Twitter Facebook Linkedin Youtube

GÜNEY AFRİKA İZLENİMLERİ

 

Burak TAVALIOĞLU

2016 yazında 2,5 ay bulunduğum Güney Afrika Cumhuriyeti hakkında edindiğim bilgi ve tecrübeleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

Güney Afrika Cumhuriyeti (GAC), yaklaşık 55 milyon nüfusa sahip, 11 farklı resmi dilin konuşulduğu bir Afrika ülkesidir. Ülkenin kuzeyinde batıdan doğuya sırasıyla Namibya, Botsvana, Zimbabve, Mozambik ve Svaziland, güneydoğusunda Hint Okyanusu, güney ve güneybatısında ise Atlas Okyanusu bulunmaktadır. Ayrıca Güney Afrika Cumhuriyeti toprakları içerisinde yaklaşık 2 milyon nüfuslu Lesotho isminde mutlak monarşi ile yönetilen bir ülke bulunmaktadır.

Güney Afrika Cumhuriyetinde üç başkent bulunmaktadır. Bunlar; yürütme başkenti Pretoria, yasama başkenti Cape Town ve yargı başkenti Bloemfontein’dir.

Ülkenin en büyük şehri olan Johannesburg’un nüfusu 4.5 milyondur. Altın,  gümüş ve değerli madenlerin bulunduğu Johannesburg, ülkenin en önemli ticaret merkezlerindendir. Cape Town, Durban ve Phalaborwa ise ülkenin önemli turizm şehirleridir.

Güney Afrika Cumhuriyeti, gelişmekte olan ülkeler kategorisindedir. GAC’nin dünya ekonomisiyle bütünleşmeye başlaması, apartheid olarak adlandırılan Beyazların hâkimiyetine dayalı yönetimin sonlandırılıp 1994 yılında demokrasiye geçilmesiyle eşzamanlı olmuştur.[1]

Güney Afrika’da sömürge yönetimi kuran İngilizler, fakir ve orta kesim İngilizleri Güney Afrika’ya yönlendirmiş ve onları tarım, ticaret, bürokrasi, kısacası ülkenin özel ve kamu kuruluşlarının her kademesine yerleştirmiş ve kendi halkı ile ülkenin yerli vatandaşını kontrol etmişti.

1994 yılında Mandela’nın Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte ülke siyaseti ve bürokrasisi yerli halkın inisiyatifine geçmiş ancak bu durum, ciddi sıkıntıları beraberinde getirmişti. Çünkü yıllarca sömürülen ve ayrımcılığa tabi tutulan toplum, başta eğitim olmak üzere birçok şeyden mahrum bırakılmıştı. Eğitimsiz ve devlet yönetmeyi bilmeyen insanlar, bir anda devletin ciddi kademelerindeki görevlere geldiler. Bu da ciddi problemleri beraberinde getirdi ve devlet kadrolarında rüşvet, yolsuzluk son derece yaygınlaştı. Toplumun bu hale gelmesinde en büyük etken, önceki sömürgeci beyaz hükümetin halka ciddi baskılar uygulaması ve toplumsal ahlak yapısını bozması idi.

Güney Afrika’da “Afrikans” olarak nitelenen beyaz yerlilerden biri ile yaptığım konuşmada Afrikans şu şaşırtıcı ifadeyi kullandı; “biz sömürmedik, sadece yönetmeyi bilmeyen toplumu yönettik ve onlara yardımcı olduk.” Güney Afrika’da sadece İngilizler değil, Hollandalılar da var. Onların ülkedeki geçmişi daha eskilere dayanıyor. Zaten beyaz yerliler kendilerini Güney Afrikalı olarak nitelendirse de, asıllarının nerden geldiğini saklamıyorlar.

Güney Afrika Cumhuriyeti, son yıllarda ekonomik sıkıntılar, yolsuzluk ve işsizlik gibi birçok problem yaşamakta ancak bu durum halkı çok rahatsız ediyor gibi gözükmüyor. Çünkü halkın hayat anlayışında gelecek planlaması gibi bir şey yok. Zaten yıllarca birileri onlar için bir şeyleri planlamıştı, onlar da sorgulamadan bu planları uygulamış veya bu planlara göre hareket etmişti.

Apartheid yani beyazların yönetimi döneminde, siyahi vatandaşlar birçok haklardan yoksunmuş. Mesela akşam 5’ten sonra dışarı çıkmaları yasakmış, doğdukları yerden başka bir yere gitmeleri yasakmış, birtakım alışveriş merkezlerine girmeleri ancak vize ile mümkünmüş, beyazlarla aynı lavabo ve tuvaletleri kullanmaları ve aynı otobüse binmeleri yasakmış. Öyle ki hala “beyaz otobüs firması” – “siyah otobüs firması” anlayışı var. Her ne kadar siyahilerin beyazların otobüsüne binmelerinde resmi olarak bir problem gözükmese de, bu ayırım halk tarafından benimsenmiş bir alışkanlık olmuş.

Güney Afrika deyince akla gelen ilk şeylerden biri de kumarhanelerdir. Ülkede gece boyu açık olan iki tür işletme olur. Bunlardan birincisi eğlence merkezleri, ikincisi ise kumarhanelerdir. Ayrıca kumarhaneler öyle kuytu köşe yerlerde de değildir. Birçok alışveriş merkezlerinin birer katı kumarhane olarak işletilir. Kumarhaneleri işletenler de, kumar oynayanlar da genelde beyazlardır. Ama çok az da olsa siyahi yerliler de yok değil.

Ülkede ticaretin önemli bir kısmını Afrikanslar ve Hintliler ellerinde tutuyorlar. Aslında Hintlilerin ülkeye gelişi, ilk olarak Güney Afrika’nın Hollanda sömürgesi olduğu zamana dayanıyor. Ancak yoğun olarak Güney Afrika’ya gelişleri, İngilizlerin sömürge dönemine denk geliyor. Aslında burada “gelmeleri” tabiri biraz abes kaçıyor, “getirilmeleri” tabiri daha doğru bir tabir olur. Çünkü o sıralar İngiliz sömürgesi olan Hindistan’dan getirilen işçiler, altın, elmas, vb. madenlerde çalıştırılıyor. Süreç içerisinde özgürlük isteyen yerli halk ile Beyaz hükümet arasında tabiri caiz ise köprü oluşturan Hintliler, ülkede bir anda köle konumundan işveren veya ticaret yapan insan konumuna geçiyorlar. Süreci iyi değerlendiren Hintliler, ticaret kabiliyetlerini de kullanarak şu anki mevcut konumlarına geliyorlar.

Güney Afrika’nın kuzeyine doğru gittiğinizde, Afrika kültürünü daha net görebilirsiniz. Çünkü siyah yerliler, genellikle ülkenin orta kesiminde veya kuzeyinde çoğunluktalar. Phalaborwa, bu tarif ettiğim şehirlerden birisi… Ancak yine de nüfus yoğunluğunda Afrikans’lar %50’nin üzerinde. Ülkenin (hatta dünyanın desek daha doğru olur) en önemli turizm değerlerinden biri olan  Kruger Milli Parkının, yani dünyanın en büyük safari alanlarından birinin (yüzölçümü yaklaşık  20 bin kilometrekarelik bir alana sahip) Phalaborwa’da yer alması, buradaki beyaz nüfusunun da çoğalmasını beraberinde getirmiş.

Afrika’nın genelinde aktif rol alan Hristiyan cemaatler, Güney Afrika’da da aktif rol oynuyorlar. Toplumdaki siyahları dışlayan beyaz yönetim, toplumun tabiri caizse statü ihtiyacını bu cemaatler vasıtasıyla karşılamış. Örneğin belirli bir Hristiyan Cemaatine mensup olan bir Siyahi, kendisini diğer siyahlardan ayrı ve üstün görebiliyor. Tabi bu mukayese yapılırken, asla bir siyahın kendini beyaza muadil tutmasına müsaade edilmiyor.

Karşılaştığım bir durum, siyahilerin kendilerini ikinci sınıf insan olarak ne kadar çok benimsediklerini gösteriyor. Bir vesileyle konuştuğum siyahi bir yerli, benim zengin ve zeki olduğumu iddia etti. Ben ısrarla zengin olmadığımı söylesem de, onu bir türlü inandıramadım. Niye böyle düşündüğünü sorduğumda, bana; “Çünkü sen beyazsın ve beyazlar hem zeki, hem de zengin olurlar” dedi. Oysa bunu söyleyen kişi, Türkiye’de birçok orta gelirliden daha iyi bir hayat standardına sahipti ve bu durumu kendisine anlatmama rağmen kabullendiremedim. Beyazların üstün olduğu algısı, bilinçaltına küçük yaşlardan itibaren öyle iyi işlenmiş ki, bu fikirlerini değiştirmek neredeyse olanaksız.

Yine benim en çok dikkatimi çeken olaylardan bir tanesi de, aile yapısındaki ciddi bozukluklar. Muhatap olduğum bazı çocuklara anne ve babalarının ne iş yaptıklarını sorduğumda, “anne ve babam yok” şeklinde aldığım cevaplar, ilk önce anne ve babalarının ölmüş olabileceğini düşündürmekle birlikte bir süre sonra normal gelmemeye başlamıştı. Sonradan öğrendim ki;   çocukların çoğunun evlilik dışı olduğunu ve anne veya babalarını hiç görmeden terk edildiklerini öğrendim. Hatta aile içi birlikteliklerden doğan çocuk görmek de çok anormal bir durum değil bu ülkede. Kişinin hem anne, hem de ablasının aynı kişi olması, insanın kanını donduran bir durum ancak bu ülkede normalleşmiş!

Peki, ülkenin bu hale gelmesinde İngilizlerin rolü inkar edilemeyecek iken, toplumda ciddi bir İngiltere ve Batı hayranlığı olmasına ne demeli? Bu tablo, İngilizlerin siyasetteki başarasının en büyük örneği değil mi sizce de? Hem toplumun doğal kaynaklarını sömür, hem de tüm ahlaki ve kültürel değerleri tahrip et, ancak halk yine de sana hayran olsun! Osmanlı, hakimiyeti altındaki toplumları ekonomik olarak sömürmediği ve dinlerine, dillerine ve kültürlerine karışmadığı halde, eski Osmanlı bakiyesi ülkelerinin (en azından) bazılarındaki Türk düşmanlığı hepimizi şaşırtmakta. Bir de İngilizlerin bunca yaptıklarına rağmen hala sömürge halkları tarafından sevilmesi ve hayran olunmasına baktığımızda, “galiba İngilizlerden öğrenilecek bazı hususlar var!” demeden geçemiyor insan…

.

Burak TAVALIOĞLU – SASAM Stajyeri

Yazarın diğer yazıları için tıklayınız.

_______________________

[1] http://www.ekonomi.gov.tr

sahipkiran Hakkında

Sahipkıran; 1 Aralık 2012 tarihinde kurulmuş, Ankara merkezli bir Stratejik Araştırmalar Merkezidir. Merkezimiz; a) Türkiye Cumhuriyeti’nin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü savunan; ülkemizin her alanda daha ileri gitmesi ve milletimizin daha müreffeh bir hayata kavuşması için elinden geldiği ölçüde katkı sağlamak isteyen her görüş ve inanıştan insanı bir araya getirmek, b) Ülke sorunları, yerel sorunlar ve yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına yönelik araştırma ve incelemeler yaparak, bu sorunlara çözüm önerileri üretmek, bu önerileri yayınlamak, c) Tespit edilen sorunların çözümüne yönelik ulusal veya uluslararası projeler yürütmek veya yürütülen projelere katılmak, ç) Tespit edilen sorunlar ve çözüm önerilerimize ilişkin seminer ve konferanslar düzenleyerek, vatandaşlarımızı bilinçlendirmek, amacıyla kurulmuştur.

Yorum Ekleyebilirsiniz


%d blogcu bunu beğendi: