Modern anlamda devlet yönetimi, merkezi ve mahalli idarelerin güç ilişkisi ve mücadelesi üzerinde yükselmiştir. Belli zaman dilimlerinde imparatorluk, krallık gibi son derece güçlü merkezi otoriteler etkili olurken belli dönemlerde dukalık, kontluk şeklinde yerel derebeylikler etkili olmuştur. Günümüz dünyasında devlet yönetimleri genel olarak gücün ve yetkinin bu iki güç merkezi arasında belli oranlarda bölüşülmesi ile gerçekleşmektedir.
Mahalli idareler, her dönemde ülkemizin önemli gündem maddelerinden birisi olagelmiştir. Mahalli ihtiyaçların, kendi mahallinde karşılanması, doğan sorunların yine kendi mahallinde çözümlenmesi düşüncesi, yerel yönetimlerin güçlendirilmesi iddialarının temel gerekçesi olarak ileri sürülmektedir. Merkezi yönetimin yerel ihtiyaçları öngörememesi ve yeterli çözümler üretememesi yerel yönetimlerin önemini arttırmaktadır. Yerel ihtiyaçlar ve bunların karşılanması gereği ile merkezi yönetimin ulusal bütünlük ve istikrarı sağlama gereği arasında optimum bir denge sağlanması tüm reform çabalarının genel amacı olarak ortaya çıkmaktadır.
Ülkemizde ilk örnekleri 1839 Tanzimat Fermanı sonrasında görülen yerel yönetimleri hedef alan reform girişimleri, Türk kamu yönetimini doğrudan etkilemiştir. Özellikle, 1990’lı yıllarda Türkiye gündeminin önemli maddelerinden birisi olan yerel yönetimler reformunun nasıl olması gerektiği konusunda çeşitli öneriler geliştirilmiş ve kamuoyunun bilgisine sunulmuştur. Reform denemelerinden bazıları başarıya ulaşırken, çoğunluğu sonuçsuz kalmıştır.
Bu çalışmada, TBMM’nin 13 Kasım 2012’de kabul ettiği 13 İlde Büyükşehir Belediyesi Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun temel alınarak mahalli idarelerin mevcut durumu incelenecek, mahalli idarelere verilen görevler ve yetkiler ile mahalli ihtiyaçların karşılanıp karşılanmadığı irdelenecek, ülkemiz gerçekleri göz önünde tutularak adı geçen kanunun muhtemel sonuçları ile federal devlet sistemine geçişin mümkün olup olamayacağı değerlendirilecek ve olası çözüm önerileri ortaya konacaktır.
TEMEL KAVRAMLAR
Kamu yönetimi, bir anlamda devlet idaresinde gücün paylaşılmasıdır. Bu gücün literatürdeki karşılığı iktidardır. İktidarın, merkez ile yerel arasında paylaşılması kamu yönetiminin en temel konusunu oluşturmaktadır. Kamu yönetimi, kamu politikaları aracılığıyla gerçekleştirilmektedir. Bir kamu politikasını belirleyen asıl unsur, toplumsal iktidar ilişkileridir. Kamu politikası, bir sorunla ilgili olarak bir aktör ya da muhtelif aktörlerce takip edilen ve belli bir amaca matuf eylem rotası olarak tarif edilebilir. Herhangi bir kamu politikasının oluşturulması için bir konunun bir şekilde kamuoyunun gündemine girmesi gereklidir.
Gündemimizdeki mahalli idareler reformu, yalnızca mahalli idare birimlerinin yeniden düzenlenmesi değil, tüm devlet teşkilatlanmasının ve dolayısıyla temel toplumsal ilişkilerin yeniden düzenlenmesi anlamına gelmektedir. Dünyada yerelleşme politikaları ve yerel yönetim reformları, 1970 krizinin ardından Yeni Sağ anlayış ve önerileri doğrultusunda belirlenen ve IMF, Dünya Bankası ve Dünya Ticaret Örgütü gibi kurumların öncülüğünde hayata geçirilen yeniden yapılanma sürecinin önemli bir parçası durumundadır.
Mahalli idarelerle ilgili temel kavramlar arasında “belediye” önemli bir yer tutmaktadır. Belediye; 03.07.2005 tarih ve 5393 sayılı Belediye Kanununda, belde sakinlerinin mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi şeklinde tanımlanmaktadır.
Ülkemizde önemli bir mahalli idare birimi olan İl Özel İdaresi, 22.02.2005 tarih ve 5302 sayılı İl özel idaresi kanununda, il halkının mahallî müşterek nitelikteki ihtiyaçlarını karşılamak üzere kurulan ve karar organı seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan, idarî ve malî özerkliğe sahip kamu tüzel kişisi şeklinde tarif edilmektedir.
En eski mahalli idare birimimiz olan “Köy” ise 18.03.1924 tarih ve 442 sayılı Köy kanununda; nüfusu iki binden aşağı yurtlara köy denir şeklinde tanımlanmaktadır.
MAHALLİ İDARELERDE REFORM İHTİYACI
Osmanlı İmparatorluğunda modern anlamda idari reform çalışmaları esas olarak II. Mahmut ve Tanzimat döneminde yaygınlaşmış ve hızlanmıştır. Jön Türklerle ifadesini bulan bu gayretler iki temel akım olarak bürokratik alanda kendini göstermiştir:
-Merkezi yönetim ve ulusal kalkınma fikrine inanmış bürokratik anlayış
-İngiliz bireyselciliği ve adem-i merkezi esinlenmiş bürokratik anlayış
Bu anlayışlardan birincisi İttihat ve Terakki Partisi olarak siyaset sahnesine çıkmıştır. Aynı anlayışın temsilcileri Enver Paşa ve ona yakın olanların dışında çoğunlukla Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda da etkin rol oynamıştır. İttihat ve Terakki Partisinin baskın konumu Osmanlı yönetim geleneğinin Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş felsefesini şekillendirmesinde belirleyici olmuştur. Türkiye, 2003 yılına kadar güçlü bir merkezi devlet geleneğine sahip bir ülke olarak mahalli idareler üzerinde idari vesayet uygulaya gelmiştir.
İkinci anlayış Prens Sebahattin önderliğinde Teşebbüs-i Şahsi ve Adem-i Merkeziyet Cemiyeti olarak Türk siyasal yaşamında yerini almıştır.
Cumhuriyet, üniter ve merkeziyetçi bir yapıda kurulmakla birlikte mahalli yönetimlere ilişkin düzenlemeler daha Cumhuriyetin ilk yıllarında yapılmıştır. Türkiye’de kamu yönetimi reformu konusu hep gündemde olmasına karşın mahalli idarelerle ilgili kapsamlı ve bütüncül bir reform ancak 2000’li yıllarda gerçekleşebilmiştir. Türkiye’de 2003-2010 döneminde gerçekleşen mahalli idareler reformunun gündeme gelmesinde rol oynayan etkenleri aşağıdaki gibi sıralayabiliriz:
Demokratikleşme İhtiyacı: Mahalli idarelerin halka en yakın yönetim birimleri olması, karar mekanizmasının doğrudan yerel halk tarafından seçilmesi, halkın seçtiklerini denetleme şansının daha fazla olması ve yine halkın karar ve uygulamalara katılımının merkezi idareye oranla mahalli idarelerde daha muhtemel olması nedeniyle mahalli idarelerin demokrasiye teorik olarak daha yakın durduğu görüşü yaygındır. Bu sebeple, mahalli yönetimler, yerelleşmenin teşvik edilmesi, yönetime katılımı artırmanın yolu olarak da görülmektedir.
Kentli Nüfusun Artması Sonucu Belediyelerin Hizmet Sunmada Yetersiz Kalması: Ülkemizin hızla artan nüfusu, 1950’lerden başlayarak kentlere iç göç hareketi, tarımsal faaliyetlerin köylünün geçimini karşılamasına yetmemesinden dolayı çözülen nüfusun kentlere ucuz işgücü olarak gelmesi gibi nedenler kentli nüfusun hızla artmasına yol açmıştır. Kentlerin mahalli idare birimi olan belediye teşkilatlarının bu artışa uygun kaynak, personel vb. olanaklarla donatılmaması, mahalli idareler reformunun önemli gerekçelerinden birisidir.
Mahalli İdarelerde Görev Yapan Politik Kişiliklerin Devlet Yönetimde Önemli Görevler Üstlenmesi: Son yıllardaki Türkiye Büyük Millet Meclisinin (TBMM) üye yapısı incelendiğinde mahalli idarelerde görev yapmış birçok siyasi kişiliğin daha sonra milletvekili seçildiği görülmektedir. Yerelden gelen politikacılar doğal olarak mahalli idarelerin güçlenmesi yolunda reformcu davranmaktadırlar. Özellikle İstanbul Büyükşehir Belediyesinde seçimle ya da atama ile görev alan çok sayıda milletvekili TBMM’de ve hükümette görev yapmaktadır. Hâlihazırdaki Başbakan, bizzat eski bir belediye başkanıdır. Bakanların büyük kısmı İstanbul Büyükşehir Belediyesinin eski çalışanlarıdır. Merkez-yerel çekişmesinde bu kişiler yereli tercih ederek mahalli idareler reformunun gündeme getirilmesinde ve formüle edilmesinde önemli rol oynamaktadırlar.
AB’ye Üyelik Sürecinin Getirdiği Yeni Yönetim Yaklaşımları: AB’de tüm üye ülkelerin uyması zorunlu olduğu ortak bir kamu yönetim modeli yoksa da yerellik, iyi yönetişim ve bölgesel politika gibi temel yaklaşımlar bulunmaktadır. 1 Nisan 1993’te yürürlüğe giren ve Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının 4. maddesinin 3. bendinde yerellik ilkesine yer verilmektedir. Paralel olarak, Avrupa Konseyi, Türkiye ile ilgili aldığı 1997 Tarihli 29 No’lu Tavsiye Kararı’nda yerellik ilkesinin Türk Anayasasında açıkça yer alması istenilmektedir. Yerellik ilkesi ilke daha sonraları 5393 sayılı yeni Belediye Kanununun 14. maddesi ile 5302 sayılı yeni İl Özel İdaresi Kanunu’nun 6.maddesinde yerini almıştır.
Türkiye’nin Sosyo-Psikolojik Yapısında Meydana Gelen Değişiklikler: Türk demokratik yaşamına yapılan askeri müdahalelerin de etkisiyle halkın siyasal tercihlerinde görülen değişimler mahalli idareler seçimlerinde kendini göstermiştir. Siyasal partilerin yerel yönetimlere bakışının yerelleşememiş olması yanında, seçmenin kendisinin bile kendini yönetirken merkezden atanan adaylara güven duyması merkez-yerel ilişkisinin belirleyici unsurlarından olmuştur. Türk halkının psiko-sosyal yapısındaki kendine bile güvenmeyen ancak daha üstün gördüğü kişilere güvenme durumu, mahalli idareleri güçlendirme sebepleri arasında yer almaktadır. Kendine güvenmeyen insanlar, sorunlarını sürekli başkalarının çözmesini beklemekte, çevresideki olay ve olgulara karşı kayıtsız kalmaktadır. Bu yapının değiştirilmesi için mahalli idarelerin güçlendirilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.
Küreselleşme Sonucunda Ulus Devletlerin Piyasa Üzerindeki Baskın Rolünün Sınırlandırılması Ve Daha Çok Serbest Ticarete İzin Verecek Mahalli İdarelerin Teşvik Edilmesi: Küreselleşme ekonomik, siyasal, toplumsal ve kültürel alanlarda bazı ortak değerlerin yerel ve ulusal sınırları aşarak dünya çapında yayılmasını ifade etmektedir. Kamu-özel ortaklığı, sourcing-out yaklaşımları, mahalli idarelerin dış borç almasının kolaylaştırılması, ihale, borçlanma ve altyapı yatırımları açısından cazip bir pazar olması gibi yollar kullanılarak bu yayılmanın önündeki engeller daha kolay aşılmaktadır.
Etnik Bölücülük Akımlarını Besleyen Siyasal Ortamın Mahalli İdareler Aracılığıyla Hayat Bulması: Bölücülük akımını destekleyen partilerden dolayı yerel yönetim reformu belli alanlarda kısıtlanmaya tabi tutulmuştur. Bu sebeple, reform metinlerinin hazırlanması sırasında planlananlarla bu metinlerin yaşama geçirilmesi arasında bariz bazı farklılıklar meydana gelmiştir. Burada en önemli neden ülkenin üniter yapısına yönelik hassasiyetlerdir.
Köy Muhtarlıklarının Gelişen Ve Değişen Şartlara Uyum Sağlayamaması: Köy tüzel kişiliğinin bir mahalli idare birimi olarak köy halkının ihtiyaçlarını ne kadar karşıladığı tartışmalıdır. Cumhuriyetin kurulduğu ilk yıllarda çıkarılan Köy Kanunun gelişen toplum ve büyüyen ihtiyaçlar karşısında yetersiz kaldığı söylenebilir.
MAHALLİ İDARELER REFORMUYLA İLGİLİ GELİŞMELER
2003-2010 yılları arasında belediyelerle ilgili olarak 5216 sayılı Büyükşehir Belediye ve 5393 sayılı Belediye Kanunları, il özel idarelerine yönelik 5302 sayılı kanun, mahalli idarelerin kendi aralarında kuracakları birliklere yönelik 5355 sayılı kanun çıkarılmıştır. Ayrıca, 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluş ve Görevleri İle İlgili Kanun da bu kapsamda değerlendirilebilir. Yine 5747 sayılı Büyükşehir Belediyesi Sınırları İçerisinde İlçe Kurulması ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun ile 5779 sayılı İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun bu reformun bir parçası olarak değerlendirilmelidir. Doğrudan mahalli idareleri konu almasa da Türk mali sistemini değiştirmesi için çıkarılan ama sonradan mali sistemle yetinmeyip tüm yönetim sistemini derinden etkileyen 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nu da bu kapsamda ele almak gerekir. Bu kanun mahalli idareler üzerinde merkezin denetimini etkisizleştirmiş, nitelik ve nicelik olarak tüm belediyeleri dış denetim ve performans denetimine tutması şu haliyle mümkün gözükmeyen Sayıştay’ı ön plana çıkarmıştır. Yeni bir iç denetim mekanizması oluşturulmuştur.
Ülkemizin son 10 yıllık döneminde mahalli idarelerle ilgili çok önemli bir reform silsilesi gerçekleşmiştir. Yeni Kamu İşletmeciliği yaklaşımına uygun olarak Türk Kamu Yönetiminde merkezin etkisi azaltılmış ve pek çok yetki, reform düzenlemeleri ile mahalli idarelere bırakılmıştır.
Mahallî idareler alanında çağdaş eğilimlerden biri yerel nitelikli görev ve hizmetler bakımından bu idarelerin genel yetkili olmalarıdır. Genel yetkililik, kanunların yasaklamadığı veya başka bir kuruluşa vermediği bütün yerel hizmetler hakkında mahallî idarelerin görevli ve yetkili olmaları anlamına gelmektedir. Bu, ülkemizin kabul ettiği Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartının ve Anayasanın 127 nci maddesinde mahallî idarelerin görev ve yetkilerinin belirlenmesinde ölçüt olarak belirtilen “mahallî müşterek ihtiyaç” kavramının gerekli kıldığı bir ilkedir.
Özerk bir mahallî idarenin gereği olarak belediyeler üzerindeki idarî vesayet uygulamalarının çoğuna son verilirken idarenin bütünlüğünü ve hukuka uygunluğu sağlayacak mekanizmalar da öngörülmüştür.
5393 sayılı yeni Belediye Kanununda 1580 sayılı eski Belediyeler Kanununda da yer alan hemşehri hak ve yükümlülüklerinin kapsamı ve niteliği genişletilerek hemşehriliğe daha aktif ve katılımcı bir özellik kazandırılmıştır. Hizmetlerin vatandaşlara en yakın yerlerde ve en uygun yöntemlerle sunulması öngörülerek belediye yönetimlerinin daha demokratik ve vatandaş odaklı bir anlayışı benimseyecekleri düşünülmüştür. Katılıma ilişkin yeniliklerin başında belediye meclislerine ve ihtisas komisyonlarına katılıma ve görüş bildirilmesine ilişkin düzenlemeler bulunmaktadır. Belediyenin desteği ile toplanacak kent konseyleri herkesin görüşünü açıklama imkânı bulduğu bir platform oluşturmaktadır. Konsey kararlarının belediye meclisinin ilk toplantısında değerlendirileceğinin öngörülmesi belediye yönetimine katılmanın başka bir boyutunu oluşturmaktadır. Kanunda, kimi belediye hizmetlerinde gönüllülerin çalıştırılmasına imkân veren maddesinin de, belediyelerin yurttaş taleplerine karşı daha duyarlı olmasına ve halkla belediyenin yakınlaşmasına yardımcı olacağı düşünülmektedir.
Yeni belediye kanununda öngörülen düzenlemelerin temel amaçlarından biri de belediyelerde etkili ve verimli bir yönetim kurmaktır. Belediyeler, temel hedeflerini ve bu hedeflere ulaşmak için gerçekleştirecekleri faaliyetleri kapsayacak şekilde beş yıllık stratejik plan yapacaklardır. Yıllık çalışma programlarıyla, bütçelerini ve performans ölçütlerini bu plana göre oluşturacaklardır. Böylece geleceğe dönük politikalar oluşturarak sorunlara uzun vadeli çözümler getirecek ve sonuç odaklı bir anlayışa sahip olacaklardır.
5393 sayılı Belediye Kanunu ile gelen en önemli düzenlemelerden birisi de belediye sayılarının azaltılması ve belediye kurulması için gerekli şartların zorlaştırılmasıdır. Ülkemizde toplam 3.225 belediye bulunmaktadır. Bu belediyelerin nüfusları ile ilgili gruplandırma şu şekildedir:
5393 sayılı Belediye Kanunu ile bir yerleşim yerinde belediye kurulabilmesi için asgari nüfus şartı 5.000 olarak belirlenmiştir. İl ve ilçe belediyeleri için ise nüfus şartı aranmamaktadır. İl ve ilçelerin nüfusu ne olursa olsun belediye kurulması zorunludur.
TBMM tarafından 13 Kasım 2012’de kabul ettiği ancak henüz Resmi Gazetede yayınlanmayan 13 İlde Büyükşehir Belediyesi Kurulması ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile büyükşehir belediyelerinin sayısı 16’dan 29’a çıkarılmıştır. Kanuna göre, Aydın, Balıkesir, Denizli, Hatay, Malatya, Manisa, Kahramanmaraş, Mardin, Muğla, Tekirdağ, Trabzon, Şanlıurfa ve Van, büyükşehir belediyesi olacaktır. Kabul edilen kanuna göre, Adana, Ankara, Antalya, Bursa, Diyarbakır, Eskişehir, Erzurum, Gaziantep, İzmir, Kayseri, Konya, Mersin, Sakarya ve Samsun büyükşehir belediyelerinin sınırları, il mülki sınırları olacak şekilde yeniden tespit edilmiştir. Bu illere bağlı ilçelerin mülki sınırları içindeki köy ve belde belediyelerinin tüzel kişiliği sona erecek, köyler mahalle olacak, belediyeler ise belde ismiyle tek mahalle olarak bağlı bulundukları ilçenin belediyesine katılacaktır. Bu illerin, bucak teşkilatları da kaldırılacaktır. Bu illerdeki il özel idarelerinin tüzel kişiliği ile İstanbul ve Kocaeli’ndeki orman köyleri de dâhil tüm köylerin tüzel kişiliği sona erecektir.
Büyükşehir Belediyelerinde Ulaşım Koordinasyon Merkezleri kurulacaktır. Bu merkez, büyükşehir içindeki kara, deniz, su, göl ve demiryolu üzerindeki her türlü taşımacılık hizmetlerinin koordinasyon içinde yürütülmesini sağlamakla yükümlü olacaktır.
İl Özel İdarelerine ve Belediyelere Genel Bütçe Vergi Gelirlerinden Pay Verilmesi Hakkında Kanun’da yapılan değişiklikle payların hesaplanması ve oranı yeniden belirlenmiştir. Büyükşehir belediye sınırları içinde yapılan genel bütçe vergi gelirleri tahsilâtı toplamının yüzde 6’sı ile bu tahsilâtın toplamı üzerinden büyükşehirlerdeki ilçe belediyelerine ayrılan payların yüzde 30’u büyükşehir belediye payı olarak ayrılmaktadır.
Yeni yasayla vali ve büyükşehir belediye başkanlarına diplomatik pasaport alabilme hakkı getirilmiştir. Mahalli idare birliklerinin taşıtlarına vergi muafiyeti getirilmiştir. Tüm acil çağrıları karşılamak üzere büyükşehirlerde başkanlık bünyesinde, diğer illerde ise valilikler bünyesinde 112 acil çağrı merkezleri kurulacaktır.
Büyükşehir belediyelerinin bulunduğu illerde, kamu kurum ve kuruluşlarının yatırım ve hizmetlerinin etkin olarak yapılması, izlenmesi ve koordinasyonu, ilin tanıtımı, temsil, tören, ödüllendirme ve protokol hizmetlerinin yürütülmesi, ildeki kamu kurum ve kuruluşlarına rehberlik edilmesi ve bunların denetlenmesini gerçekleştirmek üzere valiye bağlı olarak Yatırım İzleme ve Koordinasyon Başkanlığı kurulacaktır.
MAHALLİ İDARELERİN ÖZERKLİĞİ VE İDARİ VESAYET
Mahalli idarelerin kendileri dışında yer alan başka yönetsel kuruluşlar tarafından denetlenmesine, vesayet denetimi denmektedir. Genel devlet yönetiminin bütünlüğünü ve uyumunu sağlamak bakımında yerel yönetimlerin denetlenmesi elbette gereklidir. Fakat bu denetim, yerel idarelerin hareket kabiliyetlerini zayıflatmamalıdır. Vesayet denetiminin kapsamı ve yöntemi çok iyi ayarlanmalıdır.
Ülkemizde merkezi idarenin mahalli idareler üzerindeki vesayet denetimi oldukça geniş kapsamlı ve çok güçlüdür. Bazı hallerde belediye çalışmalarını engelleyici bir nitelik dahi arz edebilmektedir. Vesayet denetimi, zaman zaman siyasi iktidarı elinde bulunduran partilerce, muhalif belediye yönetimlerine karşı bir baskı aracı olarak da kullanılmaktadır.
5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 54. maddesinde belediyelerin denetimindeki amaca yer verilmiştir. Bu maddeye göre, belediyelerin denetimindeki amaç; faaliyet ve işlemlerde hataların önlenmesine yardımcı olmak, çalışanların ve belediye teşkilatının gelişmesine, yönetim ve kontrol sistemlerinin geçerli, güvenilir ve tutarlı duruma gelmesine rehberlik etmek amacıyla; hizmetlerin süreç ve sonuçlarını mevzuata, önceden belirlenmiş amaç ve hedeflere, performans ölçütlerine ve kalite standartlarına göre tarafsız olarak analiz etmek, karşılaştırmak ve ölçmek, kanıtlara dayalı olarak değerlendirmek, elde edilen sonuçları rapor haline getirerek ilgililere duyurmaktır.
Aynı Kanunu 55. maddesine göre, belediyelerde iç ve dış denetim yapılacak olup bu denetimin ise iş ve işlemlerin hukuka uygunluk denetimi ile mali ve performans denetimini kapsadığına yer verilmektedir. Bu maddeye göre iç ve dış denetim 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanununa göre yapılacaktır. İç denetimin İç Denetim Koordinasyon Kurulu (İDDK) tarafından verilmiş sertifikaya sahip iç denetçiler tarafından, dış denetimin ise Sayıştay tarafından yapılacağı esastır. 5018 sayılı kanunun 68. maddesinde Sayıştay tarafından yapılacak harcama sonrası dış denetimin amacı, genel yönetim kapsamındaki kamu idarelerinin hesap verme sorumluluğu çerçevesinde, yönetimin mali faaliyet, karar ve işlemlerinin; kanunlara, kurumsal amaç, hedef ve planlara uygunluk yönünden incelenmesi ve sonuçlarının Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne raporlanması şeklinde düzenlenmiştir. Bu kanun ile İçişleri Bakanlığı müfettişlerinin belediyeler üzerindeki mali anlamda denetim yetkisi kısmen kaldırılmıştır. Ancak belediyelerin mali işlemler dışında kalan diğer idari işlemleri, hukuka uygunluk ve idarenin bütünlüğü açısından İçişleri Bakanlığı tarafından denetlenmeye devam edilecektir.
İçişleri Bakanlığı’nın mali bakımdan yapacağı kısmi denetim, yine 5018 sayılı kanunun 77. maddesinde istisnai olarak düzenlenmiştir. Bu maddeye göre, mali yönetim ve kontrol sisteminin tümüyle zaafa uğraması belirgin yolsuzluk veya kamu zararına yönelik emarelerin ortaya çıkması durumunda ilgili belediye başkanının talep etmesi veya doğrudan Başbakan’ın onayı üzerine İçişleri Bakanının yetkili denetim elemanları aracılığıyla ilgili belediyenin tüm mali yönetim ve kontrol sistemini, mali karar ve işlemlerini mevzuata uygunluk yönünden teftiş ettirme yetkisi bulunmaktadır. Bu istisnai durum sonrasında hazırlanacak raporun bir örneği iç Denetim Koordinasyon Kurulu’na, bir örneğinin de belediye başkanına gönderilmesi gerekmektedir. 5018 sayılı kanunun 75. maddesinde ise aynı istisnai durum Maliye Bakanlığı’na da verilmiştir. Fakat bu maddede belediyeler açıkça belirtilmemekle birlikte, kamu idareleri ve ilgili bakan kavramları kullanılmaktadır.
Belediyelerde iç denetim, iç denetçi tarafından yapılmaktadır. İç denetçi, ise İç Denetim Koordinasyon Kurulu (İDDK) tarafından verilen sertifikaya sahip kişiler arasından belediye başkanı tarafından seçilerek atanmaktadır. İç denetçinin re’sen denetim yapma yetkisi bulunmamaktadır. Ancak, harcama yetkilisi olan belediye başkanı tarafından yetkilendirilmesi ve görevlendirilmesi halinde denetim yapabilmektedir. Yıllık denetim programları belediye başkanı tarafından onaylanırsa denetim gerçekleştirebilmektedir. Fiili uygulamada, iç denetçi kadrosu bulunan belediyelerde denetim programları belediye başkanlarınca onaylanmamakta ve iç denetçiler atıl vaziyette beklemektedirler.
Hâlbuki iç denetim üst yönetimin, hesap verilebilirlik ve sorumluluk ilkeleri çerçevesinde hareket etmesine katkı sağlar, varlığı ve faaliyetleri ile bu ilkelerin sağlıklı bir şekilde tesis edilmesine katkıda bulunur. Yani belediye başkanları için çok değerli bir kontrol aracıdır. Bu bakımdan kurumsal olarak belediye yönetiminde güvenilmesi ve desteklenmesi gereken bir fonksiyondur. 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanunu ile öngörülen yeni kamu mali yönetim ve kontrol sisteminin temel unsurunu oluşturan iç denetim faaliyetinin etkin bir şekilde kurulabilmesi ve yürütülebilmesi, iç denetim sisteminden beklenen yararların sağlanması, belediye başkanlarının bu sisteme verecekleri önemle eşdeğere sahiptir.
Dış Denetimde genel yetkili kurum olan Sayıştay’ın ne derece etkin olduğu tartışmalıdır. Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine intikal eden Sayıştay, belediyelerin iş ve işlemlerinin hukuka uygunluğunu denetlemekle görevli olduğu halde kamuoyuna sıkça yansıyan mahalli idare yolsuzluklarını yakalayıp engelleyememiştir. Ancak, belediyeler üzerinde gölgesini daima hissettiren bir kurumdur.
Genel olarak mahalli idareler reformlarında idari vesayet denetiminden kavram olarak hiç söz edilmezken hukuksallık ve yerindelik denetimi olarak uygulanan bu denetimin biçimlerinden sadece hukuksallık denetimine cevaz verilmiştir. Yeni kanunlarla getirilen performans denetimi, iç denetim, dış denetim gibi kavramlar kendilerini destekleyecek mekanizmalardan yoksun kaldığı için havada durmaktadır.
Avrupa Birliği (AB) tam üyeliği yolunda ilerleyen Türkiye, AB Yerel Yönetimler Özerklik Şartına 9 alanda çekince koymuş durumdadır. Türkiye’nin kendi özel koşulları olduğu gerçeği karşısında yerel yönetimlerin ülkenin bölünmez bütünlüğü ve üniter yapısı da dikkate alınarak yeniden yapılandırılmasında yarar mülahaza edilmektedir.
GENEL DEĞERLENDİRME
Büyükşehir Belediyesi Kanunu ile Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun, TBMM genel kurulunda kabul edilerek yasalaştı. Bu kanunun Cumhurbaşkanınca onaylanması durumunda, İl Özel İdaresi, belediye ve köy kanunlarında ve akabinde de bu kanunların uygulandığı alanlarda önemli etkiler ve sonuçlar husule gelecektir. Eskiyen, aksayan, güncel ihtiyaçları karşılamaktan aciz yasal düzenlemeleri iptal etmek, yenilerini yürürlüğe koymak mümkündür ve gereklidir. Sorunlara, kalıcı çözümü bulmak devletin temel görevleri arasındadır. Getirilen bu yeni düzenlemelerde aşağıdaki hususların eksik kaldığı veya gözden geçirilmeye muhtaç olduğu düşünülmektedir.
Yapılan yeni düzenlemede, yürürlükteki anayasaya aykırılıklar bulunmaktadır. Yasalar yapılırken, mer’i anayasaya uygunluğuna dikkat edilmelidir. Yürürlükteki mevcut Anayasa’ya aykırı yasa yapılamaz. Mevcut 1982 T.C.Anayasasının 126. maddesinde “İllerin idaresi yetki genişliği esasına dayanır” ifadesiyle illere yetki genişliği tanınmıştır. Valiler, geniş yetkilerle donatılmış fakat federal bir devlet yapısı tercih edilmemiştir.
Mevcut ve yürürlükteki Anayasa’mızın 127. maddesinde “Mahallî idareler, il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere oluşturulan kamu tüzel kişileridir” ifadesi yer almaktadır. Bu anayasa hükmü, açıkça, il özel idarelerine ve köye, tüzel kişilik ve mevcudiyet kazandırmaktadır. Anayasa’ya göre, büyükşehirlerin merkezlerine özel yönetim biçimi takdir etmek de mümkündür. Ancak, buradan büyükşehir sınırları dışındaki diğer mahallî idare birimlerinin büyükşehirlerle birleştirilebileceği anlamı çıkmayacağı gibi, Anayasayla varlıkları teyit edilen il özel idareleri ve köyleri ortadan kaldırıp yok saymak da Anayasaya göre mümkün gözükmemektedir. Kanunun yürürlük kazanması durumunda, 27 ilde il özel idareleri ve köyler hükmen yok sayılacaktır. Anayasa’mızın o yer insanına tanıdığı anayasal hak da kullanılamayacaktır.
Getirilen yeni düzenleme, AB kriterlerinden olan “Subsidiarity” ilkesine de aykırıdır. Bu ilkeye göre, insanlar kendine en yakın mahallî idare biriminden hizmet alması gerekir. Kilometrelerce yol kat ederek, büyükşehirden hizmet talep etmesi bu kritere uymamaktadır. Bu uygulama İstanbul, Kocaeli gibi köylerin şehirle birleştiği yerlerde uygulanabilir. Fakat coğrafi alanı geniş olan illerde uygulanması çok zordur. Hele bir de merkez ilçe, il coğrafyasının bir köşesinde ise hizmet götürmesi çok zorlaşacaktır. Söz gelimi, Mersin il merkezi il coğrafyasının en doğusunda yer alır. İlin en batısındaki ilçesi Anamur, yaklaşık 300 km uzaklıktadır. Oldukça dağlık, sarp ve zorlu yollar aşılarak otobüsle yaklaşık 5 saatlik bir mesafeye Mersin merkezdeki büyükşehir belediyesinin hizmet götürmesi nasıl mümkün olacaktır? Sadece Anamur değil, Taşeli platosundaki Bozyazı, Aydıncık, Gülnar, Mut gibi Mersin ilinin en az 5 ilçesi Mersin Büyükşehir Belediyesi hizmetlerinden yeterli derecede yararlanamayacaktır. Keza, Çeltik ilçesi Konya’ya yaklaşık 250 km uzaklıktadır. Çeltik ilçesine Konya Büyükşehir Belediyesi nasıl hizmet götürecektir? Fiili imkânsızlık hali mevcuttur. Adana Büyükşehir Belediyesinin yaklaşık 4 saatlik uzaklıktaki Tufanbeyli ilçesine hizmet götürmesi fiilen mümkün değildir. Akılcı ve demokratik çözüm, il genel meclislerini daha da aktifleştirip temsil gücünü artırmak, icra alanını genişletmek, ilçe özel idaresine tüzel kişilik kazandırarak, ilçeyi daha güçlü insiyatif sahibi yapmak olabilir. Bu durum AB’nin “yerellik (Subsidiarity)” ilkesine de uygundur. İlçeler şu anda, il genel meclisinde temsil edilmektedir. Büyükşehir belediyesine bağlandığında, belediye meclisinde, ilçe adına halkı temsil imkânı kalmayacaktır.
Köy tüzel kişiliğinin kaldırılması da kanaatimizce uygun değildir. Osmanlı’dan günümüze bir mülki idare amiri gibi görev ifa eden köy muhtarını mahalle muhtarı yapmak, köydeki hizmet akışına zarar verecektir. Köyde muhtar bir otoritedir. Köyler mahalle, muhtarı da mahalle muhtarı olunca, Köy Kanununun köy muhtarına ve köy halkına yüklediği görevler, mahalle muhtarından ve mahalle halkından istenemeyecektir. Mahalle muhtarı kısaca, seçmen kütükleri ve seçmen kartlarının dağıtımına yardım etmek, resmî tebligatlara yardımcı olmak, nüfus ve ikamet ilmühaberleri tanzim etmek, fakirlerin tespitinde idareye yardım etmek, zabıtaya ve 1111 sayılı kanun gereği, asker alımlarında askerlik şube görevlilerine yardım etmek, sokak levhaları ve benzeri noksanlıkları belediyeye bildirmekle görevlidir. Köyün ihtiyacı, talebi, hatta sosyal şartları, mahalleden çok farlıdır. Köy Kanunu’na göre köylünün sorumluluğu ve görevleri vardır. Bu değişimle, köy imecesi, köy salması, köy bütçesi tarih olmaktadır. Bütçe olmayınca köyde mevcut gelir giderlerin ne olacağı da muallâktır. Köyün kır bekçisi, köy kır korucusu, danacısı ve çobanı mahalleye dönüşünce nasıl ve kimin sorumluluğunda olacağı da cevapsızdır. Köy muhtarlarının bir görevi de köylerde Medeni Kanun’un 134. maddesine atfen resmî nikâh kıymaktır. Mahalle muhtarının ise nikâh kıyma yetkisi yoktur. Köylü, belediyeye kadar gidip nikâh kıydırmakta zorlanacak ve resmî nikâhsızların sayısı artacaktır.
İçişleri Bakanlığı’ndan, emniyet ve jandarma birimlerini ayırarak bir İç Güvenlik Bakanlığı oluşturulması ve İçişleri Bakanlığı’nın doğrudan ve yalnızca mahalli idarelerle ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Bir Yerel Yönetim Bakanlığı veya Başbakanlık’a bağlı bir müsteşarlık kurulmalıdır.
Mahalli idarelerin güçlendirilmesi Türk insanının kendisini daha değerli hissetmesini de sağlayacaktır. Yüzyıllardır padişahın mülkü olan bir ülkede padişahın kulları olarak yaşamış Türk insanı, ülke yönetimiyle ilgili hiçbir kaygıyı taşımamıştır. Padişahın kulu olarak her şey, kendisi adına düşünülmüş ve yapılmıştır. Bu sebeple de gerek yaşadığı beldenin, kentin sorunları gerekse de ülkenin sorunlarına dair herhangi bir düşüncesi olmamış, sorunlarını çözme noktasında herhangi bir girişimde bulunmamıştır. Yerellik ilkesi doğrultusunda mahalli idarelerin güçlendirilmesi, yüzyıllardır kendi beldesinin, kentinin ve ülkesinin sorunları ve geleceği hakkında herhangi bir kaygısı olmayan Türk insanının kendine gelmesini, kendi beldesini, kendi ülkesini ve kendi vatanını daha çok sahiplenmesini sağlayacaktır.
İdari alanda vesayetçi ve katı merkeziyetçi anlayışın benimsenmesi, bütün sorunların Ankara’da tespit edilmesi, çözümlerin Ankara’dan üretilmesi ve bütün kaynakların Ankara’dan aktarılması anlayışı bugün iş görmekten uzaktır. Gerçekten, Hakkâri’nin yerel sorunlarının Ankara’dan görülmesi mümkün değildir. Hakkâri Belediyesinin veya Hakkâri Valiliğinin oradaki sorunları daha yakından bileceği kesindir. Hakkâri Belediyesinin yönetimi, halk tarafından seçildiği için orda yaşayan halk sorunlarını daha iyi saptayacak, ona uygun çözüm önerileri geliştirecek, verdiği kararlarının sorumluluğunu taşıyacaktır. En temel insan psikolojisinin bir sonucu olarak insanlar sahip oldukları şeyleri koruma ve gözetme çabası içinde olacaklardır. İnsanlar, kendi mülklerini muhafaza çabası içinde olduğu içindir ki kendi belediyelerini koruma ve geliştirme güdüsüne sahip olacaklardır.
Bu noktada valilikler ile belediyelerin birlikte varlığının sorun olduğunu açıklamak gerekmektedir. Valilikler’de Vali, Belediyelerde, Belediye Başkanı benzer görevleri yapan hatta çoğu zaman aynı görevleri yapan kişilerdir. Belediyenin sorumlu ve yetkili olduğu bir çok konu aynı zamanda Valilikler bünyesindeki il tarım müdürlüğü, il sağlık müdürlüğü, il şehircilik ve çevre müdürlüğü gibi birimlerin de görev alanlarında bulunmaktadır. Aynı konuda birden fazla kurumun ve kişinin yetki ve sorumluluğunun olması yönetimde iki başlılığa ve karmaşaya yol açmaktadır. Zaman zaman çatışmaya da yol açmaktadır. Bu çift başlı yönetim, vatandaşlarımızı ciddi anlamda rahatsız etmektedir. Valililerin, vilayette devletin temsilcisi olduğu, devleti temsil ettiği ve bölünmeye karşı sigorta niteliğinin olduğu düşünülür ve varsayılır. Valilerin sırf bu sigorta niteliği varsayımından dolayı, valilikler muhafaza edilerek ikili ve hatta çoklu yönetime cevaz verilmektedir. Üniter yapı hassasiyetine sahip kişiler, mahalli idarelerin güçlendirilmesi konusu ne zaman gündeme gelse derhal üniter yapının muhafazası için valilerin yetkilerinin arttırılmasını öne sürmektedirler. Sanıyorlar ki merkezi devletin temsilcisi valiler bir vilayette bulunursa orası bölünme ve ayrılma noktasına ulaşamaz. Hâlbuki bu büyük bir yanılsamadır. Vilayetlerde valiler kuvvetlendikçe, oralarda yaşayan vatandaşların yönetime katılma ve orayı sahiplenme duyguları zayıflamaktadır. Valiliğin tasarruflarına oradaki vatandaşların katılma ihtimalleri çok düşüktür. Kaldı ki merkezden atanan valilerin ne kadar üniter yapıyı savundukları, gittikleri vilayetlerdeki sorunlara ne kadar duyarlı oldukları, vatandaşların sorunlarına ne kadar duyarlı oldukları tartışmalıdır. Vatandaşa karşı hesap verme sorumlulukları olmadığı, sadece kendilerini atayan hükümete karşı hesap vermek durumunda oldukları için çoğu zaman sorumlu oldukları vilayetin değil, hükümetin önceliklerini dikkate almaktadırlar. Bu sebeple de vilayetteki vatandaşların sorunlarını görmekten ve çözmekten uzak kalmaktadırlar. Bu da valiliklerin son derece etkisiz ve verimsiz kalmasına yol açmaktadır. Etkisiz ve verimsiz valiliklerin etkili hale getirilmesinin yolu valilerin seçimle işbaşına getirilmeleri ve vatandaşa karşı sorumlu olmalarının sağlanmasıdır. Tarafımızca önerilen modelde vali seçimle işbaşına gelecek, belediye başkanlığı valiliğe bağlı teknik bir birime dönüşecektir. Vali, o vilayette, hem devletin, hem hükümetin hem de halkın temsilcisi olarak görev yapacaktır. Seçimle işbaşına geldiği için vali, vatandaşlara dışarıdan ve üstten bakamayacak, onların sorunlarına kayıtsız kalamayacak, onlara hesap vermek durumunda kalacaktır. Etkisiz ve verimsiz kalmamak adına da tüm idari birimleri ve kadroları aktif olarak çalıştırmak zorunda kalacaktır. Bu sayede de hem atıl kaynak kalmayacak hem de aynı iş birden fazla kurum sorumluluğunda olmayacak ve kaliteli bir kamu hizmeti sunulabilecektir.
Peki, valililerin seçimle işbaşına gelmesi ulusal bütünlüğü ve üniter yapıyı olumsuz etkiler mi? Valilerin atanarak görevlendirildiği hallerde birlik bütünlük daha mı güçlü sağlanmaktadır? Ya merkezi hükümet de ulusal bütünlükten ve üniter yapıdan rahatsız ise valiler nasıl davranacaklardır? Ulusal bütünlük ve üniter yapıyı korumanın en sağlam yolunun vatandaşlardan geçtiği çok aşikârdır. Vatandaşın yüreğinde ve beyninde ülkenin ve milletin bölünmez bütünlüğüne yer yoksa hiçbir yöntemin kar etmeyeceği de çok açıktır. Herhangi bir vilayetteki vatandaşlar güçlü bir vatan ve millet düşüncesine sahipse seçecekleri valiler de çok sağlam ve güçlü olacaktır. Esas olan vatandaştır. Kendisine değer verilerek kendi valisini seçme hakkına sahip olan vatandaş, etkili ve verimli çalışacak bir valiyi seçecektir. Ulusal bütünlüğü sağlamak sadece valinin yapabileceği bir iş de değildir. Valinin seçilmesi yanında merkezi hükümetin geliştireceği başka tedbirler ve sigortalar, bölünmeyi engelleyebilir. Güçlü bir haber alma ve bilgi analizi sistemi kurularak bölünmeye yol açacak etmenler öngörülüp engellenebilir. Valinin seçilmesi yanında onun yanında çalışacak bürokratik kadro merkezi hükümet tarafından atanabilir. Her halükarda bölünmeyi ve dağılmayı engellemenin tek yolu vatandaşların kalbini fethetmektir.
Genel olarak her ülkede farklı dil, din, ırktan insanların toplu olarak bulundukları idari birimlerde, güçlendirilmiş yerel yönetimler, bölge insanının bekleyişleri doğrultusunda merkezi yönetimlerden ayrılma arayışına yönelebilirler. Bunun istisnaları da vardır. Örneğin ABD’de eyaletler gerçek anlamda bağımsızdır ve de her eyalette farklı dil, din, ırktan insanlar yaşar. Ama ülkeye hâkim olan birlik ve bütünlük ruhu, hiçbir eyalette ayrılıkçı hareketin filizlenmesine imkân vermez.
Büyükşehir belediye sınırlarının il sınırlarına çıkarılmasıyla kendiliğinden bölgesel yönetimler ihdas edilmiş olacaktır. Yerel yönetim düzeyinde ortaya çıkan bu yapılanma bölgesel otonomiyi gündeme getirecektir. Zaten 5449 sayılı Kalkınma Ajanslarının Kuruluşu Koordinasyonu ve Görevleri Hakkında Kanun ile bölgesel yapılanma 2006 yılında kurulmuştu. Bu kanun çerçevesinde kurulan kalkınma ajanslarının yönetim kurullarında belediye başkanları da yer almaktadır. Bir kalkınma ajansı bünyesinde toplanan vilayetler bir vali başkanlığında yönetilerek sessizce ve sezdirmeden bölgesel yönetimler uygulamaya geçirilmiştir. Ankara’da herhangi bir merkezi birimi olmayan, kendi bütçesi ve tüzel kişiliği olan, mahalli idare ve merkezi idarenin taşra teşkilatı olmayan kalkınma ajansları, nevi şahsına münhasır bölgesel kurumlar olarak hâlihazırda varlıklarını sürdürmektedirler.
Tüm dünyada olduğu gibi belediyecilik anlayışı geniş kırsal alanlara hizmet vermeye uygun değildir. Yerel yönetimlerin dünyada gelişim seyrine bakıldığı zaman kırsal alanları içine alan belediyecilik anlayışının hiçbir zaman gelişmediği görülmektedir.
Büyükşehir belediye başkanıyla hükümetin farklı siyasal partilerden olması durumunda il genelinde kamu hizmetlerinin aksaması söz konusu olabilecektir. İl sınırları ile örtüşen büyükşehirlerde güçlü belediye başkanlığı yapısı ile birleşince politik olarak karşı konulamaz güç odakları oluşacaktır.
Büyükşehir belediyelerinin görevlerini “il mülki idare” sınırıyla tanımlamak yerinden yönetiminin bir uzantısı olan iller idaresi ilkesine aykırılık oluşturacaktır. Bu birimlerin birçok alanda görev üstlenmesi, merkezden yönetim-yerinden yönetim ilkesiyle getirilen dengeyi sarsacak, yerinden yönetim ilkesi hem “yerel yönetimler”, hem de bu birimler içinde yer alan belediyeler lehine bozulacaktır. Anayasanın “Mahallî idareler; il, belediye veya köy halkının mahallî müşterek ihtiyaçlarını” ifadesinde yer alan “il” “belediye” ve “köy”, halklarının iç içe girmesine meydan verecektir. “Belediye” halkının görevini üstlenen birimlerin Anayasaya aykırı olarak “il” ve “köy” halkının görevini üstlenen idarelerin görev ve yetkilerine el atması anlamına gelecektir.“Mahallî müşterek ihtiyaçları” karşılamak üzere kurulmuş kamu tüzel kişileri olan yerel yönetimlerin güçlenmesi il idare sisteminde ortaya çıkacak bu boşluğu dolduramayacaktır. Çünkü mahalli idarelerin devleti temsil etme gibi bir görev ve kaygıları yoktur. Organları seçimle geldikleri için güçlerini devletten değil, yerel halktan almaktadırlar. Sürekli güçlenen yerel yönetimlerin halkın ihtiyacı deyip doğrudan milli egemenlik alanına giren konulara el atmaları sürecin doğal sonucudur. Seçimle göreve gelen valiler içinde aynı durum söz konusudur. Bu durum, federal yapı, otonomi, özerklik gibi tartışmaları beraberinde getirecektir.
MAHALLİ İDARELER REFORMU FEDERAL YÖNETİME GİDİŞ Mİ?
En genel anlamda federasyon veya federal devlet, kendi içlerinde belli bir özerkliği koruyarak iki veya daha fazla devletin aynı merkezî iktidara tâbi olmak suretiyle oluşturduğu bir devlet topluluğu şeklinde tanımlanabilir. Federasyonda, federal devlet ve federe devletler olmak iki tür devlet bulunur. Federe devletlere, devlet, eyalet, kanton, gibi isimlerin verildiği görülmektedir.
Federalizm, Türk Kamu Yönetimi sisteminde kendisine yer bulamayan bir kavramdır. Federalizm, kimi sosyal bilimcilerce bir nevi kuvvetler ayrılığı olarak yorumlanmaktadır. Kuvvetler ayrılığı en geniş anlamıyla yasama, yürütme ve yargı erklerinin tek bir merkezde toplanmaması anlamına gelir. Yani, yasama, yürütme ve yargı kuvvetleri, fonksiyonel temelde birbirinden ayrılır. Federalizmde ise coğrafi olarak kuvvetler birbirinden ayrılmaktadır. İktidar gücü, federal devlet ile federe devletler arasında dağıtılır. Federal yapıların ortaya çıkması tarihi, politik, iktisadi vb. süreçlerle ilişkilidir. Söz gelimi, Kanada, ABD ile rekabet gücünü artırabilmek; Avustralya pazarlarını genişletebilmek amacıyla federalizmi benimsemiştir. Federalizm, iktidar gücünün, bir diğer ifadeyle, egemenliğin paylaşılmasıdır. Federasyonda federe devletlerin egemenliğinin üzerinde federal devletin egemenliği bulunur. Federal devlet, federasyon anayasasının verdiği yetki ile federe devletler üzerinde egemenliğe sahiptir ve anayasaya dayanarak yetki artırımına dahi gitmesi mümkündür. Bu anlamda, federasyonda yaşayan halk, hem federal devletin hem de federe devletin egemenliğine tabi olarak iki ayrı egemenlik çatısı altında yaşar.
Ülkemizde federal yönetim tartışmaları gündeme her gelişinde dünyanın en güçlü devleti olduğundan bahisle ABD’nin de federal devlet olduğu vurgulanır. Sürekli ABD’nin federal başkanlık sistemi örnek gösterilir. Peki ABD’deki durum nedir? Bilindiği üzere Amerika Birleşik Devletleri, çoğulcu demokrasiye dayalı, başkanlık sistemiyle yönetilen federal bir devlettir. Yönetim sistemi üç kademeli bir yapı çerçevesinde şekillenen bu ülkede federal devlet ilk düzey yönetim birimini, eyaletler ise ikinci düzey yönetim birimini oluşturmaktadır. Eyaletlerin alt düzey yönetim birimleri olan yerel yönetimler ise, sayıları, nitelikleri ve yapıları itibariyle çok zengin bir çeşitliliğe sahiptirler. ABD’nin federal yapısının belirleyici özelliğini,“adem-i merkeziyet” anlayışının bütün yönetim mekanizmalarına hakim kılınması oluşturmaktadır. Bu anlayışın bir gereği ve sonucu olarak, görevleri, mali kaynakları ve sorumlulukları Anayasada tanımlanmış olsa da, ikinci düzey yönetim kademeleri olan eyaletler içişlerinde tümüyle serbesttirler. Üçüncü düzey yönetim kademesini oluşturan yerel yönetimler de yine aynı şekilde güçlü adem-i merkeziyet anlayışının etkisi ile şekillenmişlerdir.
ABD’nin devlet olarak gelişiminde son 500 yıllık süreç içerisinde çok farklı etnik grup, din ve mezheplerden gelen göçmenlerin etkili olması ve bireysel özgürlüklere aşırı derecede sahip çıkılması, üniter devlet yapısının ortaya çıkmasını engellemiştir. Belki de diğer ülkelerde olduğu gibi tek düze bir yerel yönetim modelinin Amerika Birleşik Devletleri’nde ortaya konulamamasının temel nedenlerinden birisini de budur. Ayrıca, ABD yönetim sisteminde yerel yönetimler arasında bir kademelendirme söz konusu değildir. Bunun yanında yerel yönetimlerin tüzel kişiliğe, idari ve mali özerkliğe, seçimle iş başına gelen karar ve yürütme organlarına sahip olması, ortak özellikleri olarak sayılabilir.
ABD’de mahalli idarelerin kökenleri 18.yüzyıla kadar inmektedir. Amerikan eyaletleri bağımsızlıktan önce de ayrı ayrı örgütlendikleri için merkezi hükümete yetki bırakma açısından kıskanç davranmışlar, federal bir devlet kurma düşüncesini de, ancak halkın günlük yaşantısını ilgilendiren tüm düzenlemelerin eyalet hükümetlerine bırakılması şartıyla hayata geçirmişlerdir. Amerika’daki yerel yönetimler aşağıdan yukarıya doğru devlet yapısı içerisinde yer almıştır. Kuruluşlarında egemenliklerinin bir kısmını merkezi yönetimlere devretmesine rağmen, sadece yerel yönetimi ilgilendiren noktalarda devletin hiç bir işe karışmasını kabul etmemiştir. Artık 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında her biri itfaiye, kanalizasyon, su v.b. birçok hizmeti sağlamak için vergi toplama yetkisine sahip olan özerk mahalli idare yönetimleri ortaya çıkmıştır.
ABD’de mahalli idareler, kamu hizmetlerinin en etkili şekilde sunulmasının temel araçları olup, federe devletlerin (eyaletlerin) yönetim yapılarında çok önemli bir yere sahiptirler. Sayıları ve türleri oldukça fazla olup, yapıları, işlevleri, statüleri, yetki ve sorumlulukları eyaletten eyalete farklılıklar göstermektedir. Farklılığına ve çok zengin bir çeşitliliğe sahip olmasına rağmen ABD yerel yönetimleri, güçlü demokratik özellikleri ve hizmet sunumundaki etkinlikleri dolayısıyla dünyadaki en önemli yerel yönetim modellerinden birini oluşturmaktadır.
ABD’de mahalli idareler esas olarak eyalet hükümetiyle ilişki içerisinde faaliyetlerini sürdürmekte, merkezi yönetim (federal hükümet) ile hemen hiçbir ilişki içinde bulunmamaktadırlar. Mahalli idarelerin görevleri konusunda ülke içerisinde bir yeknesaklık bulunmamakta, yerel yönetimlerin görev ve yetkileri eyalet hükümetlerinin verdiği yetki belgesine veya berata göre azalıp çoğalmaktadır. Benzer şekilde yerel yönetimlerin yönetici kadroları da eyaletlere göre değişmekte, ya doğrudan seçimle iş başına gelmiş veya seçilmiş kişiler tarafından atanmış yöneticiler tarafından yönetilmektedir.
ABD’de bazı hizmetler için özel bölgeler (special districts) kurulması, kentleşmenin kazandığı yeni boyutlar karşısında bazı hizmetleri göremez hale gelen belediyelerin bu yüklerden kurtulabilmeleri ve hizmetlerin etkinliğinin sağlanabilmesi açısından oldukça yararlı sonuçlar vermiştir. Bu tür esnek bir modelin benimsenmesi ve özel ihtiyaçlara yönelik özel yapıların oluşturulabilmesi, halkın sürekli artan ve çeşitlenen beklentilerinin karşılanmasında önemli fırsatlar sağlayabilir. Ülkemiz yerel yönetim sisteminde yapılacak yeni açılımlar için de bu tür yapılar örnek alınabilir. ABD’de yönetim sistemi çağın ve toplumun ihtiyaçlarına göre sürekli değişebilen canlı bir yapı niteliğinde olup, yeni gereksinimlerin karşılanması amacıyla gerekli düzeltme ve düzenlemeler zamanında yapılmakta, ihtiyacı karşılamayan kurallar atılmakta ve yenileri getirilmektedir. Böylece yerel hizmetlerin sunumu ve hizmetlerin daha etkin bir şekilde sunulabilmesi amacıyla atılması gereken adımlar, statik hale gelmiş mevzuatın engellemesine takılmaz.
Küresel anlamda bakıldığında günümüzde mahalli idareler temel yönetim birimleri arasına girmiş, hatta belediyeler “devletin bir parçası değil, sivil toplumun bir parçası olarak” algılanmaya ve görülmeye başlanmıştır. Fransız düşünürü Alexis De Tocqueville “bir ulusun bağımsız bir hükümet kurabileceğini, ancak belediye kuruluşlarına sahip olmadan bağımsızlık heyecanına sahip olamayacağını” söylemiştir.
Ülkemizde ise yerel yönetimlere ilişkin son yıllarda yapılan ciddi reform girişimlerine rağmen, gerçek anlamda bir yerel demokrasiden söz etmek çok zordur. Ülkemizde yerel yönetimlerin gereksinimleri, bunların öncelik sırası, yapılacak hizmetlerin türü ve genişliği gibi birçok konuda merkezi yönetimin baskın bir belirleyiciliği söz konusudur. Oysa ABD’deki gibi halkın yönetime katılması, yerel yönetim sorunlarının daha hızlı ve kolayca çözülmesi yanında, yerel yönetimlerin daha dikkatli davranmalarını, yöneticilerin verdikleri sözlerin arkasında durmalarını da sağlamaktadır. Özetlemek gerekirse, yerel yönetimlerin merkezi yönetimle ve bölgesindeki diğer yönetimlerle ilişkileri, yargı karşısındaki konumları, esnek yapılanmaları, yönetim organlarının oluşturulmasında halkın katılım düzeyi, kararların alınmasında ve uygulanmasındaki katılma mekanizmaları vb. açılardan ülkemizde yeni açılımlara ihtiyaç bulunmaktadır.
Bölgesel devlet, içinde bölgesel yasama yetkisi dâhil bazı önemli yetkilere sahip özerk bölgelerin bulunduğu üniter devlete verilen isimdir. Başlıca örneği İspanya ve İtalya’dır. Bu ülkelerde bazı bölgelere, klasik yerel yönetim kuruluşlarından farklı olarak, bölgesel yasama iktidarı da tanınmıştır. Keza özerk bölgelerin yetkisi anayasa tarafından da güvence altına alınmıştır. Bu noktalar bakımından bölgesel devlet federal devlete benzemektedir. Ancak özerk bölgeler, tam bir federe devlet olarak kabul edilemezler. Çünkü bir kere, özerk bölgelerin kendi anayasaları yoktur. Yani bir kurucu iktidara sahip değildirler. Bölgesel devletlerde (İspanya ve İtalya) tek bir Anayasa vardır; o da ulusal devletin anayasasıdır. İkinci olarak, özerk bölgelerin ulusal devletin yasama organına bir devlet olarak katılmaları söz konusu değildir. Bu ülkelerdeki Senatolarda özerk bölgeler değil, yine halk temsil edilir. Üçüncü olarak özerk bölgelerin işlemleri ulusal devletin denetimine tâbidir. Bu denetim hem hukukîlik, hem de yerindelik bakımındandır. Bu üç nokta bakımından ise, bölgesel devlet üniter devlete benzemektedir.
Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı, yukarıda görüldüğü üzere, yerel nüfusun çıkarlarını öncelemek adına yerel yönetimlerin özerkliğini önemsemektedir. Bu çerçevede hizmetlerin, topluma en yakın birimler tarafından gerçekleştirilmesi de vurgulanmaktadır. Özerklik, yerel yönetim bağlamında, merkezi yönetimin yerel hizmetlerin yerine getirilmesi sürecindeki eksikliklerini gidermek/azaltmak için düşünülen bir idari yöntemdir. Özerklik, kurumların, kendi sorumlulukları çerçevesinde kendi hizmetlerini düzenleme hakkıdır. Merkezi yönetimin yerel ihtiyaçları tespitteki isabetsizliği ve yürütme hızının yavaşlığı özerk yerel yönetimleri gündeme getirir. Özerk mahalli idareler, iki unsurun bileşkesidir: Mahalli idarelerin kendi organları tarafından kesin karar alma hakkı ve yerel yönetimlerin merkezi yönetim baskısı olmaksızın harcama yapma yetkisi. Mahalli idarelerdeki özerklik uygulamalarında temel amaç, daha nitelikli hizmet sağlanmasıdır. Bir başka ifade ile özerklik; hizmetlerin hızlı, ucuz ve daha iyi şekilde yerine getirilmesi için bir araçtır. Bu araç olma durumu ve yukarıda değinilen temel amaç, aynı zamanda özerkliğin sınırı olarak düşünülebilir. Bu kapsamda özerk yerel yönetimlerden beklenen, ülkenin geleceği ile çelişen kararlar değil; yöre toplumunun çıkarları doğrultusunda kararlar almasıdır, ülkenin geleceği ile çelişen kararlar değil. Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı da 3. maddesinde yerel yönetimlere, “kanunlarla belirlenen sınırlar” şeklinde sınırlılık getirmiştir.
Genelde kamu yönetimi özelde ise mahalli idareler tartışmalarında özerklik ifadesi, kamuoyunda algılandığı gibi federal bir anlama işaret etmemektedir. Yerel yönetimlerin özerk olmasının siyasi bir anlam taşımadığı ve halka sunulacak hizmetlerin daha nitelikli hale getirilebilmesine işaret etmektedir. Türkiye’de geçmişten bugüne süregelen tartışmalar nedeniyle bir taraftan yerel yönetimlerin verimli/etkin hizmet sunmasının imkânları daraltılmakta diğer taraftan da Avrupa’nın normları ayrılıkçılığa zemin teşkil edecek şekilde, halka hizmet ekseni yerine siyasi/ayrılıkçı eksende yorumlanmaktadır.
Türkiye tecrübesinde, yerel özerklik, tek bir hukuk sistemi içinde toplumun ihtiyaçlarının daha nitelikli şekilde karşılanması aracı olarak tanımlanmaktadır. Yerel yönetimlerin özerk olması, halka en yakın idari birimlerin nitelikli kamu hizmeti sunumunu sağlamakla ilişkilidir.
Mahalli idareler reformunun geneli ve gelişimine bakıldığında mahalli idareler üzerinden federal yönetim sistemine doğru gidildiği görülmektedir. Başkent Ankara’dan en uzak ücra yerleşim yerlerinde yaşayan vatandaşların ihtiyaçlarının tespiti ve sorunlarının çözümü için mahalli idare birimlerinin güçlendirilmesi şarttır. Mahalli idarelerin güçlendirilmesinin en önemli unsuru da bu idarelerin yönetsel ve mali özerkliğe sahip olmasıdır. Siyasi özerkliği olmadan idari ve mali özerklik mahalli idareleri güçlendirici bir sonuç doğuracaktır. Ancak en son yapılan yasal düzenlemeler, mahalli idarelerin idari ve mali özerklikleri yanında siyasi nitelikte sayılabilecek bir takım hususiyetler getirmektedir. Belediye teşkilatlarının sorumluluk sahasının 29 vilayette vilayetin mülki idare sınırları olarak belirlenmesi, kent yönetimi anlayışından alan yönetimi anlayışına geçildiğini göstermektedir. Yapısı itibarıyla belde veya kent hizmetleriyle alakalı bir kurum olan belediyecilik, kent sınırları dışına da taşırılarak kırsal alanda da sorumlu hale getirilmiştir. Belediye meclislerinin il meclisi konumuna getirilmesi bu meclisleri ilde minik bir yasama organı haline sokmaktadır. Belediyelerin ilde kamu hizmetleri sunmada genel yetkili kurumlar olması il meclislerini yasama organı olma iddiasını desteklemektedir. Kentsel alanların dışında da kamusal hizmetlerin yürütülmesinde genel yetkili ve görevli olması belediyeleri ve onun organlarını federatif bir yapıya sokmaktadır.
Selçuklu ve Osmanlı İmparatorluğu deneyimleri federal devlet uygulamalarının bu topraklarda geçmişte yaşandığını göstermektedir. Kendi içinde özerk, sadece devlete bağlılık ilanı ve belli miktarda vergi ödemek karşılığında tüm yönetsel sistemlerini kendisi yürüten ve yöneten, federe sayılabilecek tarzda Osmanlı’ya bağlı birçok devletçik olmuştur. Selçuklu ve Osmanlı’daki uygulamalardan hareketle Türkiye Cumhuriyeti yönetiminde iktidar olanların zaman zaman Türkiye Cumhuriyetinin üniter devlet değil federal devlet olmasının daha uygun olacağını dile getirdikleri vaki olmuştur. “Osmanlı federal sistemle 600 küsür sene dağılmadan yaşadı ise biz de yaşayabiliriz” şeklinde düşünceler serdetmektedirler. Etnik ayrılıkçığı federal sistemle engelleyebileceklerini zannetmektedirler. Ancak Osmanlı devletinin dağılma süreci dikkatle incelendiğinde devlete gevşek bağlarla bağlı eyaletlerin ve devletlerin kolayca devletten koptukları görülecektir. Resmi anlamda Osmanlı sayılan ama fiilen zaten Osmanlı ile pek ilgisi olmayan Sırbistan, Romanya, Yunanistan gibi ülkeler kolayca Osmanlı’dan ayrılmışlardır. Ayrılma taleplerini bazen silahlı bazen silahsız dile getirdiklerinde Osmanlı yönetimi anadilde eğitim, kendi dini örgütlenmelerini yapmaları vb konularında sürekli tavizler vererek bölünmekte kurtulacaklarını düşünmüşlerdir. Tanzimat fermanı, Islahat fermanı, Osmanlı Anayasaları hep bu mantıkla yapılan idari ve yasal düzenlemelerdir. Verilen tüm tavizler, haklar ve yetkiler sonuçta sadece Osmanlının dağılmasını hızlandırmıştır.
Osmanlının dağılması sürecinden yeterli dersleri çıkaran Türkiye Cumhuriyetinin kurucu kadroları, bu yeni devleti üniter devlet şeklinde tasarlamışlar ve devleti de millet üzerine kurgulamışlardır. “Millet, eğer kendi yöneticilerini kendisi seçerse devleti sahiplenir” düşüncesiyle demokratik bir devlet idaresi öngörmüşlerdir. Türkiye coğrafyasında yaşayan ve ezici çoğunluk olan Türkmen kökenli ve diğer Müslüman unsurlar Türk siyasi kimliği altında birleştirilerek milli bir devlet yaratılmak istenmiştir. Kendisini bu yeni kimliğin onurlu bir sahibi hisseden herkes Türk kabul edilerek devlet onlara emanet edilmiştir. Yapılan tüm temel düzenlemelerde de milli birlik ve beraberlik, ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlük özenle ve dikkatle vurgulanmıştır. Türkiye cumhuriyetinde yaşayan herkes hak ve yükümlülüklerde eşit ve onurlu vatandaşlar kabul edilmiştir. Hiç kimsenin kendisini başka bir milletin parçası hissetmesi istenmemiştir. Başka bir milletin parçası hissetmesine yol açacak tüm gelişmelerden özenle kaçınılmış ve izin verilmemiştir.
Gelinen noktada, yaklaşık 30 senedir süren ve bir türlü önlenemeyen terör olayları sebebiyle ülke yöneticileri, Türkiye cumhuriyetinin en temel kurucu iradesini değiştirmek cihetine gittikleri görülmektedir. Terörün sebebinin Türk kimliği olduğunu düşünerek üniter ve milli yapının değiştirilmesi durumunda terörün biteceğini zannetmektedirler. Türk kimliğinin siyasi bir kimlik olduğunu düşünmeden, Türk kimliğini etnik bir kimliğe indirgeyerek Türk-kürt kardeşliğine vurgu yapmaktadırlar. Türkiye’de Türklerden başka Kürtlerin, Lazların, Çerkezlerin de yaşadığı sık sık dile getirilerek her bir etnik gruba bir takım siyasi, idari, mali, kültürel haklar ve statüler verilmesi halinde terörün biteceği umulmaktadır. Hâlbuki Türkiye’nin kuruluş aşamasında Türkler ve diğer etnik gruplar diye bir şey yoktur. Türkiye coğrafyasında yaşayan, Türkmenler, Arnavutlar, Kürtler, Araplar, Çerkezler, Lazlar, Gürcüler vb unsurların tümüne birden Türk denerek yeni bir siyasi kimlik inşa edilmiştir. Bu siyasi kimlik Türkiye coğrafyasında yaşayan insanların ezici çoğunluğu tarafından kabul edilmiştir. Gürcü asıllı olan Türklerin, Laz asıllı Türklerin, Arnavut asıllı Türklerin, Arap asıllı Türklerin, kürt asıllı Türklerin bu yeni kimliğe itirazları olmamıştır. 1980’lerden sonra bir grup insanın Türk siyasi kimliğine itiraz ederek sürdürdükleri silahlı terör eylemleri devletin yetkili ve görevli organları tarafından sonlandırılamayınca ülke içinde yeni bir siyasal kimlik, çeşitli uygulamalar ile fiilen kabul edilmiştir. Türk kimliği dışında başka bir kimlik kısmi olarak resmen tanındığı halde terör yine de sonlandırılmayınca bu kez ülkenin bazı coğrafi bölümlerinde Türk kimliği dışındaki kimliklere de egemenlik hakkı tanınması yolu politika olarak tercih edilmiştir. Mahalli idareler kanunlarında yapılan düzenlemeler de bu mantıkla yapılmaktadır. Bu sürecin devamı, ülkenin birliği ve bütünlüğüne katkı sağlamayacaktır. Çünkü, ayrıştırarak birliktelik sağlanamaz.
SONUÇ
Mahalli İdarelerin güçlendirilmesi vatandaşların ihtiyaçlarının en hızlı ve etkili şekilde karşılanması açısından büyük önem taşımaktadır. Bu idarelerin güçlendirilmesi demokrasinin gelişmesi ve insanların kendi beldelerini şehirlerini daha güçlü sahiplenmeleri sonucunu doğuracaktır. Belde ve kent sakinlerinin kendi ihtiyaçlarını kendilerinin belirlemeleri ve ona göre bu ihtiyaçlarını karşılama cihetine gitmeleri, üniter devlet yapısını zayıflatmak bir yana daha güçlenmesine zemin hazırlayacaktır.
Mahalli İdarelerin güçlendirilmesi bakımından yapılması önerilen çözümler özetle aşağıdaki şekildedir:
-Hâlihazırda mevcut olan ancak işlevsellik kazanamamış olan Kent Meclisi modeli daha da geliştirilmeli ve kent meclisine her kurum ve katmandan insanların gelmesine imkân sağlanmalı,
-Halkın mahalli idareye katılmasını için kent, mahalle ve sokak bazında örgütlenerek belediye ile ilişkilerini sağlayacak komiteler oluşturulmalı,
-Ankara her yerdeki ve yöredeki sorunları tespit eden, çözümlerini bulan, kaynaklarını aktaran bir konumdan çıkartılmalı,
-Valilerin, seçimle gelmesi sağlanmalı,
-İlçe merkezleri, bütün sakinlerinin devletle, adaletle, yerel güvenlikle, eğitim ve sağlık gibi hizmetleriyle bütün işlerini halledebilecekleri bir yapıya kavuşturulmalı,
-Büyükşehir Belediyeleri başta olmak üzere belediyelere güvenlik, adalet, dış politika hariç her türlü yerel hizmetin üretilmesi ve dağıtılması yetkisini ve sorumluluğu verilmeli,
– Belediyeler kurumsal açıdan irdelenerek örgütsel ve yönetsel olarak yeniden organize edilmeli,
-Hizmetlerin üretilmesi ve sağlanmasında etkinlik, verimlilik ve halka dönüklük ilkelerine işlerlik kazandırılmalı,
-Mahalli idarelerin insan gücünü ve kadrosu geliştirilmeli; bunun için personelle ilgili hizmet öncesi ve hizmet-içi eğitim sistemi geliştirilmeli, motivasyon sistemi kurulmalı,
–Mahalli idareler kendi öz kaynaklarını kendisi yaratan özerk bir yapıyı kavuşturulmalı,
-Hemşerilik bilinciyle birlikte “kenttaş olma” ve “vatandaş olma” bilincinin geliştirilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmalı,
-Kentte karşı işlenen suçları “ kent suçu” kavramı ile tanımlamak bu suçlara bakacak “özel kent ihtisas mahkemeleri” oluşturulmalı,
-Belediyelerin ortaklığıyla bir “Belediye Yatırım Bankası” kurulmalıdır.
Mahalli idarelerin güçlendirilmesi şarttır. Vali, il düzeyinde en yetkili kişi olmalı ve seçimle gelmelidir. Vali belediye teşkilatları da dâhil tüm idari ünitelerin amiri olmalıdır. İlde milli bütünlükten kopma eğilimlerini öngörmek ve engellemek amacıyla tüm tedbirler alınmalıdır. Valilerin emri altında çalışacak kamu personeli merkezden seçilmelidir. Merkezden gönderilen personelin de bölücü ve ayrılıkçı olmaması sağlanmalıdır.
H.Cesurhan TAŞ
Üstadın yönetim ve denetim konusundaki yorumlarını çok eskilerden bu yana biliyorum.Birebir konuşmalarında çok etkili vurguları var.Ama yazı çok ağır be kardeşim.Bu yazıyı sıradan insanlar okusa anlamaz.Üst düzey akademik insanlar bile zor anlar.Konuşurken böylesi etkili olabilir.Ama yazının daha sade olması lazım.
izahatlı bir yazı teşekkür ederiz….
su havzaları haritası ve kalkınma ajansları haritalarına bakınca konu daha da belirginleşiyor.