Yavuz Sultan Selim Han’ın Mısır seferi sırasında fethedilerek Osmanlı Devleti’ne dahil edilen Suriye toprakları 402 yıl boyunca Osmanlı hakimiyetinde kalarak tarihinin en sakin, huzurlu ve güvenli dönemini yaşadı. Osmanlı Devleti’nin güç kaybettiği 19.yüzyıl’da, Batılı devletlerin bölgeye müdahaleleri artmış bununla birlikte İngiliz ve Fransız ajanların türlü oyunları ile Arap milliyetçiliği fikri de ortaya çıkmaya başlamıştı. 1914 yılının Kasım ayı itibariyle Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’na Almanya’nın müttefiki olarak girdikten sonra Alman Başkomutanlığı, Süveyş Kanalı’nı ele geçirerek, İngiltere’nin Hindistan ile irtibatını kesmek ve böylece İngilizlerin Hindistan’dan getirecekleri askerlerle Avrupa cephesini takviye etmelerine engel olmak amacındaydı.
Osmanlı BaÅŸkomutan Vekili ve Harbiye Nazırı Enver PaÅŸa ise böyle bir harekât ile Mısır’ı tekrar etki altına almak suretiyle Osmanlı’nın İslam dünyasındaki saygınlığının artacağını umuyordu.[1] Bu amaçla, Osmanlı BaÅŸkomutanlığı tarafından SüveyÅŸ Kanalı-Mısır istikâmetinde iki defa askerî harekât düzenlenmiÅŸtir. Kanal Harekâtı için karargâhı Halep’te bulunan Osmanlı 4. Ordu Komutanlığı görevlendirilmiÅŸ ve komutanlığına da Bahriye Nazırı Cemal PaÅŸa atanmıştır.[2] Osmanlı Devleti’nin Suriye cephesinde Fransızlara karşı aldığı maÄŸlubiyetlerin ardından Osmanlı Ordusu Halep’e kadar çekilmek zorunda kalınca bölge Fransızların eline geçti. Böylece bölgede Fransız sömürgesi altında yeni bir dönem baÅŸladı. Fransa öncelikle Lübnan’ı Suriye’den ayırdı ve Beyrut baÅŸkent olmak üzere Lübnan devletini kurdu. Lübnan’ın dışında kalan Suriye topraklarında ise Åžam ve Halep merkezli iki devlet kuran Fransızlar ayrıca birer Nusayri (Arap Alevisi) ve Dürzi devleti kurdu.
Böyle bir idari yapılanmayı gerçekleÅŸtiren Fransa daha sonra bu devletleri Suriye Federasyonu olarak tek devlet haline getirildi. 1925 yılında ise devletin ismi Suriye Devleti olarak belirlendi.1946 yılında Suriye’nin Fransa’dan bağımsızlığını kazanması ile Suriye için yeni bir dönem baÅŸladı. Ancak bu yeni dönem istikrar dönemi deÄŸil tersine siyasi çalkantıların ve askeri darbelerin yaÅŸandığı bir dönem oldu. Fransa’nın sömürüsü bitmiÅŸ gibi gözükse de ülkede birbiri ardına yaÅŸanan CIA destekli askeri darbeler ülkeyi tam bir kargaÅŸa ortamına sürüklemiÅŸti. Baas Partisi’nin 1963 yılında askeri darbe ile yönetimi ele geçirmesi ile baÅŸlayan süreç bugüne dek gelmiÅŸtir. Suriye’de 1963 Baas rejimi ile baÅŸlayan “olaÄŸanüstü hal” koÅŸulları Arap Baharı olarak adlandırılan halk ayaklanmalarının baÅŸladığı 2010 yılına kadar devam etti. Ülkede 5 kiÅŸiden fazla insanın bir araya gelmesi yasaklanmış, güçlü bir muhaberat rejimi ile politik muhalifler sürekli izleniyordu. Hiçbir alanda özgürlüğünün bulunmadığı ülkede, Hafız Esed takvim 2 Åžubat 1982 gününü gösterdiÄŸinde, tarihe Hama Katliâmı olarak geçen bir insanlık vahÅŸetinin altına imzasını atmıştı. 55.000 kiÅŸinin katledildiÄŸi katliamda 800 bin Hamalı da mülteci olmuÅŸtu. 47 yıllık rejim yönetiminde bu tür katliam, iÅŸkence ve kötü muamele adeta günlük bir vakaya dönüşmüştü. Suriye de Arap Baharı ile baÅŸlayan hak arayışı neticesinde katil Esed rejiminin silahsız ve masum sivilleri katletmesi ile 2011 yılından bu yana devam eden iç savaÅŸ neticesinde yüzbinlerce insan hayatını kaybederken milyonlarca insan da ülkelerini terk etmek zorunda kalmıştır.
Yaklaşık 10 yıldır Esed rejimi bazı dış güçlerin desteÄŸiyle takındığı bu baskıcı tutumu ve zulmü devam ettirmektedir. Söz konusu bu dış güçlerin ilk sırasında Rusya, İran gözükse de perdenin arkasında birçok ülke bulunmaktadır. Yıllardır huzur ve barışın yerini ölüm ve savaÅŸ almaktadır. Muhaliflerin kendi aralarında bölünmeleri ve dış güçlerin kendi çıkarları doÄŸrultusunda hareket etmeleri de Suriye’deki bu çıkmazın devam etmesine neden olmaktadır. Kapı komÅŸusu olması dolayısıyla Suriye’deki çatışma ortamından en çok etkilenen ülke Türkiye’dir. Suriye’den Türkiye’ye sığınanların sayısı 4 milyonu geçmiÅŸtir. Ayrıca Türkiye Fırat Kalkanı Harekâtı, Zeytin Dalı Harekâtı ve Barış Pınarı Harekâtı ile birçok bölgeyi terör örgütlerinden temizleyerek barış ve huzur ortamını kurmuÅŸtur. Yine Bahar Kalkanı Harekâtı ile İdlib’de ki belirsizlik ve çatışma ortamını sonlandırmak için giriÅŸimde bulunmuÅŸtur. Muhaliflerin kalesi olarak bilinen İdlib, özellikle Rusya’nın Ekim 2015’te iç savaÅŸa dahil olmasından sonra çok ÅŸiddetli hava ve kara saldırılarına maruz kaldı. Türkiye, Rusya ve İran arasında  4-5 Mayıs 2017’de Kazakistan’ın baÅŸkenti Astana’da gerçekleÅŸen toplantıda, İdlib ve komÅŸu illerin (Lazkiye, Hama ve Halep vilayetleri) bazı bölgeleri, Humus ilinin kuzeyi, baÅŸkent Åžam’daki DoÄŸu Guta ile ülkenin güney bölgeleri (Dera ve Kuneytra vilayetleri) olmak üzere 4 “gerginliÄŸi azaltma bölgesi” oluÅŸturuldu.
Türkiye’nin onca emek ve cabasına raÄŸmen Esed rejimi ve İran destekli teröristler, Rusya’nın hava desteÄŸiyle 4 bölgeden 3’ünü ele geçirip İdlib’e yöneldi. Türkiye, Eylül 2018’de Rusya ile ateÅŸkesi güçlendirmek için Soçi’de ek mutabakata vardı. Rusya, İran ve Esed rejim güçleri, Mayıs 2019’da tüm bölgeyi ele geçirmek için operasyonlara baÅŸladı ve İdlib GerginliÄŸi Azaltma Bölgesi içinde çok sayıda büyük yerleÅŸimi ele geçirdi. Son olarak Türkiye ve Rusya arasında 5 Mart’ta Moskova’da yeni bir mutabakat saÄŸlandı. Buna raÄŸmen İran ve Rusya destekli rejim güçleri her geçen gün saldırılarını artırarak yeni katliam bilançolarının altına imzasını atmıştır. Ve bu insanlık dışı operasyonlar neticesinde yaklaşık 2 milyon sivil, Rusya ve rejim güçlerinin saldırılarında Türkiye sınırına yakın bölgelere göç etmek zorunda kaldı. Binlercesi kurÅŸunların ve bombaların hedefi olarak can verdi. İdlib Esed rejimi karşıtlarının son kalesi konumunda. Bu son kalenin düşmesi ile devrim hareketi misyonu baÅŸarısız bir ÅŸekilde tamamlanmış olarak tarihin kanlı sayfalarında yerini alacaktır. İdlib düşmemeli, düşerse rejimin zulmü ve katliamları daha yıllarca sürer. En büyük duamız Suriye’nin ecdat Osmanlı döneminde yaÅŸadığı barış, huzur ve güven ortamını tekrar yakalamasıdır.
[1] İsmet Görgülü, On Yıllık Harbin Kadrosu 1912-1922, TTK Basımevi, Ankara, 2014, s.180.
[2] Genelkurmay Askerî Tarih ve Stratejik Etüt (ATASE) Daire Başkanlığı Arşivi, BDH3221-H9-A-1-7.
Dr. İmbat Muğlu