Twitter Facebook Linkedin Youtube

YENİ DÜZEN KURUCU: KORONAVİRÜS

Dünya gömlek değiştireceği zaman hadiseler sakınılmaz olur.

                                                                                         Albert Sorel

Koronavirüs Pandemisi inanılmaz yayılma hızı, milyonlarca vaka sayısı ve yüzbinlerce can kaybı ile dünyamızı alt üst etti.  Pandemi dolayısı ile dünyadaki vakaların ve ölümlerin yarısından fazlası Amerika ve Avrupa’dadır. Aralık 2019’da Çin’e nereden geldiği ve nasıl ortaya çıktığı tam olarak bilinmeyen Kovid-19’un Mart 2020 ortalarında merkez üssü Avrupa olmuştu. Aslında Avrupa’ya gelmeden önce Uzak Doğu ülkeleri ve İran’da etkisini gösterdi. Kısa bir zaman sonra da hem vaka hem ölü sayılarında Amerika Birleşik Devletleri yeni merkez üssü oldu. Şuan ABD’de 3 milyonun üstünde vaka ve 135 bin can kaybına rağmen rakamlar hala artıyor. Pandemi Çin’de ortaya çıkmasına rağmen batı dünyasında daha yıkıcı oldu. Uluslararası toplumu Pandemi’den daha çok şok edici bir şey varsa o da batı medeniyetinin içine düştüğü çaresizlikti. Yüksek teknolojilerine, dev askeri kapasitelerine ve büyük ekonomilerine rağmen virüs batı da büyük hasara yol açtı. Siyasi liderler çaresiz, ekonomiler durmuş, insan özgürlüğü mü yoksa insan hayatı mı soruları arasında kalmış batı toplumu yanında devlet aygıtının elini bir türlü taşın altına sokmama isteği büyük bir kaosa yol açtı. Pandemi batı dünyası için sürpriz bir kriz değildi. Oysa bu kriz Çin için sürpriz olmuş ve büyük bedeller ödenmesine yol açmış. Batı da ise bu krizin geleceği biliniyordu. Binlerce insanın öleceği aylar önce öngörülmüştü. Çin hazırlıksız yakalandığı bu krizde başarılı bir mücadele verirken batılı ülkeler hazırlıklı olması gereken bir kriz de 3. Dünya ülkelerinden daha kötü bir sınav verdi.

Batı’nın Kirli Mirası Üzerine Yeni Bir Dünya İnşa Edilebilir Mi?

Sanayi devriminden bu yana batı doğayı kontrol altına almaya çalıştı. Havayı, denizleri, ormanları yüzlerce yıl zehirledi. Gıdalarımızın DNA’sını bile bozdu. Virüs salgını ironik bir şekilde doğanın kendisini yenilemesini sağladı. Batı’nın doğayı esir alma mücadelesinde doğa ilk defa bu kadar özgür kaldı. Batılılar tüketim çılgınlığı, daha fazla kazanç, aşırı kâr hırsı ile yer kürenin canına okudu. İnsanları çocuk, yaşlı ve kadın demeden köle gibi fabrikalarda çalıştırdı. Dev bombalar üretti ve bu bombaları batı dışı medeniyetlere karşı kullandı. Bununla da yetinmedi 100 yıldır devam eden silahlanma yarışına liderlik etti. Hatta biyolojik, kimyasal ve nükleer silahların fikir babalığını yaptı. Dünya Savaşları bile batının dizginlenemeyen emperyal ve sömürü hırslarının sonuçlarıdır. Batı’da teknolojik ilerlemenin ilk filizlendiği yer hep silahlı kuvvetler olmuş ve bu gelişen teknolojiler ile tüm dünyayı izleyen, dinleyen ve takip eden bir sistem inşa edildi.

Batının hırsları hiç dinmedi. Şimdi ise sanki virüsler silah olarak kullanılıyor. Virüslerin tarihine baktığımızda batıda oldukça yaygındır. Kadim kıtalar Afrika ve Amerika’ya virüsleri batılıların götürdüğünü biliyoruz. ABD’nin birçok biyolojik araştırma laboratuvarına ve bu konuda en ileri teknolojiye sahip olduğu bilgisine sahibiz. Geçmişte ise domuz gribi ve deli dana hastalığının merkez üssü Amerika ve Avrupa olmuştu. Şimdiki süreçte ise batılı ülkeler Çin’den tazminat isteme yarışına girdi. Oysa yukarıda saydığımız tıbbi krizlerde kimse ABD’den ya da Avrupa’dan tazminat istemedi. Hatta 2008 mali krizi de Amerika’da ortaya çıkmış ve tüm dünyayı etkisi altına almış olmasına rağmen kimse Amerika’yı suçlamadı. Açıkçası başta ABD olmak üzere batılı ülkeler başarısızlıklarını örtbas etmek için bir günah keçisi arayışına girdi. Şunu da belirtmekte yarar var ki egemen devletleri başka egemen devletler yargılayamaz. Bunun hukuksal altyapısı yok. Bunun yanında sözde ‘’Çin virüsü’’ deyimi ABD’deki seçimler için en iyi malzemedir. Gerçek şu ki virüslerin ülkesi, ulusu, dini olmaz. 21. Yüzyıl zaten virüsler çağı olarak başladı. Bu konu da onca rapor, analiz varken batılı ülkelerin bunları görmezden gelmesi ve bu kadar hazırlıksız, sistemsiz yakalanması küresel bir felakete yol açtı.

Görünmez Aktör Kovid-19 ve Devlet Merkezli Güçler

Bunca hikâyeden sonra Çin ve Rusya dünyaya hâkim olacak, Hindistan ve Çin dünyayı kirletiyor, Çinliler, Hintliler, Ruslar, Türkler, Müslümanlar, Latinler barbar ama batı dünyası medeniyetin kaynağı gibi bir algı oluşturuldu. İşte bu algıları kıran ve değişime yol açan görünmeyen aktör Kovid-19 virüsüdür. Etkileri sağlık boyutunu aşalı çok oldu. Şimdi beklenen siyasi, ekonomik, ekolojik, teknolojik, psikolojik, sosyolojik, hukuk, eğitim, askeri ve güvenlik alanındaki etkileridir. Birey hayatı, toplum düzeni, devlet kapasitesi ve uluslararası düzen küresel salgın tarafından yeniden şekillendiriliyor. Yeni bir hayat kapımızda ve hiç bir şey eskisi gibi olmayacak. Hayatımızın yeni kuralları ulusal ve küresel çapta bizi bekliyor. 21. Yüzyılı uzun vadede şekillendiren aktörün koronavirüs olacağını kim bilebilirdi. Koronavirüs özellikle günümüzün batı odaklı kavramlarını, değerlerini, güçlerini sınadı. Batı medeniyeti yarattığı sistem ile küresel salgında başarılı olamadı. Pandemi sonrası batı da sosyal patlamaların, ekonomik çöküşlerin, ayrılıkçı hareketlerin, siyasal başarısızlıkların oldukça yoğun olacağı bir dönem öngörebiliriz. Batı dünyası kendi içinde bitmek bilmeyen sorunları ile uluslararası toplumda eski etkisini kaybedecektir. Batı medeniyeti özellikle ABD liderliğinde rakamlar ile hala üstün olabilir. Ancak Kovid-19 ile birlikte bu algı üstünlüğünü kaybetti. Artık insanlığın ortak algısında ABD’nin ya da Batı’nın her şeye muktedir olduğu düşüncesi çöktü. Algılarda o güçlü ve önder medeniyet olan batı tasviri yıkıldı. Bunun yanında değişen algılar sonrası zamanla rakamlarında değişmesi küresel düzende büyük kırılmalara yol açacaktır. Küresel düzenin nasıl bir hal alacağı hepimizin merakla beklediği bir süreç olacak.

Küresel salgın batılı güç merkezlerinden hızla batı dışı güç merkezlerine yayılan bir güç düzenini hızlandırdı. Özellikle de batı diyarlarından kadim Asya diyarlarına güç kayışı hızlandı. Batı dünyası sert güç ve yumuşak güç konusunda eski şaşalı günlerini geride bırakmış gözüküyor. Akıllı gücü saymıyorum bile çünkü akıllı güç konseptini gerçekleştirebilecek liderlik ve irade zaten bulunmamaktadır. Beyin ölümü yaşayan batı, virüs salgını ile tüm vücut fonksiyonlarını da kaybetmiş oldu. Bu arada 2008 krizinde nasıl devletin ve kamunun gücüne muhtaç kalındıysa şimdiki Kovid-19 salgınında devletin vazgeçilmez varlığı ve temel güç aktörü olduğu ispatlandı. Güç, piyasa ve şirketlere değil yeniden devlete akış içerisindedir. Devletin düzenleyici ve denetleyici rolü hayati önemini yeniden kanıtladı. İnsanların Microsoft’a, Google’a, Shell’e ya da BM’ye değil, Devlete ihtiyaç duyduğunu gördük. Çağımızın yıldızları olarak söz edilen çok uluslu şirketler itibarlarından çok şey kaybetti. Şunu da atlamayalım ki gelecekte devlet şirketleri ve devletçi ekonomilerin hâkimiyetini göreceğiz. Büyük ilaç ve gıda firmaları devlet merkezli olacak. Hükümet liderlerinin artık şirket yönetiyormuş gibi devlet yönetme politikaları son bulacak. Dahası siyasi liderler bu süreçte şirket CEO’su olmadıklarını anladı. Devlet dışı güçlerin çoğunun yetersiz, çok uluslu şirketlerin iflas ettiği, uluslararası örgütlerin işlevsiz kaldığı bir süreç içerisindeyiz. Küresel bir sorun var ama küresel dayanışma ve işbirliği yok. Sadece ulus devletlerin ayrı ayrı politikaları var. 21.Yüzyıl ulus devletlerin ana aktör olduğu bir rotadayız. Devlet aygıtı güvenlik politikalarında daha çok boy gösterecek. Gıda güvenliği, su güvenliği, bio-güvenlik, enerji güvenliği, siber güvenlik ve uzay güvenliği devlet aygıtı için en mühim konular olacak. Koronavirüs salgını istihbarat örgütleri içinde birçok değişime yol açacak. Özellikle ulusal ve küresel çapta tıbbi/medikal istihbarat güçlenecek. Aşı çalışmaları bile istihbarat örgütlerinin önceliği olacak. Tabi başarısız ülkelerde istihbarat örgütlerinin durumu sorgulanabilir ve bütçelerinde değişimler yaşanması beklenebilir. Bu konudaki en büyük sorgulanmayı hak eden ABD istihbarat toplumu olduğu kesindir. Çünkü Amerikan tarihinde iç savaştan beri bu kadar çok can kaybı yaşanmamıştı. Yani Kore, Vietnam, Afganistan ve Irak savaşlarında hayatını kaybedenlerin toplamından daha fazla can kaybı oldu. Bu can kayıpları ABD İstihbarat Toplumunun alt yapısındaki zafiyeti ortaya çıkardı.

Küresel sahnede meydan okumalar daha da çoğalacak. Bu meydan okumaların çoğu devlet merkezli hareket edecek. Artık büyük güçlerin yanında orta güç devletlerin etki sahalarını genişlettiğini görüyoruz. Özellikle batılı gelişmiş ülkelerin yetersizliği orta güç devletlerinde etkinliğinin artmasına yol açacaktır. Yaşadığımız pandemi süreci ve sonrasında devlet dışı aktörlerin güçlerinin bir kısmı yeniden devlet aygıtında toplanıyor. Kaslarını şişiren devletler gelecek yüzyılda da küresel sahnenin belirleyicisi olarak kalacak. Lakin Tek dünya devleti gibi düşünceler tamamen önemini kaybetti. Sonuç olarak devletin ve kamu gücünün dönüşüne şahitlik ediyoruz.

Yeni Gelecek Trendlerimiz

Sosyal devlet anlayışı güç kazanacak. Bu konuda devlet kapasitesinin ve kamu gücünün iki örnek ülkesi Çin ve Türkiye’dir. Çünkü bu iki ülkenin ulusal ve küresel çapta hızlı karar alma ve uygulama süreçleri yanında halkları ile uyumlu sistemlerinin oldukça başarı gösterdiğini görüyoruz. Bir diğer konu ise batı karşısında otoriter ülkelerin başarısı algısı yerine başka medeniyet taşıyıcısı güç merkezi ülkelerin öne çıktığı tespiti daha doğrudur. Çünkü demokratik ve otoriter sistemlerin virüs salgını ile mücadele bakımından notları karışıktır. Bu yüzden bu açıklamaların bir dayanağı yok. Bu ayrım tamamen batının başarısızlığını örtme ve batı dışı aktörlerin başarılarını karalama algısı üzerinedir. Pandemi ile mücadele de en başarılı ülkelere baktığımızda Çin (Hong Kong, Tayvan), Türkiye, Küba, Güney Afrika, Vietnam, Rusya, Almanya, Japonya, Singapur, Kazakistan, İsrail, Güney Kore, Yeni Zelanda, Danimarka gibi ülkeleri görüyoruz. En başarısız ülkelere baktığımızda ise ABD, Meksika, Hollanda, İngiltere, İran, İtalya, Peru, İspanya, Brezilya, Kanada, İsveç, Hindistan, Filipinler, Fransa, Ekvador, Belçika gibi ülkeler başı çekiyor. Otoriter ve demokratik ülkelerin hem başarılı hem başarısız örnekleri mevcuttur. Bu yüzden bu konuda Batı’nın bize gösterdiği resme daha farklı açılardan bakmamız gerekiyor. Pandemi’ye karşı otoriter ve demokrat ayrımından daha gerçekçi olacak tespit salgın sürecinde önder ve örnek batılı ülkelerin üstünlüğünün olmamasıdır. Tam tersi ortaya çıkan resim batı dışı çok medeniyetli – çok merkezli bir ülkeler topluluğudur. Sonuç olarak kamu yönetiminde de birçok değişim bizi bekleyebilir. Tabi ki bunun yanında pandemi testi sonrası başarısız devletler ortaya çıkacağı kesindir. Uluslarını koruyamayan, küresel topluma yardımcı olamayan, yetersiz ve etkisiz devletleri büyük sorunlar bekliyor. Dünyanın birçok yerinde şiddetli ayaklanmalar yanında terör eylemleri, siyasal sistemlerin değişmesi, aşırı sağın ve solun yükselişine tanıklık edebiliriz. Bu süreç sonrası Sendikal hareketlerin yıldızı yeniden parlayabilir. Ayrıca yeni göçler ve büyük mülteci kafileleri bizi bekliyor. Bu da ırkçılığı ve yabancı düşmanlığını tetikleyecek. Hatta yabancı düşmanlığına en çok Asyalılar maruz kalacaktır. Milliyetçilik ve Kimlik politikaları çok daha değerli olacak. Kimlik politikaları yanında dinsel gelişmelerde olabilir. Yeni küresel tarikatlar doğabilir.

Küresel çatışmalar geçici bir azalma yaşarken küresel askeri harcamalarda orta ve uzun vadeli büyük artışlar görmeyebiliriz. Bunların yanında dijital dünyamız hayatımızın ikinci merkezi konumuna yükseldi. Sanal dünyadan dijital çağda kaçış yok. Sanal Gerçeklik tüm hayatımızı kaplayacak. Bunun da olumlu ve olumsuz sonuçlarını hep beraber yaşayacağız. Büyük veri savaşları yanında hayatımızda pandemi sonrası yapay zekâ, bulut teknolojisi, dronelar ve robotlar daha aktif şekilde yer alacak. Dijital ulus devletler çağına hoş geldiniz. Bununla birlikte iş ve moda hayatı, para kullanımı (dijital/kripto), üretim modelleri, ilişki biçimleri, ibadet ve beslenme şekilleri değişecek. Tıp alanı da bundan payını alacak. Batılı modern tıp salgın karşısında yetersiz kaldı. Geleneksel tıbbın önemi kavrandı. Bundan sonraki halk sağlığı krizlerinde önemli bir kurtarıcı olabilir.

Yaşadığımız süreçte insanların devlet dışı aktörlere güveni yerle bir oldu. Onun yerine yerel yönetimler ve belediyeler önem kazandı. Devlet dışı aktörlerin daha kontrol altına alındığı günler yakındır. Batı da piyasayı düzenleyen elin nasıl devlet eli ile yer değiştiğini görebiliriz. Çünkü 1929 Büyük Buhranı ve 2008 Finansal krizinden daha derin bir kriz öngörülüyor. Öncelikle bu kriz finans ya da bankacılık temelli değil. Tamamen üretim ve tüketim yanında hizmet sektörünün de durması sonucudur. Kaynak ve tedarik ile arz ve talep merkezli ilk defa karşılaşılan muazzam bir krizdir. Yaşanan bu kriz dünya ticareti ve küresel tedarik zincirini yeniden düzenleyecek. Küresel tedarik zinciri daha çok çeşitlenecek ve ulusal yurt içi tedarik zincirleri daha da güçlenecektir. Üretimin uluslararası hali yeniden ulusal hale dönüşebilir. Korumacılık ve ekonomik milliyetçilik yeni trendler olurken küresel bir işsizlik sorunu hepimizin kapısını çalacak. Dünyadaki yoksulluk daha da artacak. Bu süreçte gelir dağılımının yeniden düzenlenmesi en acil sorunlardan biridir. Gözden kaçmaması gereken bir başka nokta da reel ekonomi ile finans ekonomisi arasındaki uçurumdur. Bir yanda reel ekonomi tükenmek üzereyken finansal sistemin çok fazla etkilenmemesi birbirinden ne kadar kopuk bir ekonomik sistem olduğunu gösteriyor. Bununla birlikte uluslararası para sistemi ve ödeme şeklide hızlı bir değişim içine girdi. ABD’nin doları silah olarak kullanması ve sınırsız şekilde basmasına karşı diğer büyük güçler de ellerini güçlendirmeye çalışıyor. Son yıllarda hızlı bir altına dönüş/hücum yaşanıyor. Çin, Rusya, Hindistan, Türkiye gibi ülkeler altın rezervlerini yüksek oranda artırdı. Zaten Çin petro-dolar sistemine karşı petro-yuan sistemini devreye sokmuştu. Şimdi Çin dijital/kripto paraya geçişe öncülük ediyor. Az bir zaman sonra hem dijital para hem de milli para kullanımı tüm dünyada yaygınlaşacaktır.

Dünyanın Hastalıklı Ailesi Batı Dünyası ve Yeni Hasta Adamı ABD

Kovid-19 ile mücadele de herkes kendi savaşını veriyor gibi gözükse de küresel işbirliği olmadan bu sorunun çözülmesini beklememeliyiz. Küresel işbirliği konusunda bize yol gösteren ülkelerin başında Çin, Türkiye, Rusya, Japonya ve Küba gibi ülkeler örnek teşkil ediyor. Pandemi’nin bize gösterdiği en kıymetli şeyler ulusal dayanışma ve kendi kendine yeterlilik yanında yerli ve milli üretimlerin oluşturulması gereğidir. Batılı uluslararası kurumların yetersizliği ortadadır. Küresel ihtiyaçlara cevap veremediler. Pandemi’nin bu kadar ölümcül etki yapmasında batılı devletler kadar batılı uluslararası kurumlarında hataları vardır. G-7 ülkeleri çaresiz kalmış. Oysa G-20 zirvesi daha umut verici bir şekilde gerçekleşmiş. Bu zirvede Çin, Rusya, Türkiye, Hindistan gibi ülkelerin liderlik ettiği görülmüştü.

Salgın sürecinde İkinci Dünya Savaşından sonra kurulan batılı uluslararası kurumlar (Birleşmiş Milletler, Dünya Ticaret Örgütü, G-7, NATO, Avrupa Birliği, Dünya Bankası, IMF) ilk defa bu kadar sert şekilde itibar ve imaj kaybına uğramış oldu. Washington konsensüsü büyük hasar aldı. Pekin konsensüsü inşasını hızlandırdı. Bu süreçte liberalizm ve bireycilik büyük yara almasına rağmen hayatımızda devam edecek. Bunun yanında yıllardır değer kaybeden kamucu ve toplumcu sistemler değer kazandı. Çin, kamucu ve toplumcu sisteminin içine ultra liberal ve piyasa odaklı değerler yerine daha kontrollü şekilde makul liberal ve bireysel değerleri uygun şekilde harmanlayabilir. Eğer bunu başarır ve sürdürülebilir bir hale getirirse ABD ve AB karşısında yeni cazibe merkezi olabilir. Çin hatalarını ve eksikliklerini telafi edecek güce sahip olduğunu kanıtladı. Çin’in başarısında hastaları takip etme sistemi, tıbbi malzeme dağıtım düzeni, termal kameralar ile izleme, mobil uygulamalar, robotlar ve dronelar ile yapay zekâ kullanımı ana etken oldu. Ama bundan önce kararlı karantina uygulamaları bu başarı yolunu açmıştır. Çin, insanın yaşama önceliğini, insan özgürlüğünden ve ekonomik kazanımından önce tuttu. Dünya genelinde 5 kıtada yüzlerce ülkeye yardım eli uzattı. Ki son süreçte Çin 77 ülkenin borçlarını küresel salgın yüzünden askıya aldığını duyurdu. Bununda ötesi bu borçları 2 yıl boyunca 2 milyar dolarlık bir fona dönüştürerek ülkelere tıbbi malzeme desteği ve ekonomik olarak yardım için kullanılacağı açıklandı. Oysa Amerika ülkelerin bırakın borçlarını silmeyi yeni yaptırımlar getireceğini söyledi. Çin aşı çalışmalarını da tüm insanlığın ortak malı olacağını duyurdu. Batılı ülkeler ise böyle bir çıkışta bulunmadı. Net şekilde ifade etmek gerekirse dünyaya Çin öncülük etti. Rusya, Türkiye ve Küba gibi ülkelerde Sağlık Diplomasisini devam ettirdi. Sadece Çin devleti değil, Ali Baba’nın kurucusu Çinli iş adamı Jack Ma dünyanın dört bir yanına ABD’den Avrupa’ya, Afrika’dan Asya’ya kadar yardım elini uzattı. Bu sefer batılı hayırseverleri(Bill Gates gibi) ve batılı ülkelerin yardımlarını ulusal ve küresel çapta göremedik. Bırakın başka ülkelere yardımları birbirinin acil tıbbi ihtiyaçlarını gasp ettiler. ABD, Almanya ve Fransa modern korsanlık bile yaptı. Sonuçta batılı ülkelerin hükümetleri dünya kamuoyunda küçük düştü. Pandemi batılı ülkeler de devlet hizmetine duyulan güveni ve saygıyı yok etti.

Avrupa Birliği’nin varoluş amaçları sorgulanırken İngiltere’nin Brexit süreci gibi İtalya ve İspanya içinde ‘’exit’’ süreçleri başlayabilir. Zor olsa da imkânsız değil. Birbirlerine sınırlarını kapatan batı ortak anlayışını kaybetti. Herhangi bir eylem olmadığı gibi fikir ve strateji yoksunu bir profil çizdi. NATO bile virüse karşı hem Avrupa’da hem başka coğrafyalarda etkisiz kaldı. Şuan NATO ve AB en çok kriz yaşayan kurumlar oldu. Açıkçası Pandemi sonrası batı dışı aktörlerin kurallarını ve kurumlarını daha çok göreceğiz. Kovid-19, ABD’ye adeta gücünün sınırlarını hatırlatırken bunu kullanma becerisinin de iflas ettiğini gösterdi. Bu iflas Amerika için ulusal ve küresel düzeyde derin bir güvensizlik yarattı. Birde Amerika ve Avrupa kendine karşılıksız yardım yapan ülkelerin neredeyse hepsine yaptırım ve ambargo uyguluyor. Bunlardan da vazgeçmek istediğini gösteren hiçbir işaret yok. Binlerce insan ölürken batılı ülkelerin bu vurdumduymazlığı hem batılı rasyonel düşünce ile hem de batılı değerler ile çelişiyor. Bu da ileri ki dönemlerde dünyanın daha hızlı bir şekilde daha az batılı olacağını gösteriyor.

AB’nin yeni bir Marshall Planına ihtiyacı olduğu söylendi. Bu doğru ama bunu gerçekleştirebilecek liderliğe ve kapasiteye sahip bir ABD bulunmuyor. Bununla beraber son dönemde Trump liderliğindeki ABD’nin küresel hegemon veya küresel lider olmayı bıraktığı gibi yorumlar okuyoruz. Bunların şiddetle ciddiye alınmamasını tavsiye ederim. Trump Amerikan imparatorluğu hayalinden vazgeçmedi. Sadece önceliğini değiştirdi diyebiliriz. Kısaca kendi evine çeki düzen vermek istedi. Amerikan sistemi zafiyet geçiren vücut fonksiyonlarını yeniden dizayn etmek istiyor. Çünkü dışarı da güçlü bir Amerikan İmparatorluğu ancak içerde güçlü olduktan sonra kurulabilir. Ama bu gittikçe zor görünüyor. Çünkü salgın ile mücadele edemeyen ABD’de de bu sefer de şiddetli protestolar yükselmeye başladı. Amerikan tarihinin en geniş katılımlı eylemleri olarak açıklandı. Minneapolis’te siyah bir Amerikalının polisler tarafından acımasızca öldürülmesi ülkede infial yarattı. Zaten Koronavirüs yüzünden yüzbinlerce ölüm, milyonlarca vaka ve milyonlarca işsiz ile boğuşan ABD’nin ırkçılık olayı ile tamamen sinir sistemi çöktü. Olaylar Beyaz Saray’a kadar ulaştı. Beyaz Sarayda ışıklar karardı ve Başkan Trump sığınağa inmek zorunda kaldı. Askeri helikopterler Washington üzerinde uçmaya başlarken sokaklara 1929 bunalımından beri ilk defa askerler indi. Genelkurmay Başkanı bile askeri kıyafetli şekilde sokaklarda görünmek zorunda kaldı. Birçok şehirde sokağa çıkma yasağı uygulandı. Dünyada Amerika Yanıyor, Amerikan Baharı, Amerika’da İç Savaş, Amerikan Rüyasının Sonu, Amerikan Devrimi gibi milyonlarca paylaşım yapıldı. Irkçılığa karşı başlayan protestolar neredeyse ayaklanma teşebbüssüne dönüştü. Trump yanlıları silahlı olarak sokaklarda boy gösterdi. Genelde Latin Amerika ve Ortadoğu’da gördüğümüz bu kanlı ve şiddet odaklı olaylar artık Amerika Birleşik Devletlerinin kalbinde yaşanıyordu. Zaten son yapılan anketlerde Amerikan halkının %80’i ülkenin kontrolden çıktığını düşünüyor. ABD’nin ‘’Özgürlükler Ülkesi’’ algısı ırkçı heykeller gibi yavaş yavaş yıkılıyor. Son süreçte ırkçılık protestoları ABD’den Avrupa’ya da sıçradı. ABD’de hala mahkemelerde, okullarda, poliste, orduda ve dinsel yerlerde kurumsal ırkçılık devam ediyor. Başkan Trump’ın virüsle mücadeleye ve ırkçılık karşıtı protestolara karşı aldığı tavır yüzünden Amerikan Devleti içindeki fikir ayrılıkları hem gün yüzüne çıktı hem de derinleşti.

Amerikan Başkanı bu sırada ekonominin düzelmesi için hayatı normale çevirme çağrılarını sürdürdü. Bu yüzden de Başkan Trump ve bilim insanları arasında anlaşmazlıklar çıktı. Başkan Trump Eyalet Valililerine baskı yaparken Amerikalıları sokağa davet ederek Valilere karşı kışkırttı. Federal hükümet ve Eyaletler arasındaki durum Amerikan tarihinde hiç bu kadar kötü olmamıştı. Amerikalılar da sokaklarda sosyal mesafeyi hiçe sayan şekilde eylemler gerçekleştirdi. Trump yanlısı silahlı göstericiler Eyalet Meclisi bile bastı. ABD tarihinin en derin en sert siyasi uyuşmazlığı yaşanıyor. Koronavirüs politikaları var olan kutuplaşmayı daha da tetikledi. Liberal batılı ülkeler oluşan güç boşluğunu devlet kapasitelerini ve silahlı kuvvetleri devreye sokarak kapatmaya çalışıyor. Amerikan ordusu yağmalamalara karşı önlem almak yanında hastaneler inşa etmeye başladı. Çünkü bütün Eyaletlerde bir ilk olarak Büyük Felaket ilan edildi. Bu arada ABD’de dünyanın en büyük savunma bütçesini onayladı. Solunum cihazı üretemeyen, maske bulamayan, yüzbinlerce insanın salgın yüzünden öldüğü ve ırkçılık ile gelir eşitsizliğinin toplumsal patlamaya yol açtığı ülkede 740 milyar dolarlık savunma bütçesi kabul edildi. Ülkede ölümler, hastalıklar, yağmalamalar kol gezerken Sovyetler gibi ideolojik-askeri bir tehdit yokken dev bir askeri bütçenin özel şirketlere silah yapsın diye verilmesi aklıselim bir devlet için açıklanamaz. ABD’nin bu askeri dev bütçesi artık korku vermek yerine imaj kaybına yol açıyor. Çünkü bu dev bütçe hem verimsiz hem özel şirketleri finanse eden hem de kullanılmayan bir gücün yüküne dönüştü. Amerika kendisi için en büyük rakip olarak nitelendirdiği Çin ise 2011 yılından beri en düşük savunma bütçesini açıkladı.

Başkan Trump ve bürokratları ise hala koronavirüsüne Çin virüsü ya da Wuhan virüsü demeyi sürdürüyor. Çin’in ölüm rakamlarına bile karışan bir Amerikan yönetimi, bürokrasisi ve medyası var. Oysa son süreçte virüs tamamen ABD virüsü ve New York virüsüne dönüştü. Şimdi ise 4 yeni eyalet Florida, Teksas, Kaliforniya ve Arizona yeni merkez üsleri olarak konuşuluyor. Sonuçta sadece Amerikan ekonomisi değil, küresel ekonomi şuan her cephede felç oldu. Bu sürecin kimseye ekonomik yarar getirmediği ortadadır. İnanılmaz ama gerçek şu ki Amerikan yönetimi ve Trump yanlıları parayı insan hayatından daha değerli görüyor. Amerika sağduyusunu, demokratik hassasiyetini, insan odaklı sistemini kaybetti. Lakin ABD’nin kaybetmediği tek şeyin Çin düşmanlığı olduğudur. Daha da ötesi gelecek dönem için Amerikan büyük stratejisi tamamen Çin karşıtlığı üzerine kurgulanıyor. Bu sıralar Avrupalı ve Anglo-Sakson bazı ülkelerinde buna katıldığı görüldü. Açıkçası batının Çin karşıtlığı dışında ortak bir vizyonu yok. Çin karşıtlığının nedeni ise virüs salgınının ötesindedir. Çünkü dünyadaki iktisadi, siyasi, askeri ve teknolojik dönüşümde Çin motor ülkedir.

Çok Merkezli – Çok Medeniyetli Yeni Dünya İnşası

Koronavirüs’ün çok boyutlu sonuçları en çok batıyı tedirgin ediyor. Bu yüzden de Batı’nın büyük duvarları bizi bekliyor. Batılı demokrasilerden memnuniyetsizliğin küresel bir trend olduğu dönemde pandemi’nin ortaya çıkışı ile demokrasiler için daha zorlu bir süreç kapıdadır. Arap baharı demokratik devrimlerinin olumsuz sonuçlarından sonra demokrasilere duyulan güvensizlik zaten artmıştı. Pandemi sonucu batılı demokratik düzenlerin insan hayatını ve halk sağlığını umursamadığı görüldü. Salgın batılı toplumlarda bölünmeyi ve hizipleşmeyi beraberinde getirdi. Arkasına Amerika’da ırkçılık yüzünden yaşanan şiddetli protestolar batılı ülkelerdeki eşitsizliği ve adaletsizliği gözler önüne serdi.

Koronavirüs 2020 yılında bildiğimiz batı güdümlü dünya düzeninin sonunu getirdi. Pandemi ABD’nin lider rolünü de yıktı. Şuan ABD’de 1929 büyük buhranı sonrası en ağır ekonomik, sosyal, siyasi ve sağlık alanındaki krizlerden biri yaşanıyor. İşte dünyanın en güçlü ordusuna ve en büyük ekonomisine sahip olmasının Amerika Birleşik Devletlerine ve dünyaya yetmediği kanıtlanmış oldu. ABD küresel çapta koordinasyon ve yardım sağlayamadı. Günümüzde hiçbir ülke Sovyetlerin çöküşü ile başlayan tek kutuplu ABD’nin konumuna sahip olmadığı gibi artık ABD’de bu konumunu kaybetti. Artık ABD eşitler arasındaki lider konumuna bile sahip değil. O bildiğimiz tek merkezli Amerikalı batı dünyası son buluyor. Artık batı sonrası dünyayı konuşacağız. 1945’ten bu yana batının kurduğu liberal uluslararası düzen hiç olmadığı kadar büyük bir yara aldı. Dünyanın ‘’Yeni hasta adamı ABD iken hasta ailesi Batı dünyası’’ oldu.

Çok tartışılan küreselleşme ne bitiyor ne çöküyor sadece daha verimli ve kontrollü bir sürece giriyor. Birbirine bağlı ve bağımlı dünyamız devam edecek. Ama küreselleşme bile Pandemi süreci ile ABD merkezli halini hızla yitiriyor. Çin öncülüğündeki küreselleşme trendlerine hazırlanmamız gerekiyor. Bunların yanında yanlış tanımlanan bir durum daha var. Aslında kimse batıya meydan okumuyor. Batı dışı dünyalar gelişim ve değişim yaşıyor. Bu da küresel düzeyde dönüşüme yol açıyor. Lakin batı dışı aktörlerin hepsi batılı kurumlar içinde batılı sistemlere entegre bir şekilde ilerledi. Buna rağmen batı tarafından meydan okuma olarak görüldü. Şunu anlamalıyız ki bir meydan okuma varsa o da Çin’in, Hindistan’ın, Rusya’nın değil batının meydan okumasıdır. 21. Yüzyıl batı medeniyetinin ve sisteminin sorgulandığı bir çağ olacağı yüzde yüzdür. Ne ABD ne Çin ne Rusya ne AB artık tek başına sistemi kurgulayamayacak. ABD’nin 1991’den beri tek hegemon olarak sürdürdüğü dünya sistemi son buldu. İkincisi 21.yüzyılın ne ABD ne Çin yüzyılı olacağıdır. Yeni Dünya Çin ile ABD arasına sıkıştırılamayacak kadar büyüktür. Görüyoruz ki büyük güçlerin birbirine ekonomik ve siyasi olarak bu kadar bağımlı ve hassas olduğu bir dünyada eski hareket alanı serbestliği kaybedildi. Dünya’nın bir hegemon’dan diğer hegemon’a geçiş dönemi bitti. Kimse tek başına hegemon olamayacak. Bunun yerine bizi büyük güçlerin rekabeti bekleyecek. Şuan bizi en çok meşgul edecek rekabette ABD (İngiltere, Yeni Zelanda, Avustralya, Kanada) – Çin rekabeti olacak. Yaşanan rekabet sadece ticaret, ekonomi ve askeri değil, aynı zamanda teknoloji, uzay, istihbarat, sağlık, siber ve jeopolitik dünyada gerçekleşecek. Yalnız bu rekabette gelecek ile ilgili hesaplarda bilinmeyen iki dev aktör Hindistan ve Brezilya’dır. Zaten Çin ve Rusya dünyada yeni merkezi aktörler haline geldi. AB’nin bu rekabette tek bir vizyon ile hareket etme şansı yok. Almanya, Fransa, İtalya gibi başat ülkelerin alacağı pozisyonlar çok daha önemli olacak. Rusya ve Çin bu 3 ülke ile ilişkilerini ileri seviyeye taşıyabilir.

Açıkçası eşitler arasında çok merkezli – çok medeniyetli farklı kas gruplarını güçlendirmiş büyük güçlerin olacağı uluslararası bir düzen meydana geliyor. 2000’den önce batı medeniyeti güdümlü bir uluslararası düzen vardı. Oysa günümüzde farklı medeniyetlere mensup farklı güç merkezlerinin ortaya çıktığı batı dışı bir uluslararası düzene dönüşüm var. Batısızlığın tavan yaptığı günleri yaşıyoruz. Çünkü batı siyasetinde artan belirsizlik, vizyonsuzluk, lidersizlik ve ilkesizlik küresel açıdan büyük bir güç boşluğu yarattı. Bu yüzden küresel siyasette batılı değerlerin aşınması sonucu farklı medeniyetlerin değerlerine ve yaşam biçimlerine beraber tanıklık edeceğiz. Kovid-19 daha zengin değil ama daha sağlıklı, daha özgür değil ama daha güvenli, daha demokrat değil ama daha çok yaşam hakkına sahip bir dünya yaratabilir. Bu yüzden mevcut düzen de reform gerekliliği yanında dünyanın yeni uluslararası örgütlere ve yeni ittifaklara ihtiyacı olacağı kesindir. Kutupsuz dünyamız artık küresel lider değil çok taraflılık eşliğinde küresel istikrar arayacaktır.

 

Siyaset Bilimci – Umur Tugay Yücel

                                                                      Twitter: @UmurTugay

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: