Twitter Facebook Linkedin Youtube

TERÖR SORUNU NASIL ÇÖZÜLÜR

Talip ERGUVAN

Talip ERGUVAN

Ülkemizdeki en büyük sorunlardan biri, meselelerin genel geçer ifadelerle tartışılıp, çözüme yönelik somut önerilerin getirilememesidir. Hatta zaman zaman, sorunun ne olduğu bile doğru bir şekilde tanımlanamamakta, yanlış teşhisler üzerinden tartışmalar devam etmektedir. Bir soruna çözüm üretmek istiyorsanız, öncelikle sorunu doğru teşhis etmek zorundasınız. Yanlış teşhisin, yanlış tedaviye; yanlış tedavinin de onarılamayabilecek hasarlara hatta ölümlere sebep olduğu, su götürmez bir gerçektir. Otuz yılı aşkın süredir ülkemizin yaşadığı sorun terör sorunu mudur, Kürt sorunu mudur yoksa ayrılıkçı/bölücü Kürt sorunu mudur? Bu konuda karar alıcıların ve bazı aydınların kafasının tam net olmadığını düşünüyorum. Nitekim “Demokratik Açılım” sürecine kadar yetkililer, konuya terör sorunu olarak yaklaşırken; açılımdan sonra “Kürt Sorunu” olarak; açılım tıkanınca tekrar terör sorunu olarak, bugünlerde ise yine “Kürt Sorunu” olarak yaklaşmaya başlamıştır.

Öyleyse gelin önce sorunun adını koyarak başlayalım işe. Sorun, bugünkü aşama itibariyle bence ayrılıkçı Kürt sorunudur. Üç-beş yıl öncesinde kadar sadece terör sorunu olarak nitelenebilecek ve teröre karşı alınacak etkin tedbirlerle çözülebilecek olan sorun, açılım ile başlayan ve istenerek veya istenmeyerek Kürt Ulusu inşasını beraberinde getiren süreç ile birlikte artık terörün de ötesinde bir boyuta ulaşmıştır. PKK silah bıraksa dahi, sorun sona ermeyecek; belki de (silahtan arındığı ve sivil bir görünüm kazandığı için) Kürtlerin Türkiye’den ve yaşadıkları diğer ülkelerden ayrılarak kendi devletlerini kurma talepleri, uluslararası camiada daha meşru bir hale gelecektir.

Yeri gelmişken, “PKK, bağımsız bir Kürt devleti kurulmadan kendi isteğiyle silah bırakır mı bırakmaz mı?” konusuna değinelim. (PKK’nın silah bırakmadan Irak’ın kuzeyine çekilmesi, bence hiçbir şey ifade etmemektedir. Bugün ülkemize çok rahat sızan teröristler, yarın eylem yapmak istediklerinde yine aynı şekilde sızabilecektir. Dolayısıyla silah bırakmaksızın geri çekilme, stratejik anlamda bir şey ifade etmeyecektir.) Bazı uzmanlar; “gelinen bu süreçte artık hiç kimsenin/gücün PKK’nın varlığını devam ettirmesinden fayda sağlayamayacağını ve dolayısıyla silah bırakmasının sürpriz olmayacağını” ifade etmektedir. Ben aynı şekilde düşünmüyorum. Bugüne kadar yaşananlar gösterdi ki; PKK yeknesak bir yapı değildir. Terörist başı ile veya Karayılan ile anlaştığınızda Bahoz Erdal anlaşmayı kabullenmemekte, Bahoz Erdal ile anlaşsanız bilmem neredeki başıbozuk(!) gruplar devreye girip ses getirici eylemler yapmaktadır.[1] Bunun sebebi de; Türkiye üzerinde emelleri olan her devletin PKK içinde yapılarının olması ve bu örgüt üzerinde belirli bir etkisinin olmasıdır. Her hangi bir ülke lehine olan bir gelişmeye, bu gelişmeden hoşlanmayan ülkeler, PKK içindeki uzantılarını kullanarak çomak sokmakta ve sorunun çözümüne yönelik somut bir netice bir türlü alınamamaktadır. Dolayısıyla elde ettiği kazanımlar sonunda terörist başı talimat verse bile, PKK’nın topyekûn silah bırakması akla yatkın değildir.

Peki, terörist başının hâkim olduğu ana kitle silah bırakır mı? Bizim devletimizin aksine, PKK devlete güvenmez ve hiçbir zaman tam anlamıyla silah bırakmaz. Abdulkadir Selvi’nin 9 Ocak 2013 tarihli köşe yazısında yer aldığı şekliyle;[2], “terörist başının Demokratik Özerklik talebinden vazgeçmesi karşılığında Türkiye’nin yerel yönetim şartının 4 ve 5’inci maddelerine koyduğu çekincenin kaldırılması ve Anayasa’da vatandaşlık tanımının değiştirilmesi” gündemde ise; PKK’nın ana gövdesi strateji değiştirip silahlı eylemleri durdurarak sınır dışına çekilmeyi, elde ettiği kazanımlar üzerinden sivil bir kampanya yürüterek uluslararası camiada daha kabul görür bir yöntem ile nihai hedefleri olan bağımsız Kürt devletine ulaşmayı planlıyor olabilir. Devletinin koruması altında(!)[3], hiçbir zayiat vermeden sınır dışına çekilip taleplerinin yerine gelip gelmediğini gözlemlemek, talepleri yerine gelmediğinde silahlı gücünü Demokles’in kılıcı gibi devlet üzerinde bir tehdit unsuru olarak kullanmak, çok akıllıca bir strateji olur.

Bu arada Abdulkadir Selvi’nin mezkûr köşe yazısında yer alan; “MİT Müsteşarının terörist başına “ayrı devlet” konusunu iki kez sorması ve kararlı cümlelerle iki kez “ayrı devlet yok” güvencesini(!) alması ve bunun yeterli bulunarak politika belirlenmesi” hadisesi, soğuk bir şaka olarak kabul edilmelidir. Devlet aklı; bırakın binlerce insanımızın katilinin verdiği bir sözü, dünyanın en güvenilir insanın sözü ile dahi politika belirlemez.

Tüm bunları söyledikten sonra, adını “ayrılıkçı Kürt sorunu” olarak teşhis ettiğimiz bu sorunun çözümü için ne yapılmalı kısmına gelebiliriz.

1-) Bu sorunun çözümü için öncelikle silahlı mücadelede başarı sağlanmalı, PKK bir daha toparlanamayacak şekilde bitirilmelidir. “Bugüne kadar bunu başaramadığımız için bu noktadayız” denilebilir belki. Evet, ama bugüne kadar başaramamamız, bundan sonra da başaramayacağımız anlamına gelmez. Bugüne kadar yaşadığımız başarısızlıklarımızdan elde ettiğimiz tecrübe ile yeni bir strateji oluşturabilir ve PKK’yı bitirebiliriz. “Yapamayız” diyenler, bu devletin ve bu milletin gücünü küçümsüyorlar demektir. Peki, tecrübelerden yola çıkarak oluşturulacak yeni strateji ne olmalıdır?

PKK ile kırsalda mücadele etmek için tamamen profesyonel askerlerden oluşan 3-5 bin kişilik yeni bir birim kurulmalı, sürekli hareket halinde olacak ve alan hâkimiyetini tesis edecek bu birim, hem bölgenin kırsalındaki vatandaşlarımızın hem de asayiş için kırsalda bulunan güvenlik birimlerimizin terör saldırılarından korunmasından sorumlu olmalıdır. Eskiden olduğu gibi Türk Silahlı Kuvvetleri ve dolayısıyla vatani görevini yapan er ve erbaşlar ile birkaç senelik zorunlu görevini doldurmak için gün sayan muvazzaf güvenlik görevlilerimiz operasyonlara katılmamalı, onların terör saldırılarına karşı korunması da yeni kurulacak bu birim tarafından yapılmalıdır. Bu birim, Kandil dâhil teröristlerin kamplarının bulunduğu her yerde ve öncelikli olarak örgütün lider kadrosunu hedef alarak operasyonlar düzenlemelidir.

Bu birim, ne TSK’ya ne de Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı olmamalı, doğrudan Başbakan’a bağlı olmalı, kararlar eskiden olduğu gibi çok katmanlı bir hiyerarşi içinde değil, çok hızlı ve etkin bir şekilde alınabilmelidir. Böyle bir yapılanma, hem etkinlik açısından hem de kamuoyuna hesap verebilirlik açısından gereklidir. Mevcut uygulamada; karşılaşılan bir hatanın sorumlusu kamuoyu tarafından tam olarak tespit edilememekte, bilmem hangi komutana geldiğinde mesele kilitlenmekte, hem tüm TSK zan altında kalmakta ve yıpranmakta, hem de başarısızlıklar süreklilik haline gelmektedir. Başbakan, konuyla ilgili stratejistlerden ve kurmaylardan oluşan bir yakın danışma ekibi kurup, hızlı bir şekilde karar alabilmeli, başarı ve başarısızlığın sorumluluğunu da siyasi irade olarak üstlenmelidir.

2) Silahlı gücün bitirilmesiyle birlikte; (fasit bir sarmal haline gelen) terör yüzünden bölgeye yatırımların gidememesi, yatırımlar gidemediği için terörün (ekonomik geri kalmışlığı propaganda ederek) taban bulması sorunu sona erecektir. Silahlı gücün sona erdirilmesiyle birlikte, bölgede yapılan yatırımlar sabote edilemeyecek, akşam evine ekmek götürmekten başka derdi olmayan vatandaşımız artık tehdit kalmadığı için devletiyle barışık bir hayat yaşayacak, en önemlisi de PKK ile devlet arasında sıkışıp kalan bölge insanı rahat bir nefes alacaktır. Ayrıca, şehirdeki PKK destekçilerinin dağa ve dağdakilere (arkalarındaki silahlı güce) güvenleri bitirilecek ve bu grupların taleplerini sistem içinde meşru yollarla dile getirilmelerinden başka çareleri bırakılmayacaktır.

3-) Silahlı mücadele devam ederken, PKK’nın mali kaynaklarının kurutulması ve PKK kaynaklı kayıt dışı ekonominin sonlandırılması için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalı ve sıkı denetimler yapılmalıdır. Bugün fazla dillendirilmese de pek çok ilimizde, stratejik/getirisi yüksek olan sektörlerin, kaynağı belli olmayan sermayelerle PKK’ya yakın kimselerin eline geçtiği bilinmektedir. Kara para aklamak için pek çok devlet ihalesinde rayiç bedelin altında teklif vererek ihaleleri alan ve fiyat konusunda onlarla mücadele edemeyen yerli aktörleri ekonomi dışına iten ve özellikle sahil kentlerimizde, haraç toplayan; gerektiğinde kara para ile gerektiğinde kaba kuvvet kullanarak önemli sektörleri ele geçiren yapılardan bahsedilmektedir. Bu konuşulanlar doğruysa, yakın bir zamanda terör dışında farklı sorunlarla karşılaşmak işten bile değildir.

4-) Silahlı mücadeleyle eş zamanlı olarak, Kürt vatandaşlarımızın milli bütünlüğümüze ters düşmeyen meşru talepleri yerine getirilmeli, Kürtçe ve Zazaca yayın yapan kanallara izin verilmeli, Kürtçe ve Zazacanın öğrenilmesi önündeki her türlü engel kaldırılmalıdır.

5-) Tüm bunlar yapılırken, terörist başı başta olmak üzere, PKK ve PKK ile bağlantıları olduğu aşikâr olan şahsiyetler, kesinlikle muhatap alınmamalı; meselenin siyasallaşmasının önü alınmalı; eskiden kırmızıçizgimiz olan Irak’ın bütünlüğü konusu tekrar aynı hassasiyetle savunulmalı, Suriye’nin kuzeyinde emri vaki bir devletçik kurulmaması için (alınan sözler dışında!) gerekli tedbirler şimdiden alınmalıdır.

6-) Kürt sorununu siyasallaştırmaya çalışan ve PKK’ya destek veren dış güçlerin kimler olduğu ve niçin destekledikleri iyi istihbar ve analiz edilmeli; destek veren dış güçlere, onların sorunlarını kaşıyarak cevap verilmelidir. En güzel savunmanın, saldırı olduğu unutulmamalıdır.

7-) Terörün yoğun yaşandığı illerdeki kamu görevlileri, özenle seçilmeli ve nitelikli kişilerin oralarda çalışmaları teşvik edilmelidir. Çünkü devletle halkın kopmasının sebeplerinden birisi de oradaki baştan ayağa tüm kamu personelinin ilgisizliği, kayıtsızlığı ve mesafeli tavrıdır. Mevcut durumda bir fasit sarmal bulunmaktadır. Can güvenlikleri olmadığı için nitelikli personel fazla ücret ödense bile bölgeye gitmek istememekte, zorunlu olarak gidenler ise silahlı güç karşısında sindirilmektedir. Niteliksiz ve vatandaşa kötü davranan personelin elinde kalan kamu hizmetleri, bölge halkını daha da rahatsız etmekte; rahatsızlık arttıkça nitelikli personel bölgeye gitmeye hiç razı olmamaktadır. Bu sarmalın çözülmesi; öncelikle silahlı tehdidin sonlandırılmasına, sonrasında ise bölgede görev yapacak kamu görevlilerine hatırı sayılır miktarda fazla ödemelere bağlıdır.

Talip ERGUVAN – @taliperguvan

talip@sahipkiran.org


[1] Bu yazı yazılıp henüz yayınlanmadığı zaman diliminde, bu söylediklerimi teyit eden yeni bir gelişme oldu. Tam terörist başı ile yeniden görüşülmeye başlandığı ve barış için büyük umutların oluşturulduğu dönemde, Fransa’da üst düzey 3 PKK’lı kadın öldürüldü. Bakınız: http://haber.gazetevatan.com/infazin-sifreleri-ocalana-gozdagi-mi/505260/1/G%C3%BCndem

[2] http://notlurking.com/www.yenisafak.com.tr/1sc1

[3] Bakınız Abdulkadir Selvi’nin 9 Ocak tarihli yazısının Gözlem gücü/Barış gücü kurulmasının planlandığını anlatan bölümü.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: