımlarında bile bu ismin zikredilmesi yasaklandı. Diğer bir ifadeyle Kırım Tatarları resmî literatürde âdetâ geçmişte ve halihazırda mevcut olmayan bir halk haline getirildi. Kırım’da Kırım Tatarlarından boşalan yerlere ise 1944 yazından itibaren Sovyetler Birliği’nin diğer bölgelerinden getirilen Rus ve Ukraynalı nüfusun iskânına girişildi.
Kırım Tatarlarının oluşturduğu Millî Hareket, Sovyet rejiminin tüm engellemelerine rağmen, halkı ne olursa olsun Kırım’a dönüşe teşvik etti. Bunun üzerine Kırım Tatarları, 1988’den itibaren büyük dalgalar halinde Kırım’a dönmeye başladılar. Dönenler, mahallî idarenin engelleriyle karşılaşmalarına rağmen, toprak işgal ederek derhal derme-çatma evler kurmaya giriştiler. Bu evler, milis tarafından defalarca yıkıldı ve sayısız çatışmalar vuku bulduysa da, artık Kırım Tatarları kesinlikle Kırım’dan çıkmıyorlardı. 1989 Nisan ayına kadar Kırım’a dönen Kırım Tatarlarının sayısı 40.000’e ulaştı.
Kırım Tatar Millî Hareketi de yeni şartlara uygun bir teşkilatlanmaya girişti. Millî Hareket’in 29 Nisan 1989’da Özbekistan’ın Yengiyul şehrinde düzenlenen genel kongresinde, münferit teşebbüs grupları şeklinden çıkılarak merkezî bir teşkilat haline gelinmesi kararı alındı. Böylece “Kırım Tatar Millî Hareketi Teşkilatı” (KTMHT) resmen teşekkül ederek, başkanlığına da Millî Hareket’in tanınmış liderlerinden ve Sovyet rejimi tarafından yedi kere mahkûm edilerek 14 yılını hapiste ve çalışma kamplarında geçirmiş olan Mustafa Abdülcemil Kırımoğlu getirildi. Bundan böyle Kırım’a dönmüş ve dönmekte olan Kırım Tatarlarının bu cereyanı tamamen KTMHT tarafından yönlendirilecek ve idare edilecekti. Millî Hareket’in aslî faaliyet sahası ve idarî merkezi de artık sürgün bölgelerinden Kırım’a taşınmaktaydı.
1989-1991 arasında Kırım Tatarlarının Kırım’a dönüş hareketi önceki yıllarla kıyaslanmayacak ölçüde arttı. Dönenlerin teşkilatlı ve plânlı bir şekilde işgal edilen topraklara yerleşmesi, mahallî idarenin yıkım dahil olmak üzere pek çok tedbirlerine karşı direnilmesi ve karşılaşmakta oldukları diğer sayısız problemlere nispeten çözümler bulunması hususlarıyla KTMHT ilgilenmekteydi. Bu dönemde dönüşün önündeki en büyük engel iktisadî güçlüklerdi. Kırım Tatarlarının dönüşünü ve mücadelelerini mâlî açıdan destekleyen bir devlet ya da kurum olmadığından, çökmekte olan Sovyetler Birliği’nin büyük bir sarsıntı içindeki ekonomisinden en çok Kırım Tatarları etkilendiler. Kırım’da fiyatlar sürekli olarak artarken, satmak istedikleri Özbekistan’daki evlerinin fiyatlarının son derece düşmesi ve Kırım’da onları bekleyen yokluk şartları Kırım Tatarlarını iktisadî açıdan çıkmaza sokmaktaydı.
Ağustos 1991 darbesinden sonra Sovyetler Birliği’nin birlik cumhuriyetlerinin kopmaya başlaması ve nihayet 1991 sonunda Sovyetler Birliği’nin tamamen ortadan kalkması ile Kırım artık bağımsız bir devlet olan Ukrayna’ya bağlı bir muhtar cumhuriyet haline geldi. Ancak bu noktada Kırım’daki Ruslar, Kırım’ın Ukrayna’dan bağımsızlığını kazanmasını ve bunu müteakip derhal Rusya’ya katılmasını savunmaya başladılar. Aynı şekilde Rusya’daki milliyetçi güçler de Kırım’daki Ruslara açık bir şekilde destek veriyorlardı. Eski Sovyet Karadeniz Filosu’nun ana üssünün Kırım’daki Akyar’da (Sevastopol) bulunması, Kırım’ın statüsünü Ukrayna ile Rusya arasında günümüze kadar sürecek bir anlaşmazlık konusu haline getirdi. Kırım Tatar Millî Meclisi ise Kırım Tatarlarının iki yüzyılı aşkın bir süredir başlarına gelen felâketlerden Rusya’yı sorumlu tutarak, Kırım’ın Rusya’ya bağlanmasına (ve buna bir ön adım olarak Rusların hakimiyetinde bağımsızlık almasına) kesin olarak karşı çıktı ve ülkenin Ukrayna’ya bağlı Kırım Tatar millî muhtariyetini haiz bir cumhuriyet şekline dönüşmesi görüşlerini savundu.
Öte yandan, Millî Meclis diğer ülkelerdeki Kırım Tatarlarıyla bağlarını sıkılaştırdığı gibi, dış hükûmetlerle temaslara girişmeye başladı. Bu meyanda, Millî Meclis başkanı ve temsilcileri başta Türkiye olmak üzere, çeşitli Avrupa ve eski Sovyet ülkeleriyle ciddî siyasî ve kültürel bağlar kurdular. Özellikle Türkiye’de yaşayan Kırım Tatarlarının ve Türkiye’deki diğer resmî ve sivil teşkilatların önayak olmasıyla, bir ölçüde de olsa Kırım Tatarlarına destek temin edilmeye başlandı. Bu destek her ne kadar sürgündeki yüz binlerce Kırımlının hepsinin vatana dönebilmesine ve Kırım’a dönebilen ancak son derece zor şartlar altında evsiz ve temel hayat şartlarından mahrum yaşayan on binlerce insanın ihtiyaçlarına yeterli olmasa da, kayda değer bir adım olarak önem taşımaktaydı. Nitekim Kırım Tatar dinî ve kültürel hayatında bir canlanma görüldü. Bütün güçlüklere rağmen, Kırım Tatar yerleşim yerlerinde camiler, okullar, millî kültür ve sanat teşekkülleri kurulmaya başlandı. Kırım Tatar Millî Kurultayı’nın 1993’de toplanan II. Birleşim’inde Kırım Tatar dili için (Türkiye’de kullanılan alfabe esasında) Latin alfabesine geçilmesi kararı kabul edildi. Bu arada Kırım Müslümanları Dinî İdaresi de kuruldu.
Bugün itibariyle Kırım Tatarları (Türkleri), Kırım siyasetinden dışlanmış vaziyetteler. Dernek yetkililerinin söylediklerine göre;
Çok rahatsız oldukları bazı soruları ve hususları paylaştılar bizimle;
Dernek yetkililerine, bu vesileyle misafirperverlikleri için teşekkür ediyor, haklı davalarında elimizden geldiğince arkalarında olacağımızı ifade ediyor ve kendilerine başarılar diliyoruz.
.
Süleyman ERDEM – suleyman@sahipkiran.org
Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.
KAYNAKÇA:
“Kırım Tatarları Kimdir?”, Doç. Dr. Hakan KIRIMLI, http://www.kirimdernegi.org.tr/sayfa.asp?id=456
Bugünkü hallerinden bilgiler istemekteyiz.Onlar yardım beklerler , dyasporanın sesini duymadık hala!