Twitter Facebook Linkedin Youtube

BULGARİSTAN’DA TÜRKLER VE SİYASİ LİDERLİK MÜCADELESİ

Rafet ULUTÜRK

Sanatçılar, insanda umut üretirler. Umut üretmede politikacılar, sanatçılardan sonra gelir. 1990’dan beri Bulgaristan Türk nüfusundan büyük bir sanatçı çıkmadı. Ne bir yazar, “soya dönüş/diriliş” çilesini romanlaştırdı, ne de bir şairimiz 1989 Ayaklanmamızın destanını yazdı. “Aliş’imin kaşları” gibi bir Türkü bile dağlamadı içimizi. Dolayısıyla ruhumuza ben kötü olanı değiştirebilirim tohumları henüz ekilmedi.

Çok arkadaşım var. Hiç biri doğan kızına BARIŞ adını verip, “Bütün insanları dost bil, kardeşin bil kızım… Ve zulmün önünde dimdik tut onurunu, sevginin önünde eğil kızım!” demedi. Sanki kızlarımız Ayaklanan bir kuşağın torunu değil!

Bu sabah (01.06 2019), Tuna’nın sesini dinleyen üstat Naim Bakov şöyle demiş:

SEVMEK VE SEVİLMEK

Sevmek yetmez kardeş, sevilmektedir mesele

Karşılıklı saygıdır ömür’ün diğer aslı !

Fazla gurur kurban eder seni azgın sele –

Kardeşçe kucaklaşmak şu ömrün kısa faslı !

Boş alanda nefes alışımızı yansıtan sanatçı ordusu belirmeyince, sıradan politikacılar çıktı. Değişikliklerle mayalanmayı uzun zaman bekleyen Bulgaristan Türkleri “…sonunda kız davulcuya kaçtı” misali, kapımızı çalana damat dedi. Öyle ama gelen ne davulcu ne zurnacı, ne imam ne de derviş, yalancı tohumdan politikacı kopyası çıktı. Ve halkımızda yıllarca değişim bilinci belirmeyince, bir asır süren zulümden hesap sorulmayınca ve en kötüsü hanenin ekmek teknesi kırılınca ve ocağı tekmelenince umutsuzluk ve hayal kırıklığı belirdi.

İnsanoğluna onun derdini anlatmak çok zor.

Bu konuda İslam Tarihi Profesörü Fuat Sezgin şöyle demiş: “Medeniyetimizin büyüklüğünü kendi insanımıza anlatmak, Batılılara anlatmaktan daha zor.”  Hele Bulgaristan’da birisinin kafasına bir şey sokmak ne kadar zor bir bilseniz…

Umudumuz yaşıyor. Umudu besleyen yaşlıların “yakındır aklı başına gelir” telkinleri de kimi defa tutmaz oldu. Sanatçı olmayan yerde politikacı doludur, diyenlerin umutları boş çıktı.

1990 ile 2019 yılları arasında Bulgaristan Türklerinin yazgısını bu git gel ile anlatmak mümkün gibi. Türk kitlesine ekilen ama tutunamayınca tekleşen Ahmet Doğan, sarayda köşkte olta atıyor. Yazarken beynimi şişleyen şu sorular var. Hak ve Özgürlük Hareketi (DPS), dölsüz bir yumurta mı? Bu soruya cevap getiren olmadı. Gerçekten boşsa, DPS’yı dağıtmak için yıkıcı bilinç yaratmaya gerek yok. Kavga teorisi de gerekmez, çünkü zaten gidici… Öyleyse, insanlarımızın umudundan doğan DPS bilincini karartmamıza da gerek yok…

Yaşamımızın içinden türediğini iddia ettiğimiz nedir?

Kendimizi sorgularken,  acıyan yaramıza tuz basan biziz. Hepimiz üzgünüz. Halkımızın iradesiyle kanatlanmış, inandığı politikanın aktif bir militanı, gerektiğinde kuramcısı, bazen sıra neferi, her an hayatını feda etmeye hazır bir lideri, ne yazık ki kendimiz yetiştiremedik onu. Fidan değil dibini kazıp su gübre dolduralım. Elimizde olsa… diyenlere katılıyorum. Herkes her çalıdan düdük olmadığını bilir. Önemli olan öten söğüt dalını bulmak, kamışı dile getirmektir. Bu ise bir ümit, bir beklentidir.

Haber aldık, 15 Haziran’da Plovdiv (Filibe) şehrinde Hak ve Özgürlük Hareketi‘ne (DPS) muhalif olan seçkinlerin milli buluşması (konferans) toplanacak. Hayırlı olsun. Ben önce, şu bizim DPS karşıtı olanlar kavramına açıklık getirmek istiyorum. Seçkinlerim, DPS arabasından düşen ya da DPS sofrasından kaldırılanlardır. Hiçbir kimse, vişne tatmadan, ekşi diyemez. Bizde şu, arabadan düşen veya sofradan çekilme zorunda kalma meselesi 30 yıldır devam ediyor. Âdetimizdendir, bizde kapı dışı kalanlara ve sonradan yetişenlere de sofra açılır da, bunların sedir yastığı ve sofra başı olmaz.

Yeni politik proje:  “Hepimiz DPS’ye karşı!”

Sofra başı olmak isteyenlerin listesi: Adem Bayraktar, Mehmet Hoca, Güner Tahir, Osman Oktay, Mehmet Dikme, Kasim Dal, Lütfi Mestan,  1990’da Varna’da ve Sofya “Banya Başı Camiinde” DPS kurucu meclislerine katılanların hepsi ve 26 Mart 2017’de erken genel seçimlerinde milletvekili adayı gösterilen toplam 359 kişiden, Türk ruhu taşıyan 1989’u ve Avrupa Parlamentosuna gönderilen Türk milletvekilleri, parti koordinatörleri, il ve ilçe teşkilat başkanlarının hepsinin kalbinde BAŞKAN olma ateşinden bir kıvılcım vardır. Hele de şimdiye kadar seçilen DPS milletvekillerinden çok büyük bir kısmının devlet güvenlik örgütüne gönüllü ajanlık yaptığı dikkate alındığında ve ajanlığın parti içi merdivenini çıkma yolu olduğunu öğrenince umut çok büyüdü.

Bugüne kadar bu hevesli kardeşlerimizden hiç biri, sadet yolunun minare merdiveni olmadığını, Ahmet Doğan’ın şerefeye yukardan indirildiğini anlayamadı.

Filibe’de toplanmayı kabul edenleri masaldaki “Kel Oğlana” benzettim. Hepsi şunu iyi bilmelidirler ki, Padişahın kızını alabilmesi için Keloğlan’dan saray karşısına sırmalı köşk dikmesi istenmiştir. Günümüzde lider olabilmek için şartlar değişti. Dil dökmek, “gerçekleri” anlatmak yetmiyor.

“Suşenskoe” köyünde bir tırpancı kulübesinde saklanırken “Pravda” (Gerçek) gazetesine diz üstü kaleme aldığı bir yazıyla 1917 Ekim Devrimi kıvılcımlarını çakan Vladimir İ. Lenin devri geçti. Gerçekleri söyleyen dil, gerçekleri ters yüz de edebilir. Lenin, 1856’da “toprak köleliğinden kurtulan ama toprak sahibi olamayan köylülere, toprak vereceğim; askerlere ise, savaşı durduruyorum, evlerinize döneceksiniz” demişti ve kazandı.

Ondan önce, halkın yükseliş dalgasına atlayan ve köpüklerinde yüzen, krallık zulmüne karşı demokrasiyi savunan, kadınların da katılacağı genel oydan yana çıkan ve Paris’in Sena nehri köprülerinden fahişelere konuşmalarında hepsine zengin birer koca vaat ederek seçim kazanan Robespierre (M. Robespier) bile yalan umut doğurup hayal kırıklığı yarattığından dolayı 1794’te aynı kadınlar onu giyotinle idam etmiştir.

O zamandan (1795) bu güne bütün dünya devletlerinde toplum sözleşmesi imzalandı – anayasa kabul edildi.

Sofya meclisinde 1991’deki Anayasa tartışmalarına, 140 yıllık Bulgaristan tarihinde ilk kez Hak ve Özgürlükler hareketi nezdinde Bulgaristan Müslüman Türkleri de, kendilerini siyasi olarak temsil eden milletvekilleriyle katıldılar. 15 Haziran 2019 günü Filibe’de yapılacak olan toplantı, 30 yıl önce beliren ama gerçekleştirilemeden havada kalan umudu yaşatma isteğimizin devamıdır. Bu umutta, azınlıkların kimliklerinden, gül demedi gibi bir birlik ve güllerin Bulgaristan kokusu vardı.

Öncelikli sorun İNSAN sorunudur.

Biz yaşadığımız çağın tanığıyız. Hem tanığı hem de yaşananların içindeki en önemli faktörüz. 1991 Anayasası Bulgaristan’da İNSAN sorununu çözmedi. Daha önceki anayasalar da insanımızı insan yerine koymamıştı. Yaşadığımız sorunlar, bitmeyen dertlerimiz hepsi anayasa ve yasalarda eşit haklı özgür insan yerine koyulmamamızdan kaynaklandı. Bizde, bunu görenler alçaldı, görmek istemeyenler yükseldi.

Şimdiye kadar yazılan en derin ve detaylı analizlerimizden şöyle bir gerçek çıktı. Geçimsizliğin, memnuniyetsizlik ve umutsuzluğun başat nedenleri:

Ahmet Doğan’ın kişiliği. Partideki hainlik. “Soya dönüş/diriliş” süreci katillerinin cezasız kalması. Partinin zulüm rejimine tepki göstermemesi.  Reformları engellenmesi. Hapiste, sürgünde çeken, işkenceden sakat kalan, iş bulamayan, sosyal “yardımlarla” ilaç bile alamayan, kıt kanat geçinen yaşlı ve mağdurlarımıza el uzatmaması.

Kimsesizlere ilgisiz kalması.  İmkân olmasına rağmen, Türk dilini okullarda zorunlu ders olması için ısrar etmemesi. Türklerden kadro yetiştirmemesi için çalışması. Aydınlatma ve kültürel etkinliklerden uzak kalması. Seçmenden kopması. Tütün üreticilerini aç bırakması, işsizliğe karşı önlem almaması, köy ve kasabaların boşalmasını için göçü özendirmesi. Huzur ve refah umudu taşıyan projeler hazırlayıp uygulamaması vs.

Ne var ki, bu sorunlardan hepsi bir sihirli değnekle bir anda çözülebilir. Bilinçli olarak çözülmedi. Filibe toplantısını toplayan L. Mestan bir öğretmendir ve 18 sene Sofya meclisinde Eğitim Öğretim Komisyonunda Başkan ve Başkan yardımcısı olarak maaş almış, ama bir Türk  Çocuğumuza Türkçe okutulması için yasa önerisi hazırlamamıştır. Ona inanmamız için değişen nedir? Tekrar ediyorum. Sorun İNSAN sorunudur ve bu Anayasa ile Bulgaristan’da İNSAN sorunu çözülemez, yaramıza tuz basmak zorundayız. Problem nedir?

ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ

Ana ve temel, hatta başat olan ÖZGÜRLÜK BİLİNCİ sorunudur. Bu bilincin temelinde olan Bulgaristan’da EŞİTLİK meselesidir…

Problem, 1990’da da nasılsa, 2019’da da aynıdır, hatta daha kötüye doğuru gitmektedir. Biz yaşadığımız ülkenin yalnız ve ancak kağıt üzerinde, fiktif (sahte) eşit haklı vatandaşlarıyız. Devlet, medya, partiler ve kamuoyu tarafından ötekileştirilen insan ve oluşturduğu topluluk eşit olamaz. Bulgaristan’da önce eşit vatandaş olmayışımızın bilincine varmalıyız ki, hedefin adı ÖZGÜRLÜK BİLİNCİDİR.

Bu bilincin oluşması için, maddi hayattaki özgürlüklerle birlikte, manevi hayatın da hiç engelsiz özgür olması gerekir. Manevi hayatın oluşmasının temelinde anadil, dil, resmi dil, kültür bulunur. Türkçe konuşması yasak bir Türk, özgür olamaz. Alfabesi olmayan bir Çingene özgür sayılamaz. Kimliği tanınmayan bir Makedon özgür vatandaş değildir. Biz eridik gittik, dilsiz ve dinsiz kaldık diye diz döven Ulahların verdiği özgürlük savaşımı değil de nedir?

Dil olmayan yerde düşünce olamaz yani özgürlük yoktur. İnsanın yaşayabilmesi için düşünmesi şarttır. Düşünemeyen özgür sayılmaz. Ne yazık ki ülkemizde anadilini konuşamayan yani düşünemeyen insanların sayısı sürekli artıyor. Milletvekili Prof. İvo Hristov’a göre nüfusumuzun % 80’ini düşünemiyormuş. Bu vatandaşlara o “debil”(çaresiz) demekle yetindi. Debiller devleti olduğunu işitmedim. Bu nedenle olabilir, Avrupa’nın en sefilleri biziz.

Özgürlük Bilinci (fikir özgürlüğünden farklı bir şeydir) hem ahlak ilkesi hem de yaşam tarzında belirleyici olandır. Müslüman ahlakıyla ve Türk gelenek ve törelerine göre yaşamamızı istemeyenler ahlakımızı ve yaşam tarzımızı yasaklayarak, özgür yaşama hakkımızı elimizden alarak, kendi Hıristiyan ya da ateist dünya görüşü ve yaşam şeklini bize dayatıyorlar. Onlar, bize kendi ahlaklarını dayatmakta özgür, fakat biz bize dayatılanı kabul etmemekte özgür değiliz. Eşitsizliğimizin anlamı budur.

Önemli olan düşünen insanlar topluluğu oluşturabilmemizde gizlidir. Düşünce hiç bir yasa veya anayasanın hiçbir şekilde yasaklayamayacağı bir şeydir. Beynimizi açsalar, her hücreyi ayrı ayrı mikroskop altına alsalar, hiçbir cerrah düşünceyi bulamaz. Allah’ın insana verdiği en büyük sihirli güç düşünme özgürlüğüdür. Kudretini insanın varoluşundan alır. Düşmanlarımız Türkün düşüncesinin derin ve isabetli olduğunu bildiğinden, bizim DÜŞÜNCEMİZİ ANLATMA VE ANLATILAN DÜŞÜNCELERİ ANLAMA ÖZGÜRLÜĞÜMÜZÜ KATLETMEYE ÇALIŞIYORLAR. Anadilimizde konuşma yasağının özündeki budur. A.Doğan’ın bu vahşete seyirci kalmasına, cebimi doldurun susarım, deyişine biz HAİNLİK dedik.  O aldırmadı, aldırmıyor…

Mestan da yıllarca “bana ne?” dedi. Kısıtlanan ve yasaklanan düşüncemizi, tarihimizi, bugünümüzü ve geleceğimizi anlayabilmemizin engellenip köreltilmelidir ki, olanların herkesin anlayabildiği bir dilekleri var. İNSANI KÖLELEŞTİRMEKTİR.“Büyüyeceğiz çoğala çoğala! Bir gün mutlaka yeneceğiz!” ruhu, tepki olarak doğmuştur. Çünkü kölenin bir adı da HAYVANDIR. Hayvanlaşmayı asla kabul edemezdik. Düşünemeyen, düşüncesini anlatamayan veya anlatılan fikirleri kavrayamayanlar hayvanlardır.

Düşünme yeteneğini yitirmek.

Düşüne bilmemize inen ilk darbeden doğan şu oldu: Kavgaya tüm gücünle, gövdenle, çekiç kafanla, çelik yumruklarınla, yenilmez tutkunla gireceksin!

Şu nokta, arz ettiği tehlike bakımından çok önemlidir. Düşünme (fikir) özgürlüğünün kısıtlanması ya da yasaklanması, bu özgürlükten yoksun kalan insanların düşünme yetilerini yitirmelerine yol açar. Bizde açmıştır. Düşüncemizin kısırlaştırılacağını, şuurumuzun karartılmak istendiğini hisseden insanımız Mayıs 1989’da ayaklandı. Bize ayaklanma gibi bir kolektif hak tanınmamıştı. Birlikte duyumsadığımız tehlikeden ayaklanma kıvılcımlandı ve alevlendi. Bize hiç kimse hiçbir şey vaat etmemişti. Karşımızdaki yalan makinelerinden ne Lenin, ne Robespier,ne Jivkov,  ne de Doğan vardı. Karşılarında düşünme yeteneklerini yitirmek istemeyen Türkler vardı. Araçsallaşmak ve bağımlılaşmak, sıfırlanmak ve kimsizleştirilmek istemeyen bir halkın içinde parlayan ateşin söndürülemez gücü alevlenmişti.

Avrupa Birliği üyesi bir ülkede, Bulgaristanlı Türklerin düşünme özgürlüğünün XXI. Yüzyılda yasaklanmış olmasını utanç verici buluyorum.

Bu konuda L. Mestan hep kapsız yumurtladı. Çok konuştu ama davaları kazanamadı. Onun bilmesi gereken şudur…  Batı’daki Aydınlanma yüzyıllarının ana sorunu düşünme özgürlüğü olmuştur. Ne yazık ki, bu can alıcı problem Bulgar devlet yönetimi ve halkının ruhuna ve damarına hala işlememiş Bulgar devlet yönetimi de şunu iyi bilmelidir: “İnsanların düşüncelerini açık açık başkalarına iletme özgürlüğünü ortadan kaldıran (anadil yasağı) bir dış gücün (bizdeki dış güç Bulgar devleti ve kamuoyudur), kendilerinin düşünme özgürlüğünü de ortadan kaldırır.”Yani biz yok olursak, onlar da mutlaka yok olacaktır. Bu alıntı Kant’in “Aydınlanma Nedir?” eserinden alınmıştır. Bu alıntı, Bulgar halkı, devleti ve ülkede yaşayan azınlıkların tümü için geçerlidir. Kısacası insanı yok eden ve yücelten ÖZGÜRLÜK BİLİNCİDİR.

Kavgamızın stratejisini belirleyen bu çıbanbaşı problemin aşılmasında HOŞGÖRÜ (Tolerans) çoğulluk, çoğulculuk, dolayısıyla düşünce özgürlüğü ve aydınlanma belirleyici olandır.

Bulgaristan’da İNSAN ve ÖZGÜRLÜK probleminin bir başka yönü daha var:

 KİMLİK, TÜRK KİMLİĞİ VE AB İNSAN KİMLİĞİ

Kimliğimizin başına bu kadar çok kötülük geldiği halde aksakallarımızın tutumunu yine N. Bakov’tan okuyoruz:

Boş ver, dedikodu cahilin tek ürünüdür

Kulağını tıka, gözünü kapa, geç gitsin!

Hoşgörü mahsul öncesi tarla sürümüdür

Azat et gönlünü, sevgi ürününü biçsin!

Tüm aydınlar gibi, ben de, en yüksek kimliğin, son hedefin, İnsan Kimliği olduğuna inanıyorum. Bugün Bulgaristan’da Müslüman Türk Kimliğimiz için mücadele veriyoruz. Kuran kurslarında Türkçe öğretilmesinde, çocukların okullardaki seçmeli Türkçe derslerine kaydında ısrar ediyoruz. Türk öğrencilerin yaz aylarında Türkiye Cumhuriyetini ziyaret etmesinde, bir iki ay oradaki yakınları yanında misafir kalmasında, sinema, tiyatro, müze görmesinde, Türkçe kitap okuma etkinliklerinde ısrarcıyız.

Ayrıca DOST partisinin Türk Kimliği Bildirisini de doldurup imzaladık. Türk bilinci davasında yoldaşız kardeşlerim ama buna rağmen, söyleyeceklerimiz var.

Bizim eşit haklı Bulgaristan vatandaşı olabilmemiz için, önce Türk kimliğimizi yaşatıp güçlendirmeliyiz. Bulgaristan Türklerinin çocuk sevgisi, okuma hevesi, çalışkanlığı, alicenaplığı mert ve cesur oluşu her yerde vurgulanmalıdır. Bulgaristan’da birden bire “milletim, insan türüdür, yurdum yeryüzüdür!” bayrağı kaldırıp, gölgesinde toplanmaya kalksak, Türk olarak kimliksizleşiriz. Bir defa, “enternasyonalim ve insan kardeşliği” yalanlarına inandığımız yıllarda, derimizin yüzüldüğü, Türk özümüzün sökülüp kuduz köpeklere atıldığı yılları, sürüngen yerine konduğumuz geçmişimizi, tuz bastığımız yaralarımızı asla ve asla unutamayız, unutmamalıyız.  “Soya dönüş/diriliş” masallarıyla zorla kandırılmamız, verdiğimiz şehitler ve suçlulardan hiç birine dokunulmaması, tutuklanıp cezalandırılmaması ve bize dayatılan “oldu-bitti, geçmiş olsun” tuzağı hafızamızda canlıdır.

Hiçbir şey unutulmamıştır.

Avrupa Birliği (AB) vatandaşı Bulgaristan Türkü olarak bizim soy (öz) kimliğimiz Türk’tür. Bulgarların soy kimliği de Bulgar’dır. AB üst kimliğinde bir AB vatandaşı İNSAN ise, eşit vatandaş olarak Bulgar Bulgar’dır, Türk Türk’tür, Makedon Makedon’dur ve Çingene Çingene’dir.  Bu tanınmadığı halde AB üst kimliği havada kalır. AB katında bir Bulgar Bulgar da, bir İspanyol İspanyol da, bir Bulgaristanlı Türk neden Türk olmasın.

Son hesapta, bir buçuk asır geriye baktığımızda Bulgarlar, Türkler, Makedonlar ve Çingeneler Osmanlı ümmetinden çıkmışlardır.

Onları Bulgar, Türk, Makedon, Çingene yapan farklılıkları – dilleri, dinleri, yaşam tarzları ve gelenekleridir. Bugünkü farklı etnik kültürler bu farklılık temeli üzerinde yetişmiştir. Bu süreç tamamlanmış mıdır? Hayır tamamlanmamıştır.

Bulgarlar, milliyet olarak devlet kuracak kadar Miletleşemedikleri için, bu memlekete devlet başı olarak Al. Batenbergler, Koburglar vs. gönderildiler.

Bulgaristan’da yaşayan Türkler kendi kültür ve uygarlıklarıyla millet olarak olgunlaşsalar bile egemenlik ve bağımsızlık hakları olmadığından dolayı otonom bir bölgede toplanmayı dahi başaramamışlardır. 28 yıl önce devletlerini ilan eden Makedonlar hala Devlet adı tartışmalarını aşamadılar. Çingenelerse devlet ve otonomi oluşturma derdinden uzak, geçmişi sorgulamadan, kolsuz bacaksız kalmış öz kültürlerini yaşatmaya çalışıyorlar. Bu bakıma biz, soy kimliği Türk olan bir öncü ve devletçi ırk kişiliğiyle ortadayız. Bulgar vatandaşlığından AB kimliğine yükselirken bütün vasıflarımızı ve niteliklerimizi kapsayan bir eşit haklı kimlikten yanayız. Bu bir ideoloji ve politika meselesidir. İkinci sınıf kimliği, yaralı kimliği, budanmış Türk kimliği kabul edemeyiz. Bu, Bulgarlar da dahil herkes için geçerli olmalıdır. Bütün azınlıkların kolektif hakları, azınlık hakları topluluk hakları anayasada sıralanmalı ve her azınlık devletle şaşmaz bir toplumsal sözleşmeyle bağlanmalıdır. Bu durumda en aranan, en kolay öğrenilen ve en geniş kültürel alanı olan dillerden birinin resmi dil, başka birinin ikinci resmi dil ve her dile kültür, edebiyat ve sanat yaratma hakkı tanıyacak bir halk oylamasına gidilmelidir. Bu olmadan, ulusal mutabakat sağlanmadan, Bulgaristan yeni bir yola açılamaz. Demek oluyor ki, bizim Bulgar vatandaşı olarak Türk kimliğimizle AB kimlikli olmamız yasallaşmalıdır.

Başka bir konu da lider konusudur.

Yukarıdaki isim sıralamaları Bulgaristan Türkleri arasında Liderliğin siyasi salgın haline geldiğine işarettir. Atanma lider kabul edemeyiz. Geçmişi karanlık lider, kabul edilemez.

26 Mayıs 2019’da 7.200 oy alan Lütfi Mestan ile 3 bin oy alan Orhan İsmailov da liderlik denemelerine devam ediyorlar. Biz, lider halktan çıkar derken, topraktan biten bir bitkiyi toprak nasıl besliyorsa, halktan çıkan bir lideri de halkımız besler, demek istiyoruz. Ben, Ahmet Doğan gizli servisin perde arkasındaki hükümeti tarafından DPS lideri atandığında, Sofya’da “Al. Stanboliyski” 45/A adresindeki parti merkezini temizleyen hademe bayanlara aylarca maaş ödeyemediğini biliyorum. Fakat o, “ben Bulgaristan Türklerinin bağrından gelmedim” politik bilincinde olduğundan dolayı, halka inip para istemedi. Halk da onu kendinden bilmediği için “al şu parayı” demedi. Ankara’dan para alıp da yarısını yolda harcayanların kurdukları partilerin de hepsi köylerimizdeki dereler gibi kurudu. Son 30 yılda taşıma suyla ne fidan büyüdü ne de değirmen döndü.

Naim der, sev ki, seni de sevsinler kardeşim

Gönül bahçende şen bülbüller dile gelsinler!

Bir gün Musalla taşında bittiğinde işin

Arkandan ”Gerçekten iyi İNSANDI” desinler!!

Durum buyken, Bulgaristan Türklerini küçümsemeyi meslek haline getiren, büyük siyasetçi Aziz Pabuççu, geçen ay mikrofon kaptığı yerde, “Bulgaristan Türkleri, lider çıkaramıyor, lider problemi yaşıyor” demeye devam etti. Liderliğe mayalanmış kadrolarını 1950’de, 1970’lerde ve 1989 göçünde kaybeden bir milli azınlığın parçalandıkça ruhen kırıldığını görmek istemiyor.

Milli kimliğimizi oluşturan simge, bir tavuk, bir ördek veya bir kaz olsa, yumurta tam kabuk bağlayacağı zaman tavuk, ördek ve kaz hep kesildi. Millet olamadıkları için kendi kapsız yumurtalarına bizim kapsız yumurtamız da karıştırıldı ve “onlar da bizden, işte bakın yumurtaları dölsüz ve kapsız, onlar da Bulgar soylu” masalları yayıldı.

Doğal lider oluşturma süreçlerimizi zorla kestiklerini, asla itiraf etmediler. Kümese bir gece horoz diye atılan da, ne öttü, ne de tavuklara tünedi. Olay budur.

Ve bu büyük siyasetçi ile birlikte bir defada 5 konferans düzenleyen ve Türkiye kamuoyuna kül yatımızda olmayan masallar anlatan 95’e tırmanan İsmail Cambazov’a da selamımız olsun. Atalarımızın sözü ile cevap verelim “Akıl yaşta değil baştadır, halkımızın yaşamadıklarını yaşanmış gibi anlatmaksa, günahtır.” Tabi günah ne olduğunu bilenlere…

Şimdi Filibe’ye toplanmak isteyenlerimiz hepsi aynı kümesten horozlardır. Lütfen önce, ellerini yüreklerine koysunlar ve “Allah’ım hainliğin tövbesi var mı?” diye sorsunlar.

Sofraya oturacaklarsa otursunlar. Ve şunu da iyi bilsinler ki, başkasının parasıyla kurulan sofralardan, iftar misafirliği mitinglerinden bir şey çıkmaz. O serinlik, yağmurdan sonra esen yeldendir.

Önce bu işin ideolojisi tartışılmalıdır. Formülü bulunmalıdır.

Gök kubbesi çizilmelidir. Formatı belirlenmelidir. Hedefleri, araçları ve yöntemleri, dostları ve düşmanları görülmelidir. Bu yapılmadan eski günahların affı ve lekelerin temizlenmesi mümkün değildir. İmparatorluklar kurmuş bir millerin kaderi, askerde onbaşı olamamış kendini beğenmiş perçemli ve keçi sakallar tarafından belirlenemez.

Önce temel sorunlarımızı ve ödevlerimizi belirleyelim, sonra lider ve milletvekili olursunuz… Saygılarımızla,

 

Rafet ULUTURK
Bulgaristan Türkleri Kültür ve Hizmet Derneği (BULTÜRK) Genel Başkanı
www.bulturk.org.tr

 

Not: Yazıda dile getirilen görüşler, tamamen Yazara ait olup kurumsal olarak SASAM’ı bağlamaz.

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: